Aziz Nesin – Gömüyü Arayan Adam (Fotoğraflarla Yaşam Öyküsü)

yaşında ölecek bir kız çocuğu daha doğurmuş ve yirmi altısında da veremden ölmüş. Annem okuryazar değildi. Am a, ince duygulu, sağduyusu olan bir kadındı. Bütün analar, dünyanın en iyi kadınlarıdır. Benim annem de, benim annem olduğu için dünyanın en iyi kadınıydı. Bigün bahçeden çiçek koparıp anneme getirmiştim. Annem sevindi. G ö m ü y ü A r a y a n A d a m I I – H adi biraz daha çiçek koparalım … dedi. Bahçeye çıktık. Bana bir çiçek gösterdi. – Bak, dedi, ne güzel çiçek… Bu çiçekler de canlı, onların da canı var… K oparırsak ölür zavallı… D alında daha güzel duruyor. Bardaktaki suda bu kadar güzel durmaz ki… Her çiçeğin başında bana, – Kıyarsan kopar istersen… derdi. Neyim varsa iyi olan, hepsini, herşeyimi anneme borçluyum. […] Anne yüceltilir, idealleştirilir. Anne, kusursuz kadındır.


Bütün bir yaşam , o ideal anneyi aram akla geçecektir. A şağıdaki yalın şiiri Aziz Nesin 1 9 6 5 ‘te, Taşkent’ten M oskova’ya giderken uçakta yazmıştır. 1965 ya da 1966. Yaşar Kemal (oturan, soldan üçüncü) ve Melih Cevdet Anday’la (oturan, sağdan ikinci) Sovyetler Birliğl’nde. Annemin Anısına Bütün anneler annelerin en güzeli Sen en güzellerin güzeli Onüçünde evlendin Onbeşinde beni doğurdun Yirmialtı yaşındaydın Yaşamadan öldün Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum Bir resmin bile yok bende Fotoğraf çektirmek günahtı Ne sinema seyrettin ne tiyatro Elektrik havagazı su soba Ve karyola bile yoktu evinde Denize giremedin Okuma yazma bilmedin Güzel gözlerin Kara peçenin arkasından baktı dünyaya Yirmialtı yaşındayken Yaşamadan öldün Anneler artık yaşamadan ölmeyecek Böyle gelmiş Ama böyle gitmeyecek Güncesine aldığı bu şiirden sonra babam şöyle bir not düşmüş: Bu şiiri Taşkent’ten M oskova’ya giderken yazdım. Svetlana yanımdaydı. Yaşar Kemal’le Melih Cevdet [Anday] ar- 13 kada oturuyorlardı. Önce onlara verdim. Uçakta okusunlar diye. Babamın, yapıtlarını onaylatmak amacıyla başkalarına, hele başka yazarlara özel olarak okuttuğuna hiç tanık olmadım. Sanıyorum duyarak yazdığı bu şiiri çok sevmiş ve duygularını o anda yanında bulunan ve kendine yakın hissettiği arkadaşlarıyla paylaşmak istemiş. Şiirdeki duygusallığı ve yalın anlatımı Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’de de buluruz. Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Baba savaştadır. Aziz Nesin anlatıyor; Annem, dikiş makinesini alçak bir sandık üstüne koyup, önüne, mindere oturuyor.

Tıkır da tıkır dikiş dikiyor. Sağ yanından amerikan bezleri makineye giriyor, sol yanından uzun paçalı erkek donları çıkıyor. Bunlar asker donları. Annemin asker donu dikerek kazandığı parayla geçinemiyoruz. Karanlık basınca, ama iyice karanlık basınca beş numara gaz lambasını yakıyor annem. Sonra yüklükten şilteleri çıkarıp yere seriyor. Ayaklarımı, yüzümü yıkayıp beni yatırıyor. Öpüyor beni. – Haydi oğlum uyu… diyor. Kendisi dikiş makinesinin başına geçiyor, makinenin kolunu hiç durmadan eliyle çeviriyor. Salıncaktaki kardeşim mızıldanırsa, ipini çekip salıncağı sallıyor. – Uyu kızım… diyor. Ben yorganı başıma çekiyorum. Kardeşim uyuyor. Annem AZİZ NESİN 14 mırıldanarak içli bir türkü söylüyor.

Annem dikiş makinesinde amerikan bezinden asker çam aşırı dikip kazandığı parayla bizi besliyor. Sonra dantel örmeye, o zamanki kadınların başlarına örttükleri yemenilerin, başörtülerin kenarlarını süsleyen “oya” işlemeye de başladı. “İdare lam bası” denilen petrol kandilinde geceleri gözü iyi görmediği için, gündüzleri dantel örer, oya işler, geceleri de makinede çamaşır dikerdi. Yatağımda dikiş makinesinin tıkırtıları içinde uyuyakalırdım. O yemeni oyalardan şimdilerde hiç yok ortalarda. Renk renk iplik kukalarından işlenen oyalar, bugün antika değerinde sayılır. Onsekizinde annem o oyaları, renkli kuka ipliklerinden değil de, gözyaşlarından, gözünün ışığından örer, işler sanırdım. Annemin elinden çıkmış o oyalardan bir tekine şimdi bütün kitaplarımı, bundan sonra yazacaklarımı da verirdim. Anne veremdir. Hastaneye yatar. Annemi Emraz-ı İntaniye Hastanesinden çıkardılar. Bu hastanelerde altı aydan uzun kakm ıyordu hastalar. Sırada başka hastalar da bekliyordu çünkü. Annem bir kemik külçesi halindeydi. Bisüre sonra annem birden canlandı, iyileşti, odanın içinde iki-üç adım da olsa gezinmeye başladı.

Yanaklarına yine pembelik gelmişti. Babam sevinç içindeydi, iyi olurdu artık annem. 15 Aylardan eylül başındaydık. Annemin, son hastalık günlerinin artık sona erdiğini sandığımız, en çok iyileşmekte olduğu zamandı. Yüzü pembeleşmişti. Ev içinde dolaşıyor, ufak tefek işleri bile görüyordu. Bu iyileşme geçicidir. Anne birkaç hafta sonra ölecektir. Evet ama, güneşin en güzel renkleri batarken ortaya çıkar. Çevren’lerin o tatlı kızıllığı akşamüstleridir… Biraz sonra ışıklar sönecek, sular kararacaktır. Anne, on gün öncesinden öleceğini rüyasında görür. Öleceği günü de öngörür. Bir çarşamba ölecektir. Bir başka kaynaktan babaannenin İS Eylül 1927’de öldüğünü öğrendim. Hesapladım, bu tarih gerçekten bir perşembeye rastlıyor.

Ya babam yanılmış ya da babaannemin ölüm tarihi bir gün sonra resmi kayıtlara işlenmiş. Öleceği günü ve saati önceden bildirenlerin hikâyesini çok dinlemişizdir. Belki de bu, bite bite tükenmekte olan insanın artık yorulup ölüme karar verişidir, ölümle sözleşme. BİR DİKİŞ MAKİNASININ ÖYKÜSÜ Babamın ölümünden birkaç ay sonra, hem babama hem de biz dört kardeşe büyük emeği geçmiş olan halam da öldü. Halam, babamın büyük üvey kardeşiydi, am a babam, yaşadığı sürece kimseye söylememiştir halamın üvey kardeşi olduğunu. Bunu, otuzumdan sonra annemden öğrendim, son- ra babam a da onaylattırdım. Asıl halam üç yaşında ölünce, kızlarının özlemini gidermek için olabilir, dedemler bir kız evlat edinmişler. Babaannemin çeyizi bir dikiş makinesi, bir konsol, iki fanuslu lamba ve bir beşibirlikten oluşuyormuş. Babaannemin asker donları dikerek tek başına evini geçindirdiği dikiş makinesi işte o makinedir. Makinenin balamın evinde olduğunu uzun süredir duyardım. O makinenin ilginç bir öyküsü var. Aziz Nesin’in ilk anısı bir yangındır. Hanife babaannem , önce oğluyla kızını yanan evden kaçırır, sonra değerli eşyaları kurtarm ak için tekrar eve girer. Sözünü ettiğim dikiş makinesini, bir Kuran’ı ve 17 o hengamede şaşkınlıkla eline geçirdiği bir oturağı kurtarır. Bugüne yalnızca dikiş makinesi kalmıştır.

Yukarıdaki bu dikiş makinesi şimdi Nesin Vakfı müzesindedir. Ölüm döşeğinde babaannem dedeme şöyle der: “Cenazemin kendi paramla kaldırılmasını istiyorum. Benim el emeğimle alınmış bu evde yalnız bir dikiş makinesi var. O dikiş makinesini sana satıyorum. Onun parasıyla benim cenazemi kaldır… Bu dikiş makinesini anneme evlenirken, evlatlık olarak evlerinde bulunduğu Salim Beyle eşi Süreyya Hanım çeyiz olarak vermişlerdir, yani annemin elinin emeğinin, alnının terinin, göz nurunun hakkıdır. ANNENİN ÖLÜMÜ Babaannemin ölümle sözleştiği gün, İS Eylül 1927 gelmiştir. Babam Mehmet Nusret 12 yaşını daha bitirmemiştir ve Darüşşafaka’da ilkokul 5’tedir. Babasızların alındığı bir okuldur Darüşşafaka o yıllarda. Oysa Aziz N esinin babası sağdır. Suçluluk duygusu ağır basar ve okuldan kaçar. Okula geri dönme olasılığı yoktur. Oturuyorduk. Daha sabahtı. Annem öksürdü. Her zaman kesik kesik öksürürdü.

Ama bu kez öksürüğü hiç dinmiyordu. Öksürürken birden ağzından kan boşandı, bir kan, bir kan… Konuşamıyor, ama babama, eliyle beni dışarı çıkar-

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir