Baris Doster – Soros, CFR ve Arap Ayaklanmasi

26 yaşındaki işsiz bilgisayar mühendisi Muhammed Buazizi, arabasına doldurduğu sebze ve meyveleri satmaya çalışırken zabıtalara yakalandı ve mallarına el kondu. Direnen Buazizi, zabıtadan tokat yedi! Öfkeden deliye dönen Muhammed Buazizi, bir bidon benzini üzerine döküp, 17 Aralık 2010 tarihinde valilik önünde kendini yaktı! Hastaneye kaldırılan Buazizi’nin dramı, kendisi gibi işsiz olan diplomalı gençlerde büyük öfke yarattı! İşsiz diplomalı gençler sokaklara döküldü! Bu öfkeyi dizginlemek isteyen Tunus Devlet Başkanı Zeyn El Abidin Bin Ali, Buazizi’yi hastanede ziyaret etti. Ancak Buazizi 4 Ocak 2011’de yaşamını yitirdi; cenazesinde “intikamını alacağız” çığlıkları yükseldi. Tunus’un 23 yıllık lideri Bin Ali, 17 Aralık’ta atılan o tokadın, bir ay sonra dönüp kendisine halk tarafından atılacağını hiç düşünmemişti… Tıpkı, Buazizi’nin kendini yaktığı gün, hiç kimsenin, bu eylemin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kasıp kavuracak halk hareketlerine ilham vereceğini düşünmediği gibi… Tunus’taki işsiz diplomalı gençler, 4 Ocak’tan itibaren sokaklara döküldü. Yaşam pahalılığını ve işsizliği protesto biçiminde başlayan bu eylemler, gün geçtikçe kitleselleşti ve kitleselleştikçe de Devlet Başkanı Bin Ali’nin kellesini istedi. İletişim çağının avantajlarını da kullanan işsiz diplomalı gençler, artık sistemin kontrolünden çıkmıştı. Tıpkı ABD’nin beyin takımının kaptanı olan Zbigniew Brzezinski’nin 2008 yılında söylediği gibi: “Önceleri bir milyon kişiyi kontrol etmek, bir milyon kişiyi fiziksel olarak öldürmekten daha kolaydı. Bugün, bir milyon kişiyi öldürmek, bir milyon kişiyi kontrol etmekten son derece daha kolaydır”. 17 Ocak 2011 tarihinde, ülkenin 23 yıllık diktatörü, ABD’nin bölgedeki önemli müttefiki Zeyn El Abidin Bin Ali iktidarını teslim etmek ve ülkeden kaçmak zorunda kaldı! Tunus halkı kazanmıştı! 2004 yılında beri dalga dalga eylemler yapan 80 milyonluk Mısır ise 10 milyonluk küçücük Tunus’un bu başarısından ilham aldı. Halk 25 Ocak 2011 tarihinden itibaren alanlara indi. Altı yıllık eylem deneyimini de alanlara yansıtan Mısırlılar, kısa sürede başkent Kahire’nin merkezi olan Tahrir Meydanı’nı zapt etti! Gün geçtikçe Tahrir yani Kurtuluş Meydanı, birkaç milyon Mısırlının yaşam alanı oldu. Güvenlik komiteleri kurup, Kurtuluş Meydanı’nı Mübarek’in saldırganlarına karşı savundular; sağlık komiteleri kurup yaralılarını tedavi ettiler, çadırlar kurup nöbet tuttular, platformlar oluşturup tartıştılar, ellerinde ülkelerinin bayrağı, Tahrir’i bir kez daha kurtardılar! Bu arada Tunus gibi küçük bir ülkenin başarısı ve Mısır gibi bölgenin en büyük ülkesinin halkının alanlarda olması, diğer ülkelerde de gösterilerin başlamasına neden oldu. Bölgenin ABD’nin nüfuz alanı olması, halkın hedef aldığı liderlerin ABD’nin kuklası olması Washington’u büyük endişeye soktu. ABD, önce “sağlam” olarak nitelendirdiği Mübarek rejimini, kitleselleşen halk hareketlerinin gücü karşısında savunamaz hale geldi. Washington, “Mübarek’i verip, Mısır’ı kurtarmaya” çalıştı.


En sonunda 11 Şubat günü Mübarek de Bin Ali’nin yolunu izledi ve 30 yıllık iktidarını devretti! Bu Mısır’ın konumu nedeniyle daha da büyük bir başarıydı! Bölge halklarının artık bir de bölgesel konjonktür avantajı oluşmuştu. Ürdün ve Yemen liderleri, Mübarek’in kaderini paylaşmamak için halklara hükümetlerini kurban verdi. 2008 yılındaki küresel krizin en ağır hissedildiği bu coğrafyada artık cin şişeden çıkmıştı! Bölge ülkeleri teker teker halk hareketlerine sahne olmaya başladı. ABD’nin kurduğu Kuzey Irak’taki ve ABD 5. Filosu’nun merkezi olan Bahreyn’deki ayaklanmalar, Washington’un halk hareketleri karşısındaki maskesini düşürdü. ABD’nin çifte standardı, kimi bulanık kafalarda berraklık yarattı. ABD’nin nüfuz alanındaki bu ayaklanmaların başarısı, ABD karşıtı olan Libya ve İran’da da muhaliflere fırsat yarattı. Rejim muhalifleri konjonktürden faydalanıp sokaklara döküldüler. ABD bir müdahaleden bahsetmeye ve bunun için gerekli kamuoyunu yaratmaya başladı. Libya kısa sürede kan gölüne döndü. Önümüzdeki günlerde işlerin daha da karışacağı ortada. Süreç Türkiye’de de yakından izlendi. Özelikle Mısır’daki halk hareketleri önemli fikir tartışmaları doğurdu. Kamuoyunun ekranlardan, gazetelerden ve internet sitelerinden izlediği bu tartışmalar önemli bir noktaya geldi. Kırmızı Kedi Yayınevi olarak, bu tarihi gelişmeleri inceleyen bir kitap hazırlamak istedik.

Ancak tartışmalara ışık tutabilecek böyle bir kitap, sürmekte olan halk hareketlerinin de ötesine geçip, onu doğuran siyasal ve ekonomik nedenleri ele almalı, ABD’nin bölgeye ilişkin projesinin 2001 yılından bu yana nasıl evrelerden geçtiğini ortaya koymalı, bölgeye ilişkin devletlerarası ilişkileri analiz etmeliydi… Böyle bir kitabın oluşması için güç birliği yapan tarihçi Orhan Koloğlu, gazeteci – yazar Mehmet Ali Güller, siyaset bilimci Barış Doster ve yazar Haluk Hepkon, ortaya tartışmalara ışık tutacak bir eser çıkardılar. Tarihçi Orhan Koloğlu, kuşkusuz bölgeyi en iyi bilen isim. Aynı zamanda Libya’nın ilk başbakanı Sadullah Koloğlu’nun da oğlu olan Orhan Koloğlu, bugüne kadar yazdığı sayısız kitabıyla, bölge tarihi konusunda araştırmacıların önünü açtı. Libya Al Fateh Üniversitesi’nde doçent olarak çalışan, Beyrut’ta basın ataşeliği yapan, Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da sayısız tarih kongresine katılan Koloğlu’nun “Arap Dünyası Niçin Kaynıyor?” isimli çalışması, Ortadoğu’daki gelişmelere projektör tutuyor. Gazeteci-yazar Mehmet Ali Güller “Büyük Ortadoğu’da Halk Hareketleri” isimli çalışmasında, Tunus’ta başlayan ve Mısır ile diğer bölge ülkelerine yayılan halk hareketlerinin karakterini ve ABD’nin bu halk hareketlerinin neresinde olduğunu inceledi; halk hareketlerini küçümseyen, batıcı değerlendirmeleri eleştirdi. Siyaset bilimci-yazar Dr. Barış Doster ise “Yorulan BOP, Eskiyen Yüzler, Değişen Dinamikler” isimli çalışmasında, ABD’nin bölgeye dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin geçirdiği evreleri analiz etti; ABD’nin zayıflamasının yarattığı bölgesel şartların iç dinamiklere etkisini inceledi; küresel bir rekabet alanı olarak Ortadoğu’daki gelişmelere AKP’nin “Yeni Osmanlıcılık” politikasının ne oranda yansıyacağını değerlendirdi. Yazar Haluk Hepkon ise “Her taşın altında CFR mi var?” isimli çalışmasında, Ortadoğu’daki halk hareketlerinin mimarının CFR türü örgütlerde bir araya gelen “küresel elitler”olduğunu iddia eden ve kamuoyunda küçümsenmeyecek bir destek bulan görüşle ideolojik bir mücadele yürüttü. Hepkon, CFR’nin aslında ne olduğunu, gizli örgütler ve masonik ilişkiler üzerinden dünyayı açıklamaya çalışan görüşlerin aslında emperyalizme nasıl hizmet ettiğini ortaya koydu. Böylece ortaya, dört çalışmadan birbirini bütünleyen tek bir çalışma çıkmış oldu. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketleri henüz bitmedi; halklar şimdilik sadece birinci aşamayı kazandı. Süreç inişlere ve çıkışlara sahne olacak. Ama halkların kendilerine şimdiye kadar biçilen deli gömleklerini artık yırtıp atmak istedikleri açık. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerinin bu ilk aşaması bile, emperyalizmin kalesinde, “yeni bir çağın başlangıcı” korkusu yaşatmış durumda… Kırmızı Kedi Yayınevi olarak bu kitabı, “yeni bir çağın başlangıcı”na, yaşamını feda ederek işaret eden Tunuslu Buazizi’ye adıyoruz… Kırmızı Kedi Yayınevi Mart 2011 ARAP DÜNYASI NİÇİN KAYNIYOR? Orhan Koloğlu Karısıyla birlikte ülkesinden kaçarken uçağına milyarlar değerinde altın ve doları doldurduğu ileri sürülen Tunus Cumhurbaşkanı Zeyn El Bin Ali için, o günden iki ay önce, büyük bir 23. yıldönümü kutlaması yapılıyor ve 2014’de tekrar seçilmesinin ülkeye getireceği mutluluk toplumuna yansıtılıyordu.

Ben de bir tarih kongresi vesilesiyle Tunus’taydım. Doğal olarak Tunus basınında yer alan bir bildiriyi okudum. Ana hatlarını içeren cümlelerini aynen aktarıyorum: “Bugün Tunuslu nerede olursa olsun başı yukarda, hiçbir vasiye bağlı olmadan ve sorunsuz yürüyor; “Bin Ali bugün ayağa kalkmakta sıkıntı çeken birçok ulusa hayli pahalıya mal olan aceleci ve olgunlaşmamış uygulamaların Tunus’u etkilemesini önlemiştir; “En ilerlemiş toplumlarda sosyal hakların yozlaştığı, ücretlerin artmadığı hatta aşağı düştüğü, işçilerin onbinlerle açığa çıkarıldığı ve de sağlık hizmetleri kötüleşirken evsiz yurtsuzların yüzbinlerle hesaplandığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Bin Ali çalışanlar için sosyal haklar konusu ve ücretlerde artışlar sağlayacak yeni görüşme sürecini başlatmış bulunuyor.” Metnin sonunda toplumu 1987’de her alandaki bunalımdan çıkaranın o olduğu anımsatılıp slogan açıklanıyor: “Bin Ali 2014!. Bin Ali. Bize özsaygı, umut ve gururu sen kazandırdın. Zafer dolu ve gözü yükseklerde yürüyüşümüzü sizinle devam etmek istiyoruz.” Her şeyin Bin Ali’nin 2014’üne bağlı olduğunu Turizm Bakanı da, o yıl turist sayısının10 milyona erişmesini hedeflediklerini açıklayarak belirtiyordu. Tunus’ta İşsizlik ve Tüketiciliğin Birlikte Artması Bu yazıları okuyunca her şeyi yerine oturmuş bir toplumda bulunduğumu düşünmemek mümkün değildi. Ancak sokaklarında gördüğüm manzaralar bir çelişki olduğunu düşündürüyordu. Üstünden iki ay geçmeden iddiaların tam tersi olayların yaşanması, beni, en az otuz beş yıl öncesinden beri tanıdığım ve defalarca ziyaret ettiğim Tunus’un sokaklarında gördüğüm manzarayı yeniden değerlendirmeye yöneltti. Tunus şehrinin sahil boyundaki şahane parkı turistlere keyif sunan – benim de Libya’dan kaçtığım zamanlar kafayı çektiğim – bir yerdi. Bu kez iki tür Tunuslunun çoğunluğu oluşturduğunu gördüm: Cep telefonuyla konuşan ya da bilgisayarına eğilmiş mesaj alan, gönderen tek başına genç hanımlar ve beşi altısı bir arada hiç hareket etmeden duran, hatta konuşmayan delikanlılar. Eskiden olsa kendi aralarında şakalaşır ya da kızlara laf atmakla oyalanırlardı. Bir diğer dikkatimi çeken husus da tarihi şehrin zaten çok dar olan sokaklarındaki kaldırımların iki tarafının da otomobil park yerine dönüşmüş olmasıydı.

Yayalar yolun ortasını dolduruyor bu da trafiğin tam sıkışmasına sebep oluyordu. Açıkçası, bir yandan işsizlik genç nesli sokağa sürüklerken bir yandan da tıpkı bizdeki gibi “tüketim ortamını destekleyen” ekonomi anlayışının egemen olması sonucu toplumsal iç gerginlik artıyordu. Mısır’da İktidarı Dinciler Alabilecek mi? Mısır’ın, Cezayir’in, Suriye’nin de, daha açıkçası bütün İslam âleminin petrol sayesinde kapitalist dünya yardımı almayan kesiminin de aynı sorunlarla karşı karşıya olduğu bellidir. Tunus’ta 23, Mısır’da 40 yıl önce sunulmuş çözümleri hâlâ geçerli sayan anlayışın birden iflas edivermesi şaşırtıcı değildi. Üstelik bu çözümler, Türkiye’de olduğu gibi, toplumun tabanına dayanması arzulanan bir yönteme de bağlanmamıştı. Bu ülkelerin hepsi de tek diktatöre itaate zorlanmış, bir bakıma Osmanlı örneğine özenle, devlet gücüne dayalı bir grubun güdümüne bağlı bir yapılanmaya girişmişlerdi. Toplum tabanlarına yönelik eğitimde sınırlı kalmalarının yanı sıra, demokrasi anlayışına uygun bir çok seslilik anlayışı da benimsenmemiştir. Bunun sonucu hepsinde de dinci örgütlenmenin büyük güç kazanmış olduğu bilinir. Arapların genelde “gâvurca bir girişim” diye niteledikleri Tanzimat adımının, Osmanlı Devleti başarısız da olsa, iki defa Meşrutiyet denemesiyle yönetim gücünü halkının temsilcilerinde bulma anlayışını pekiştirdiğini kabul gerekir. Daha 1899’da İttihat ve Terakki adına Kahire’de yayınlanan bir “İmamet ve Hilafet” risalesinde Hazreti Peygamber ve Hulefayı Raşidin dönemi uygulamalarına dayanarak, Meşrutiyet’in Cumhuriyet demek olduğu tezinin gündeme getirilmiş olması, laikliğe yönelişin de bir son dakika adımı olmadığını kanıtlar. Nitekim Cumhuriyet’in hilafeti kaldırışı ve laikliği resmen ilke kabul edişine rağmen, Diyanet İşleri dairesini devletin bir kurumu olarak muhafazası ve de “Hakkıdır Hakka Tapan Milletimin İstiklal” sözcüklerini içeren İstiklal Marşı’ndan asla vazgeçilmemesi, Devrimcilik anlayışında ne kadar büyük farkımız olduğunu kanıtlar. Cumhuriyet inanca saygılıdır ama her şeye karışmasına izin vermez. Mısır ve diğer Arap ülkelerinde bu anlayışın yerleşmesi düşünülemeyecek olduğuna göre hâlâ “Müslüman Kardeşler konusu ne ölçüde tekrar gündeme gelecek ve engellenebilecek mi ?” sorusuna yanıt aranıyor. Libya Olayları Mısır ve Tunus’taki Gibi mi? Arap dünyasında yaşanan bunalımın çok ilginç bir diğer örneğini de Libya gündeme getirdi. Bu makaleyi yazarken lider Kaddafi’nin “bir yere gitmem” konuşmasını seyrediyordum.

Aynı sırada Amerikan televizyonları Libya’nın Birleşmiş Milletler’deki temsilcisinin “Kaddafi iktidarı bırakmalıdır” konulu demecini aktarıyorlardı. Libya ile yakın ilişkim ve tarihi üzerinde hayli çalışma yapmış olduğum için bana da durmadan “Ne olur?” sorusunu yöneltenler çıktı. Falcılığı sevmediğim için kesin yargıda bulunmam. Ancak bu ülkenin Mısır ya da Tunus’tan son derece farklı olan yapısı dolayısıyla, oradaki olaylara bir başka açıdan bakmak gerektiğine inanıyorum. On milyon nüfuslu Tunus’ta kilometre kareye 65 kişi düşer. Mısır’da kilometre karede 80 kişi vardır, ancak bunlar bütün ülkeye yayılmamış, sadece Nil nehri boyuna yığılmış insanlardır. Dolayısıyla kütle hareketleri için topluluk yapısı vardır. Libya’nın 1.750.000 kilometre karelik alanında yaşayan nüfus ise 8 milyondur, yani kilometre kareye en fazla 5 kişi düşer. Üstelik bu nüfusun önemli bir kısmını Sudan’dan, Filistin’den ve diğer Afrika ülkelerinden, hatta Türkiye’den giden işçiler oluşturur. Ülkenin çok büyük kısmı çöldür ve daha çok Akdeniz sahili boyunca mevcut olan şehirlerde toplum yapısı vardır. İçerilere, çöle yöneldikçe aşiret bağları hâkim olur. Kaddafi’nin aşiret bağının Trablusgarp ile Fizan arasındaki bölgede olduğu bilinir. İktidarı ele geçirince de güvenliğini sağlayacak kadroları buradan alması, onların da ona aşırı bağlı olmaları doğaldı.

Trablus’un batısındaki Cebeli Garbi’de, Çölün ortasındaki Fizan’da, Mısır tarafındaki Cebeli Ahdar (Bingazi-Derne) ve Sudan’a yakın Kufra bölgelerindeki aşiret bağlarının farklı olduğunu kabul gerekir. Özellikle doğu tarafındaki bölgelerin geçmişte Sünusi tarikatıyla aşırı bağı dolayısıyla onun güvenine sahip olmadığı bilinmektedir. Kaddafi 1969’da ihtilalini gerçekleştirdiğinde tahttan indirdiği kral, Sünusi Şeyhi İdris’di. Kaddafi’nin Dünya Politikası Libya’nın yerli halkının üretim açısından ülkenin ekonomisine katkısı pek sınırlıdır. Ekonomi sadece zengin petrol kaynaklarına bağlıdır. Bunları da kapitalist dünyanın şirketleri tamamen kendi kadrolarıyla çıkarırlar ama Libya hükümetine de bol para verirler. Bildiğim kadarıyla her Libya vatandaşına buradan, çalışmasa da bir aylık bağlanmış olduğu için toplumda geçim sıkıntısı bahis konusu değildir. Buna karşılık hızla artan tüketim eğilimi bu hazır parayı ister istemez yetersiz kılmaktadır. Üst kademeleri işgal eden ve bundan vazgeçmeme yanlısı Kaddafici kırk yılını doldurmuş bir kesimin bunu kaybetmemek için direneceği tahmin edilebilir. Genç nüfusu artan bir toplum olarak Libya’nın işsizlikten yakınan bir kütlesinin belirmesi doğaldır. Bunda özellikle eskiden gündeme hiç gelmeyen en son iletişim teknolojilerinin etkisini dikkate almak gerekiyor. Libya’da yaşadığım 1980’li yılları düşündüğümde yabancı televizyonların seyrine bile izin verilmediğini anımsıyorum. Oysa zaman içinde büyük değişiklikler yaşadılar. 2004 yılındaki ziyaretimde gazeteciden gazeteyi, dükkândan herhangi bir şeyi dolar ödeyerek satın alabildiğimde şaşkına dönmüştüm. Zira önceleri, üzerinde en küçük bir yabancı para bulunan soluğu hapishanede alırdı.

1980’lerde ABD ile savaş durumuna giren ve ülkesinde ABD elçiliği bulunmayan Libya’da 2000’li yıllarda muhteşem bir elçilik binasının inşasına tanık oldum. Amerika ile petrol bağlantısını bilmekle birlikte böylesine geniş bir teşkilat yapısının ancak çok daha kapsamlı ilişkileri düşündürdüğünü kabul gerekir. Peki, Libyalıları ayaklanmaya yönelten ne olabilir? Dış dünya ile ilişki kurmaları en sert şekilde engellenmiş olan Libya halkı, televizyonla, cep telefonuyla, bilgisayar ve internet ile artan bağlantılarla -tıpkı diğer Arap ülkelerinde olduğu gibidışarıda bir başka dünyanın varlığını artık hissediyor. Kaddafi’nin 42 yıla yaklaşan iktidarı dönemince dinledikleri mesajların hedeflerine ulaşmamış olması ile genç bir kuşağın amaçlarını kesin belirleyememiş olsa da yeni bir bakış açısı aradığı anlaşılıyor. Kaddafi’nin ileri sürüp sonuca bağlayamadığı hedefleri şöylece sıralayabiliriz: 1) Mısır ve Suriye ile Arap Birliği, 2) Tunus ve Cezayir ile Arap Birliği, 3) Arap Birliği’ni yönetme, 4) Kapitalizm ve Enternasyonalizme karşı III. Enternasyonal Teorisi. Arap Birliği’nin hiçbir etkinlik gösterememesi karşısında son on yıldır hedef olarak Afrika Birliği’nin liderliğini üstlenmeye yönelmiştir. Bunun asla gerçekleşemeyecek bir şey olduğunu bilmeyen kimse yoktur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir