Ayşe Kulin – Tutsak Güneş

“Başım ağrıyor,” dedim. “Normal. Çok uzun bir yolculuktan döndünüz. Yorgunsunuz.” “Hiçbir şey hatırlamıyorum.” “İyi. Hatırlamanız doğru olmazdı zaten.” “Neler anlattığımı bana söylemeyecek misiniz?” diye sordum. “Gerektikçe ve gerektiği kadarım.” “Ne kadar geriye gittiğimi söyleyin bari.” “Çok yol kat ettiniz. Başka hayatlara, başka dönemlere… Bu yüzden bir süre ara vereceğiz. Bir sonraki seanstan önce iyice dinlenmeniz lazım.” “Nereye kadar gittim, sahi? Taş devrine mi, tunç devrine mi?* Alay ettiğimi anladı mı acaba? “Belki tunç devrine belki de geleceğe gittiniz,” dedi, “henüz yaşanmamış zamanlara.” 9 “Bu gidiş-gelişlerin bana iyi geleceğine g e rçe k te n in an ıyor musunuz?” “Takıntılarınızın kaynağını keşfedebilirsem, kesinlikle evet.


” ‘‘Zamanın sonsuzluğuna uzanan bu yolculuklara param verişmeyebilir ama…” “Paran düşünmeyin, Merkez ödüyor, nasılsa,” dedi lafımı keserek. “Bir yere kadar öder.” “O noktaya gelmeden sorunu çözeceğiz. Bana yardımcı olursanız siz uykularınıza kavuşacaksınız, Merkez de sizin değerli mesainize…” Bizi Yani o ve ben. Bir aydan beridir ki, bir takım olduk ikimiz. Sorunumu birlikte çözeceğiz, başucumdaki koltukta oturan ve genizden gelen tok sesiyle benimle sakin bir tonda konuşan bu genç kadınla. Buna mecburuz. Yoksa ben uykusuzluktan öleceğim, onun da, belki kazançlı işinden olmayacak ama, dosyasına yükselmesini yavaşlatacak olumsuz bir not düşülecek. Acelesi bu yüzden. “Sedirler bu kadar sert olmak zorunda mı?” diye sordum, toparlanıp kalkarken. “Standartlar,” dedi, “her şey standartlar doğrultusunda tasarlanıyor.” “Gittiğimi varsaydığın tunç devrinde kalaydım keşke,’ dedim. “Eminim o tarihte standartlar yoktu.” “O kadar emin olmayın,” dedi, “standartlar iyidir, hayatı kolaylaştırırlar.” Acaba? 10 Belleğimin bir yerinde, hayatın bir zamanlar belki çok daha zor ama çok daha keyifli olduğuna dair bir bilgi kırıntısı var gibi.

Bana belli etmese de, bazı şeyleri sorguladığımın doktorum da farkında olmalı. Beni saatlerce uyutup yaşadıklarıma vakıf olduğuna göre, beni benden daha iyi tanıyor. Fakat henüz bana güvenmiyor. Ona yalvarsam, yakarsam beni bana anlatır mı acaba? Ruhumun derinliklerinde neler sakladığımı bana söyler mi?. “Uykusuzluğumun nedenini hemen teşhis etmenizi elbette beklemiyorum, ama en azından bir tahminde bulunamaz mısın?” dedim, gözlerimi gözlerine dikerek. “Daha fazla veriye ihtiyacım var. Bu işler birkaç seansta hallolmaz. Derinlere işlemiş izlere ulaşıp onları çabucak silmek kolay değil.” “Böyle giderse delirir miyim?” “Hayır,” dedi, “asla böyle düşünmeyin. Benzer semptomlarla çok karşılaştım. Biz aramızda Ofglen Sendromu deriz buna. Ama dediğim gibi, yüzde yüz emin olmadan teşhis koymak istemiyorum. Yoksa size fayda yerine zarar verebilirim.” “Eğer bu teşhis doğru çıkarsa, iyileşme ihtimalim var mı?” “Teşhis ne olursa olsun, sizi iyileştirmeden benden kurtulamazsınız.” Kurtulmak isteyen kim? Hasta-doktor ilişkisi içinde olsa da, açılabildiğim yegâne kişi, Dr.

Sorgen. Bu yüzden o rahatsız sedirin üzerindeki uyku seanslarına biraz endişeyle yattığımı itiraf etmeliyim. Tedavinin bitmesini hem istiyorum hem istemiyorum; biterse iyileşmiş olacağım. Gece yatağıma girdiğimde, en az beş-altı il saatlik bölünmez uykulara dalacağım. Başımın ağrısı geçecek. Ve fakat vine yapayalnız kalacağım o hayatımdan çıkınca, düşüncelerimi, rüyalarımı, endişelerimi korkusuzca paylaşabileceğim kimsem kalmayacak etrafımda. Uykusuzluğum, nedenini bilmediğim tuhaf bir korkunun çıkmaz sokağında yürüdüğümü fark ettiğim günlerde başladı, giderek kötüleşti. Bu yüzden yaklaşık bir yıldır aşırı dikkat gerektiren işimi hakkıyla yapamıyorum. Ancak yine de Merkez benden vazgeçemiyor, yerimi dolduracak biri henüz yetişmedi çünkü. O kişi bulunup yetiştirilene kadar, beni ihtimamla tedavi ettirmeye çalışıyorlar. Kafamın tamamı tarandı. Habis veya iyi huylu bir ura rastlanmadı. Kan tesderim temiz. Uyku sorunu dışında domuz gibi sağlıklıymışım, öyle demişti doktorum, ama içirdiği onca bitkisel ve kimyasal sakinleştirici fayda etmeyince başka doktorlara yönlendirildim ve başka reçeteler denedim. Son çare olarak, Dr.

Sorgen’in duvarları huzur veren gök ve deniz manzaralarıyla bezenmiş odasındaki sedirde buldum kendimi. Önümüzde birkaç aylık bir süre var. Her ikimiz de meslek hayatımızın kesintiye uğramaması için, bir an önce beni uykularımdan eden o şeye ulaşmalıyız da, o şey, neyin nesi? Ah, keşke yanıtı bilebilseydim. Uykusuzluk çektiğim anlarda, bazen tuhaf sahneler beliriyor kafamda. Daha yoğun ve parlak bir aydınlık hatırlıyorum sanki, daha ışıklı bir sabah… Geceleri ise, masallardaki gibi, adeta gökte bana göz kırpan yıldızlar ve ara sıra yatağımın üstüne kocaman bir lamba asılmışçasına, uykularımda içime dolan sıcaklık hissi. Derken, bir panik duygusu sarıyor beni. Kaçmak istiyorum… İyi de kimden veya neden? 12 Sebebi her neyse, öğrenmenin yolu, anlaşılıyor ki birkaç av önce tanıştığım bu genç kadına teslim olup, uykuya dalmaktan geçecek! Ben uykumda çok öncelere dönecek, neler yaşamışsam, hepsini anlatacağım. Anlattıklarım ona, o da bana bir ayna tutacak. Ya sonrası? Ah, insanoğlunun dizginleyemediği sorgulaması, aravışı, sürekli irdeleyen iç örgüsü! Olmaz olaydınız, keşke! Kapıdan çıkarken, “Bir şey sendromu demiştiniz?” dive sordum, “Neydi o kelime?” “Ne yapacaksınız öğrenip? Siz hekim değilsiniz ki!” “Bilmek istiyorum.” “Herkes kendi alanında kalsın, Hoca’m. Merkez de öyle olmasını ister, zaten.” Ona, seni gidi Merkez kuklası, dedim içimden. Yüzüne ise gülümsedim, teşekkür ettim, çıktım kapıdan. Kapıyı hemen kapatmadı. Ben, merdivenleri inerken duydum usulca kapanan kapının sesini.

Bütün gün yağan kar durmuştu. Buzluydu yollar. Nevse ki ayağımızdaki manyetik botlar, belediyenin sokaklara döktüğü metal alaşım yüzünden kayıp düşmemizi önlüyordu… da, her zaman değil… Protesto gösterilerinde polis, alaşımlı bölgelere müdahale ediyor, protestocular kendilerini yerlerde sürüklenirken buluyorlardı. Bu nedenle, kar mevsimi nispeten olaysız geçerdi Merkezde. Halk, negariî enerjisini, karın kalktığı ilkbahar aylarına saklardı. Yığnuır larda ıslanmak, buzların üstüne diişüp kol bacak kırmaktan evlaydı, sonuçta. 13 Buzlu zeminde dikkatle yürürken düşündüm de, acaba, Sorgen azıcık çekiniyor muydu benden? Sadece ondan yaşça büyük olduğum için değil, Merkez’in özlük sıralamasında da ondan daha yüksek bir kademede olduğum için?. Belki de ben nasıl onun beni ele vermesinden korkuyorsam, o da benim onu sınıyor olmamdan korkuyordun Hepimiz hep biraz korktuk Merkezden. Bir süredir, sanırım birbirimizden de korkuyoruz artık. Çünkü insanlar rahat durmuyor, sürekli şikâyet ediyorlar, tatmin olmuyorlar, yetinemiyorlar… Neticede kendi başlarını yakarken, huzurlu yaşamak isteyenlerin de rahatım kaçırıyorlar, kurunun yanında yaş da yanar, misali… Kim memnundur halinden, kim değildir kolayca anlaşılmadığı için, herkes birbirine karşı tetikte. Eh, durum böyle olunca, yönetimle hiçbir derdim olmadığı halde, beynimin labirentlerinde gezinecek kadından haliyle çekiniyorum biraz. Bu korkuyu içime annem saldı, aslında. Hiç istemedi uyku terapilerine girmemi. Uyku seanslarına gideceğine, açık havada yürü, yatmadan ballı ıhlamur iç gibi çocukça önerilerle içimi baydı. Ben, Sorgen’i göklere çıkaran Araştırma Kurumu’nun doktorunu dinlemeyi tercih ettim.

Bakalım kim haklı çıkacak? Annem mi yoksa kurumun doktoru mu? Annem deyince… çantamın içini, sonra da ceplerimi karıştırdım… Tuh! Sabah onun için aldığım vitaminleri Sorgen in muayenehanesinde unutmuşum… Dikkatsizliğim de hep bu uykusuzluğumun yüzünden! Yalvarıyorum sana Yüce Ram, beni eski sağlığıma kavuştur, bir an önce. Öğrencilerimin, üzerinde çalıştığım yeni icadımın ve elbette Merkezin bana hâlâ ihtiyaçları var. Yüce Ram, sen ki beni en itibarlı mevkilere, en güzel… Kulağımın dibinde aniden çalan korna sesiyle sıçradım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir