Ayşe Kulin – Güneşe Dön Yüzünü

Önce hızlı gidiyordu cip. Toprak yola gelince yavaşladı. icindekileri toza boğarak, sarsalayıp, hırpalayarak ilerlemeye bt::Jş ladı. Mühendis Nuri”nin, dizleri arasına sıkıştırdığı küçük kızının, şoför Ah· met ile Mustafa’nın sacları kirpikleri toz Içinde kaldı. Doğada bahar yeni uyanıyordu. Toprak yolun ikiye böldüğü kır. cılgın bir renk cümbüşü içindeydi. Mühendis Nurinin, toprakdan fışkıran kokuyu içine cekince başı döndü. Gözleri sarılı beyazlı popatya tarlasında icinden hesapladı. Bir saate kadar orada olsalar, saat üce doğru direkierin elektrik kontrollerini bitirebilir. Karısı «Bu pazarı da ziyan ettik>ı diye söylenemiyecek. Pazar günlerinin akşam üstü programına yetişebilirler. Sinema mı olur, Cevdetlerde bir el bezik ıni? Aslında, karısı olmasa, umurunda değil pazarın nasıl geçeceği. Aklı fikri pazartesiden evvel direklerinin aksamadığını saptamakda. Bacaklarının arasına sıkıştırdığı cocukdan ince bir mırıltı geliyor.


Bir ilk ol<ul şarksı söylüyor kızı. Şarkının sözleri Cumhuriyetin genelerine yönelik. Şoför Ah met de biliyor şarkıyı, ıslıklo eşlik ediyor küçük kıza. Yirmi yıldır bu şcırkıyı bilmeyen yok. Her okula başlayan cocuk, önce Atatürk’ü, cumhu5 riyetin ilkelerini ve yararlarını sonra da bu şarkıyı öğreniyor. Bayram günleri meydanları dolduran ö�­ re;ıciler hep bir ağızdan vatanseverliğin simgesi olan bu şarkıyı söylüyorlar. Cocuk birden kesti şarkısını, cMekkôre arabaları ne demek, baba?, diye sordu. Mühendis Nuri doğanın yemyeşil örtüsünden zorlukla ayırdı gözlerini, küçük kızına bakakaldı. Toprağın kokusundaki büyü çözüldü birden. Mavi, durgun gökyüzü karıştı, sağanaklar boşanmaya başladı. Küçücük bir cocuk oldu Mühendis Nuri, burnunu Rami’deki evlerinin penceresine dayadı, evin önünden geçen mekkôre arabalarını seyre koyuldu. Arabalar ardarda ve çok yavaş gecmekteyd iler. Içlerinden, sergı bezleri kurtlanmış kesik kollar bacaklar sarkıyor, acıdon çı ldırmış yüzlerle rastgele atılmış cesetler gözüküyordu. Taşıdıkları yaralıları sarsıp yeni kanamalar başlatmamak icin özen gösteriyordu sürücüleri. Cephane taşıyanlan hızlı gitmelerinden ayırdediyordu Nuri.

Kücük bir cocuğun dehşetle sevrettiği bu manzara, birkaç yıl önce «Ya Girit ya ölüm» diye başlatılan bir oyunun son uydu. Birkaç yıl önce, Nuri okula yeni başlayan ağabeyi ile okula yollanmıştı bir sabah. Annesi. ağabeyine sıkı sıkı tembih etmiş, «Kardeşine göz kulak ol, elini sakın bırakma. yoksa kaybolur kalabalıkdot demişti. Nuri’nin de diğer cocuklar gibi başına bir koçe külah gecirmişler, «GiRiT B’ ZiM CANJMIZ1 diye bağıra bağıra sokaklarda gezdirmişlerdi. Hiçbir şey anlayamamıştı Nuri. Yine de öteki öğrencilerle beraber boğazını yırtarcasına «GIRIT BIZiM CANIMJZ, diye avaz avaz ba�ırdı tam üç gün. An – 6 layamadığı başka şeyler de oluyordu o sıralarda. �ir gün de o ağır başlı sessiz babası cvatanım gitti, vatanım gitti» diye bağırarak pencereden dışarı ateş etmişti tabancayla. Dehşet ve korku icindeki oğlunu, ağlayarak bağrına basmıştı annesi. uKorkma çocuğum, baban sana kızgın değil. Bosna gitti elden. Doğup büyüdüğümüz. ekip biçtiğimiz topraklarımız Avusturya’ya verildi.

Baban bunu protesto ediyor.• Bcıbosının, bu gönlü yaralı Boşnağın biraz evvelki öfkesi tarifsiz bir kedere dönüşmüştü. Başı ellerinin arasında «Ne olacak şimdi benim evlatlarıma? Ne yapacak şimdi benim iki oğulcuğum?. diye sorup duruyor, yanaklarından mintanına yaşlar yuvarlanıyordu. Nuri, mekkôre arabalarını, kaybedilen bir savaşın, kırılan milli gururun oc. yorgun, bitli ve yaralı erlerinin geeişini seyrediyor penceresinden. Küçük bir cocuk icin olaylar anlam kazanmaya başlıyor yavaştan. Yaşına ağır gelen bir acıyle burkuluyor yüreği. Mühendis Nuri, papatya gelincik dolu kırların o tasında, kendini anıların içine atıveren kızına bayağı içerledi. «Durgunsun Nuri Beyi’m» dedi Mustafa cKac gündür ağzını bıcak acmıyor Fazla bir işimiz kalfi’Jadı gayrı. üc tel daha cektik mi tamamdır. Geçirm em seni bu tozlu yoldan artık.ıı «Bir köy daha ışığa kavuşuyor,ıı diye düşündü Mühendis Nuri . ccMekkôre arabalarındon bu yana neler oldu neler, benim Boşnak babam. Halleri ne olacak diye üzüldüğün oğulların uygarlık taşıyor şimdi dört yana.

Yenik, yıkık ülken ayaklanıyor. 7 Bak, üç tel sonra bir köy daha aydınlanacak. Yoldu, barajdı derken ev, su ve ışığa kavuşacak Anadolu. Kızım benim yaşıma geldiğinde tasalanmıyacak kendi çocukları icin. Benim kızım, Mustafa’nın oğlu, Rıza Dcyı ‘nınkiler, hepsi, sıtma olmadan. bitlanmeden savaş görmeden tok ve mutlu yaşayacaklan. Kızının uzun örgülerini okşadı. Bu çocuğa en iyiyi, en güzeli, en doğruyu öğretip verebilse. «Savaş bitti, kızım» dedi yavaşca. «Unut mekkôre arabalarını, her şey çok iy· i ve güzel olacak.» Ne Mustafa ne de Şoför Ahmet hicbir şey anlamadılar Mühendis N uri’nin dediklerinden. Zaten ne zamandır tasayla izliyor Nuri Beyini Mustafa. Az konuşan adam, hiç konuşmaz olmuş son günlerde. Canını sıkan bir şeyler olduğu besbelli. Nuri Bey’e canı kurban Mustafanın.

Bu yaşa geldi geleli, böyle pJtron görmemiş. Hakiıyı haksızdan ayırmasını bilen, işçilerini adam yerine koyan, h{ltırlarını, çoluk çocuklarını, hatta fikirlerini soran bir yiğit kişi Mustafanın gözünde mühendis. Bir dediğini iki ettirmemek Için gölge gibi peşinde. Verilen işi öncel:kle bitirsin, yükünü hafifJetsin diye gözünün icine bakıyor. Zaman zaman takı lıyar Mustafa’ya Mühendis Nuri; «Verime göz mü diktin arkadaş, bu gidişle papucumu dama attıracaksınıı diyor. Söylediğine gönülden inanarak, «Senin yerini kimseler alamaz beyim, sonden üstünü yok» diye yar.ıtlıyor Mustafa. Dostlukları ve karşılıklı sevgileri günden güne gelişiyor dağı tcşı yoğuran iki adamın. CumDrtcsi günü Mühenjis Nuri ‘nin karşısına dikilmiş Mustafa; «Beyim, biliyorum, son üç teli çekmeden için ra8 hat etmeyecek. Yarın bir yol gidip geliverelim. Ben iki üc saate kalmCJz, bitiriveririm direkıarın işiniıı demiş. Minneıtle parlamış Mühendisin gözleri. Kız olanca hızıyla koştu pap’:ltyaların arasında. Sışko çocuk bacaklarının üstünde yaylanıp yaylanıp zıplodı. Bir tay gibi sa�a sola seyirtti.

Kucak kucak pap’:ltya topladı. Beceriksiz parmaklarıyla taelar yaptı geıl inciklerden. Kelebek kovaladı. a�aclara tırmandı. Çimenlerin üstünde yuvarlanırken. soclarına otlar takıldı, üstü başı yeşil lekeler icinde kaldı. Kentsoylu çocuklara özgü hasretle. do­ �.ı ile alt alta üstüste boğu�tu. r.evişti. Toprağın, otun kokusu kızın saclarına, tenine slndi. Buram buram bahar koktu. Mustafa’nın omuzlarına tırmandı. Mustafa at oldu.

cocuk bin!ci. At kişneye kisneye gezdirdi binicisini. Mühendis Nuri’nin kızı mutlulukdan bitkin düştü. Yemeğe cağırıldığında, elinde papcıtyalar ve gelincik saplarından örülmüş kolyelerle koştu babasına; «Bunları sona. Rıza Dayı’ya bir de Mustafa’ya yaptım, bab-3» dedi , «Yemekden sonra do annerne ve Hanife’ye yapacağım. Eve gidene kadar solmazlar de�il mi?» «Cicekleri yolup durma. yazıktırıı dedi babası, «Bozkırda susuz büyür ciCEJk ve kısadır ömrü. KıymEJtini bilmek gerek. Gözlerinle sev, koparma. Bak ncısıl süslüyorkır çayırları .» Omuzlarından tuttu kızını, hafif bir rüzgôrda kıntan papatyalara baktılar birlil<te. Mühendis Nuri, Rıza Dayı’nın hazırlattığı köy yemcı:Jini b:tirdiktEJn sonra, ağzında pekmez tadı. bir c0Jc:n erliında uzanıyordu. Huzursuzdu. Tüm işlerini bitirip, kendi kendiyle yalnız kalınca böyle.

gün9 lerdir çözümleyemediği sorunlara tokılmıştı yine ak· lı. Adana ovasının sulama projesi bütün ayrıntıJan lle gözünün önündeydi. Günlerden beri, gece karısı uykuya dalınca sessizce yatakdan kalkıyor, yemek odasında masanın başına çöküp bir paket Birinci bitene dek düşünüyordu. Kendini Su işleri M üdürlüğüne atayan bakanına ters düşmekle, sula· ma projesini bokanın arazisini kapsayacak biçimde değiştirmenin arasında, bunu yapamıyacağını bildi· ği halde, sabaha kadar oturuyordu. Beş yıldan beri ilk kez tatil yapacaktı bu yaz. Karısını çocuğunu alıp onbeş günlüğüne Büyük Ada’ya gitmeyi düşünmüştü. Denize yakın, çok pahalı o lmayan bir pansiyon bulunurdu elbet. Karısının mantosu eskimişti. Geçen yıl aşınan kol kenarlarını kadife parça çevirmlşti karısı. Kışa manto yenilenmel iydi artık. Kızının, okulun yanısıra bale kursları vardı. Karı-koca dil bildikleri için. Ankara’­ nın diplomat çevresinde bulmuşlardı kendileri:ıi. Eleili bir düzeyde yaşamaları gerekiyordu. Oysa yüksek kademenin ücreti getirdiği onur ile at başı gitmiyordu.

Devlet dairesinde müdür o!mak, varsıl olmak değildi Ankara’da. Karısı baba evinden stil koltuklar, kıymetli blblolar taşımıştı evine. Eski mal iye ncızırt büyükbabanın resmi, kocaman bir gümCış çerceve içinde baş köşeye konmuştu. Bir müdür karıs:nın kürkü olmalı gerekcesiyle, kayınvaldenin eskimeye yüz tutmuş kürkü, karısının üstüne gö;e küçültülmüştü. Mühendis Nuri, bu Işten hoşlanmamış fakat bir şey diyemem·şti. Konak yaşamının aşcılı. uşaklı düzeyinden gelip, ş·kôyet etmeden Ankara’nın memur yaşamına ayak uydurmaya çalışan karısının bu tür kaprislerini hoş görmeye çalışıyordu. Kürkün düzeltilme parası taksitle öde10 necekti. Yeni alınan gümüş tepsininki de öyle. Buz dolabı ise daha bir süre beklernesi gereken bir hayaldi. Belki de yıl başında verilecek olan primlerle gerçekleşecek bir hayal.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir