Bear Grylls – Meleklerin Atesi

16 Ekim 1942, Helheim Buzulu-Grönland SS Yüzbaşı Herman Wirth, görüşünü engelleyen kar tanelerini bir eliyle temizledi. Kendini zorlayarak da olsa iyice yaklaştı, kadının yüzüyle kendi yüzü arasında artık otuz santim bile kalmamıştı. Aradaki buz kütlesinin derinlerine bakmaya devam ettikçe soluğunu kesen boğuk bir ses çıkardı. Kadının gözleri son nefesini verirken dahi sonuna kadar açık kalmıştı. Aynen beklediği, bildiği gibi gözleri gök mavisiydi. Ama tüm ümitleri o raddede ani ve yıkıcı bir şekilde kırıldı. Kadının gözleri kendi gözlerini deliyordu. Delirmiş gibi… Cam gibi… Hortlak gibi… Onu tutan saydam buz kütlesini delip geçen, alevle kızmış iki tüfek namlusu benliğini tehdit ediyordu. İnanılmaz bir şekilde bu kadın, nihayetinde mezarına dönüşecek buzulun içerisinde son nefesini verdiği sırada kandan gözyaşları döküyordu. Öyle ki Wirth, kadının gözlerinden sızan üzeri köpüklerle kaplı kanın yanaklarında sonsuza kadar donup kalacağı kırmızı yolu görebiliyordu. Göz temasını büyük bir zorlukla kestikten sonra bakışlarını biraz daha aşağı, kadının dudaklarına çevirdi. O kapkalın kaz tüyü uyku tulumunun bile içine sızan kutup soğuğuyla titrediği birçok gecede onların hayalini kurmuştu. Kendi zihninde elleriyle çizmişti kadının dudaklarını ve bir an olsun aklından çıkarmamıştı. Dolgun olacaktı, biraz bükülmüş ama güzeller güzeli bir pembeyle karşılayacaktı onu. Beş bin yıl boyunca beklemişti Germen kadın, nihayetinde o kusursuz dudaklarına konup kendisine yeniden can verecek öpücüğü; Wirth’ün öpücüğünü.


Ama bakmaya devam ettikçe midesinin derinlerinden yükselen bulantı dalgaları da hızlandı. Döndü ve kemiklerini donduran rüzgârın inleyip duvarlarını dövdüğü buzul yarığına öğürdü. Ama kusamadı. Aslında, kadının dudaklarında ölümün öpücüğü, şeytanın kucaklaması vardı. Kadının ağzı, kalınca bir kırmızı kabukla örtülüydü; donmuş kandan oluşmuş irice bir kalıntı. Hemen önündeki buz tabakasına dehşetle kirlenmiş bir kefen gibi yapışmıştı. Ağzının üzerinde kadının burnu da kırmızı bir dalgayla kaplanmış, tüyler ürpertici bir hâle bürünmüştü. Wirth bakışlarını biraz daha indirdi; gözlerini sağa sola çevirerek kadının donmuş, çıplak bedeninde gezdirdi. Antik zamanlardan kalma kadın, nedendir bilinmez, buz tabakasının üzerinde sürünüp buzulu ortadan ikiye ayıran yarığa düşmeden önce tüm kıyafetlerini çıkarmıştı. Nihayetinde bir buz sahanlığında durmuş, birkaç saat içerisinde de donup kalmıştı. Kusursuz bir şekilde korunmuştu. Ama kusursuz olmaktan çok uzaktı. Wirth gördüklerine inanmakta güçlük çekiyordu. Buz kadının koltuk altları bile kalın, yol yol kan damlalarıyla kaplıydı. Ölmeden önce, -öldüğü sırada- bu sözde İskandinav tanrıça, can damarlarında akan kanı vücudundaki her gözenekten terleyerek atmıştı.

Wirth göreceği şeyden ne denli çekineceğini bile bile bakışlarını daha da aşağı indirdi. Nitekim tam da beklediği gibi çıktı. Kadının alt bölgesi de kalınca bir kırmızılıkla kaplanmıştı. Anlaşılan; orada uzanmış son nefeslerini aldığı sırada dahi kalbinin pompaladığı çürük kanı, bedeninde bulduğu her boşluktan dışarı çıkmıştı. Wirth arkasını dönüp kustu. Midesinde ne varsa, kafesin tel örgüleri arasından dünyanın derinliklerine uzanan gölgelerin üzerine çıkardı. İçinde hiçbir şey kalmayana kadar öğürdü; kuru öğürmeleri nihayetinde kısa, acı veren bir nefes alma mücadelesine dönmüştü. Ellerini yapıştırdığı tel örgülerden güç alıp dizlerinin üzerine kalktı. Başını kaldırıp parlayan projektör ışığına baktı; gözlerini alan lamba gölgelerin koruduğu buzul yarığına acımasız ve öfke dolu bir parıltı yayıyor, her yanını saran donmuş renklere hayat veriyordu. Kammler’in biricik Var’ı, o çok sevdiği İskandinav tanrıçası önünde uzanıyordu. General çok istiyorsa gelsin kendisi karşılasındı! SS General Hans Kammler… Wirth ona ne söyleyeceğini, ne göstereceğini düşündükçe midesine giren kramplar daha da acı veriyordu. Ünlü SS komutanı, kadının buzlar arasından şanlı yükselişine tanıklık etmek için o kadar yol tepmiş; yeniden canlanacağının sözünü vermişti. Nihayetinde gelişmeleri Führer’e bizzat ileten kişi olmak istiyordu. Hitler’in hayali sonunda meyvesini verecekti vermesine ama o meyve Wirth’ün önünde duruyordu işte. Yeniden bakışlarını cesede çevirmeye çalıştı.

Kadına ne kadar bakarsa içi de bir o kadar ürperiyordu. Sanki buz bakirenin vücudu kendiyle bir savaşa girmiş; sanki kendi organlarını reddetmiş, sanki her boşluktan kendini kusmuş gibiydi. Eğer bu şekilde öldüyse, yani kanı ve organları buzun içerisinde donduysa, uzunca bir süre hayatta kalmış ve kan kaybetmiş olmalıydı. Wirth artık kadının yarığa düştüğü için öldüğüne inanmıyordu. Soğuk da değildi canını alan. Tarihin ne olduğu bilinmez korkunç, şeytani bir hastalığı, buzula düşüp süründüğü sırada kadını avuçları arasına almıştı. Ama kan ağlamak neydi? Kan kusmak? Kan terlemek? Hatta kan işemek? Böyle bir şeye ne sebep olabilirdi ki? Bu kadını ne öldürmüş olabilirdi? Önündeki ceset, herkesin rüyalarını süsleyen o Aryan anne figürünün yanına bile yaklaşamazdı. Bitmek bilmeyen gecelerde hayalini kurduğu, beş bin yıl öncesine dayanan görkemli Aryan soyunu kanıtlayacak İskandinav tanrıça bu değildi. Nazi Übermensch’in daha tarihin kaydedilmeye başlamasından bile öncesinde nefes almış sarı saçlı, mavi gözlü kusursuz Kuzeyli anne atası bu olamazdı. Hâlbuki Hitler ne kadar zamandır böylesi bir kanıtı arzuluyordu. Şimdi ise karşılarında şeytanın doğurduğu bu kadın vardı. Wirth, kadının can yakan simasına; o boş, o şişmiş, o donmuş kanla kaplı ölü bakışlarının ardındaki tüyler ürperten sırlarla dolu gözlerine bakmaya devam ettikçe bir anda kendi gözlerini kör eden bir farkındalık yaşadı. Bunun nasıl olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ama bir şekilde gözlerinin önünde cehennemin kapısının uzandığını biliyordu. Buz cesetten bir adım uzaklaştı, başının üzerine uzandı ve sinyal halatını büyük bir hışımla çekti. “Çekin! Çıkarın beni buradan! Çalıştırın şu vinci!” Yukarıdan bir motorun çalışma sesleri geldi.

Ardından Wirth kafesin hareketlendiğini hissetti. Ağır ağır buzların arasında yükselirken kanlı, korkunç buz kütlesi de yavaş yavaş görüşünden çıkıyordu. Wirth’ün kamburlaşmış bedeni yüzeye çıkarken, şafak güneşi rüzgârla buzun altında yenik düşmüş karların üzerinde belli belirsiz bir parıldama için savaşıyordu. Bitap bir şekilde kafesinden çıktı ve taşlaşmış, donuk beyazlığa adımını attı. O geçerken iki yanındaki erler de topuklarını birbirine vuruyor; kürklerle kaplanmış koca botları sönük ve tok bir ses çıkarırken lastik tabanları kalın buzu eziyordu. Wirth onlara yarım yamalak bir selamla karşılık verdi, aklında hâlâ biraz öncenin mide bulandıran düşünceleri dolanıyordu. Omuzlarını inleyen rüzgâra karşı dikleştirdi, kalın atkısını artık hissizleşmiş çehresine çekti ve yakınındaki çadıra ilerlemeye başladı. O esnada sert bir rüzgâr, çadırın çatısındaki bacadan süzülen siyah dumanı kesti. Soba şimdiye kadar yakılmış olmalıydı, dolu dolu bir kahvaltı da içeride kendisini bekliyordu muhtemelen. Tabii kendisini bekleyen sadece kahvaltı değildi. Üç SS subayı da çoktan uyanmış olmalıydı. Zaten hep erken kalkarlardı ama buz bakirenin mezarından kalkacağı bugün, şafağı bile beklemeyeceklerini düşündü. Aslında yanında iki SS subayı olacaktı; Üsteğmen Otto Rahn ve General Richard Darre. Ama sonra hiçbir uyarı dahi olmadan SS General Hans Kammler, bu tarih kitaplarına yazılacak operasyonun son aşamasına tanıklık etmek için kızaklarla donatılmış uçağıyla bir anda iniş yapmıştı. Keşfin asıl kumandanı olarak yetki de aslında General Darre’de olmalıydı.

Ama esas gücün General Kammler’in ellerinde olduğunu inkâr edebilecek kimse yoktu. Kammler, Hitler’in adamıydı. Führer onun sözünü dinlerdi. Nitekim Wirth de General’in tarihteki en büyük zaferlerden birine bizzat tanıklık etmek için oraya kadar gelmesine heyecanlanmıştı. O zaman, bundan sadece kırk sekiz saat önce her şey kusursuz görünüyordu; inanılmaz bir hırsla atılan ilk adım efsanevi bir şekilde son bulacaktı. Ama bu sabah… Wirth’ün artık ne şafakla ne kahvaltısıyla ne de SS asker arkadaşlarıyla yüzleşecek iştahı kalmıştı. “Ne diye buraya geldi ki?” diye düşündü. Wirth kendisini eski kültürler ve dinlere dair bir bilgin olarak yetiştirmiş, zaten Himmler ve Hitler’in ilgisini de bu sayede çekmişti. Nazi parti numarasını bizzat Führer’in ellerinden almış, ender rastlanan bir onura layık görülmüştü. 1936 senesinde, “atalarımızdan miras” anlamına gelen Deutsche Ahnenerbe’yi kurmuştu. Görevi ise efsanelerde yer alan bir İskandinav popülasyonun, o üstün Aryan ırkın bir zamanlar dünyaya hükmettiğini kanıtlamaktı. Efsaneye göre kuzey topraklarda, daha sonra Kuzey Kutup Dairesi üzerinde olduğuna inanılan “Hyperboria” ismindeki bölgede sarı saçlı, mavi gözlü bir ırk yaşıyordu. Finlandiya, İsveç ve Kuzey Kutup Bölgesi’ne çok sayıda keşif gezisi düzenlenmiş; ancak dünyayı yerinden oynatması bir tarafa, elle tutulur bir kanıt dahi bulunamamıştı. Ardından bir grup asker bir hava istasyonu kurmak için Grönland’a gönderilmiş ve onların ilettiği Grönland Buzulu’na defnedilmiş bir kadının bulunduğuna dair kışkırtıcı raporlar kulaklarına çalınmıştı. Böylece büyük umutlarla başlayan bu uğursuz görev doğmuştu.

İşin aslında Wirth bir arkeoloji meraklısı ve oportünistti. Hiçbir zaman fanatik bir Nazi olmamıştı. Tabii Deutsche Ahnenerbe’nin başkanı olarak, Hitler rejiminin en koyu müritleriyle haşır neşir olmak zorundaydı. Şimdi de bunlardan ikisi hemen önündeki çadırda onu bekliyordu. Bu işin sonunda kendisi için mutlu bir son yazılmadığını biliyordu. O kadar fazla vaat verilmişti ki… Hatta bazıları bizzat Führer’e söylenmişti. Tam olarak o saniyenin ucunda sonsuz sayıda ulvi beklenti, bir o kadar imkânsız umut ve hırs yatıyordu. Ama Wirth, kadının yüzünü görmüştü. Ve buz kadının yüzü canavarları andırıyordu. 2 Wirth başını eğdi ve iki kat kalın kumaştan çadıra girdi. Katlardan biri, dışarıdaki amansız soğukla fırtınaların dövdüğü karı uzak tutmak; diğeriyse içerideki vücut ısısıyla harıl harıl yanan sobanın sıcaklığını muhafaza etmek içindi. Taze demlenmiş kahvenin kokusu burnuna geldi. Üç çift göz beklentili bakışlarla Wirth’e dönmüştü. “Wirth dostum, neden astın yüzünü?” diye ona laf attı General Kammler. “Bugün büyük gün!” “Güzeller güzeli frau’muzu yarığın dibine düşürmedin, değil mi?” diye ekledi Otto Rahn.

Çarpık bir gülümseme yüz hatlarındaki yerini almıştı. “Yoksa öpüp uyandırmaya çalıştın da suratına tokat mı yedin?” Rahn ile Kammler kahkahalara boğuldu. Fanatik SS generali ile efemine paleontolog arasında tuhaf ama sıkı bir dostluk varmış gibi görünüyordu. Reich’a dair birçok şeyde olduğu gibi, bu bağ da Wirth’e oldukça mantıksız geldi. Çadırda oturan üçüncü adam, SS General Richard Walter Darre ise her zamanki gibi ağzını açmıyor; düşmüş kaşlarının altındaki karanlık gözleriyle elindeki kahvesini seyrediyordu. “Buz bakire diyorum,” diye girdi Kammler. “Karşımıza çıkmaya hazır mı?” Bir elini hazırlanmış kahvaltının üzerinde gezdirdi. “Yoksa önce kutlama ziyafetimizi mi çekeceğiz?” Wirth olduğu yerde irkildi. Hâlâ midesi bulanıyordu. Üç adamın Buz Leydi’yi herhangi bir şey yemeden önce görmesinin daha iyi olacağını düşündü. “Bu işi kahvaltınızdan önce yapmak en iyisi olacaktır Herr General.” “Moralsiz gördüm seni Herr Üsteğmen,” dedi Kammler. “Yoksa kadın beklediğimiz gibi değil mi? Kuzeyin sarı saçlı, mavi gözlü meleği…” “Kadını buzdan kurtardın mı?” diye kesti General Darre. “Çehresi ortaya çıktı mı? Freyja’mızın yüzü sana ne anlatıyor?” Darre buz kütlesine gömülmüş kadın için “leydi” anlamına gelen tarihî İskandinav tanrısının adını ödünç almıştı. “Hariasa’mız olduğuna şüphe yok herhâlde,” diye karşı çıktı Rahn.

“Eski Kuzey’in Hariasa’sı…” Hariasa da bir başka İskandinav ilahının ismiydi, “uzun saçlı tanrıça” anlamına geliyordu. Bundan üç gün önce ise bu tanım kadına çok yakışıyor gibiydi. Haftalar boyunca oradaki takım daha yakından bakabilmek için özenle buzu yontmuştu. Sonunda çalışmaları bittiğinde buz bakirenin yarığın duvarına doğru döndüğü, yalnızca sırtının göründüğü ortaya çıkmıştı. Ama bu bile yetmişti. Kadının kalın kalın örülmüş ihtişamlı altın rengi saçlarını görmüşlerdi artık. Bu keşifle birlikte Wirth, Rahn ve Darre midelerini yakan bir heyecan hissetmişti. Kadının yüzü de efsanelerdeki Aryan tanımına uyarsa, görevi alınlarının akıyla tamamlamış olacaklardı. Bu sayede Hitler’in inayeti de kendilerine bahşedilecekti. Artık tek yapmaları gereken; kadını yarığın duvarından kurtarmak, içinde bulunduğu buz kütlesini çevirmek ve adamakıllı bir bakış atmaktı. O bakışı atma şanına ise Wirth erişmişti erişmesine ama sonuç en iyi ifadeyle mide bulandırıcı olmuştu. “Kadın tam olarak beklediğimiz gibi değil sayın generallerim,” diye kekeledi. “Gelip kendiniz görseniz daha iyi…” Ayağa ilk kalkan Kammler oldu; yüzünde ortaya çıkan hoşnutsuzluk, alnında birkaç çizgi bırakmıştı. SS General, donmuş ceset için farklı bir İskandinav tanrıçasının ismini uygun görmüş; “Onu görme şanına erişen herkesçe el üstünde tutulacak,” diye duyurmuştu. “Bu yüzden Führer’e adını Var koyduğumuzu söyledim, yani ‘sevgili’.

” O bozulmuş, kanla boyanmış cesedi sevmek için bir evliya gerekecekti ama. Wirth’ün o an emin olduğu tek şey ise çadırda hiç evliya olmadığıydı. Adamlara buzun üzerinde yolu gösterdi, sanki kendi cenaze alayının başını çekiyormuş gibi hissediyordu. Kafese girip ağır ağır alçalmaya başladılar; yüzeyden aşağı indikçe projektörler de birer birer aydınlandı. Wirth aşağıda biri çalışmıyorsa veya ceset incelenmiyorsa tüm ışıkların kapalı tutulmasını emretmişti. Güçlü lambaların yaydığı ısı yüzünden buzların erimesini, kurtarılmayı bekleyen leydilerinin çözülmesini istemiyordu. Deutsche Ahnenerbe’nin Berlin’deki genel merkezine sağ salim ulaştırılması için buzların arasında donuk kalması gerekiyordu. Kafesin diğer yanındaki Rahn’a baktı. Yüzü karanlık gölgelerin arasında saklanmıştı. Nerede olursa olsun, Rahn geniş kenarlı fötr şapkasını başından çıkarmazdı. Kendince bir kemik avcısı ve arkeoloji maceraperestiydi, şapkasını da imzası olarak benimsemişti. Yine de Wirth, bu süslü Rahn’a karşı bir samimiyet besliyordu. Aynı umutları, tutkuları ve inançları paylaşıyorlardı. Tabii korkuları da aynıydı. Kafes sallana sallana yavaşladı.

Bozuk bir sarkaç gibi bir ileri bir geri gittikten sonra tepesindeki zincir sayesinde olduğu yerde durdu. Dört çift göz, her yanında koyu kırmızının döne döne yolunu çizdiği buz kütlesinde yatan cansız bedenin yüzüne kilitlenmişti şimdi. Wirth, bu manzaranın SS subay dostlarındaki etkisini hissedebiliyordu. Afallamış, beklentileri suya düşmüş insanların sessizliği hâkimdi. Nihayet bu rahatsız edici sessizliğe son veren General Kammler oldu. Bakışlarını Wirth’e çevirdi. Her zaman olduğu gibi bu sefer de yüzünden bir şey okumak mümkün değildi; gözlerinin ardında buz kesmiş, hissiz bir bakış vardı. “Führer beklenti içerisinde,” dedi sessizce. “Onu hayal kırıklığına uğratamayız.” Duraksadı. “Adına, Var’a layık biri hâline getirin kadını.” Wirth duyduklarına inanamaz bir şekilde başını salladı. “Planlandığı gibi mi ilerleyeceğiz? Ama Herr General, riskler…” “Ne riski Herr Üsteğmen?” “Kadını neyin öldürdüğünü bilmiyoruz.” Wirth, cesedi işaret etti. “Tüm bunlara neyin sebep olduğu…” “Risk falan yok!” diye kestirip attı Kammler.

“Beş milenyum önce yas tutmak için bu buzula indi. Beş bin yıl yani… Temizleyeceksiniz. Yeniden güzelleştireceksiniz. İskandinav yapacaksınız. Aryan ve kusursuz olacak. Führer’e uygun hâle getireceksiniz!” “Ama nasıl yapalım Herr General?” dedi Wirth. “Siz de görüyor…” “Çözün buzunu be!” diye sözünü kesti Kammler. Buz kütlesini işaret ederek, “Deutsche Ahnenerbe’de canlı insanlar üzerinde deneyler yapıyor, yıllardır insanları dondurup çözüyorsunuz, değil mi?” dedi. “Evet Herr General,” diye kabul etti Wirth. “Şahsen yapmamışsam da insan dondurmaya yönelik deneyler gerçekleşti; ayrıca tuzlu su ile…” “Ayrıntılar umurumda değil!” Kammler, eldiveninin ardındaki bir parmağını kanlı cesede doğru salladı. “Yeniden hayat verin kadına! Ne gerekiyorsa yapın! Suratındaki o kurukafa gülüşünü silin. Gözlerindeki şu bakıştan kurtulun. Führer’in en güzel rüyalarını süsleyecek hâle getirin!” Wirth zar zor da olsa yanıt verdi. “Emredersiniz Herr General.” Kammler, yüzünü Wirth’ten Rahn’a çevirdi.

“Başaramazsanız, yani bu görevi tamamlayamazsanız giden kelleleriniz olur!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir