Ayhan Geçgin – Son Adım

CiECENİN BİR YARISI babanın ev halkını uyand ırmak istemeyen sessiz. dikkatli adımlarını işitiyorsun. Giysilerinin hı�ırıısını. gıcırdayan kapıyı, karanlıkta nereden geldiğini ı,:ıkarıamadığın ı,:ııırdama seslerini işitiyorsun. Gözlerini açıyorsun. Bir an gerı,:ekıen babanın canlanıp odada yürüdüğünü sanıyorsun. iki zaman üst üste biniyor: geçmişin bir anı �imdiki zamana mı geldi. yoksa sen ı,:ocukluğunun o anına geri mi döndün, karar veremiyorsun. Her ikisi de olabil ir. Ama baban deği l. babaanne bu. Güya seni uyandırmamaya çalı �arak mutfakta bir şeyler yapıyor. kendi kendine konuşuyor. Sesleri işitiyorsun, mutfaktaki takırtıları, borulara ıslık çaldırarak açılıp kapanan su sesini, uzaklarda bir yerde birden havlayıp sonra yine birden susan köpekleri; içinde gecenin uğuldadığı sessizliği ise bütün gövdenle işitiyorsun. Uyuyabi len varl ıklar oluşumuz seni hir an şaşkınl ığa düşürüyor.


Gece böyle kaynayan bir sessizlikle gerilmişken, böylesine şişkin, doluyken nasıl uyuyabil iyorduk, nasıl gözümüzü, kulaklarımızı kapatabiliyorduk? Yaşlı lar bunu öğreniyor olmalı, diye düşünüyorsun, o yüzden uykuları tuhaflaşıyor. Yoksa iilüm sonsuz uyku değil de, bir daha hiç uyuyamamak olmasın? Gözlerini kapat! Her gece böyle üçle dört arası uyanıyorsun. Uykun iyi değil. Uyku seni dinlendirmiyor. Yatağa girdiğinden daha yorgun kalkıyorsun. Bu artık hayvan uykusu, diye düşünüyorsun. B abaanne yüzünden mi? Belki. Kadın iyi değil, sürekli sızlanıyor. kendi kendine konuşuyor, ağrılarından yakı nıyor, somurtup du9 ruyor. Sabaha karşı kalkıyor. sonra da uyuyamıyor. Yatakta dönüp duruyor. ahlayıp otluyor. erkenden yataktan çıkıyor. Herhalde seksenine varmak üzere.

Kimi zaman o eğri lmiş bacakları. kopacakmış gibi duran cılız kolları. kamburu, bu çürüyen, kokan, küçülüp buruş buruş olan bedeni görmek bile tiksinmene yetiyor. Bir tek o kaldı. Ne inatçılık ama. Saat dört falan olmalı. Kolunu kımıldatıp saatine bakmak istemiyorsun. B ir kamyon ıslak asfaltı ıslıklar saçarak geçiyor. Çatı kenarlarından damlayan damlaların düzensiz seslerinin farkına varıyorsun. Yağmur yağmış. Bir karga bet bet ötüyor. Babaanne bir şeyler mırıldanıyor: “Ayy. başım dönüyir, ya Hızır.” Tuvalete gitmen gerek. ama kalkmak, kımı ldamak istemiyorsun.

Uyumal ıyım diyorsun. uyku iyi. Gözlerini kapat. Gözlerini kapatıyorsun. 10 HER ZAMANKİ GİBİ sekize doğru uyanıyorsun. Göz kapaklarını aralamakta zorlanıyorsun. Ağır hissediyorsun. Bedenin ağırlığı sanki elli katına çıkmış. Kalkmak için kendini yataktan çekip alman gerek. Peki kalkmadan bunu nasıl yapacaksın. kendini nasıl çekip çıkartacaksın? Kalın perdeleri çekili oda hoşlukta yerini bulmak ister gibi salınıyor. Dışarıda cıvıldayan serçeleri işitiyorsun. Beş dakika sonra cep telefonunun alarmı tam sekizde öttüğünde -kimhilir nasıl ya da hangi güçle- yataktan çıkıyor. işe gitmek için hazırlanmaya başl ıyorsun. Babaanne mutfakta, kahvaltı l ıkları çıkarmış, çayı demlemiş.

Her zamanki giysileri içinde -mavi benekli lacivert pazen eteği. eskimiş, rengi çoktan solmuş kahverengi hırkası, beyaz saç tellerinin göründüğü başörtüsü. kalın çoraplarının üstünde çedikleri, terl ikleri- hırkasının kollarını dirseklerine doğru sıvamış çayı dolduruyor. “Sen kalhti?” diye soruyor geldiğini görünce, “çayları koyanı?” Kahvaltı hazı rlamamasını defalarca söyledin, ama dinlediği yok, ara sıra kafasına esiyor. yine hazırlıyor. Ağzına ayaküstü birkaç lokma atıyorsun. babaanne “Otursana a oğlum,” diyor, “otur. otur da öyle ye.” Oturur oturmaz “Yene heç uyuyamadım.” diye yakınmaya başlıyor. Oturduğuna pişman oluyorsun. hemen çıkmalıydım diye düşünüyorsun. Sabahları zaten sinirlisin. bu aralar iyice sinirli hissediyorsun. Kalkar kalkmaz ne konuşmak, ne de babaannenin bu bitmeyen yakınmaların ı dinlemek istiyorsun.

Eylemlerine sürekli eşlik eden ahlardan, aylardan, otlardan. amanlardan birini daha uzunca çıkarıyor ağzından, “Kemihlerim böyle nasıl sızlıyi,” diyor, “sana nası diyem, içi sanhi böyle, böyle ufalaniyir.” Bunu söylerken sağ elini kaldırıyor, parmaklarını birbirine süril tüyor. Tüm bu kahvaltı hazırlama. sabah karşılama faslı bunun için işte. bu sabah yakınması için. Havadaki ele bakıyorsun. Açılıp kapanmakta zorlanan. deri si aşınmış. buruş buruş bir el – kurumuş. taşlaşmış. Başını onaylar gibi sall ıyorsun. Kemikleri yavaş yavaş eriyor. Kullandığı ilaçlardan biri de kemik ilacı. Biri hap biçiminde.

diğeriyse her akşam yatmadan önce bumuna sıktığı bir sprey. Beş ay önce süresi bitmiş raporunu uzatmak için hastaneye gittiğinizde yeni kemik ölçümü sonucunu görmüştün. Rapora göre kilosunda pek bir değişiklik yoktu. birkaç kilo vermişt i yalnız. ama boyu bir elli birden bir kırk yediye düşmüştü. Bedenin büyümesini biliyordun ama küçülmesi de neydi? Santim santim küçülen bu beden seni bayağı şaşırtmıştı. Eriyen kemikleri gözünün önüne getiriyorsun: içerde un ya da kum gibi bir şeylere diinü�üyorlar. ama kurumuş. incelmiş. inatçı deri onları ısrarla sarmayı sürdürüyor. Aslında abarııığını düşündüğü ağrıları dışında gücü kuvveti yerinde. sağl ığı iyi. zihni açık. Kendiyle gizli gizli gurur duyuyor. biri maşallah çok dinçsin dediğinde seviniyor.

Televizyondan ya da komşudan bir sebzenin. bir meyvenin şuna ya da buna çok iyi geldiğini duyunca geciktirmeden uyguluyor. her gece yatmadan önce birkaç ceviz kırıp içlerini gece boyunca suda bekletiyor. sabah aç kamına sarı renge dönüşmüş sıvıyı içiyor ya da maydanoz saplarını bir tencerede kaynatıyor. birkaç gün boyunca birer bardak bundan içiyor. Bütün gün evde oturduğundan -çıkmak istemiyor. yazın sıcağı. k ışın soğuğu. isli havayı bahane ediyor. bacaklarının ağrısından yürüyemediğini söylüyor- kendine yapacak bir şeyler i lla çıkarıyor. Haftada bir temizlikçi kadının gelmesine rağmen “Zi lli. heç eyi yapamıyi ki.” deyip yerleri siliyor. camları sil iyor. fayansları siliyor.

ya da olmadı muslukları parlatıyor. çaydanlığı. tencereleri kaynatıyor. Akşam eve döndüğündeyse tek tek. ayrıntısıyla yaptıklarını anlatıyor. Arada bir Fatma Abla uğruyor. Canı sıkkın bir komşuyu saymazsak tek ziyaretçi o -babaanneden on. on beş yaş kadar küçük. aynı köyden. uzaktan bir akraba. yakınlarda oturuyor- geliyor. gelirken taş ıdığı havadisleri de geti riyor. kendi dil lerinde uzun uzun konuşuyorlar. Bunun dışında bazen birkaç ayda bir ziyaretine 12 gelen yolunu şaşırmış bir akraba oluyor ama genel olarak annenin ölümünden sonra gelen gidenin ayağı kesilmiş. Dar mutfak penceresinden karşıdaki balkonların.

çatı ların. bacaların. irili ufaklı çanak antenlerin arasından gökyüzünün bir parçası görünüyor. Küçük gri bulutlar parça parça kayarcasına yavaşça akıyor. Bir an mart güneşi mutfakta parl ıyor. Bir günışığı tanesi babaannenin kulağındaki altın küpenin halkasıııda kayıyor. Parlak, gümüş bir damla. Işıldayıp sönüyor. Babaannenin yüzünün bir anlığına değiştiğini görüyorsun. yüzündeki buruşukların yönü değişiyor. çizgiler yukarı doğru çıkıyor. aklına bir bitkinin ya da bir deniz hayvanının ışığa yönelen ince. saydam uzantı ları geliyor. Yüz tombul, sevimli, hoş bir nine görüntüsüne dönüşüyor. Başkalarıyla olunca gayet iyi takınır bu yüzü.

Bir genç kızııı utangaç haline büründüğünü bile görmüştün bu yüzün. Yüz sanki arl ık yüz değil de hamunımsu. plastik bir maske, ama gizlemek için deği l. açığa vurmak için var. Doğal oyunculuk, kuşlarda, kedilerde olduğu gibi. bazen gerçekten yaşlı mı yoksa yaşlıyı mı oynuyor, şüpheye düşüyorsun. Çizgi ler yeniden aşağıya düşüyor. Belki de ışıktan dolayı biraz yumuşuyorsun: “Bugün hava güneşli olacak galiba.” “Eyi, eyi. daa gelsin yaz. Gışın donduh be. Aman. ne gıştı öyle. Hep üşüdüm. hep.

Bu ev de heç ısınmıyi ki.” Bozuk, yarım, kırık dökük sözcükler. Kulaklarını tırmalıyor. Bir dil mi bu diye düşünüyorsun. bu yaptığımız bir konuşma mı’! “Ben çıkıyorum, yoksa geç kalacağım.” diyorsun. Babaanne de o zaman acele et, gibi bir şeyler söylüyor. Kapıya kadar seni geçiriyor, paltonu giyer. botlarını ayağına geçirirken başında dikiliyor. Eli açık kapıya dayalı, bağcıkları bağlamam izliyor. Böyle beklemene gerek yok. demenin bir faydası yok. Ne olur ne olmaz diye şemsiyeni yanına alıyorsun, paltonun cebine sıkıştırıyorsun. Kapıyı kapatmadan önce. “Hava bugün sıcak olacak herhalde,” diyorsun, “sen yine de doğalgazı kapama.

Öyle azar azar yansın.” “Yoh, kapamam. Neye kapatanı? Zaten bilmiyim ki dügmeleri. karıştırıyam hangesi hangesi.” “İyi. Hiç el leme o zaman.” u “Tamam oğlum. tamam. Hade. Al lah işini rast getirsin.” Apartmanın loşluğu ve ağır kokusu içinde merdivenlerden inip dışarıya çıkıyorsun.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir