Banu Avar – Sınırlar Arasında

Koskoca Osmanlı coğrafyası parçalanıp bölündüğünde, milyonlarca insan sınırlar arasında kalmıştı. Balkanlar’dan Ortadoğu’ya ve Kafkaslar’a kadar aynı dili konuşan, benzer davranışlara, benzer hislere sahip, aynı tehditlere maruz milyonlarca insan. Onlar yüzyıldır, hangi ülke sınırları içinde yaşarlarsa yaşasınlar, hep “sınırların arasında” kaldılar… Onlar Bulgaristan’ın Kırcaalisi’nde, Yunanistan’ın Gümülcinesi’nde, Makedonya’nın Kocaalisi ya da Suriye’nin sınır köylerinde yaşarlar. Batum’da, Kırım’da, Kerkük’te, İran’da onlara rastlarsınız. Uzaklarda bizi anarlar biz hep uzaklara bakarız. Her ailenin kuşaktan kuşağa aktarılan anıları vardır. Ben de sık sık uzakları hüzünle anan bir ailede büyüdüm. Belki bu yüzdendir “sınırlar arasında” olan bitenlere merakım, bizden olanlara dokunma tutkum. Anneannem Balkan Harbinin dehşet dolu göç dalgalarında Selanik ile İstanbul arasında bir yerde doğmuş. Dedem bir Manastır göçmeni. Babamın babası Bahattin Bey Dağıstan doğumlu. Küçük bir çocukken İstanbul’a getirilmiş. Yıldız Sarayı’nda büyümüş, Çerkez 10 • BAN U AVA R göçmeni Nazmestan Hanımla evlenmiş, iyi bir asker olarak ün yapmış, Önlendikçe de binlerinin gözüne batmış ve sonunda Halep’e sürgüne gönderilmiş. Babamın doğum yeri Halep. O doğduğu yıl yani 1893’te Halep bir Osmanlı vilayeti… – Halam bir Trablusgarplıya varmış.


O da Osmanlı’nın bir başka vilayeti. Kısacası tüm çocukluğum, mübadele hikâyelerinin, Dağıstan danslarının, Trakya türkülerinin, Suriye’den gelenlerin beraberinde getirdikleri salona yayılmış pırıltılı kumaşların, pestil ve şeker dolu kutuların büyülü fısıltılarıyla dolu. Bunlar çocukluğumun “Sınırlar Arasında”ya katkıları… Sonra mı? Sonrasında ise Attila ilhan var; Zenciler Birbirine Benzemezle 15 yaşında yaşamıma giren, 20’li yaşlarda tanışma fırsatı bulduğum Attila İlhan. Şiirleriyle, romanlarıyla ve kitaplarıyla sorular sorduran, isyanıyla ve mantığıyla dünyayı ve vatanı yerine oturtma çabalarına en büyük katkıyı yapan Attila “Ağabey”. “Sınırlar arasında” gezebilmem, kalbi aynı hislerle çarpan insanlarla buluşabilmem TRT sayesinde mümkün oldu. Bunca yıldır yapmayı beklediğim program, önce Serpil Akıllıoğlu’nun yardımıyla karar masasına gelebildi. Ve Şenol Demiröz’ün hiç tanımadığı birine duyduğu güven ve destekle hayata geçti. Ve bu zorlu mücadele, annemin ve Taner’in büyük desteğiyle ve yardımlarıyla sürdürülebildi. Müjgan Tekin kardeşim, Özlem Pekel Bülbül ve Gökhan Çınar’ın masa başı ve Ali Kiremitçi ve Erkut Erçakır’ın görsel hünerle – riyle ekranlardan sizlere yansıdı. Belgin Sarmaşık’ın ikna gücüyle kitaplaştırıldı. “Sınırlar Arasında”, bu coğrafyanın en çok karıştırıldığı dönemlerden birinde, 20 ülkeyi ve bölgeyi dolaştı. Bir yıl içinde 30 programda gözlemler, tespitler ve anılar; gözyaşı, hüzün ve sevgi derlendi. Her ülkede, ihanete bulaşanlarla da, sadakati bilenlerle de konuşuldu, işte şimdi onlar satır aralarından sizlerle buluşacak. Banu Avar Bir Yıl Daha Dünyanın en hareketli coğrafyasının tam ortasında 70 milyonluk koca bir devletiz. Sağımızda Kafkaslar ve Ortadoğu, solumuzda Balkanlar.

Karadeniz’in üzerinde dumanlar var. Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya. Güneyde Kıbrıs. Son yıllarda en yoğun sarsıntıların yaşandığı bölge, yine Avrasya oldu. Dünyanın yeraltı zenginlikleriyle göz kamaştıran bu bölgesi zenginliğinin bedelini acı ödedi. Kayıtlara, en çok saldırıya uğrayan, en çok kayıp veren, en yoğun göçlerin yaşandığı, çocukların en çok öldüğü ve sınırların en çok değiştiği bölge olarak bir kez daha geçti. Dünyanın ekonomik, politik, kültürel nabzının attığı, Türkiye’yi çevreleyen bu coğrafyadaki sis bulutuna bir dalalım. Gelin bir değişiklik yapalım Doğu’dan başlayalım. Her ne kadar daha çok Batı’dan gelen haberlerle yoğrulsak da son yıllarda Doğu’da dünyanın ilgisini çeken çok önemli gelişmeler oldu. Çin, büyüme hızıyla, gelişmesiyle ve bilimsel faaliyetleriyle kendinden en çok söz ettiren ülkeydi. Amerika önümüzdeki 10 yılda Çin’i durdurabilme planları geliştiriyor. 12 • BAN U AVA R Doğu’daki ikinci önemli gelişme, Avrasya coğrafyasında yer alan ülkelerin giderek pekişen ışbırliğiydi. Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Çin ve Rusya Şanghay işbirliği Örgütü çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri’nin denetimsiz hâkimiyetine karşı bir araya geldi; dünya bir başka kutuplaşmaya daha sahne oldu. Avrasya Coğrafyasında Her Yer Birbirine Benziyor Balkanlar’da, Karadeniz çevresinde, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da son iki yılda gittiğim 45 ülkede ortak özellikler vardı. En bariz özellik bu ülkelerdeki bir avuç insanın giderek zenginleşmesi ve geride kalan nüfusun hızla yoksullaşmasıydı.

Bu ülkelerin çoğunda fabrikalar çalışmıyor, işsizlik yüzde 70’lere varıyordu. İkinci ortak özellik bu ülkelerdeki demokratikleşme çalışmalarıydı ki bunlar âdeta tek bir merkezden yürütülüyor gibiydi. Bu ülkelerdeki sivil toplum örgütleri, ülkelerinin yararından çok dünyanın büyük güçlerine çalışıyor görünüyordu. Ziyaret ettiğimiz ülkelerdeki üçüncü ortak özellik kültürel ve dini soykırımdı. Tüm bu ülkelerde halkın, özellikle medya tarafından yoğun bir kültürsüzleştirme ve kimliksizleştirme bombardımanına tutulduğunu gördük. Hıristiyanlık propagandası bu kapsamda yapılan faaliyetler içinde en dikkat çekici olanıydı. Her yer birbirine benziyordu. Tüm bu ülkelerin eski Sovyet ya da eski Yugoslavya’dan kopan ülkelerin piyasa ekonomisi ve demokrasiyle tanışmalarının üzerinden sadece 10 yıl geçti. IMF’yle, Dünya Bankası’yla, Avrupa Birliği’nin ekonomik örgütleriyle ilişkileri henüz çok taze. Bu 10 yıl içinde Bosna’da, Makedonya’da, Kosova’da, Moldova’da, Gürcistan’da ve gittiğimiz her yerde çalışan kesimin yüzde 80’i açlık sınırı altında yaşıyor, işsizlik yüzde 50 ile yüzde 70 arasında değişiyor. Saraybosna, Batum, Üsküp, Tiflis, Komrad. Bir kent söyleyin bu coğrafyada, aynı dertlerle boğulmuş olmasın. Mümkün değil bulamazsınız. 13-SINIRLA R ARASIND A Birileri “yenidünya düzeni” demişti. Aslında bu deyiş Roma Imparatorluğu’ndan beri söylenegelirdi.

Hitler’in teorisinin adı da “yeni nizam’dı. Yenidünya düzeni dendiğinde iki kutuplu dünyanın artık var olmadığı büyük güçlerin ekonomik saltanatının tüm dünyaya egemen olduğu bir düzen anlatılıyordu. Son 10 yılda Balkanlar’da, Kafkaslar’da artan işsizlik, boş fabrikalar, ekinsiz araziler “yenidünya düzeni”nin bir gereğiydi. Sermaye vatansız, ama genellikle güçlü ülkeye doğru akıyor. Bu ülkelerde konuştuğumuz çalışan kesimin hemen hepsi nasıl aynı sözlerle durumu özetledilerse, yönetici kesim de ağız birliği etmişçesine aynı cümleleri kuruyorlardı. Amerika’nın Turuncu Demokrasisi 1997’de Amerika Birleşik Devletleri yönetimi, “Yeni Bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen bir çalışma yayımladı. Çalışmada: “Dünyanın Amerika’nın liderliğine ihtiyacı vardır; 14 • B AN U AVA R Amerika liderlikte rakipsizdir; dolayısıyla dünyanın her köşesine ilgi duymaktadır” diyor ve Amerika’nın milli güvenliği için kuvvetli bir askeri güce, küresel ekonomiye ve dünyada demokrasinin yaygınlaştırılması şartına dikkat çekiliyordu. Yayılan “demokrasi” dünyayı kasıp kavurdu. Aslında bu projenin tohumları 20 yıl önce atılmıştı. Reagan projesi diye de adlandırılan “project democracy” yani demokrasi projesi 1980’lerde kongrede yasalaştı. CLA eski direktörü Colby, demokrasi projesi için: “CIA’in örtülü yaptıklarını şimdi açıktan yapacağız” demişti. Amaç tüm dünyayı sivil toplum örgütleri marifetiyle yönlendirmek ve bunu göze batmadan yapmaktı. Bu proje kapsamında ulusal demokrasi fonu yani sıcak dolarlar çeşitli merkezler tarafından gerekli yerlere akıtıldı. Böylece partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, medya, üniversiteler büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda yönlendirildi. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya demokrasi fonlarının aktığı ilk ülkeler arasındaydılar.

2000’li yıllarda fonlar özellikle Balkanlar’daki ve Kafkaslardaki ülkelerde dağıldı. Gürcistan, Kosova, Arnavutluk, Ukrayna bunlardan bazıları. Paranın adı “ulusal demokrasi fonu”. Bu fonun dağıtımı sırasında şu aşamalar hedefleniyordu: Hedeflenen ülkenin aydınlarına konferanslar düzenlenmesi; onlarla yakın ilişkiye geçilmesi; insan hakları dernekleri kurulması; kamuoyu oluşturmak için medyanın denetim altına alınması; “özgür” sendikaların kurulması; dinsel, bölgesel etnik hakların öne çıkarılması; muhalefetin örgütlenmesi ve son aşamada demokratik seçim darbesi… Yugoslavya’da demokrasi projesinin uygulanmasında OTPOR yani “direniş” adlı sivil toplum örgütü başı çekti. Amerikalı işadamı George Soros tarafından finanse ediliyordu ve Yugoslavya’nın dağılarak “demokrasiye geçişi”nde aktif rol oynadı. KMARA, Gürcistan’da OTPOR’un kardeş kuruluşu olarak faaliyete geçti. Kasım 2003’te Gürcistan’da Şevardnadze iktidarını deviren muhalefet kanadı bu grup tarafından yönlendirildi. 15»SINIRLA R ARASIND A 27 yaşında parlamentoya giren ve 34 yaşında bir darbeyle cumhurbaşkanı olan Mihail Saakaşvili, başarısını biraz da KMARA’ya borçluydu. Çok geçmeyecek, benzer bir örgüt Ukrayna’da da turuncu atkılar takan, meydanlara kurulan turuncu çadırlarda, rock konserindeymişçesine eğlenen turuncu gençlerle ortaya çıkacaktı. Bu kez örgütün adı PORA’ydı. Doğu Bloku’nun dağılmasından sonra tüm bu coğrafya büyük güçlerin oyun alanı oldu. Bu ülkelerde demokrasi rüzgârları estirildi, demokratik seçimler düzenlendi, ama bu “demokratik hareket” halkın iradesini yansıtmadı. Seçimler yapılıyordu yapılmasına, ama sonuçlarından memnun kalınmazsa geçersiz ilan ediliyordu. Yineleniyordu, olmadı yumuşak darbeler gerçekleştiriliyordu

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir