Baird T. Spalding – Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi 1

®1ümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi’ni sunarken, ilk önce, benim 1894’te Uzakdoğu’yu ziyaret eden bir araştırma grubunun on-bir üyesinden biri olduğumu belirtmek istiyorum. Uzakdoğu’da geçirdiğimiz üç-buçuk yıl içinde Himalayalar’ın Büyük Üstatları ile ilişki kurduk; onlar bulduğumuz tarihi kayıtların dilimize çevrilmesine yardımcı oldular, bu bizim araştırma çalışmamız için çok yararlı oldu. Üstatlar, onların yaşamlarına mahrem bir biçimde girmemize izin verdiler, ve böylece onlar tarafından sergilenen büyük Yasa’nın gerçek işleyişini görebildik. Biz onlara Üstatlar diyoruz, bu sadece bizim onlara taktığımız bir isimdir. Bizce, bu kitapta tarif edilen hayatı yaşayan biri bir Üstat olarak kabul edilip saygı görmeyi hak etmektedir. Ben, o süreçte, Üstatlar’la geçirdiğimiz gerçek deneyimi ve onların sundukları öğretiyi kaydettim ve bunları uzun yıllar boyunca sakladım. O sırada ben, şahsen, dünyanın bu mesaja hazır olmadığını düşünüyordum. Ben araştırma grubunun bağımsız bir üyesiydim ve şimdi, okurun onları dilediği gibi kabul ya da ret edebileceği düşüncesiyle, notlarımı (Uzakdoğulu) Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi başlığıyla yayınlıyorum. Bu dizinin birinci cildi, araştırma seferinin birinci yılının Üstatlar’la ilişkili deneyimlerini sunmaktadır. Bu kitap 7 Ö[ümsüz ‘Üstatfar aynı zamanda Üstatlar’ın öğretilerini de içermektedir; bu öğreti onların izniyle stenografik olarak kaydedilmiş ve yine onlar tarafından onaylanmıştır. Üstatlar Buda’nın Aydınlanma’ya giden Yolu temsil ettiğini kabul etmekte, fakat Mesih’in bizzat Aydınlanma olduğunu, onun hepimizin aradığı bir bilinç hali, her bireydeki Mesih ışığı, dolayısıyla da, dünyaya gelen her çocuğun ışığı olduğunu kesin bir biçimde belirtmektedirler. Baird T. Spalding 8 18ölüm l �alen, spiritüel meselelerle ilgili çok şeyin yayınlanmış olması, ve dünyanın büyük öğretmenleriyle ilgili gerçek konusunda çok büyük bir uyanış ve arayış olması, beni Uzakdoğu’ nun ölümsüz Üstatları ile yaşadığımız deneyimi sizlere aktarmaya itti. Bu kitapta ben yeni bir dini ya da tarikatı açıklamaya çalışmayacağım; ben sadece Ü statlar ile yaşadıklarımızın bir özetini verecek, ve onların öğretisinin temel gerçeklerini sunmaya çalışacağım. Bu Üstatlar geniş bir bölgeye dağılmış bulunmaktadırlar ve, bizim metafiziksel araştırmamız onların bulundukları bölgeleri, yani, Hindistan, Tibet, Çin, ve İran’ı kapsamıştır.


Bizim araştırma grubumuz on-bir pratik, bilimsel eğitim görmüş erkekten oluşuyordu. Hepimizin yaşamının büyük bölümü araştırma çalışmalarıyla geçmişti. Bizler, o tam olarak doğrulanana kadar hiçbir şeyi kabul etmemeye alışmıştık, ve doğruluğunu araştırıp soruşturmadan hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmezdik. Uzakdoğu’ya adamakıllı kuşkucu bir halde gittik, ve tamamen ikna olmuş ve fikrimizi değiştirmiş bir halde geri döndük; öyle ki, aramızdan üç kişi bu Üstatlar’ın yaşadıkları gibi yaşayıp, onların yaptıklarını yapabilene kadar kalmaya kararlı olarak oraya geri döndüler. Çalışmamızda bize çok yardımcı olan bu Üstatlar, bizden, bu araştırma seferinin anılarını yayınlarken isimlerini saklı tut9 Ö{ümsüz ‘Üstatfar mamızı rica ettiler. Ben bu kitapta sadece olan bitenleri, gerçekleri anlatacağım ve bunu yaparken de, mümkün olduğu kadar, bu araştırma seferi sırasında karşılaştığımız ve günbegün birlikte olduğumuz bu Üstatlar’ın sözlerini ve ifadelerini kullanacağım. Bu işe girişmeden önce onlarla yaptığımız anlaşmanın koşullarından biri, tanık olduğumuz her şeyi önce birer olgu olarak kabul etmemiz, ve bu işe tam anlamıyla girip, Üstatlar’ın verdikleri dersleri alıp, günlük yaşamlarını yaşayıp gözlemleyene dek onlardan hiçbir açıklama talep etmememizdi. Bizler bu Üstatlara eşlik edecek, onların yaşamlarını yaşayacak ve sonuçta kararımızı kendimiz verecektik. Biz onlarla istediğimiz kadar birlikte olma, istediğimiz soruları sorma, kendi sonuçlarımızı çıkarma, ve en sonunda gördüklerimizi gerçek ya da uydurma olarak kabul etme özgürlüğüne sahiptik. Onlar bizim yargılarımızı herhangi bir biçimde etkilemek için hiçbir zaman hiçbir çaba göstermediler. Onlar bizim gördüğümüz ya da duyduğumuz herhangi bir şeyi doğru olarak kabul etmeden önce tam anlamıyla ikna olmamızı istiyorlardı. Bu yüzden, ben de bu olayları siz okurların gözleri önüne serip, sizden, anlatılanları kendi uygun gördüğünüz gibi, kabul ya da ret etmenizi isteyeceğim. Ben bu kitapta Emil adıyla söz edilen Üstat ile karşılaştığımda, bizler iki yıldır Hindistan’da bulunuyor ve her zamanki rutin araştırma çalışmamızı yapıyorduk. Bir gün, kaldığımız kentin bir sokağında yürürken, bir köşede toplanmış bir insan kalabalığı dikkatimi çekti. Oraya yaklaştığımda, ilgi merkezinin, Hindistan’da çok görülen ve “fakir” denilen sokak sihirbazlarından biri olduğunu gördüm.

Onun gösterisini izlerken, o sırada yanımda duran bir adam dikkatimi çekti. Kırk yaşlarında görünen bu adamın çevredeki diğer adamlarla aynı toplumsal sınıftan (kast’tan) olmadığı belliydi. O da dönüp bana baktı ve sonra, ne kadar zamandır Hin10 ‘Bö[üm l distan’da bulunduğumu sordu. Ben “İki yıldır” dedim. O bu kez, “İngiliz misiniz?” diye sordu. Ben, İngiliz asıllı bir Amerikalı olduğumu söyledim. O sokakta İngilizce konuşan birini bulduğum için şaşırmıştım ve bu ilgimi çekmişti. Ona, o sırada devam eden sihirbazlık gösterisi için ne düşündüğünü sordum. O, “Ah, bu Hindistan’da çok rastlanılan bir şeydir,” diye söz başladı. “Bu adamlara fakir, sihirbaz ve hipnozcu denir. Doğrusu, onlar bu isimlerin ima ettiği her şeydir; ama hepsinin altında, çok az kişinin fark ettiği daha derin bir ruhani anlam vardır. O, kaynaklandığı şeyin gölgesidir sadece. O bir hayli yoruma neden olmuştur, ve onun üzerinde yorum yapanlar onun gerçek anlamına asla erişmemiş görünmektedirler; oysa hepsinin altında kesinlikle bir gerçek vardır.” Bu adamla orada ayrıldık, ancak sonraki dört ay boyunca onu ara sıra gördüm. Araştırma seferimiz bize bir hayli sıkıntı veren bir sorunla karşı karşıya kalmıştı.

Endişelerimizin ortasında ben yine Emil’le karşılaştım. O hemen, benim canımı sıkan şeyin ne olduğunu sordu, ve ben daha bir açıklama yapmadan, sorunumuz hakkında konuşmaya başladı. Bu durum benim merakımı uyandırdı, çünkü gruptan hiçbirimiz bu sorundan kendi küçük çevremiz dışında birilerine söz etmemiştik. Emil’in duruma aşinalığı öyleydi ki, onun tüm meseleyi bildiğini hissettim. O ise, sadece, bu sorunla ilgili belli bir içgörü edindiğini ve yardımcı olmaya çalışacağını açıkladı. Bir-iki gün içinde mesele halloldu ve sorun ortadan kalktı. Hepimiz bunun nasıl olabildiğini merak ettik, ama zamanımızı işgal eden diğer şeyler yüzünden, çok geçmeden bu olayı unuttuk. Böylece, ortaya başka sorunlar çıktığında, onları Emil’e anlatmak bende bir alışkanlık haline geldi. Garip ama, öyle görünüyordu ki, sorunlarımızı ona anlatır anlatmaz, bu so11 Ö[ümsüz ‘Üstatfar runlar ortadan kalkıyordu. Gruptaki arkadaşlarımı da Emil’le tanıştırmış, ama onlara onun hakkında fazla bir şey söylememiştim. Bu arada, o zamana dek, Hindu kültürü ve inançları hakkında Emil tarafından seçilmiş birçok kitap okumuş, ve onun o kitaplarda sözü edilen o üstatlardan biri olduğuna ikna olmuştum. Doğrusu, bu konuda merakım fazlasıyla uyanmıştı ve her geçen günbu olay ilgimi daha derin bir biçimde çekiyordu. Bir Pazar günü, öğleden sonra Emil’le birlikte kent dışında, kırlık bir yerde yürüyüşe çıktık. Bir süre sonra o, üzerimizde daire çizen bir güvercini işaret ederek, olağan bir şeyden söz eder gibi, kuşun onu aradığını söyledi. Sonra tamamen hareketsiz durdu, ve birkaç saniye içinde güvercin gelip onun bir yana uzattığı koluna kondu.

Emil, bana, güvercinin ona Kuzey’deki bir kardeşinden bir mesaj getirdiğini söyledi. Bu, birlikte çalıştığı ve henüz direkt olarak iletişim kurabilecek ustalığa erişmemiş biriydi, bu yüzden bu vasıtayı kullanıyordu. Daha sonra, Üstatlar’ın birbirleriyle düşünce aktarımı yoluyla ya da, onların deyimiyle, elektrikten ya da telsizden çok daha süptil olan bir kuvvetle anında iletişim kurabildiklerini öğrendim. Ben bu olaya tanık olduktan sonra Emil’e sorular sormaya başladım ve o bu kez de bana, sessizce kuşları çağırabildiğini ve onlar havadayken uçuşlarını yönlendirebildiğini; önlerinden geçerken çiçeklerin ve ağaçların başlarını eğerek onu selamladıklarını; vahşi hayvanların korkusuzca onun yanına geldiklerini gösterdi. Sonra, onun, yemek için parçaladıkları küçük bir hayvan için kavga eden iki çakalı ayırdığına tanık oldum. Emil onlara yaklaştığında çakallar kavgayı bıraktılar ve, benim şaşkın bakışlarım önünde, başlarını onun iki yana açtığı ellerine tam bir itimat ve teslimiyetle koydular, ardından da sessizce avlarını yemeye koyuldular. Emil, hatta, genç vahşi yaratıklardan birini ellerimde tut12 ‘Bö[üm l marn için bana verdi. Sonra bana şöyle dedi: “�ak…_tanı�olduğun bu işleri yapabilen benlik, ölümlü, fani benlik de@- -dir_:_o_jia}ı;;-gerÇ�:k;· d·�ha de�i� ·ı;i� benliktir. Bunları yapan– .!��rı’çl.�r,. o içi�id Tanrı’dır, o benim vasıtamla çalışan. Herşeye Kadir Tanrı’ ır. Ben tek başıma, fani benliğimle hiçbrr-şey yapamam. Ancak dışsal benlikten tamamen kurtü::- lup, gerçek benliğin, BEN’IM’in (I AM) iş görmesin� _y�yQ_ç_e, ___ _ Tanrı Sevgisi’nin ortaya çıKmasıı:ıa izin.

verciiği;:de @r.!!ü­ .fil!n bu şeyleri yapabilirim. Sen Ta�rı-·SevgTsTnhi. senin vası la her şeye -ak”masl.·��-izin verdiğinde, hiçbir şey sen9en __ _ – �rkmaz v(f]ı:ıçbrrŞey sana zarar _ye.re,gı�-�’….füz_ h?-yvıın�ı:ı:!l .ko_rkmayı bırakıp, Tanrı-Benliği_ y�_nsıttığı}llı?:!ia, 9 orta_ma ba��ş ve üy-Qrii]l_B:@.�glur.” – Bu zaman esnasında ben her gün Emil’den dersler aldım. Bu sırada ilk başta beni çok şaşırtan bir şey oldu. O, geceleri birden odamda belirmeye başladı! Ben yatmadan önce kapımı kilitlemeye özel bir dikkat göstersem bile, o yine de birdenbire karşımda beliriyordu. İlk başta, onun böyle istediği zaman odamda belirmesi beni rahatsız etti, ama çok geçmeden Emil’in benim bu durumu naS1lsa anlayışla karşılayacağımı peşinen kabul ettiğini fark ettim. Böylece, giderek onun yöntemlerine alıştım, ve istediği gibi gelip gidebilmesi için her gece kapımı açık bıraktım.

Görünüşe göre, gösterdiğim bu güven onu hoşnut etmişti. İşin doğrusu, ben o günlerde onun tüm öğretilerini anlayamıyor ve onları tam olarak kabul edemiyordum; Doğu’da tanık olduğum birçok şeye rağmen, o sırada tam olarak kabul edemiyordum. Bu varlıkların yaşamlarının o çok derin Ruhsal anlamını idrak etmem için yıllar boyunca meditasyon yapmam gerekti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir