Asu Mansur – Şaman Gözü

Ulu Kayra Han’ın adıyla! Şu ana dek Şamanizm üzerine yazılan kitapların tümü Şaman’ın kendisi tarafından değil, onu gözlemleyen tarafından yazılmıştır. Her ne kadar Şamanizm’i bilmeyenler açısından iyi birer giriş kitabı sayılsalar da Şamanizm’in içyüzünü ve gerçeğini doğru yansıtamamışlardır. Çünkü Şaman’ı gözlemlerken kendi algılarında oluşan mantık ve hayal gücü çerçevesinden konuya bakmışlardır. Oysaki bir Şaman’ın gözünden hayata bakıldığında ortaya bambaşka bir görüntü çıkar. Geleneksel Türk Şamanizmi’ni hem aileden gelen kalıtsallıkla hem de Sibirya’da gördüğü eğitim sonucunda Kham (Şaman) olmayı başarmış birinin gözünden yazılan bu kitap, emsallerinden ayrıcalıklı ve özel bir değere sahiptir. Kham Karak dünya üzerinde ilk kez bir Şaman tarafından kaleme alınan ve Şamanizm’i içeriden anlatan bir kitaptır. Bu kitapta “Şaman” kelimesi yerine çoğu yerde “Kham” sözü kullanılmaktadır. Bu kasıtlı bir yaklaşımdır. Dünya genelinde Şamanizm kavramı birçok kabilenin öğretileri arasında bulunabilir. Geleneksel Türk Khamlığı’nı onlardan ayıran çok önemli bir faktör vardır. O da Geleneksel Türk Khamlığı’nın bir din olmayışıdır. Dinin uygulanış biçimi oluşudur. Geleneksel Türk Khamlığı tek yaratanı olan bir dine bağlıdır. Bu dinin adı Töre’dir ve Türeyiş anlamına gelir. Töre’yi kabul eden ve bağlılık gösterenler Törük/Türük/Türk adını taşımaya başlamışlardır.


Töre’nin kurallarını ve öğretilerini koruyarak nesillere aktaran kişiye “Kham” denir. Khamlık, Töre’nin tasavvuf koludur. Bunun içinde ibadet şekillerinin, doğaya olan saygının, toplum içerisindeki edep ve ahlak anlayışının düzenlenmesi, sıhhatin korunması gibi konular da yer almaktadır. Kham kişi bu nedenlerden ötürü Şamanlarla bir tutulmamalıdır. Kitabın bazı yerlerinde “Şamanizm” sözü sadece açıklayıcılık açısından ve okuyucunun kulağında yer edinmiş bir algıyla daha kolay anlaşılabileceğinden dolayı kullanılmıştır. “Geleneksel” kelimesinin özellikle kullanılmasının nedeni de Türk Khamlığı’nın ilk halinden hiç şaşmaması ve herhangi bir dinin (Budizm, İslam) etkisi altında kalmadan ilkel haliyle yaşatılıyor olmasıyla bağlantılıdır. Geleneksel Türk Khamlığı’nın gelenekleri binlerce yıldır varlığını korumaktadır. Bu gelenek, doğayla iç içe geçmiş ruhani güç ve şifaya dayalıdır. Ata mirası, kültürü ve uygulamaları hakkında bilgilendirmeye devam ederek varlığını sürdürür. Kham Karak’ın yegâne amacı da budur. Bu mirası okuyucuda deneyimsel olarak pekiştirmek ve binlerce yıllık kadim geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarılmasına destek olmak adına kitapta uygulamalı yöntemlere ağırlık verilmiştir. Uygulamalar arasında derin bir ilme sahip olmayı gerektirmeyen sihir, tılsım, şifa ve tölge (doğurulan) yöntemleri yer almaktadır. Bunun yanı sıra ataların geleneklerindeki saklı sırlar da, günümüze dek süre gelen kültür mirasının gizemi de aydınlatılmaktadır. Kham Karak’ta özellikle öz Türkçe terimler kullanılmıştır. Nasıl ki her ilmin, bilimin kendine has bir dili ve terminolojisi var ise, Geleneksel Türk Khamlığı’nın da özel bir lügati vardır.

Bu sebeple özüne uygun bir kullanım gerçekleştirmek adına öz anlamı teşkil eden kelimeler ve tanımlar kullanılmıştır. Bu kitap sayesinde on binlerce yılın deneyimini ve bilgisini köklerinize katmanızı dilerim. Bir ağacın kökleri güçlü ve derin ise her türlü zorluğa dayanabilecek güce sahip olur. Kışın en soğuğuna, yazın en kurağına ve fırtınanın en sertine karşı gücünü korur. İnsanın da öyle bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç sayesinde hayatın en zor şartlarına karşı, tıpkı bir çınar gibi, dimdik bir duruş sergilenir. Şartlar ne olursa olsun, ona karşı nasıl bir tedbir alınması gerektiği bu güç sayesinde içgüdüsel olarak bilinir. Deneyim ve bilgi bir kuşun iki kanadı gibidir. Bunun için ise uygulama esastır. Bir Kham yetişirken bilgiden önce deneyim kazandırılır. Deneyimden sonra bilgisi verilir ki deneyimi pekişsin ve ustalığa doğru ilerleyebilsin. Aynı yöntem bu kitaptan en iyi şekilde faydalanabilmek açısından Kham olarak yetişen bir kişiye ne tür bir yöntem uygulanıyorsa, o türde bir yaklaşımla uygulamalar ve öğretiler sunulmuştur. Ulu yaratanın izni ve ataların desteği ile Kham Karak’ın her okuyucunun özüne güç katmasını ve her daim yoldaş olmasını içtenlikle dilerim. Yurun! I. BÖLÜM ÜÇ RUH Geleneksel Türk Khamlığı’na göre insanların üç ruhu vardır: 1.

Sülde 2. Süne 3. Özüt Bu üç ruhtan biri bedenden uzaklaştığında, zayıfladığında ya da yerinden oynadığında kişinin üzerinde bedensel ve ruhsal açıdan birtakım değişimler gözlenir. Sülde Bu ruh, beynin tam orta bölümünde oturur. Bilincin kendisidir. Gözlerin ardından bakandır. Maddi ve manevi açıdan dünya üzerinde göz gezdirendir. Dili konuşturan, konuşanı dinleyendir. Dilde tadı bilendir, tattırandır. Burunda koklayan, koklatan, kulakta işittiren, duyandır. Deneyimleyen, gülen, ağlayandır… Dünyaya doğuş gerçekleşmeden önce süldeler, sütgölde toplanırlar. “Sütgöl” göğün dördüncü katıdır ve doğumdan önce süldelerin toplandığı yerdir. Doğum anında sülde, bıngıldaktan girer ve beyne oturur. Dünyaya gelen insanoğlu da, bu şekilde bilinçlenmiş olur. Sülde, ölüm anında yine aynı yerden çıkarak bedeni terk eder.

Sülde çok hassastır ve bulunduğu alandan çabuk kayabilir. Yerinden oynadığında beyin fonksiyonlarında sorunlar meydana gelir. Böylece algı problemleri oluşmaya başlar. Sülde beynin ön lobuna doğru kayarsa, beynin o bölgedeki işlevselliğinde bir artış gözlenir. Örneğin sülde, öğrenmenin, odağın ve dikkatin merkezi olan ön loba kaydığında, kişinin bu yeteneklerinde bir aşırılık meydana gelir. Aşırı dikkat, aşırı öğrenme dürtüsü, acelecilik, sıkılganlık, aşırı titizlik gibi… Sülde beynin ön lobuna kaydığında bu bölgede aşırılık yaşanırken doğal olarak beynin arka lobunda da bir enerji kaybı söz konusu olur. Diğer bir deyişle ön lobun işlevinde aşırılık yaşanırken arka lobda da zayıflama yaşanır. Buna göre aşırı dikkat, acelecilik ve aşırı titizlik gösterenlerde görme bozuklukları medyana gelir. Okulun en çalışkan, en dikkatli ve derslerine en odaklı çocuklarının gözlüklü olmaları rastlantı değildir. Sülde, beynin duygusallık ve soyutsallık merkezi olan sağ bölgesine doğru kaydığında ise, kişi aşırı duygusal, alıngan ve kırılgan olur. Dünyadan kopuk halde ve geniş bir hayal âlemi içinde yaşar. Doğal olarak beynin sağ bölgesinde işlevsellik artarken sol bölgede de bir enerji kaybı meydana gelir. Buna göre aşırı duygusal, alıngan ve hayalci kişilerde, mantık sorunu oluşur. İdrak ve kontrolden uzaklaşırlar. Çabuk âşık olurlar ve terk edildiklerinde bu durumu kendilerinde ciddi bir takıntı haline getirirler.

Şairane hislere kapılarak, kaderin onları ayırdığına ve bir gün mutlaka kavuşacaklarına inanırlar. Bu insanların inançları zedelendiğinde çok sarsılırlar. Yıkım hissederler. Süldesi beynin sol lobuna kaymış insanlar aşırı kontrolcü ve mantıklı olurlar. Soyut kavramlara güven duymazlar. Çok zaman duygudan da yoksundurlar. Ateizme daha meyillidirler. İnançla bağlı olma ve adanmışlık refleksleri yoktur. Çünkü gözle göremedikleri şeylere inanmakta güçlük çekerler. Sülde beynin üst bölgesine kaydığında ise kişi komaya girer. Sülde, üç ruh arasında en önemli olandır. Süne ve özüt ruhları, süldenin varlığını sürdürebilmesi için çalışırlar. İnsan bedenindeki refleksler, süldenin ne derece hassas ve önemli olduğunu vurgular niteliktedir. Zira en küçük bir tehlike anında bile yapılan ilk hamle başı korumaya almaktır. Şiddetli bir darp sonucu bu bölgedeki ruh gittiğinde, süne ve özüt ruhlarında yapılabildiği gibi geri getirilemez.

Sülde gittiğinde kişi ölmüştür. Bebeklerin kas dokuları henüz sertleşip zırhlanmadığı için darptan ziyade esen rüzgârla bile süldelerini kaybedebilirler. Bebeklerin yüzüne üflendiğinde onların nefessiz kaldıklarına ve çırpındıklarına şahit olmuşsunuzdur. Bu süldelerinin yavaş yavaş uzaklaşıyor olduğunun göstergesidir ya da süldeleri yerinden oynuyordur. Bebeğin yüzüne uzun süre üflendiğinde sülde beynin arka lobuna kayabilir. Bu da bebekte yüz felci ya da göz bozukluğu meydana getirir. Bu yüzden sadece üflemek değil, bebeğin yüzünü rüzgâra dönük bırakmak da aynı sonucu doğurabilir ve hatta ölümü çağırabilir. Buna dikkat edilmesi gerekir. Süldenin kayması halinde yerine oturtulması masajla mümkündür ancak bu masajın bir Kham tarafından yapılması daha uygundur. Göz bozukluğu yaşayan ve süldesinin kaydığı belirtilerini gösteren bir bebeğe annesinin masaj yapması doğru değildir. Zira annelerin süldeyle konuşma kabiliyetleri yoktur. Eğer Kham görülerine de sahip değilse, süldenin kaydığı yönü görmesi mümkün değildir. Kham’ların bu yönde görüleri olduğundan süldenin gidiş yönünü takip edebilir, buna göre masaj yapabilirler. Görme bozukluğu sadece süldenin kaydığının belirtisi değildir. Karaciğer fonksiyonlarıyla ilgili bir belirti de sayılabileceğinden dolayı, annelerin bir Kham’dan destek alarak bu teşhisleri yapması ve tedaviyi de Kham’a bırakması daha doğru olur.

Aksi halde uygulayacağı tedavi bebeği olumsuz etkileyebilir. Sülde yapılan iyiliklerle, edinilen olumlu deneyimlerle ve yeteneklerin olgunlaşarak ifade bulmasıyla gelişip güçlenir. Sülde gücünü akciğerden alır. Akciğerde bir sıkıntı oluştuğunda, süldeye giden güçte azalma söz konusu olacağından akciğerlerin korunması önemlidir. Süne Bu ruh yürekte oturur. Sezgi gücüdür ve hisleri üretir. Süne sayesinde tehlikeler sezilir, öngörülerde bulunulur. İnsan sadece beyniyle düşünen bir varlık değildir. Beynin mükemmel bir işletimci olmasına karşılık tek başına düşünebilme kapasitesi yoktur. Verileri depolayarak bedenin ilgili bölgelerine ulaştıran beyin, edinmediği bilgiyle ilgili düşünme yetisine sahip değildir. İnsan ancak sünesini gönderebildiği yerler kadar düşünebilir. Sünenin gittiği yerler geçmişteki olaylar ve gelecekteki muhtemel sonuçların bulunduğu boyutlardır ki bu boyutlar, gözle görülemezler. Geçmişteki ve gelecekteki muhtemel sonuçların bulunduğu boyutu sadece süne görebilir ve buradan kişiye birtakım görüntüler gönderir. Bu görüntülere de “içgörü” denir. Süne gezgindir.

Özellikle gece uykusu sırasında çok gezer. Bu özelliğinden dolayı Şamanların lügatinde “möngün at” (gümüş at) olarak da bilinir. Sünenin bizzat yaşadığı geçmişe ve olası geleceğe yolculuk yapabilmesi sayesinde, hafızada toplanan ve “anı” olarak bilinen geçmiş görüntülerin hatırlanması mümkün olur. Şiddetli korku ve travmatik olaylar neticesinde süne kaçabilir ve o korkunun ya da travmanın varlığını sürdürdüğü boyutta takılı kalır. Bunun sonucunda süne, bulunduğu yerden süldeye hep aynı hisleri gönderir. Geçmişte takılı kalıp, bilinçli ya da bilinçsizce de olsa o anıya göre hayatı şekillendirmeye devam etmek, sünenin geçmiş boyutta kaldığının işaretidir. Kişinin hayatında travmatik bir olay meydana geldiğinde, eğer sünesi o bölgede ve olaya takılı kaldıysa, yaşanan travmanın görüntülerini kişiye göndermeye devam eder. Sürekli aynı sahneleri izlemek istemeyen kişi, bir süre sonra bu görüntülerden kaçma eğilimi gösterir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu fark etmez ve ne yazık ki zaman içinde kaçtığı şeyi deneyimlemeye başlar. Örneğin, çocukken anne ve babasının kavgasına tanık olmuş birinin sünesi bu travmaya takılıp kaldıysa, kişi ailesine benzememek için belki kendisine bir söz verir ve bu yolda dikkatli davranmaya çalışır fakat ilerleyen zamanda tıpkı anne ve babasınınkine benzeyen bir evlilik yapar. Süne, şiddetli korku ve travma sonucu kaçabilen, ancak istendiğinde de verilebilen bir şeydir: Örneğin, şiddetli geçimsizlikten dolayı eşinden ayrılan biri, zaman içinde anlaşamadığı eşini özlemeye başladığını hisseder. Yaşanan anlaşmazlıklar ve sorunlar, bu özlem duygusuyla birlikte önemini yitirmeye başlar. Çünkü evlilik boyunca taraflardan biri diğerine ya da bazen karşılıklı olarak birbirlerine ruhlarını vermişlerdir. Fakat onca çatışmaya rağmen, ayrılıklardan sonra oluşan özlem hissi, kişiye duyulan sevgiden dolayı değildir. Her iki taraf da eşinde kalan kendi sünesini özler.

Burada kişilerini özlemeleri değil, birbirlerindeki kendi sünelerini özlemeleri söz konusudur. Kendi ruhuna yani kendi sünesine yakın olmak istedikleri için bazen birbirlerine geri dönüp o ilişkiye yeniden başlarlar. Çatışmaya neden olan aynı sorunlar yaşanmaya devam ettiği halde kendileri bile bu ilişkiye neden geri dönmek istediklerini bir türlü anlayamazlar. Bu yüzden şiddetli ayrılıkların ardından barışan çiftler, kısa bir süre sonra yine aynı nedenlerle çatışma içine düşerler. Çünkü sünelerine yakın olduklarında özlem hissi de ortadan kalkar ve mevcut sorunlar varlığını korumaya devam eder. Sülde gök tarafından verilen bir ruhken, süne anne tarafından yavruya verilir. Anne doğum yaptığında sünesi de doğum yapar. Yani gümüş atın bir tayı olur. O tay da annenin doğurduğu yavruya gider. Böylece dünyaya gelen yavrunun da bir sünesi olur. Çocuğun sünesi 16 yaşına kadar annesinin sünesine bağlıdır. Çünkü kendi oto kontrolü ancak bu yaşta oluşur. Çocukların sünesi 16 yaşına kadar annelerinin sünesi nereye gidiyorsa oraya gider. Bu yüzden Şamanlar, tedavi amacıyla kendisine getirilen çocukların yaşları eğer 16’dan küçükse anneyi iyileştirmeyi tercih ederler. Süne, kişiye faydası olmayacak buluşmaları, ziyaretleri, ortaklıkları ve beraberlikleri de önceden haber verir.

Şamanlar buna “ön-deneyim” derler. Tam-deneyim, kişinin bedeniyle ve ruhuyla orada bulunup bütün duyularıyla o tecrübeyi yaşamasıdır. Ön-deneyim ise, yakın gelecekte deneyimlenecek olayla ilgili, oraya gitmeden evvel yaşanacak tecrübeyi süne sayesinde önceden bilmektir. Süne, yakın gelecekte gerçekleşecek olan buluşmayla ilgili kişiye deneyimin bir parçasını gönderir. Kişi de buna göre o deneyimle karşılaşmayı ya kabul eder ya da etmez. Örneğin, telefonla gelen bir buluşma davetiyle ilgili öncelikle içinizde bir his oluşur ve bu hisse dayanarak buluşmayı reddedersiniz. Fakat sonrasında hislerinizi yok sayarak kendinizi o buluşmaya bir şekilde ikna edip gidersiniz. Buluşma yerine geldiğinizde sezdiğiniz olumsuzluğu deneyimlersiniz ve “Ben bunun böyle olacağını biliyordum. Keşke ruhumu dinleseydim de buraya gelmeseydim” dersiniz. İşte bu, sünenin sezgilerle haber verdiği bir deneyimdir. Süne kaçtığında, Kham onu bulmak için göğe çıkar ve oradan sünenin özündeki sesi düngüründe yani Kham davulunda çalar. Her sünenin kendine has özel bir tınısı vardır. Bu melodik bir ritimdir ve çoğu zaman sekiz sesten oluşur. Sünenin tınısının duyulması da bulunması da kolay değildir. Gelecek nesilde sünenin kaçmasını tamamen engellemek için Şamanların uyguladığı bir yöntem vardır.

Buna göre anne yeni doğmuş bebeğinin sünesinin melodisini bir ninni gibi sürekli tekrarladığında, çocuğun sünesinin kaçma ihtimali giderek imkânsızlaşır. Bebeğe ninni olarak söylenecek melodi, bebekle birlikte Kham’a gidildiğinde anneye verilir. Yaşı ilerlemiş ve böyle bir uygulamaya tabi tutulmamış olan herkesin sünesi kaçabilir. Sünelerin kendine has bilinçleri ve karakter yapıları vardır. Küsebilir, kırılabilir, kızabilir ya da korkabilirler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir