Danielle L. Jensen – Tutsak Çalı Kuşu – Lanet Üçlemesi 1

Bir oktav yükselen sesim, kuzuların melemesini ve yolun aşağısındaki demirciden gelen çekiç sesini boğarak Goshawk Oyuğu çarşısında yankılandı. Onlarca tanıdık yüz işini gücünü bırakıp gelmişti; geçen ay boyunca kâbusum olmuş notayı beklerken gerginlikleri yüzlerinden okunuyordu. O, başarısız olacaksam herkesin önünde olayım isterdi. Avuçlarımdan ter damlarken bütün vücudum bir anda ürperdi. Madam Delacourte’un bakışları sırtıma saplanan ateşli oklar gibiydi, ancak benden beklentisinin düşük olması kararlılığımı yalnızca artırıyordu. Ne sesim titreye-cekti, ne ben titreyecektim işte! Ellerimi sıkıp yumruk yapma dürtümü bastırarak son nefesimle parçanın kreşendosuna 1 çıktım. Şarkının o kısmı yaklaşıyordu. Birkaç kişi öne çıktı; dudak hareketlerinden yüreklendirici sözler söylediklerini anlıyordum ama t Bir müzik terimi. Şarkının giderek daha yüksek sesle söylenmeye başlanması durumunu ifade eder, (e.n.) sözleri, şarkımın şaşasında boğuldu. Bu notada sesim hep çatlardı. Her seferinde… Ama bu sefer çatlamadı. Şarkımı sonlandırırken, çarşı tezahürat ile dolup taştı. Biri, “Bravo, Cecile,” diye bağırınca hafifçe reverans yaptım; yanaklarım hem utançtan hem sevinçten al al oldu.


Şarkımın yankısı, baharın gelişiyle yeşile boyanmış çayırlar ile vadilere akarken herkes işine geri döndü. “Hemen öyle havalara girme,” diye ensemde soludu Madam Delacourte. “Bir avuç köylüyü etkilemek öyle büyük bir marifet değil.” Sırtım kaskatı kesildi; arkamı döndüğümde, gözlerim sert bakan, çevresi kırış kırış olmuş gözleriyle buluştu. “iyisin,” dedi. Dudaklarını öyle çok sıkıyordu ki neredeyse görünmüyorlardı. “Ama onun kadar iyi değil.” O… Annem… Çocukluğumu onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeden geçirdim. Babam ondan öylesine derin bir saygıyla söz ederdi ki onu kraliçe sanırdım. Sadece, babamın gençliğinde Trianon’a kaçtığını, âşık olduğunu ve Genevieve adında genç bir soprano ile evlendiğini biliyordum. Büyük babam öldüğünde çiftlik babama kalmış ama annem babamla dönmek istememiş. “Köy yaşamını kaldıramayan bir şehirli kızı,” derdi hep büyükannem, ona annemi sorunca. “Ama ne tür bir kadın kocasını ve üç çocuğunu terk eder, ona aklım ermiyor.” Gerçi, terk ettiğini söylemek, abartmak olurdu. Nadiren de olsa ziyaret ederdi.

Uzun süre bizi sevmediği için ihmal ettiğini düşündüm; ama şimdi annemin yaptığı seçimi anlıyordum. Bir çiftçinin karısı sabahtan akşama kadar işten kafasını kaldıramazdı. Hayvanlara bakmak, tereyağı ve yemek yapmak, çamaşır yıkamak, evi temizlemek, çocukları büyütmek… Liste uzar da gider. Goshawk Oyuğu’nda, evli kadınların hepsi olduklarından yaşlı görünürlerdi. Çatlamış eller, yıpranmış yüzler ve sürekli çatık kaşlar… Annem ise hep genç ve güzel kaldı: sahnelerin yıldızı… Annem değil, sanki ablammış gibi görünürdü. “Şarkıyı bir kez daha söylememi ister misiniz, Madam? Yoksa bugünlük bu kadar yeter mi?” Şeker gibi ses tonumun, sert yüz ifadem ile güçlü bir karşıtlık oluşturduğunu biliyordum. Madam Delacourte neredeyse dört yıldır başımın belası olmuş, hayatta en çok sevdiğim şeyi korkunç bir angaryaya çevirmek için elinden geleni yapmıştı; ama başarısız oldu. “Haftaya bugün, eve dönebilmek için yalvarıyor olacaksın.” Topuğunun üzerinde dönüp verandayı hızla terk etti, hana girerken siyah eteği bacakları etrafında dalgalanıyordu. Eğer bir aksilik çıkmazsa, bu haftaki ders, şan eğitmenimi son görüşüm olacaktı. Haftaya, Işık Adası’nda yaşayan en iyi opera sanatçısından ders almaya başlayacaktım. Birdenbire annemin hayali geldi gözümün önüne, bu hayalle beraber de bir anı… Tam tamına dört yıl önce kaderimi belirlediği günün anısı… “Bir şarkı seç,” demişti itiraza yer bırakmayan ses tonuyla. Ben de ahır danslarında popüler olan bir şarkı seçmiştim, bildiğim tek şarkıyı… Kaşlarını çatınca öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ki kalbim paramparça olacak sandım. “Bu parçayı yeteneksiz bir zavallı bile söyleyebilir,” dedi. Tıpatıp birbirine benzeyen gözlerimiz gökyüzü mavisiydi ancak onunkiler kış göğü gibi soğuktu.

“Beni dinle ve tekrar et.” Bir operanın ilk satırlarını seslendirdi, sesi öyle güzeldi ki gözlerim yaşardı. “Şimdi sıra sende.” Tereddüt ederek onu taklit etmeye başladım. Sonra, özgüvenim yerine geldi. O söylerdi; ben tekrar ederdim. Ötücü bir kuşun, flütten çıkan ezgiyi taklit etmesi gibi… Bana gülümsemişti. “Aferin, Cecile. Bravo!” Bizi köşeden izleyen babama döndü ve “On yedi yaşma bastığında onunla kendim ilgileneceğim,” dedi. Babam itiraz etmeye çalıştı ama annem elini kaldırıp onu susturdu. “Güçlü ve zeki… Ergenliği atlattığında, yeterince iyi bir şarkıcı olacak. Sesi muazzam.” Annemin gözleri parlıyordu. “Yetenek kapılarını çalsa bile fark etmeyecek bu taşra insanları arasında harcanıyor. Eğitim alması için Goshawk Oyuğu’na öğretmen getirteceğim.

Bana geldiğinde, ahır hayvanı gibi kaba olmasına tahammül edemem.” Annem bana döndü; boynundaki kolyenin altından yapılma ucunu çıkarıp benimkine bağladı. “Güzellik yaratılabilir, bilgi ise öğrenilebilir. Ancak, yetenek ne satın alınabilir ne öğretilebilir. Sahneye çıkıp şarkı söylediğin zaman bütün dünya sana bayılacak.” Madamın çıkarken kapattığı kapıya gözlerimi dikip annemin bana verdiği kolye ucunu avcumda sıktım. Bütün dünya bana bayılacak. Birinin ismimi söylediğini duydum. Ahşap merdivenleri hızlıca inip yoldaki su birikintilerinden sakınarak en iyi arkadaşım Sabine’in yanına gittim. Sırtını çitlere yaslamış, düğüm olmuş saçlarıyla uğraşıyordu. Sırıtıp elindeki yumurta sepetini bana uzattı. “İnanılmazdın!” ‘Yüzüncü denemede oluyor.” Kolundan tutup onu ahıra doğru döndürdüm. “Hemen çiftliğe dönmem lazım. Yumurtaları büyükanneme vereceğim, akşamki veda partim için kek yapacak.

” Sabine’in yüzü düştü. “Sen de davetlisin,” diye hatırlattım ona. “İstersen, dönüşte seni eve bırakabiliriz. Fayton yarın sabahtan Tria-non’a gitmek için yola çıktığında, kasabadan zaten geçmek zorunda kalacağız; seni de bırakırız.” Bunu rutin bir şeyden bahseder gibi söylemiştim, sanki her gün kiralık bir faytonla geziyormuşum gibi… “Biliyorum,” derken başını eğdi. “Ama annem at arabasıyla Renard Çiftliği’ne gitti ve sabaha kadar gelmeyeceğini söyledi.” Üzüntüyle yüzümü ekşittim, midillisine binip benimle beraber gelmesini teklif etmedim bile. Sabine atlardan çok korkardı. Lanet olsun, neden Fleur’ü yük arabasına koşup gelmeyi düşünememiştim ki? Ayrıca ağabeyim nerede kalmıştı? Frederic’in, Trianon’dan saatler önce gelmiş olması gerekirdi. Sabine onun arkasında ata binmeye ikna olabilirdi çünkü zamanın başlangıcından beri ondan hoşlanıyordu. “Sanırım bu, birbirimizi son görüşümüz,” dedi Sabine düşüncelerimi bölerek. “Trianon’a, annenin yanına yerleşip şarkılar söylemeye, bütün o partilere katılmaya başlayınca Oyuk’u tamamen unutursun. Beni de öyle.” “Saçmalama,” dedim. “O kadar sık ziyarete geleceğim ki benden bıkacaksın.

Biliyorsun, Frederick izin günlerinde hep buraya geliyor.” “Noel’den beri hiç gelmedi.” Söylediği doğruydu. Yedek teğmenliğe terfi ettiğinden beri ziyarete gelmeye pek fırsatı olmamıştı. “Ben de, kendim sürerim öyleyse.” “Ah, Cecile,” dedi Sabine, başını yana sallayarak. “Artık böyle davranışlar sergileyemezsin, bir hanıma yakışmaz. Herkes ne der?” “Ama bu senin lehine olacak,” diye hatırlattım ona. Ahırda çalışan çocuk Fleur’u bize doğru getiriyordu, ancak henüz gitmek istemediğimi fark ettim. Sabine çocukluğumdan beri en yakın arkadaşımdı; onu her gün göremeyeceğim düşüncesi içime oturmuştu. “Eve gidip büyükanneme yumurtaları vereceğim, sonra Fleur’ü yük arabasına koşup seni almaya geleceğim,” diye o anda verdiğim kararı söyleyiverdim. “Git, mavi elbiseni giy. Hemen dönerim.” Saçlarının uçlarını ağzında geveledi. “Bilmem ki…” Gözlerimi ona dikip uzunca bir süre baktım.

“Benimle birlikte arabaya binip partime katılıyorsun,” dedim sertçe. Sabine’in gözleri daldı ve bir anlığına tüm duyularım keskinleşti. Çarşıdan gelen sesler netleşti, ayağımın altındaki toprağı hissettim. Bir esinti geldi ve Sabine’in saçlarını dalgalandırarak geçti. Sabine gülümsedi ve “Tabii ki katılıyorum, hayatta kaçırmam,” dedi. Azıcık irade ile başarılamayacak hiçbir şey yoktur. Üstündeki eyere tırmanıp dizginlerini çekiştirerek huysuzlanan atımı sakinleştirdim. “Bir saate dönerim, bekle beni!” Bir elimde sepet dolusu yumurta, diğer elimde dizginler… Topuklarımı atın karnına vurup kasabadan dörtnala ayrıldım. Çiftliğimiz, Oyuk’a, ‘kasabalı’ sayılmamıza yetecek kadar yakın, burnu taşra hayatına alışmamış olanların domuz kokusundan rahatsız olmasına yer bırakmayacak kadar uzaktı. Bütün yolu dörtnala gelebilirdim; yine de yolun yarısında durup Fleur’un soluklanmasına izin verdim. Birlikte yoldan aşağı yürürüken toynakları aheste aheste nemli toprağa vuruyordu. Havada yoğun bir çam kokusu vardı ve kızıl saçlarım dağlardan gelen soğuk bir esintiyle dalgalandı. Gözlerim hızla hareket eden bir şeyi yakalayınca durdum; yolun iki tarafını da kaplayan ormanı gözlerimle taradım. Buralarda bir ayı ya da yaban kedisiyle karşılaşmak beklenmedik şey değildi ama atım yırtıcı bir hayvanın kokusunu almış olsa çoktan kontrolden çıkardı. Rüzgâr, ağaçların arasında eserken ayaklar altında ezilen çalı sesi duyduğumu sandım ama emin değildim.

Kalp atışlarım hızlandı, omurgamdan aşağı inen bir korku dalgası tüylerimi diken diken etti. Duyduğum haydutların sesi olabilir miydi? Okyanus Yolu’nun bu kadar kuzeyinde pek soygun olmazdı ama bu yine de olasıydı. “Hey!” diye seslendim, dizginleri sıkıca tutarak. “Kim var orada? Cevap gelmedi. Zaten biri beni soymaya çalışıyor olsa cevap vermezdi. Endişem arttı. Bu yolu yağmurlu, karlı, güneşli havalarda kat etmiştim ama bunların hiçbirinde bir an bile korkmadım. Endişemi sezen Fleur’ün gerginliğini hissedebiliyordum. Rüzgâr iyice hızlandı; artık saçlarımda gezen hafif esintiyi değil kızgın birinin saçlarımı çektiğini hissediyordum. Güneş bir bulutun arkasına saklanınca hava iyice soğudu. Gözlerim uzakta yükselen Terk Edilmiş Dağ’a takıldı istemsizce. Ev ile kasaba arasındaki yolun tam ortasınday-dım ama Jeröme Girard’ın çiftliği yakındı. Oraya gidip oğlu Christophe’tan bana yolun geri kalanı boyunca eşlik etmesini isteyebilirdim. Peki ya, büyük olasılıkla yerdeki çalı çırpı üzerinde gezinen bir sincap ya da yılanın çıkardığı sesten korktuğum için bana gülerse? Hayatım boyunca aksini kanıtlamış olmama rağmen herkes bir şehir kızı olduğumu düşünüyordu. Yardım istemek bu düşüncelerini kanıtlardı.

Atımı çevirip gözlerimi geldiğim yola diktim. Geri sürebilir ve ağabeyimi bekleyebilirdim ama ya bir nedenden Tria-non’da kalması gerekiyorsa ve gelemeyecekse? Dörtnala eve süreceğim, diye karar verdim. Ormanda saklanan her kimse beni yakalamayı denesin bakalım. Fleur’u çevirip ve dizginlere asıldım. Sepet elimden kayıp yere düşünce yumurta sarıları yerdeki çamura karıştı. Kapüşonlu bir atlı yolu kapatmıştı. Yüreğim ağzıma geldi. Fleur kendi çevresinde dönünce dizginleri sonuna kadar çektim. Ben, “Hah!” diye bağırınca bir ok gibi ileri fırladı. “Cecile! Cecile, bekle! Benim ben!” Tanıdık bir ses… Bu kez, dizginleri yavaşça çekip omzumun üstünden arkama baktım “Luc, sen misin?” “Evet, benim, Cecile.” Atını hızlıca yanıma sürdü. Yüzünü görebileyim diye kapüşonunu çıkardı. “Böyle sinsi sinsi yaklaşarak ne yaptığını sanıyorsun?” dedim. “Ödümü patlattın.” Umursamazca omuz silki.

“Başta, gördüğümün sen olduğundan emin olamadım. Yumurtalar için üzgünüm.” Çalılar arasında sinsice gezmesini açıklamayan bir özür… “Seni uzun zamandır görmüyordum. Nerelerdeydin?” diye sordum cevabını bildiğim hâlde. Babası, çiftliğe yakın bir konakta av alanı bekçisi olarak çalışıyordu. Luc ise, birkaç ay önce Trianon’a taşınmıştı. Ağabeyim ve kasaba halkı Luc’un at yarışında ve kumarda şansının yaver gittiğini, artık kazandıklarıyla zenginlik içinde yaşadığını duymuştu. “Orada burada,” dedi, atıyla etrafımda bir çember çizerek. “Dedikodulara göre annenle yaşamak için Trianon’a taşınıyormuşsun. ” “At arabası yarın beni almaya geliyor.” “Şarkı söyleyeceksin yani, öyle mi? Sahnede mi olacaksın?” “Evet.” Gülümsedi. “Sesin hep bir meleğinki gibi güzeldi zaten.” “Eve gitmem gerekiyor,” dedim. “Büyükannem ve babam beni bekliyor.

” Duraksadım ve aşağı doğru giden yola baktım. “İstersen bana eşlik edebilirsin.” Teklifimi kabul etmemesini tercih ederdim ama birlikte at sürmek burada baş başa dikilip durmaktan daha iyiydi. “Bugün doğum günün değil mi?” Atı, benimkinin yanma sokuldu. Kaşlarımı çattım. “Evet.” “On yedi yaşına geldin. Bir kadın oldun artık.” Sanki alınıp satılabilir bir şeymişim gibi beni süzdü. Pazarda satışa çıkarılmış bir at ya da daha kötüsü… Düşük sesle kıkırdadı, ben ise yüzümü ekşittim. “Komik olan nedir?” Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, içgüdülerim bana bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyordu. Lütfen karşımızdan birileri gelsin. “Ben de şansın, nasıl olup da bizi hiç beklenmedik anlarda bulduğunu düşünüyordum,” dedi. Ben tepki veremeden Fleur’un dizginlerini yakaladı. “Benimle gelmen gerekiyor.

Seninle tanışmaktan çok memnun olacak kişiler var.” “Seninle hiçbir yere gitmiyorum. Luc,” dedim düz bir sesle konuşmaya çalışarak. Korktuğumu bilsin istemiyordum. “Ağabeyim canımı sıktığını öğrenirse pek kibar dav-ranmayacaktır.” Luc etrafa baktı. “Tuhaf, Frederic’i çevrede göremiyorum. Görünüşe göre burada sadece sen ve ben varız.” Bu konuda haklıydı. Ama savaşmadan teslim olacağımı düşünüyorsa yanılıyordu. Mahmuzlarımı karnına vurunca, Fleur şahlandı. Ön bacakları Luc’un dizginleri elinden kaçırmasına neden oldu. “Hah!” diye çığlık atıp Fleur’u dörtnala sürmeye başladım. Korkumu hissedince, at şimdiye kadar görmediğim bir hızda koşmaya başladı, kulaklarını geri yatırmıştı. Ama Luc’un aygırı daha büyüktü; yoldan gitsem beni kolayca yakalardı.

İlerde bir patika göründü. Flemen oraya saptım. Atım düşmüş ağaçların üstünden sıçrar, çalılıkların içinden geçerken, çevredeki ağaçların dalları saçlarıma ve eteğime takılıyordu. Fleur’ü kontrol etmeye çalışmayı bırakıp eyerde kalmaya ve dallara çarpmamaya odaklandım. Peşimdeki kocaman atın gök gürültüsü gibi gelen nal sesti lerini ve Luc’un tehditleri ile küfürlerini duyuyordum. Girard çiftliğine yaklaşıyorduk. İlerde ormanın seyreldiği alan ve hemen ötesinde çiftliğe ait tarlalar görünüyordu. “Chris!” diye çığlık atarken beni duyamayacakları kadar uzakta olduğumun farkmdaydım. “Jeröme!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir