Emma Darcy – Tutsak Arzular

‘Haberi kuaförden alacaksın’ Jason Lombard kendini bildi bileli annesinden bunu duyardı ve artık onun sözlerinde bir gerçek payı olduğunu kabullenmişti. En iyi lokantanın hangisi olduğunu, kimin kimden boşandığını, kimin ortağına kazık attığını ya da güvenilir işadamlarının adlarını, piyasadaki video filmlerini, sinema ve tiyatroda ne oynadığını başka nereden duyabilirdi insan? Bunlar ilk akla gelenlerdi. Toplumsal sorunlar, en büyük skandalların ayrıntıları, ünlülerin tatlı eleştirileri, televizyon haberleri üzerine abartılı yorumlar. Tabii gerçek haberler değil. Kuaförlerde, gerçekler yalan yanlış ortaya dökülür, özellikle söylenmeyen ne varsa deşilir, ve bire bin katarak bu gerçeklerle ilgili dedikodular hep burada üretilirdi. Jason, hışımla ofisine giren annesinin bu müthiş haberlerden birini getirdiğine emindi. Kathryn Whitlow berberden yeni çıkmıştı. Saçları kesilmiş ve yine rengi değişmişti. Duyduklarını bir an önce anlatmak, içini dökmek ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu. <<Avustralya’da işsizlik sonunu korkunç boyutlara ulaşıyor, Jason.>> diye patladı. Jason onu karşılamak üzere daha yerinden kalkamamıştı bile. <> dedi fazla heyecana kapılmadan. <> Annesi ateş püskürüyordu. <<İşsizlik sorununa değinirken , karıları çalışan erkeleri saymıyorlar, biliyor musun?>> <> Annesinin yanağından öpmek için uzanırken Jason açıklamaya çalışıyordu.


Ve bu öpücüğü, her zamanki komplimanlarından biriyle tamamladı. <> Bu komplimanlar annesinin işsizlik konusundaki öfkesini bir an için unutturmuştu. <<Teşekkürler, canım. Şu soğan kabuğu tona ne diyorsun?>> Başını döndürerek saçlarını oğluna gösterdi. <<Çok yapmacık kaçmasın diye ince röfleler yaptırdım>> <<Müthiş olmuş>> Jason bütün içtenliği ile söylemişti bunu. Annesi, onun gönülden böyle düşünmediğini hissederse çok üzülürdü. <<Beğendiğine sevindim.>> Kathryn Whitlow oğlunun saçını beğendiğine inanmıştı. İçi rahat, tekrar konuya döndü. <> Annesi koltuğa yerleşti. Jason onun aklına koyduğu şey her ne ise, halletmeden gitmeyeceğini anlamıştı. O da çaresiz, masasına oturdu. Masum yüzlü, yumuşak başlı annesinin gerektiğinde nasıl dişlerini gösterdiğini çok iyi bilirdi. <<Bugün berberde dünyanın en tatlı kızıyla tanıştım.>> diye söze girdi annesi.

<< O da saçını boyatıyordu ve birlikte bol bol sohbet ettik. Başvurduğu bir işten olumsuz cevap aldığı için pek üzgündü zavallıcık>> Annesi morali bozuk olduğu zamanlar saç rengini değiştiriverirdi. Bu yüzden Jason, iki kadının birbirlerini çok iyi anladıklarını tahmin etti. Ama Jason’a kalsa, işsiz birinin, parasını saç boyatmak için savurmaktansa, daha uygun bir yere harcaması gerektiğini söylerdi. Ne var ki, bu yorumu, kadın psikolojisinden anlamayan erkekler konusunda uzun bir konferans dinlemesine yol açacağı için sustu. <> Annesinin kendince bir haksızlığı vurgulayan ses tonu üzerine Jason dikildi. <<Anne, şu sıkıntılı dönmede bir iş ilanına yüzlerce insan birden başvuruyor. İşverenler, bu insanların her biriyle görüşmeye kalkacak olsalar, ne kadar zaman kaybederler biliyor musun?>> <<Peki, yüzlerce kişinin içinden kimle görüşme yapacağını nasıl belirler bu işverenler?>> Güzel bir soruyla çıkmıştı karşısına. <<Bazı değerlendirmeler yaparak. İş deneyimi, öğrenimi, nitelikleri…>> <> Jason omuz silkti. <> <> <> < > Annesi konuyu birden ona yöneltmişti. <<Yetmiş üç>> <<Peki, kaç tanesiyle görüşeceksin?>> <> <> <> <> Annesi zafer kazanmış bir tavırla atıldı. <> Jason dişlerini gıcırdatmaya başladı. Az önceki sezgileri gerçek bir sorun olarak karşısına çıkıyordu işte. <<Umarım ona bir söz vermemişsindir anne>> Annesi üzgün bir ifadeyle <> diye ona taş attı.

<<Çok savunmasız kalırdım onun karşısında doğrusu.>> <<Üzgünüm anne>> Jason rahatladı. Annesinin acıma duygularına kapılmadan ağzını sıkı tutabilmesi içine su serpmişti. Kathryn Whitlow <<Bütün umutlarını yıkan şöyle bir mektup alsaydın…>> diyerek çantasına uzandı ve Jason’un ilanına başvuranlara gönderdiği red mektubunu çıkardı. <<Üzülerek bildirmek zorundayım …>> Mrs. Whitlow öfke içinde oğluna döndü. <> <> <<İğrenç, Jason, iğrenç. Üstelik sahtekarlıktan başka bir şey değil. Bak devamı var…>> <> Jason onun sözünü kesti. <> Aslında kendi şansına küsmesi gerekirdi. Başvurular içinden en olmayacak aday annesine çatmıştı. Ne şans! Daha da beteri, annesi olaya aracı olarak el koymak niyetindeydi. Jason az sonra başına gelecekleri hissediyordu. <<Sophie’nin nesi eksikmiş?>> Jason usanmış bir şekilde içini çekti. <<Hatırlamıyorum>> <<Nasıl bir değerlendirme yaptığını bilmem ama Sophie ile ilgili olarak yanıldığını söyleyebilirim.

Doğduğu yere döndüğünde ekonomik durgunluk başlamışsa, bu onun değil, hükümetin suçudur!>> <> <> Mükemmel, diye düşündü Jason iş kafasıyla. Yeniden yeteri kadar para biriktirdiği anda Asya’yı ya da Amerika’yı keşfetmeye çıkmayacağı ne malumdu! <<Anne, bana işine bağlı biri gerek>> Ondan anlayış beklemesi boşunaydı. <> Kathryn Whitlow dişlerini gösteriverdi. <> Jason gözlerini yumarak içinden ona kadar saydı ve kesin bir dille, <> dedi. <> <> <<Anne, kendi mektuplarımı kendim yazarım>> <> Jason’un müşterileri milyonlarca dolarlık kontrat metinlerini ona yazdırırdı. Ve Jason dili çok iyi kullandığına inanırdı. Annesiyle bu konuda tartışmaya girmesinin bir anlamı yoktu. Zaten annesi onun hukuk bilgisini de küçümseyerek kendi vasiyetini kendi yazmıştı. Fazladan bir iş görüşmesi için onbeş dakikasını feda etmeyi göze alarak, bu konuyu bir an önce halletmeye karar verdi. Hemen sekreterini çağırdı ve Sophie Melville’nin başvuru mektubunu getirmesini söyledi. Bu arada, annesine hak veriyormuş gibi görünmeye çalışarak gülümsedi. <> Annesinin gözlerinde tatmin olmuş bir ifade ışıldadı. <> Konu Başlığı: Ynt: Tutsak Arzular – Emma Darcy Gönderen: deniziderya üzerinde Mart 20, 2007, 08:44:17 ÖÖ İKİNCİ BÖLÜM Lombard’ın ofisindeki sekreter gözlerini Sophie’nin saçlarından alamıyordu. Sophie yumruklarını sıkarak <> diye gergin bir sesle adını tekrarladı. <> Sekreter kız sonunda önündeki randevu defterine bakarak <> diye Sophie’nin ardından dalgın bir şekilde adını mırıldandı ve listeyi taramaya başladı.

Listede sekiz kişinin adı yazılıydı. Sophie en altta kendi adını görmüştü. <<İşte burada>> dedi sekreter de onun adını bularak. <<Lütfen şöyle geçip oturun>> Köşedeki koltuklara doğru başıyla işaret etti. Sophie rahat bir soluk alarak <<Teşekkür ederim>> dedi. Mektupta bir yanlışlık yoktu demek. Evet, bir görüşme için onu çağırmışlardı. Bu inanılmaz mucize gerçekti. Diğer bekleyenlerin yanında oturmak üzere döndüğünde, yine saçlarına dikilmiş dört çift gözle karşılaştı. Sophie içinden gelmediği halde onlara gülümsedi ama kimse ona karşılık vermedi. Diğer kadınlar, onu bir rakip olarak bile görmeyecek kadar kayıtsız bir şekilde başlarını çevirmişlerdi. Sophie umutsuzluk içinde koltuğa çöktü. Belki Jason Lombard kızıl saçtan hoşlanıyordur, diye kendini rahatlatmaya çalıştı. Saçları hiç de puan kaybettirmeyebilirdi ona. Olumlu düşünmek zorundaydı.

Sinirlerini yatıştırıp, Mr. Lombard’ın işine yarayacak kişi olduğuna onu inandıracak uygun cevapları verebilmesi gerekiyordu. Bu, en önemli nokta olmalıydı adamın gözünde. Ama şansın pek de kendinden yana olmadığına dair, moral bozucu bir duygu vardı içinde. Bütün terslik, Lombard’ın sekreterinin o ilk mektubu yanlışlıkla postaya vermesiyle başlamıştı. Eğer olumlu mektup önce gelmiş olsaydı, Sophie asla kuaförler arasında düzenlenen bu yarışamaya katılmayacaktı. Mia’ya modellik etmeye razı olmuştu, çünkü işsizdi. Bütün bunlar olmasaydı, bu randevuya normal haliyle, kahverengi saçlarını arkadan toplamış, sade bir işkadını gibi gelmiş olacaktı. Ama o günlerde, normal haliyle kimsenin onu beğenmediği duygusuna kapılmıştı. Morali bozuktu. Son iş başvurusundan da red mektubu geldikten sonra, Mia’nın onun üzerinde deneyeceği çılgın saç modellerine aldıracak hali kalmamıştı. Öyle bir noktaya gelmişti ki, yapacağı her şey iş aramaktan daha iyi geliyordu ona. Çok çeşitli işlerde çalışmıştı. Her biri de onun için ayrı bir deneyim olmuştu. Pişman değildi, ama girip çıktığı işler onun için hiç de istikrarlı bir insan olmadığını ortaya koyuyordu.

Son olarak saçının rengi de bu istikrarsızlığını pekiştirmişti. Mia’nın ödülü kazanmasına memnun olmuştu tabii. Ama aklı başında hiç kimse bu saç rengini doğal kabul edemezdi. Kuaför dilinde bakır kırmızısı diyorlardı. Ve koyu kumral üzerine bakır ışıltılar göz kamaştırıcı olmuştu. Kıvır kıvır tepede toplanmış buklelerle, saç kesimi de müthiş bir güneş patlamasını andırıyordu. Jüri, Mia’nın bu Fantastik saç modelini birinci seçmişti. Çok da iyi bir ad bulmuşlardı doğrusu. Öyle tuhaftı ki, bütün bakışları üzerine çekiyordu. Eğer Sophie bir manken şirketine sekreterlik için başvurmuş olsaydı, belki saçlarını kimse yadırgamazdı ama burası bir avukat yazıhanesiydi ve Jason Lomabard bir avukattı. Bildiği kadarıyla, avukatlar tutucu insanlar olurlardı. Sophie, Jason Lombard’ın öylesine sıradan bir avukat olmadığı konusunda kendini rahatlatmaya çalıştı. Müvekkilleri hep sivri tiplerdi. Sosyeteden golf kulübü üyesi ünlüler, tenis şampiyonları, radyo ve televizyondan bazı tanınmış yüzler… Lombard, Sophie’nin bir ara çalıştığı avukatlık bürosundaki insanlar gibi olamazdı. O mahkeme kapılarında cüppeleriyle sıra bekleyen avukatlardan de değildi muhakkak.

Çok büyük davaları, mahkemelere düşmeden halleden bir avukat olarak tanınıyordu. Herkese para kazandıran bir avukattı. Tabii, kendisine de, diye düşündü Sophie bekleme odasına şöyle bir göz gezdirerek. Hem bir işyeri havası vardı hem de ince bir zevkle döşenmişti. Sydney’in kuzeyindeki iş merkezinin tam ortasında, şık bir binanın en üst katında, bütün kente ve limana hakim manzarasıyla bu ofis bir servete mal olmuştur diye düşündü Sophie. Mobilya için de paradan sakınılmamıştı. Tüylü, kalın bir gri halı kesintisiz olarak bütün büroyu kaplıyordu. Siyah deri koltuklar, duvarlarda siyah çerçeveli taş baskı tablolar, kromaj bacaklı cam sehpalar ve siyah dev saksılarda yeşil bitkiler. Her şey çok sakin ve huzur vericiydi. Birden Sophie midesinde bir düğümlenme hissetti. Ofisin hiçbir yerinde bir tek canlı renk yoktu. Ama bu dekor anlayışı, Jason Lombard’ın kendi özel zevkini yansıtmıyor olabilirdi. Sophie, onun pekala canlı renklerden hoşlanabileceğine kendini inandırmaya çalıştı. Bir büronun bekleme odası, daha çok müşteriler açısından düşünülerek dekore edilirdi. Zaten mutlaka bir dekoratör tarafından yapılmıştır, diye düşüncesini pekiştirdi.

Müvekkilleri için sakin huzur verici bir atmosfer yaratmak istemişlerdi. Jason Lombard’ın bu dekora rağmen, pekala kırmızı renge özel bir tutkunluğu olabilirdi, Sophie bunu hissediyordu. Diğer adaylara baktı. Hepsinin ortak bir yanı vardı: Sadelik. Siyah ya da gri tonlardaki tayyörlerin içine krem ya da şampanya rengi spor bluzları giymişlerdi. İçlerinden biri sarışındı. Doğal sarışın. Diğerleri de doğal kumraldı. Modern kesimli saç modelleri ve belli belirsiz makyajlarıyla hepsi işkadını görünümündeydi. Takıları da gümüş ya da altından, son derece sade, göze batmayan cinstendi. Sophie onlardan kesinlikle farklıydı ve bunu olumlu bir şekilde yorumladı kafasında. Saçının alev kırmızısına uygun bir ruj sürmüştü. O da bir tayyör giymiş, koyu mavi bu takımıyla gözlerinin mavisi ortaya çıkaran bir far sürmüştü. Ve onun tayyörü, diğerlerinin ciddiyetinden uzak, vücudunu sarıyordu. Ceketinin içine bluz giymemişti.

Ama iyi cins kumaştan dikilmiş bu takımla, hiç de rahatsız olmasını gerektirecek bir şey yoktu. Üstelik başvurduğu işin altından kolaylıkla kalkacağına inanıyordu. En önemlisi de buydu zaten. Bütün sorun, Lombard’ı kendisinin en iyi aday olduğuna ikna edebilmekti. Sırasını beklerken onu etkilemek için nasıl hareket edeceğini düşünmeye başladı. Lombard, hiçbir görüşmeye on beş dakikadan bir saniye fazla zaman ayırmıyordu. Sophie’nin dikkatini çekmişti bu. Adaylar kapıdan çıktıklarında yüzlerinden bir şey anlayabilmek mümkün değildi. Ne bir yenilgi ne de bir zafer belirtisi. Sophie onları gıptayla izliyordu. Kendisi asla bu kadar soğukkanlı olamazdı. Bu işe de giremezse, artık hiçbir şansı kalmayacaktı. Ne var ki, bunu hiç belli etmemesi gerekiyordu. Bu tür işlere, onun gibi duygularını belli eden insanları almazlardı. Orada beklediği bir saat boyunca yeni bir aday gelmedi.

Herhalde kendisi gelmeden önce diğerleriyle görüşmeler yapılıp bitmişti. Zaten listenin başındaki üç ismin yanına sekreter işaret koymuştu. Sophie listenin en altındaydı. Sonuncu olması da bir şanstı. Sophie, geleceğini belirleyecek bu yabancı adamın odasına doğru yürürken, sonuncu olmanın şansına inanmaya çalışıyordu. O anda, görüşme sırasında neler konuşması gerektiğini kafasında son kez tekrarlarken, saçını tamamen unutmuştu. Lombard’ın gözlerini dikip ona bakışını fark edene kadar. Adam masasından kalkmış, onu kibar bir şekilde karşılamaya hazır bekliyordu. Ama Sophie’nin kızıl saçlarını ve buklelerini gördüğü anda kibarlığından iz kalmadı. Uzun uzun Sophie’ye baktıktan sonra, <> diye mırıldandı <> Sophie’nin omuzlarını dimdik tutarak, güvenle içeri attığı adım havada kaldı. Vücudu binbir parçaya ayrılmak üzereydi sanki. Bütün sinirleri, düğüm düğüm olmuştu. Kalbine de bir sancı saplanırken atış ritmi adam akıllı bozuldu. Yüzüne birdenbire kan hücum etmişti. Boynundan yanaklarına doğru, saçlarının renginden de korkunç bir kırmızılık yayıldığını hissetti.

Bir tek kelimeye bile gerek yoktu. Cesareti tamamen kırılmıştı. Ancak, içinde kalan bir gurur kırıntısı onu durdurdu. Jason Lombard’ın onu görünüşünün dışında değerlendirebilmesi için bir şeyler yapmak gereğini duydu. <> Kuruyan boğazından sözcükler güçlükle çıkmıştı. <<Biliyorum, bu iş için uygun olmadığıma karar verdiniz. Ama size yanıldığınızı kanıtlayacağım. Şu andan itibaren, başka bir bakış açısıyla beni yeniden değerlendirmeyi deneyin. İstediğiniz testi uygulayabilirsiniz. Başaracağımdan eminim. Çok hızlı çalışkan, becerikli ve yetenekli bir insan olduğumu siz de göreceksiniz.>> Çaresizliğin insana neler yaptıracağı inanılmaz bir şeydi. Sophie ağzından çıkanlara kendi de şaşırıp kalmıştı. Ama Lombard’ı etkilediğini görebiliyordu. Adam gözlerinin içine bakakalmıştı.

Dudakları hafif alaylı bir gülümsemeyle kıvrıldı <> Adını söylemeden önce bir iki saniye duraklaması korkunç bir zaman gibi geldi Sophie’ye. O anda dönüp gitmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı aslında. Umutlarını tamamen bir kenara atıp, çıkıp gitmesi gerekirdi. Ama inatla orada kaldı. Diğer adaylara ayrılan on beş dakikalık süreyi o da kullanacaktı. <<Meşgul bir insan olduğunuzu biliyorum, Mr. Lombard. Ben de oldukça meşgul bir insanım.>> Gözünü kırpmadan yalan söylüyordu. <> Sophie’nin bu konuşması üzerine adamın kaşları havaya kalktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir