Harald Braem – Ateşin Efendisi- Şaman

Karanlıgın dogurdugu kötülügün pek çok yüzü ve ismi vardır … Acı sular taşıyan nehrin yakınındaki ürkütücü yerde üç karanlık yarauk buluştu: Ayaz, Kıskançlık ve çok başlı ifrit Şagram. Dogaları geregi dünyaya zarar vermek istiyor ve birbirlerine akıı danışıyorlardı. “Buradan çok uzaklarda, ren geyigi yetiştiren insanların obasında, kader tarafından birgün çok bilge bir şaman olması için seçilmiş bir oglan yetişiyor” diye konuştu Kıskançlık. “Dogdugu saatte yıldızların konumu onun her şeyi başarabilecegini umduracak kadar elverişliydi. Bunun henüz ne o farkında, ne de çevresindeki insanlar. Bilginin gücü ona akugı zaman, karşı konulmaz bir tehlikeye dönüşecek. Gerçekten kudretli bir bilge olan başka bir şaman, ona bu bilgileri vermek için bekliyor. Eger onun yaşam yolunu zamanında kesmezsek, karşımıza çok tehlikeli bir rakip olarak çıkacak.” “Senin endişelerini paylaşıyorum” dedi Ayaz. “Çünkü ben de ruzgmn yardımıyla sözünü ettigin işaretlerin farkına vardım.” “Şu anda bile hayvanlann düşünce ve hislerini herkesten daha iyi anlıyormuş. Hayvanlar ona sanki kendilerinden biriymiş gibi yardım ediyorlar.” “Onun adı Bokan” diye ilave etti Kıskançlık. Şagram, çok başlı ifrit, uzun süre sustu ve söylenenleri dinledi. Oldukça huzursuz bir şekilde demir pençeli parmaklarını havada savurup bulutları parçalıyordu, çünkü taze kana susamıştı.


“Öyleyse onu yok etmeliyiz” dedi nihayet. “Fakat öyle bir vu9 ruşta degil, aksine yavaş yavaş, can çekiştirerek. Önce yaşama sevincini elinden almalıyız, sonra vücudunu harap etmeliyiz ve en son olarak da kuııanmayı dogru dürüst ögrenmeden aklını çalmalıyız. ” “Evet, öyle yapmalıyız” diye onayladı Kıskançlık. “Ben hissettirmeden düşüncelerine ve hayallerine girecek, ruhuna sızacagım. Onu adım adım kendime benzetecegim.” “Ve ben de buz gibi solugumu yollayacagım. Çevresindeki her şeyi öyle hir dondııracagım ki, içindeki son yaşam parıltısı sönerken inim inim inleyecek” dedi Ayaz. “Ya sen? Onun yolunu kesmek için sen ne yapacaksın? ” diye sordu Kıskançlık çok haşlı ifrite. “Kulaklarıııı acıyla çınlatsın diye kartalın çıglıgını atacagım ” dedi Şagram. “Karanlık güçlerin yardımcılarının birçogunu yoııayacagım, silahları ,arpı�ııracağım ve topragı vurulınu� bedenlerin kanlarıyla sulayacagıııı. Çok uzun süredir barış hüküm sürdü dünyada, canımı sıkacak kadar lI/.lIn … ” Gecenin soğıık sisl’nin Ladına baktı agzını şapırdaı.arak ve olacakları sabırsızlıkla bekleyen hir edayla rahatça arkasına yaslandı . Bir baykuş korku dolu hir ı,�ıglık atarak havalandı ve ren geyiği sürüleri biraz daha sokııhhılar hirhirIerine.

Tayganın her canlısı, gittikçe yaklaşan kötüliigil hissı�diyordu. fııımlnhır vardır her ş(�y denxede olduğu Vl� ZIllııanlar vardır adımlarını çekinerek aıı/�ın. hir türlü hanxi yiinc� gideceğini kestirmll’di.ifin. yanlış bir adımın bile Çığ gibi felaketlert· yol açl/uığı … Obadaki insanlar çok uzak mesafeden bile hir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmişlerdi: Örlülere sarınmış iki kişi, ormanın kenarından çadırlara doğru gel iyordu yava� yavaş. Ama arkalarınLO daki kızakta çektikleri şey, bir av hayvanı degiidi. Başka bir şeydi. ınsan iriliginde olmasına . ragmen, yine de vurulmuş bir hayvan gibi kızagın çubuklarına baglanmışu. Ve aniden hayvanların sesi solugu kesildi. Uniak ve Reijo’yu tanımışlardı. Uniak’ı iri cüssesi nden ve Reijo’yu aksayan yürüyüşünden. Küçük bir çocukken aldıgı yaradan kaynaklanıyordu Reijo’nun aksaması. Yıllar önceki bu kazadan beridir Reijo tutuk bir kalça ile yürüyordu ve sag bacagını hafif çevirerek adım atması onu çok uzaktan bile diger adamlardan ayırıyordu. Ya Uniak! Uniak’tan başka kim bu kadar uzun olabilir-.

di? Dev Uniak, bir çam agac ı kadar heybetliydi. Çadırının bacası bile gökyüzüne digerlerinkinden daha yakındı. Uniak ve Reijo . Sadece bu iki avcının geldigini görüyordu köy halkı, ama Bokan görünmüyordu. Peki, Bokan neredeydi? Köye sessizlik hakimdi; köpekler bile iki adamı her zamanki gibi üstIerine atlayarak karşılamadılar. İçlerinden birkaçı yattıkları çukurlardan kalkarak ulumak üzere boyunlarını uzattı, fakat duyulan yalnızca tiz ve kısa bir havlamaydı sadece. Hatta bazılan kuyruklarını kı sıp, inleyerek geri çekildi. Oba halkı yurtların arasında hareketsizce duruyordu. Başları gelenlere çevriliydi. Yüzleri içlerindeki gerginligi yansll1Tlıyordu, nefesleri her zamankinden hızlı degildi, yine de herkes garip bir değişiklik oldugunu hissediyordu. Agır ve endişe verici, ne oldugu belirsiz bir yük, yogun bir bulut şeklinde köyün üzerine; acımasız bir soguk biçiminde çadırların dış yüzeyine, ren geyikJcrinin sıruna ve insanların alnına çökmüştü. Köyün en yaşlısı olan Orchon, Uniak ve Reijo gcldiginde elini kaldırdı, fakat onları durdurmak için böyle bir harekete gerek yoktu. En son kızagın destek çubuklarını omzunda taşıyan Uniak, dikkatlice yükünü yere kaydırdi. Kızaga bagıı yükün üzerine egildi ve örtünün bir ucunu açtı. Şimdi yeterince yakın olan herkes.

Bokan’ ın beyaz bir tekeri andıran, ay gibi donuk renkli yüzünü görebiliyordu. Gözleri fal taşı gibi açıku. Tüm bunlar bir cesedin soluk resmiydi. II Yaşlı adam eğildi ve bu yüzü incelemeye koyuldu. Neredeyse çocuk sayılabilecek kadar genç bir adamın yüzüydü baktığı. Elmacık kemikleri üzerindeki derisi düz ve gergindi . Gözlerinin çevresinde henüz ne bir kırışıklık vardı, ne de incecik olsun bir çizgi. Arkaya !aradığı düz, siyah saçlan dağılmış ve alnına düşmüştü. Ağzı açık duruyordu. Dudakları bir şeyler söylemek ister gibiydi, fakat kıpırdamıyorlardı. Dudaklarının arasında dişlerinin zorla hapsettiği bir çığlık gizliydi sanki. Fakat şimdi oracıkta donmuştu. Fakat bu yüzü esas korkunç kılan, gözlerindeki i fadeydi . Dışarı fırlamış bembeyaz göz yuvarları, göz bebeklerindeki o doğal olmayan panItı. Yaşlı adam bu manzara karşısında ister istemez ürktü.

“O … öldü mü?” Uniak hayır anlamında başını salladı. Hafifçe öksürerek boğazını temizledi. Sesi sanki çok uzaklardan geliyormuşçasına boğuk çıktı, çünkü uzun süredir konuşmamıştı. “Hayır, ölmedi. Öldü sayılmaz … Sadece uyuyor, <.ıçık gözlerle uyuyor. ” “Kör oldu” diye ilave eııi Reijo. Kürkünün üzerindeki karı silkelemek için yerinlJc kıpınlandı. “Gözleri açık olması n<.ı rağmen o artık görmüyor. Çünkü aklı onu terk edip çok uz<.ıklara giui, ruhu ise kaskatı kesildi .” “Bu nasıl oldu?” diye sordu Orchon, köyün cn ya�lısı. Herkesten daha fazla kış geçirmişti ve ren geyikleıiylc oradan oraya herkesten fazla göç ctnıi�ti, fakat buna rağmen giij!,siindc aniden garip, kötü bir sıkıntı hissctnıişti. Yine de bu soruyu köy halkının önünde sormak zorundaydı .

Cicrçeği bulup öğrenmek, her zamanki gibi onun vazifesiydi. Yazılı olmayan bir kanundu hu . Farkında olmadan dudaklarını birbiri nc hastırdı. Her zaman olıııasa da, genelde açık bir zihnin iç yüzü kolaylıkla kavrayabilcccği bir dünyada yaşayan, basit bir adamdı o. Fakat bu defa iç güdü lcri ona yolunda gitmeycn bir �eylerin olduğunu söylüyordu. Bu soruya verilecek yanıtın, açıklık yerine dah<.ı fazla soru işaretleri gctircceğinin bilin12 cindeydi. Obmıın üzerine adeta bir tehlike gibi çöken, garip bir şeyler olmuştu. Köy halkı da bunu hissedebiliyor olsa gerekti ki, hiç kimse yerinden kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Sanki oldukları yere kök salmışlardı. Düşüncesizce yapılacak bir tek hareketin bile bu olayı karıştıracak, sonucunu etkileyecek güce sahip olma ihtimali olamaz mıydı? İşte bu çok önemliydi. “O düştü” dedi Uniak. “Oldukça yüksek bir çam agacının tepesinden aşagıya düştü.” “O uçtu” dedi Reijo. “Kendi gözlerimle gördüm.

Önce bir sincap kadar hızlı yukarı tırmandı ve sonra da aşagı atladı. Ama düşmedi, havada uzaklara süzülerek uçtu.” “O düştü” diye yineledi Uniak ciddi bakışlı koyu renk gözlerini bir an bile köyün en yaşlısının üzerinden çekmeden. Bu dev adam kendi gerçegiyle çok çaresiz görünüyordu, fakat kendi gerçegini anlatmanın dışında eli nden bir şey gelmezdi. “O büyük bir çam agacının tepesinden, oldukça yüksekten yere düştü ve buna ragmen bir mucize eseri ölmedi. Onun yerinde kim olsa şimdi çoktan ölmüştü.” “Hayır” dedi Reijo hfılfı kürkünü silkeleyerek. Oysa kürkünde tek bir kar tanesi bile kalmamıştı. Esintiyle savrulan ve sabah saatlerini insanlara zehir eden kar, çoktan dinmişti. “Hayır, isted iginiz her şey üzerine yemin ederim ki, onu havada bir kuş gibi süzülürken gördüm. Bana böyle bir şeyin nasıl mümkün oldugunu ve nedenini sormayın, ama oldu işte: Bokan havada üstümüzden uçtu. Hatta kollarını açmış havada yarım daireler çizerek sal ınıyordu. Aşagı i ndiginde ise düşmedi, aksine bir tüy gibi karın üzerine kondu. Bu yüzden vücudunda tek bir kırık bile yok. Yalnızca ruhu ve aklı bu olanlan kaldıramadı.

Bu yüzden ruhu böyle kaskatı ve gözleri bir ölününki kadar kör. ” “Ava çıkarken Bokan ‘ı neden yanınıza ald ı n ız sanki?” diye söze karıŞtı bir adam. Tabaklanmış bir deri parçasına benzeyen yüzünde, çok eskiden aldıgı anlaşılan bir yara izi vardı. En başından 13 bu yana köyün yaşlısının yanında duran bu adam, sesi daha iyi duyulsun diye bir adım öne çıkmıştı. “Onunla ava çıkmamanız konusunda yeterince uyarmadım mı sizi? Ş imdiye kadar size hep sorun yaratmadı mı? Bugüne kadar ne avladı? O ne avda, ne de ren geyiklerinin bakımında hiçbir işe yaramaz. Baksanıza, gözlerinde şu anda öylece yattı�ı ve kıpırdayamadı�ı haldc bile, hep o aynı ifade var. O bize sadece felakct getiriyor.” “Onu sevmedigin için ona haksızlık ediyorsun” diye cevap verdi Uniak sükfıneLlc. Fakat bunu söylerken ona hiç bakmadı. Eskilerden kalma bir anlaşmazlık vardı aralannda, fakat Uniak buna değinmek istemiyordu. Bu nedcnle konuşurken yaralı yüzlü adama bakmamayı tercih ediyordu. “Bokan’a gelince … ” Uniak’ın kafası fena karışmışlı. Düşüncelerini doğru kelimclerle ifadc edebilmek için kendini toparlaması gerekiyordu. “Onu ava götürdük, bunu sık sık yapanı” çünkü o hayvanların varlıgını <ligerlerine göre daha iyi hissediyor, O hayvanları ne görüyor, ne de hir av köpeği gibi onları duyu yor vc kokulannı alıyor. Farklı bir �cylcr var onda … Söylemesi giiç .

Galiba orada oldukları zaman onları hissediyor. Belki de onları hayalinde görüyor…” “Tamam, artık hu kadarı yeter” dedi Orchon, köyiin en yaşlısı. “Yeterince koııu�ıuk, artık i�imize bakalım. Bok;ırı’ı çadıra götürün. Ş ifacı kadın Maızkala on unla ilgilensin. Siı, dl’ yorgun ve aç görünüyorsunuz. Yemek yı’mclisiniz, sonra ateşin elrafıııda tekrar her şeyi baştan konu�ıırıı/” gerçekten nasıl olduysa”, Bizim için nelcr avlayıp getirdiniz?” “Pek fazla bir şey gl’lin’lIll’dik” dedi Reijo çı’kinl’l’d “bir yaban Lavugu ve iki tane sanııır. �aııs yüzümüzc bu liL’fa pek gülmcdi. Hele fırtınadan vc Bokaıı'”ı ha�lIla gelenlerdeli soııra hiç şansımız yoktu.” “Bir avcı olarak başarısıılıga Ilgraması ve bunu kiiy halkının önünde itiraf etmck zorunda kalıııası, Rcijo’yu uı.ıııılırııııştı. Ama ./J 14 bunu affettirecek iyi bir nedeni yok muydu? Bokan’ ın başına gelenler birçok şeyin dengesini bozmamış mıydı? Bu olaydan sonra yine her şey eskisi gibi olabilir miydi? Tüm oba köyün yaşlısının yurdunda toplanmıştı. Uniak ve Reijo yan yana oturuyordu. Diğer adamlar ise üst üste denilecek şekilde ateşin karşısında yerlerini almışlardı.

Hiç kimse anlatılanları kaçırmak niyetinde değildi. Avcılaon ikisi de sessizce oturmuş, içinde acılaşmış tereyağı bulunan çaylarını keyifle höpürdetiyordu. Köyün yaşlısı tarafından önlerine konulan etleri reddetmemiş, dişleriyle ısırdıkları parçaları ağızhırına çok yakın bir yerden bıçakla keserek mideye indirmeye başlamışlardı. Bu şekilde etin suyu kaybolmuyor ve insaİıa kuvvct veriyordu. Yaşlı adamın yurdurıu mavi bir duman kaplamıştı . ça(lırın tepesine açılmış olan del ik dumanı artık neredeyse hiç çekmiyordu, çünkü tayganın kuzeydoğusundaki uçsuz bucaksız bozkırdan kopup gelen ve ortalığı buza kesen fırtına, bir süredir dinmişıi . Yurtların dış kısımların ın rüzgardan yırtılmasını engellemck için, ağır kızakla{ çadır bezlerinin üzerine yerleştirilmişıi . Neyse ki fırtına yaşadıkları bölgey i günlerce ve haftalarca kasıp kavurmamış, kısa sürede geçip gitmişti. Herkes bu durumdan oldukça hoşnutsa da, Bokan’ın başına gelenler yüzünden sevinçleri kursaklaonda kalmıştı. Ateşin etrafı nda oturanların ağızlarını bıçak açmıyordu. Herkes büyük bir sabırsızlıkla, avctların anlatacak larım dinlemek için beklemekteydi. Zaten hiç kimse köyün yaşl ısı söze başlamadan ve avcılar son lokmalarını yutup, son yuduııı çaylarını içmeden konuşmaya cesaret edemezdi. Zaten hayatlarında zamandan bol ne vardı ki? Köyün yaşlısının avcılara soru yöneltmesini bekleyen adamların iyice kabarmış olan merakları, kesinlikle yüzleri ne yansımıyordu. Orchon’un yurdu diğer çadırlara nazaran daha bü15 yük ve genişti. Çok kalabalık bir ailenin barınma yeri olmasının yanı sıra, aynı zamanda da kabilenin toplanu mekanı olarak kullanılıyordu.

Her türlü önemli konu burada konuşulurdu. Bu nedenle ateşin etrafı, üzeri postlarla kaplanmış geniş ve rahat oturma yerleriyle çevriliydi. Oturma yerlerinin daha rahat olması için, arkalarına yaslandacak minderler de konulmuştu. HanI harıl yanan ateşin çevresi taşlarla örülmüştü ve bu çember o kadar genişti ki, orada bulunan tüm insanlara yetecek kadar et aynı anda pişe bilirdi. Bu yurt sadece sahibi olan köyün en yaşlısının degil, aynı zamanda köy crkeklerinin de gurur kaynağıydı. Çadırın her göçten sonra kurulması ve yerleştirilip döşenmesi için, herkes elinden gelen çabayı ve özeni gösteriyordu. Diger çadırlar ise bunun yanında daha kolay sökülüp, zahmetsizce kuruluyordu. Ren geyiği yetiştiren ve onların ardından oradan oraya göç eden insanlar için bu yapılan alışılagelmiş bir şeydi. Hayvanların göç eUne zamanı geldiginde çabuk toparlanabilmek i�’in çadırların kolay sökülebilir ve taşmabilir olması gerekiyordu. Fakat aynı �ey kabile liderinin çadırı için geçerli değildi . Bu yurt, ohallin merkezi ve kalbi olduğu için, çok emek ve özen gerektiriyordil . Obanın kış boyunca yer degi�lirfJledigi zamanlarda ise, bu çadır kadınların el becerileri ve avcıların ıopl adıgı ilginç ağaç kökleriyle, gerçek bir sanat eserine dünii�liiriiıüyordu. Bu kökler araç gereec dönü�türülmek için, fazlasıyla güzeidiler. Çadır olması gerektigi gibi tütsülendiği ve hayvan dnisinden oluşan iç kısımları yağla sıvmıdıgı için, siyah siyah parlıyordu. Tüm bunlar yurt adı verilen çmlırların hfil1i güçlerini korııdııgunun ve mutlu olduklarının bir ifadesi degil miydi? Zaten onların hiç bozul ­ madan insanlar ve ren geyikkriyle kalmalanna izin wrilmesi, başlı başına bir mutluluk degilııı iydi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir