Sait Aytemur – Hikaye Oksijendir

En eski örnekleri 42.000 yıl öncesine uzanan mağara resimleri var. Avustralya, İspanya, Fransa’da paleolitik dönemden kalmış pek çok örnek bulunuyor. Bu resimlerden birinin önünde duralım ve bakalım. Ne görüyoruz? Sol tarafta avcılar, sağ tarafta file benzeyen vahşi hayvanlar hikaye edilmiş bu resimde. Bir tarafta avcı, diğer tarafta av var. Bir resimli roman ya da film gibi bu kareyi çoğaltarak hikayeleştirirsek ne göreceğiz? ÇATIŞMA Nerede çatışma potansiyeli varsa, orada “gerilim” vardır. Gerilim boşalmaya mahkûmdur. Hikaye buradan doğar. Buradaki mağara duvarı resminde “dışsal” bir çatışma görüyoruz. İlerdeki sayfalarda bu çatışmanın “içsel” de olabileceğini göreceğiz. Dramanın her türünde -mizah dahil olmak üzeregerilim işe yarar. Mizahi anlatımda çelişkiden doğan gerilim beklenmedik bir gelişmeyle kahkaha şeklinde boşalmayla noktalanır. Diğer türlerde gözyaşı, kan, kin, nefret, intikam, pişmanlık şeklinde de boşalabilir. Düşünce ve duygu çatışmadan doğar.


Savaş meydanında çatışmadan kan akar. Yaratıcı insanların çatışmasından ise düşünce ve duygu açığa çıkar. İlki hayatı zehir eder, ikincisi iyileştirir. Yaratıcı fikirlerin çatışmasını yasaklayan ortam, önünde sonunda fiziki şiddeti iktidara getirir. Korku hâkim olur ve hayat değişir. Yavaş yavaş, sinsice değişir; Çöl olur… Binlerce yıl önce avcı-toplayıcı dönemde, erkeğin en önemli uğraşı avlanmaktı. Dişiler, doğada yararlı ne varsa toplamakla meşgulken, erkekler de vahşi hayvanlarla boğuşuyorlardı. M.Ö. 42.000 ile 15.000 yıl aralığında Chauvet, Lascaux, Cosquer, Chauvet-Pont-D’Arc mağaralarından birinde yaşamış atamız roman yazamazdı, film çekemezdi, SMS atamazdı, dijital iletişim kuramazdı. Hikayesini anlatmanın tek yolu doğadan ele geçirdiği _başta kömür olmak üzere_ çeşitli malzemelerle bu resimleri yaparak hikayesini anlatmaktı. Henri Breuil, David Lewis Williams gibi uzmanlar, bu resimlerle ilgili çeşitli teoriler geliştirmişler. İşin içinde büyü ve şamanizm gibi av bereketini artırmaya yönelik faktörler olduğu da ifade ediliyor: Yani kutsallığın pragmatik bir amaca yönelmesi.

Belki dinin doğuşu da bu resimlere dayanıyordur? Ya da ölüm korkusunu bastırarak, bu hayatı çekilir kılmak için olabilir mi? Bu duvara resim çizen hikayeci, eserinin ölümsüz olacağının bilincinde miydi? Nedeni ne olursa olsun, mağara duvarlarında insanın en mütevazi olanaklarla bile hikaye yoluyla kendini ifade ettiğini görüyoruz. Üstelik bu işi hiç de fena yapmamışlar. Modern çağın kübist sanatçılarını aratmayacak bir yetenek düzeyinde olduklarını rahatça söyleyebiliriz. Uzun bir yolculuğun ilk adımı bu resim… Bu yolun üzerinde kimler yok ki? Caravaggio, Rembrandt, Van Gogh, Picasso, Pollack… TANRI’NIN HİKAYESİ 12 Nisan 2004 tarihli Time dergisinin kapağında Hz. İsa’nın resmini ve yanında “İsa neden ölmeliydi?” başlığını görüyoruz. Derginin içeriğini unutarak Kazancakis’in romanındaki hikayeyi anımsayalım. Martin Scorcese, bu romandan hareket ederek Günaha Son Çağrı filmini yapmıştı. Bu hikayede, çarmıha gerilmiş Hz. İsa “Baba beni niçin terk ettin?” diye inlerken melek görünümlü birisi onu kurtarır. Hz. İsa iki kadınla evlenir, çocukları olur; mutlu ve çok uzun bir yaşam geçirir. Ölmek üzereyken kurtarıcı meleğin aslında şeytan olduğunu anlar ve Tanrı’ya tekrar çarmıha gerilmek için yalvarır. Havariler başarısız olmuştur. İnsanlığa anlamlı bir mesaj bırakmanın tek yolu tekrar çarmıha gerilerek acılar içinde ölmektir. “Görev” ancak böyle tamamlanabilir.

Kazancakis’in Hazreti İsa’sı eğer mutlu ve yaşlı bir ihtiyar olarak ölseydi, ortada bir ‘hikaye’ olmayacaktı. Ve İsa, milyarlarca sıradan insan gibi unutulacaktı. Düz bir çizgi boyunca ilerleyen bir hikayenin geniş kitleler tarafından hatırlanacak çok fazla yanı olamaz. Hikayenin değişim noktaları olması gerekir. Hikaye olumlu ve olumsuz arasında gidip gelmelidir. Eğer adaletin, eşitliğin olmadığı bir ortamda başkaldıran birinden kahraman yaratmak isitiyorsak, bu kişinin hikayenin sonunda kendini feda etmesi unutulması zor bir örnek oluşturacaktır. İsa’nın hikayesinde ilk değişim noktası sesler duyması ve çölde inzivaya çekilmesidir. O kutsal bir misyonun temsilcisidir. Hastaları, düşkünleri, körleri kurtarmak içindir onun mucizeleri. Ve hikayenin son bölümünde feda olmalıdır onun yaşamı. Tıpkı Che Guevera gibi. Arjantinli bir ailenin çocuğudur Che. Tıp fakültesini bitirir. Hayallerinin peşinde, arkadaşıyla Güney Amerika’yı motosikletle dolaşır. Kimsenin gitmeye cesaret edemediği cüzzamlılar adasına gider ve onlara yardım eder.

İnsanlara, kendilerine yaklaşabileceklerini, dokunabileceklerini, yardım edebileceklerini gösterir. Che Guevera, Fidel Castro ile 1959 yılında Küba devrimini gerçekleştirir. Bakan olur. Ama o idealleri doğrultusunda alıp başını Bolivya’ya gider. Bir avuç gerillayla devrim yapacaktır. CIA peşindedir. Devlet güçleri peşindedir. Tıpkı İsa gibi ihanete uğrar; öldürülür. Ölüsü bir kanıt olarak sergilenir ve fotoğraflanır. Sakallı, zayıf, genç bir adam boylu boyunca yatmaktadır. Adeta Hz. İsa çarmıhtan indirilmiştir. Sergilendiği yere hâlihazırda birileri çiçekler bırakıyor… Che, Bolivya macerası yerine Küba’da bakan olarak eşiyle çocuklarıyla kalsaydı ne olurdu? Her yerde bu kadar çok posterini görebilir miydiniz? 12 Nisan 2004 tarihli Time dergisinin 52. sayfasında, Canterbury Başpiskoposu Anselm’in 1098 yılında kaleme aldığı teoriye yer verilmiş. Bu teoriye göre, insanlığın işlediği günahlar nedeniyle Tanrı’ya borcu vardı; ancak bu borcu ödeyecek durumda değildi.

“Rehin” durumunda olanın karşılığı mutlaka ödenmeliydi. İşte bu noktada Tanrı kendi evladını feda ederek insanlığın borcunu ödedi. Anselm’in teorisi ile rekabet eden pek çok teoriden söz ediliyor bu yazıda; örneğin, Tanrı’nın insanlığa örnek olması gibi. Hikayeler hayatın kendisi değildir. Hayatın kendisi çarmıhtan kurtulan İsa’nın hayatı gibidir; insanlar doğar, çoğalır, yaşlanır ve ölürler. Hayatın risklerle dolu olduğunu herkes bilir: İşsizlik, parasızlık, hastalık ve ölüm. Bu nedenle, hayatı bu risklerden arındırmak için pek çok insan, her günün bir gün öncesinin kopyası olması için çaba gösterir. Kurulu düzen, bu eğilimin bir yansımasıdır. Fabrika, ofis, okul, askeri kışla tekrar üzerine kuruludur. Maddi birikim tekrar üzerine kuruludur. Genetik mirasın aktarımı tekrar üzerine kuruludur (dizilerdeki yoğun cinsellik ve şiddet monotonluğu kırıyor olsa gerek!). Aşağıdaki şema insanların hayatı nasıl bir kalıba oturtmak istediklerini yansıtır. “Güvenli yaşam” düz bir çizgi gibidir; risklerden ve felaketlerden arınmış bir çizgi [Pink Floyd, “Another brick on the wall”(Duvarda bir tuğla daha) derken bundan mı söz ediyordu?]! Korkular hayatı düzleştirir Oysa hikaye, Robert McKee’nin ifadesiyle, hayatın özüdür. Hikaye, insanların cesaret edemedikleriyle ilgilidir. Aristo’nun deyişiyle, hikaye bize, “nasıl yaşamamız gerektiği” konusunda yol gösterir.

Bu ancak dramatik dönüşümler, iniş çıkışlarla yapılabilir. Anselm ve rakiplerinin teolojik teorilerinin ortak noktası budur. Time dergisinde David Gray’in St. Mark’s Kilisesi papazlarıyla yaptığı tartışmada papazlar, “Hz. İsa neden ölmeliydi?” sorusuna, “Tanrı dramatik bir şeyler yapmalıydı” şeklinde yanıt veriyorlar. Papazlar sezgisel olarak ‘drama’ işini çok iyi biliyorlar. “Pazarlama kitabında bana niye hikaye anlatıyorsun!” diye kızabilirsiniz. Kızmayın! İyi hikaye satar. Gelin ünlü reklamcı Hegarty’ye kulak verelim. ‘Hegarty on Advertising’ kitabının 45. sayfasında “What is the world’s greatest brand?” sorusunu soruyor. Bu sorunun yani, “Dünyanın en büyük markası hangisidir?” sorusunun, kendisine BBH’in New York ofisini kurarken sorulduğunu belirtiyor. Katıldığı panelin üyeleri CocaCola, Volkswagen, Nike gibi markaları sıralamış. Hegarty ise, dünyanın en büyük markasının Katolik kilisesi olduğu fikrini ortaya atmış. Bu fikrini, kilisenin haç şeklindeki logosunun dünyanın en ünlü logosu olduğunu vurgulayarak desteklemiş.

Hz. İsa çarmıha gerilerek, acılar içinde öldüğü için haç, fedakarlığın en çarpıcı sembolü haline gelmiştir. İşin ilginç tarafı kilise haçı, İsa’nın ölümünden 400 yıl sonra sembol olarak kabul etmiştir. Haç sembolünün arkasında bir “hikaye” vardır. Bir marangozun otoriteye, baskıya, haksızlığa, adaletsizliğe başkaldırmasının hikayesi. İnsanlara düşmanlarını bile sevmeyi telkin eden; fakirlere, fahişelere, hastalara, hatta ölülere kucak açan bir kahramanın hikayesi. Anası Meryem, babası Tanrı olan bir kahramanın hikayesi. Çarmıhta can verdikten sonra dirilen ve yükselen bir kahramanın hikayesi. Pasolini, Matta İncili’nden hareketle yaptığı filmde bu İsa’yı anlatmıştır. Söz konusu filmin kahramanı Che Guevera olabilirdi. İsa ile ortak noktaları, “karakterleri” ve seçimleridir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir