Asım Yıldırım – Bir Yudum Hikaye

Belki de her şey, Ankara Gazi Iisesi’nin Edebiyat Bölümü’nden 1987 yılında mezun olmamla başladı. O yıllarda en büyük hevesim, birçok gencin olduğu gibi, avukat ya da gazeteci olabilmekti. Ancak sınav sisteminin azizliği beni yine çok sevdiğim bir başka alana itti. Kendimi birden bire Mersin’de Turizm Đşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu’nda buldum. Hazırlık sınıfındayken yaşadıklarım, yepyeni insanlarla, bambaşka simalarla tanışmam, görüşmem ufkumu ve hayatımı değiştirdi. Hem okuyor, hem de kültürel faaliyetlerde bulunuyordum. Ta ki, bir gece o sıralarda yeni yeni açılmaya başlayan özel radyolardan birinin sahiplerini, elektrik trafolarından birine, radyolarının ilanını yapıştırırken görünceye kadar, işte öyle başladı medya dünyasındaki hayatım. Mersin Radyo Met-ropol’de başlayan yayıncılık tecrübem, 1993’ün 1 Kasım’ından itibaren de Samanyolu Televizyonu’na kaydı. Bu noktaya gelmemde en büyük emek sahibi, hiç kuşku yok ki, 1993’ün yaz mevsiminde 3 aylık bir dönemde bana, diksiyon ve sunuculuk dersleri veren, Yusuf Ziya Özkan Beydir. 10 Jr Yudum Hikâye Onun teşvik, destek ve moral motivasyonuyla, şu ana kadarki hayat dilimimde çok şeyi başarmak nasip oldu diyebilirim. Arada kesintiye uğrayan üç sene üç aylık zaman dilimini saymazsak, o zamandan beri STV’de çalışıyorum. Ayrı kaldığım bu süre zarfında Kanal D’nin radyo kanallarından olan Radyo Foreks’de, istanbul Tv’de, Show Radyo’da ve Cine 5’de haber okudum. Şimdi biraz daha geriye gidip, 1996 yılında Adem Kalaç Beyin bir gün, “Merhaba Yenigün’ü sunar mısın?” dediği günle başlayan sürece gelmek istiyorum. Çünkü hikâyelerin geçmişi oraya dayanıyor. Teklifi kabul ettikten sonra, Mazhar Arslanoğ-lu Beyle birlikte, “Programda neler yaparsak tutar?” şeklinde fikir jimnastiği yaptık.


îlk önceleri, “Haber programında fıkra mı olurmuş, hikâye mi olurmuş?” türü sözler ve eleştirilerle karşılaşsak bile, biz fıkra anlatmaya, hikâye okumaya devam ettik. Aslında amaç ne fıkra anlatmak, ne de hikâye okumaktı. Amaç izleyicilere biraz tebessüm ettirmek, biraz da onları düşündürmekti. Bizden sonra çok kişi, radyolarda, televizyonlarda hikâyeleri değerlendirmeye başladı. Böylece seyirci ve dinleyiciler ders çıkarmaya, yaşanmış diğer hayatlardan ibret almayı öğrenmeye başladı. ilk başlarda okuduğum hikâyeler Cüneyd Suavi’ye aitti. Ama daha sonra, çok farklı kanallardan kısa hikâyeler gelmeye başladı elimize. 2001’de STV’ye dönüşümle birlikte başladığımız “Hafta Sonu Merhaba Yenigün programında hikâye okumaya devam edelim!” dedik. Sadece pazar günleri hikâyeleri okumaya başladık. Ve sabahın çok erken vaktinde yayınlanıyor olmasına rağmen, seyircinin müthiş ilgisi ile karşılaştık. Gelen talepler bu hikâyelerin kitaplaştırılması ve yayılması yönündeydi. Biz de karar verdik ve programda okuduğumuz yazı ya da hikâyeleri derledik. Programda okuduğumuz hikâyelerden bazılarının yazarı belli olduğu için, bu kitapta da hikâyenin Önsöz 11 sonunda yazarın ismini bulabileceksiniz. Ancak, hikâyelerden birçoğunun kaynağı belli olmadığı için yazarlarının da kim olduğunu bulmak mümkün olmadı. Hikâyeleri okumaya, kısmetse, devam edeceğiz.

Her anlatılan kıssa misâli hikâyeden alınacak çok hisse olduğunu biliyor ve buna göre hareket ediyoruz. Okuduklarımız önce kendimize, sonra da dinleyenlere tesir edebilir ve bir şeyleri düzeltebi-lirse ne mutlu bizlere. Okuyacağınız hikâyeler, Samanyolu Televizyonu’nda cumartesi pazar günleri sabah saatlerinde yayınlanan Hafta Sonu Merhaba Yenigün programında “Bir Yudum Hikâye” başlığıyla çeşitli tarihlerde okunmuştur. Hikâyeleri bize ulaştıran seyircilerimize sonsuz teşekkürlerimi sunuyor, kitabın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Asım YILDIRIM Haziran 2003 O Beş önemli Ders 15 Ayakkabı Adam, dalgın ve yorgun bir halde evine doğru yürüyordu. Bazen kendi kendine konuştuğu oluyordu: “Rica etsem ev sahibi bu ay dursa, gelecek ay…” Sonra kendisine kızarak “Sanki gelecek ay gökten para yağacak. Hem ev sahibim de zengin biri sayılmaz ki!. Kimseden borç istemeye de yüzüm kalmadı. 20 milyon da kiraya verince elde 10 kalacak, bakkal artık beklemez, 5 de ona. Kalan 5 de bir hafta yeter, ya sonra?” Adam evine geldiğini fark etti. Đçeri girdi, sıkıntılarını olabildiğince ailesine yansıtmayan biriydi. Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi zorla da olsa değiştirdi, güler yüzle içeri seslendi: “Alo!. Kimse yok mu? Bu yorgun ve yaşlı adamı karşılayacak kimse yok mu?” Hanımı koşarak geldi, ceketini aldı: “Kusura bakma bey, geldiğini duymadım!” “Eh elimiz boş olunca yüzümüze bakılmıyor, ne yapalım!” “öyle deme bey!” “Şaka yaptım canım şaka yaptım, hemen darılma… Elim dolu olsa da yüzüme bakılmıyor, diyecektim!.” 16 Bir Yudum Hikâye Onun şakalarına alışmış olan karısı bu kez ses çıkarmadı, sadece gülümsedi. “Yorgun görünüyorsun.

” “Biraz yorgunum hanım.” “Acıkmışsındır, hemen yemeğini getireyim!” “Hanım acıktım acıkmasına da, zahmet olmazsa başka bir şey rica edeceğim.” “Estağfurullah bey, buyur!” “Ya sen de yorgunsundur ama ayaklarım çok ağrımış, bir leğene az bir su koysan, sana zahmet.” “Tabii hemen getiriyorum!” Adam eşofmanını giyip oturmuştu ki, hanımı bir leğen suyla girdi. Adam yorgun ayaklarını suya daldırmadan merakla sordu: “Benim tatlı kızım nerede bakayım, saklandı mı yaramaz?” Anne başını önüne eğdi: “Ne oldu, bir şey mi var?… Söylesene canım!” “içerde… Ağlıyor!” “Ağlıyor mu?!. Niye?” “Ayakkabı istiyor.” “Daha önce konuşmuştuk, alamayacağımı söylemiştim. Hem ayakkabısı eski değil ki!” “Eskidiği için değil, arkadaşlarında gördüğü, yeni çıkan bir ayakkabıdan istiyor.” “Hanım biliyorsun para durumunu…” “Ben biliyorum da…” “Bir daha konuşayım bakalım, benim kızım anlayışlıdır. Çağır gelsin!” Beş Önemli Ders 17 Kadın kızını çağırdı, kalkmak istemeyen kızını, zor da olsa ikna etti, babasının yanma getirdi. Babası yanına oturttu. Olabildiğince kırmamaya çalışarak konuştu: “Kızım, seninle daha geçen akşam konuşmuştum. Ayakkabı alacak kadar paramız yok, hem ayağındakiler de eski değil.” “Başkası nasıl alıyor?” “Yavrum onların durumu daha iyiyse alabilirler. Bizim şimdi iyi değil.

Bekle, belki birkaç ay sonra alabiliriz.” “Bana ne arkadaşlarım aldı, ben de alacağım!” Yine ağlamaya başlamıştı. “Ne kadarmış o ayakkabı, fiyatını biliyor musun?” “4 milyon.” “Kızım sana o ayakkabıyı alırsak elimizde para kalmıyor… Getir bakayım sen şimdi giydiğin ayakkabılarını.” Kız ayakkabıları hışımla getirdi, yere attı. Adam çocuğun saygısızlığını görmemezlikten geldi. Küçük çocuklar için böyle heveslerin ne derede önemli olduğunu biliyordu. “Hele arkadaşlarından biri onu kıskandırdıysa, o küçük dünyasında tüm hayali o ayakkabı olmuştur, başka bir şey düşünemez bile!” diye aklından geçirdi. Fakat adamın da yapacak bir şeyi yoktu. Çok uzun bir sessizlik oldu, adam kızını kırmadan nasıl çözüm bulacağını düşünüyordu. Hanımı ise kocasının, ayakkabıların yere atılışına sinirlendiğini düşünüp endişe ile bekliyordu. Adam umutsuzca kızına bir daha sordu: “Kızım, bu ayakkabılar hiç de eski görünmüyor, birkaç ay daha giysen.” “Eski işte eski, giymem! Bunlar eski!.” Adamın içi içini yiyordu. Bir medet arar gibi hanımına baktı.

Yıllardır sıkıntı içinde yaşayan ama eve her gelişinde güler yüzünü eksiltmeyen vefakâr karısı, yapacak bir şeyi olmadığını I [ 18 y Yudum Hikâye göstermek için, ellerini iki yana açtı. Adam birden ayağa kalktı, giyinmeye başladı. “Kızım madem benim, ‘Ayakkabın eski değil!’ sözüme bakmıyorsun, giy ayakkabılarını! Dışarda az önce gördüğüm bir çocuğa soracağız, sen soracaksın. Eğer sorduğun çocuk, bu ayakkabılar için eski derse veya beğenmezse söz, istediğin o ayakkabıları alacağım.” Ayakkabı alınmasından tamamen ümitsiz olan kız bunu duyunca heyacanlandı. Hemen hazırlandı. Baba kız el ele sokağa çıktılar. Hiç konuşmadan birkaç sokak geçmişlerdi ki, babası az ilerdeki köşeyi gösterdi: “Bak şu köşede oturan bir çocuk var, hemen hemen senin yaşlarında. Sor bakalım ayakkabıların güzel mi değil mi?!.” Kız hevesle çocuğun yanına koştu ama durdu kaldı. Çocuğun şaşkın bakışları arasında birkaç saniye orada kaldıktan sonra ağlayarak babasına doğru koştu. Soramamıştı. Babası ağlayan kızını bırakıp, köşedeki çocuğun yanına gitti. Cebindeki bozuk paraları, çocuğun önündeki mendile bırakıp döndü. Çocuk hâlâ, ağlayarak uzaklaşan kıza bakıyordu duvara yasladığı koltuk değneklerinin arasından.

Ahmet Ünal Çam Beş Önemli Ders 19 Bayan Danışma Ben henüz çok küçükken eve bir telefon almıştık. Telefonun bağlı olduğu cilalı çerçeveyi ve parlak ahizeyi asla unutamam. Saatlerce onun karşısına geçer ve seyrederdim. Hatta o derece ki, sayımız olan 105’i bir an bile aklımdan çıkaramıyordum. Telefonla konuşacak yaşta değildim, zaten boyum da telefonun bulunduğu yere yetişemezdi. Fakat annem konuştuğu zaman, onun karşısına geçip hayranlıkla ona bakardım. Bir keresinde beni kucağına alıp ahizenin yanına kaldırdı ve babamla konuşturdu. Bu, bence unutulması çok güç bir olaydı. Sevinçten ve mutluluktan uçuyordum. Zamanla, bu telefonun içinde canlı bir yaratık bulunduğunu, “Lütfen Danışma” olduğunu ve bu bayanın ne sorulursa hemen cevap verdiğini öğrendim. Annem ona defalarca başkalarının telefon numaralarını sormuştu; bir iki kere de saatimiz durunca gene ondan sorup doğru saati öğrenmişti. Telefondaki bu cinle konuşma fırsatını ilk olarak annemin yakın komşumuzu görmeye gittiği ve benim de evde yalnız bulunduğum bir gün elde ettim. Bahçede oynarken, kaza ile elimdeki çekici parmağıma indirmiştim. Sancıdan kıvranırken, ansızın aklıma “Bayan Danışma” geldi. Koşa koşa içeri girdim ve 20 Bir Yudum Hikâye ufacık iskemlenin üzerine çıkarak telefonun alıcısını kaldırdım.

Alıcıdan acayip gürültüler geliyordu. Ağlar gibi bir sesle: “Danışma lütfen!” dedim. Karşımda gayet tatlı bir bayan vardı. Ben tekrar ağlayarak: “Parmağımı acıttım. Ne yapacağımı söyleyebilir misiniz?” diye sorunca, makinenin içindeki bayan bana: “Annen evde yok mu?” dedi. “Hayır, evde hiç kimse yok.” “Parmağın kanıyor mu?” “Hayır, çekiçle vurdum, şimdi acıdan kıvranıyorum.” “Buz dolabını açabilir misin?” “Evet!” diye cevap verince, Bayan Danışma sözlerine şöyle devam etti: “Peki, dolabı aç ve buzluktan ufak bir parça buz çıkararak acıyan yerin üzerine bastır. Dikkat et, yerleri kirletip buzlan dökmeyesin. Biraz sonra sancın dinecek. Artık ağlama ve bir dahaki sefere daha dikkatli davran.” O günden sonra da en ufak bir bilgi için Bayan Danışmayı rahatsız ediyordum. O ise, en ufak bir hoşnutsuzluk göstermeksizin hemen bana yardım ediyordu. Coğrafya derslerinde, aritmetik problemlerinde, hatta ve hatta parkta bulduğum sincabın beslenmesi için bana yardımcı olmuştu. Bir gün çok sevdiğim kanaryamız Peter, kafesinde ölü bulundu.

Ağlayarak hemen telefona sarıldım ve Bayan Danışmaya büyük acımı bildirdim. O da, diğerleri gibi, basit sözlerle beni yatıştırmaya çalışıyordu. Halbuki ben ondan daha fazla anlayış bekliyordum. Peter gibi güzel öten bir kuşun ölümünün olmayacak bir şey olduğunu ona anlatmak istiyordum. Sonsuz Önemli Ders 21 acımı anlayan ve onu paylaşmaya çalışan Bayan Danışma bana şu öğütte bulundu: “Beni dinle Paul, haklısın böyle güzel öten bir kuş ölmemeliydi, fakat unutma ki, çok daha güzel bir dünyaya gidiyor ve orada da ötmesine devam edecek. Onun için artık üzülmen yersiz!” Başka bir gün de, telefondaki cinden bir kelimenin anlamını soracaktım. Tam alıcıyı kaldırıp, Bayan Danışmayı istemiştim ki, yavaşça odaya giren kız kardeşim, beni korkutmak için ansızın bağırdı. Birden yerimden sıçradım. Sıçramamla birlikte duvara çakılı telefon alıcısı da benimle yere düştü. Telefondan teller fırladı. Bayan Danışmanın sesi hiç duyulmuyordu. Yarım saat sonra kapımız çalındı ve telefon tamircisi olduğunu söyleyen bir adam gelerek telefonumuzu hemen tamir etti. Bizdeki bu bozukluğu kendisine yine Bayan Danışmanın bildirdiğini de sözlerine ekledi. Dokuz yaşıma bastığım yıl, evimizi değiştirdik. Evle birlikte, o eski telefon alıcısını da değiştirip, daha modern bir alıcı satın aldık.

Bu alıcıyı hiç sevmemiş ve Bayan Danışmanın ancak o eski alıcıda bulunduğuna nedense inanmıştım. Yıllar geçip de delikanlılık çağına girince, bazen eski günleri düşünür ve telefondaki o bayanın saatlerce ufak bir çocukla uğraşmasını ve onun saçma isteklerini ve sorularını eksiksiz yerine getirmesini takdir ederdim. Yıllar geçmiş, ben büyümüş ve kolej öğrenimini tamamlamıştım. Bir gün iş için uçakla seyahat ederken, küçüklüğümün geçtiği bu kasabaya yakın bir merkezde uçak değiştirmek zorunda kaldım. Alanda beklerken, kız kardeşime telefon edip konuştuk. Sonra nasıl oldu bilmem, birden aklıma çocukluk yıllarımın Bayan Danışması geldi. Hemen alıcıyı kaldırıp, aynı 22 Bir Yudum Hikâye kasabanın danışmasını istedim. Hayret, karşıma çıkan, daha doğrusu alıcının içinden gelen o tatlı ve yumuşak sesi hemen tanımıştım. Birden hiç düşünmeden: “Benim çok güzel bir kanaryam vardı. Öldü. Ne yapayım, bu acıya nasıl dayanayım?” diye sordum. Öbür taraftaki ses bir iki saniye sustuktan sonra: “Herhalde parmağın iyileşmiştir artık.” dedi. Gülerek: “Demek hâlâ siz burada çalışıyorsunuz. Yıllar öncesine gidecek olursak, o çocukluk yıllarımda sizin bana neler verdiğinizi, bende ne gibi anlaşılması güç duygular uyandırdığınızı bir bilseniz!” dedim.

‘Aynı durum benim için de oldu. Siz de akıllı ve tatlı bir çocuk olmak sıfatıyla bana çok şeyler veriyordunuz. Benim kendi çocuğum olmadığı için, sizinle konuşmak, sizin o çocuksu ve saf acılarınızı paylaşmak, size bazı alanlarda yardımcı olabilmek de benim için sonsuz bir zevkti.” “Yeniden buralara gelecek olursam sizi arayabilir miyim?” diye sordum. O ise gülerek: “Tabii, Bayan Sally’yi istiyorum dersen, hemen beni bağlarlar.” dedi. Bayan Sally! Nedense bu isim bana acayip geliyordu. Bayan Danışmanın bir ikinci ismi daha olamazdı. O, Bayan Danışma ve hep de öyle kalacaktı. Bu olaydan üç ay sonra, yine o bölgeye işim düşmüştü. Hemen en yakın telefon kulübesine koşarak, danışmayı istedim ve oradan da Bayan Sally ile görüşmek istediğimi söyledim. Bu seferki Bayan Danışma daha genç birine benziyordu. Biraz çekingen bir eda ile: “Siz Bayan Sally’nin erkadaşı mısınız?” diye sordu. Beş Önemli Ders 23 “Evet, çok yakın arkadaşı idim!” deyince, üzgün bir sesle: “Maalesef, Bayan Sally beş hafta önce öldü. Uzun süreden beri hastaydı.

Bir dakika, acaba isminiz Paul mu? Tamam size son bir haber bıraktı; eğer bir gün onu telefonla arayacak olursanız, size, ‘Başka bir dünya daha vardır ve orada da şarkı söylenebilir.’ dememizi istedi.” Teşekkür ederek telefonu kaparken, Sally’nin ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Yanağımdan aşağı süzülen gözyaşlarını silerken, Bayan Danışmanın ruhuna Tanrı’dan rahmet diledim. 24 ?ĐrIUdu Köpek ve Çocuk Bir dükkan sahibi, dükkanının vitrinine üzerinde “Satılık Köpek Yavruları” yazan bir tabela asarken, yanında küçük bir erkek çocuğu belirdi. “Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?” diye sordu. Adam çocuğa yavruların en az 50 dolar ettiğini söyledi. Çocuk elini cebine attı, biraz bozuk para çıkardı, dükkan sahibine bakıp: “iki dolar otuz beş sentim var. Onlara bakabilir miyim?” dedi. Dükkan sahibi çocuğa gülümsedi ve bir ıslık çaldı. Lady adlı bir köpek dükkanın içindeki kulübesinden çıkıp onlara doğru koşmaya başladı. Arkasında beş tane küçük yün yumağı vardı. Yavrulardan biri, diğerlerinin gerisinden topallayarak geliyordu. Bu, küçük çocuğun hemen dikkatini çekti. “Bu yavrunun nesi var?” diye sordu.

Dükkan sahibi: “Veterinerin dediğine göre, kalçasında bir kemik eksikmiş!” diye cevap verdi. “Hep böyle topallayacakmış.” Küçük çocuk hemen: “Onu almak istiyorum!” dedi. Dükkan sahibi: “Sahi mi? O yavruyu gerçekten istiyorsan sana bedava Beş Önemli Ders 25 verebilirim.” diye cevap verdi. Çocuk dükkan sahibine yaklaştı ve öfkeyle: “Onu bana bedava vermenizi istemiyorum. Bu yavru da diğer yavrular kadar değerli. Fiyatı neyse size ödeyeceğim. Şimdi size iki dolar otuz beş sent vereceğim, kalan parayı da ayda 50 sent, 50 sent ödeyeceğim!” dedi. Dükkan sahibi: “O sakat yavruyu ne yapacaksın? O hiçbir zaman diğer köpekler gibi koşup oynayamayacak!” dedi. Küçük çocuk bu sözler üzerine, pantolonunun paçasını yukarı kaldırdı ve iki çelik bağla desteklenmiş eğri sol bacağını gösterdi. “Ben de pek koşamıyorum!” dedi. “Bu yavrunun da, kendini anlayacak birine ihtiyacı var!” Son dört aydır bacağına çelik bağ takan küçük çocuk, evinin ön kapısından içeri, kucağında yeni aldığı köpek yavrusuyla girdi. Köpeğin kalçasında bir kemik eksikti ve yavru yere bırakıldığında ciddi biçimde topallıyordu. Çocuk kendi durumundan ümitsizdi.

Ama yanında yeni arkadaşıyla umutları canlanmış ve yepyeni bir coşkuyla dolmuştu. Ertesi gün çocuk ve annesi küçük köpeğe nasıl yardım edebileceklerini öğrenmek için bir veterinere gittiler. Veteriner, çocuğa eğer her sabah yavru köpeğin bacağına masaj yapar, sonra da onu en az 2 kilometre yürütürse, o zaman kalçasındaki kasların güçleneceğini, yavrunun artık acı çekmeyeceğini ve daha az topallayacağını anlattı. Yavru köpeğin yürürken rahatsızlığını inleyerek ve havlayarak belli etmesine ve çocuğun da kendi bacak bağından acı ve zorluk çekmesine karşın, programı iki ay sabırla sürdürdüler. Üçüncü ay, artık her sabah okuldan önce beş kilometre 26 -.-ĐLjUdum Hikâye yürüyorlardı ve artık ikisi de yürürken acı duymuyordu… Bir cumartesi sabahı çalışmadan dönerken çalıların arasından önlerine bir kedi çıktı ve köpeği korkuttu. Tasmasından kurtulan köpek caddeye seğirtti. Hızla gelen bir kamyon köpeğe yaklaşırken çocuk da caddeye fırladı, köpeğini yakalamak istedi ama yolun kenarına yuvarlandı. Geç kalmıştı. Kamyon köpeğe çarpmıştı; köpeğin ağzından kan geliyordu. Çocuk köpeğine sarılmış ağlarken, kendi bacağındaki bağın çıkmış olduğunu gördü. Kendisi için üzülecek zamanı yoktu. Hemen ayağa kalktı, köpeğini kucağına aldı ve eve doğru yola koyuldu. Köpek yavaş yavaş havlayarak çocuğa umut veriyor ve onun heyecan içinde elinden geldiğince hızlı koşmasına neden oluyordu. Annesi onu ve acı çeken köpeğini hemen hayvan hastanesine götürdü.

Anne-oğul merak içinde köpeğin ameliyatı atlatıp atlatmadığını öğrenmek için beklerken, çocuk hem de çelik bağlan gevşemişken şimdi nasıl olup da hızlı hızlı yürüyebildiğim ve koşabildiğini sordu. Annesi şöyle dedi: “Sende osteomiyelit vardı. Bu bir kemik hastalığıdır. Bu hastalık bacağını zayıflattı ve sakat bıraktı, bu nedenle de topallıyor ve acı çekiyordun. Bacağındaki çelik bağ destek içindi. Eğer acıya ve saatlerce sürecek tedavilere dayanmaya razı olsaydın, bu geçecekti, ilaçlara iyi cevap verdin ama fizik tedaviye her zaman karşı koydun. Baban ve ben ne yapacağımızı bilemiyorduk.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir