Bediuzzaman Said Nursi – Hastalar Risalesi

Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Hastalığın sana dert değil, belki bir çeşit dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi olmazsa boşa gider. Hem rahat ve gaflet içinde çok çabuk geçer. Hastalık senin o sermayeni büyük kârlarla kazançlı hale getiriyor. Ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, onu tutuyor, uzun kılıyor ki, meyvesini verdikten sonra gitsin. İşte ömrün hastalık sayesinde uzamasına işaret olarak şu darbımesel dilden dile dolaşmıştır: “Musibet zamanı çok uzun, sefa zamanı ise pek kısadır.” İkinci Deva Ey sabırsız hasta! Sabret, hatta şükret. Senin bu hastalığın, ömrünün dakikalarını birer saat ibadet hükmüne geçirebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri namaz, dua gibi mâlum olan müspet ibadetlerdir. Diğeri ise menfî kısmıdır; insan hastalık ve musibet vasıtasıyla aczini, zayıflığını hisseder, Rahîm Yaratıcısına sığınır, yalvarır. Hâlis, riyasız, manevî bir ibadete mazhar olur. Evet, hastalıkla geçen bir ömrün, Allah’tan şikâyet etmemek şartıyla, mümin için ibadet sayıldığına dair sahih rivayetler var.


4 Hatta sabreden ve şükreden bazı hastaların bir dakikasının bir saat ibadet ve bazı kâmil zâtların hastalığının bir dakikasının bir gün ibadet hükmüne geçtiği, sahih rivayetlerle ve doğruluğuna şüphe bulunmayan keşiflerle sabittir. Ömrünün bir dakikasını bin dakika hükmüne geçirip sana uzun bir ömür kazandıran hastalıktan şikâyet değil, ona teşekkür et. 4 “Bir kimse salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girip ameline engel olursa, Allah ona sıhhati yerindeyken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar.” mealindeki hadis için bkz. Buhârî, cihâd 134; Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned 4/410; el-Beyhakî, Şuabü’l-Îmân 7/182. Üçüncü Deva Ey tahammülsüz hasta! Gelenlerin sürekli gitmesi, gençlerin ihtiyarlaması ve daima yokluk ve ayrılık içinde yuvarlanması, insanın bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğinin delilidir. Hem insan, canlıların en mükemmeli, donanım bakımından en zengini, en yükseği, hatta sultanı hükmünde olduğu halde, geçmiş lezzetleri ve gelecek sıkıntıları düşünerek, hayvana nispeten en aşağı derecede, ancak kederli, zahmetli bir hayat geçiriyor. Demek ki o, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak, ömrünü rahat ve sefa ile geçirmek için gelmemiştir. Elinde büyük bir sermaye bulunan insan, burada ticaretle sonsuz, ebedî bir hayatta saadeti elde etmeye çalışmak için dünyaya gelmiştir. 5 Ona verilen sermaye ömürdür. Eğer hastalık olmazsa sağlık ve afiyet insana gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, ahireti unutturur. 6 İnsan, kabri ve ölümü aklına getirmek istemez, geçici hevesler ömür sermayesini boş yere sarf ettirir. Hastalık ise birden insanın gözünü açar. Vücuduna der ki: “Ölümsüz ve başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, ona göre hazırlan.

” İşte bu noktadan, hastalık insanı hiç aldatmayan bir nasihatçi ve hep ikaz eden bir rehberdir. Ondan şikâyet değil, belki bu yönüyle ona teşekkür etmek, eğer çok ağır gelirse sabır istemek gerekir. 5 Bu hakikati ifade eden ayet-i kerimeler için bkz. Fâtır sûresi, 35/29; Tevbe sûresi, 9/111. 6 “İki (büyük) nimet vardır. İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit!” anlamındaki hadis için bkz. Buhârî, rikak 1; Tirmizî, zühd 1. Dördüncü Deva Ey halinden şikâyet eden hasta! Senin hakkın şikâyet değil, şükür ve sabırdır. Çünkü bedenin ve uzuvların, kendi mülkün değildir. Onları sen yapmadın, başka tezgâhlardan satın almadın. Demek ki, onlar başkasının mülküdür. Onların Mâlik’i, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Yirmi Altıncı Söz’de denildiği gibi, mesela gayet zengin ve mahir bir sanatkâr, güzel sanatını ve kıymetli servetini göstermek için, diktiği gayet sanatlı ve kıymetli taşlarla süslenmiş bir gömleği, bir elbiseyi, modellik vazifesi gördürmek maksadıyla, bir ücret karşılığında, miskin bir adama bir saatliğine giydirir. Onun üstünde işlemeler yapar ve adama çeşitli vaziyetlerde durmasını söyler. Sanatının harikalarını göstermek için elbiseyi keser, uzatır, kısaltır, değiştirir.

Acaba ücret karşılığında modellik yapan miskin adamın, o sanatkâra: “Beni zahmete sokuyorsun, eğilip kalkmak bana sıkıntı veriyor, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun.” demeye hakkı var mıdır? “Merhametsizlik, insafsızlık ediyorsun.” diyebilir mi? İşte aynen bu misaldeki gibi, ey hasta, Sâni-i Zülcelâl sana göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla süslenmiş olarak giydirdiği beden gömleği üzerinde güzel isimlerinin nakışlarını göstermek için seni birçok vaziyet içinde çevirir ve farklı hallere sokar. Sen açlıkla O’nun Rezzak ismini tanıdığın gibi, hastalığınla da Şâfî ismini bil. Elemler, musibetler O’nun bir kısım isimlerinin hükümlerini gösterdiği için onlarda hikmetten ve rahmetten parıltılar, o parıltılar içinde de pek çok güzellik bulunuyor. Eğer o korktuğun ve nefret ettiğin hastalık perdesi açılsa arkasında sevimli, güzel mânâlar bulursun. Beşinci Deva Ey hastalığa tutulan kardeş! Tecrübemle şuna kanaat getirdim ki, bu zamanda hastalık bazılarına Allah’ın bir ihsanı, bir hediyesidir. Sekiz-dokuz senedir, lâyık olmadığım halde, bazı gençler, hastalıkları sebebiyle dua etmem için benimle görüştüler. Dikkat ettim, hangi hasta genci gördüysem, başka gençlere kıyasla ahiretini düşünmeye başlıyordu. Onlarda gençlik sarhoşluğu yoktu. Gaflet içindeki hayvanî heveslerden kendilerini bir derece kurtarmışlardı. Ben de bakıyor, onların tahammül edilebilir derecedeki hastalıklarının Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsanı olduğunu hatırlatıyordum. Diyordum ki: “Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hasta olduğun için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabretmeye çalış, o vazifesini bitirdikten sonra Rahîm Yaratıcın inşallah sana şifa verir.” Hem şöyle diyordum: “Senin bazı emsalin sağlıklı oldukları için gaflete düşüp namazı terk ediyor, kabri düşünmeyip Allah’ı unutuyor, bir saatlik dünya hayatının görünüşteki keyfi için sonsuz, ebedî hayatlarını sarsıyor, zedeliyor, belki de mahvediyorlar.

Sen hastalık gözüyle, eninde sonunda gideceğin bir durak olan kabri ve onun arkasındaki ahiret menzillerini görüyor ve ona göre davranıyorsun. Demek ki, hastalık senin için aslında bir sıhhattir. Bir kısım emsalindeki sağlık ise bir hastalıktır.” Altıncı Deva Ey elemden şikâyet eden hasta! Senden rica ediyorum, geçmiş ömrünü düşün; lezzetli, safalı günleri ve sıkıntılı, elemli vakitleri hatırla. Herhalde ya “Oh!” ya da “Ah!” diyeceksin. Yani kalbin veya dilin ya “Elhamdülillah, şükür!” ya da “Çok yazık, eyvahlar olsun!” diyecek. Dikkat et, sana “Oh, elhamdülillah, şükür” dedirten, başından geçmiş elemleri ve musibetleri düşünmektir. Bu bir manevî lezzeti ortaya çıkarır, kalbin şükreder. Çünkü elemin geçip gitmesi, lezzettir. O elemler ve musibetler yok olup gitmekle ruhunda bir lezzet miras bırakmıştır; düşünerek deşilse ruhtan lezzet akar, şükürler damlar. Sana, “Eyvahlar olsun, çok yazık!” dedirten ise geçirdiğin lezzetli ve sefa içindeki vakitlerdir; yok olup gitmeleriyle ruhunda daimî bir elemi miras bırakırlar. Ne zaman onları düşünsen o elem yine deşilir, pişmanlık ve hasret akıtır. Madem meşru olmayan bir günlük lezzet, bazen bir sene manevî elem çektiriyor. Ve bir günlük geçici hastalıkla gelen elemde birçok günün manevî sevap lezzetiyle beraber, o hastalığın geçip gidecek olmasının manevî zevki vardır. Sen şimdilik başındaki bu geçici hastalığın neticesini ve içyüzündeki sevabı düşün, “Bu da geçer, ya Hû!” de, şikâyet etmek yerine şükret.

Altıncı Deva 7 HAŞİYE Ey dünya zevklerini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken kardeşim! Eğer bu dünya sonsuz olsaydı, yolumuzda ölüm bulunmasaydı, ayrılık ve yokluk rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı gelecekte manevî kış mevsimleri bizi beklemeseydi, ben de seninle beraber bu haline acırdım. Fakat madem dünya bir gün bize, “Haydi, dışarı!” diyecek, feryadımıza kulağını kapayacak; o kovmadan biz bu hastalıkların ikazıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, dünyayı kalben terk etmeye çalışmalıyız. Evet, hastalık bize bu mânâyı hatırlatıp der ki: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Hatta daima dağılmaya müsait çeşitli maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, sahibini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” İşte, hastalık kalbin kulağına böyle gizlice ihtar ediyor. Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hele meşru değilse hem geçici, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğin için hastalık bahanesiyle ağlama; aksine, hastalıktaki manevî ibadeti ve ahirete ait sevap yönünü düşün, ondan zevk almaya çalış. 7 HAŞİYE Bu Lem’a fıtrî bir şekilde akla geldiğinden altıncı mertebede iki deva yazıldı. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık, belki bunda bir sır vardır diye değiştirmedik. Yedinci Deva Ey sağlığındaki lezzeti kaybeden hasta! Hastalığın, Allah’ın sana sağlığında verdiği nimetlerin lezzetini kaçırmıyor; aksine, artırıyor, onları sana tattırıyor. Çünkü bir şey devamlı olursa tesirini kaybeder. Hatta varlığın hakikatini bilen zâtlar ittifakla diyorlar ki: 8 ب ِ الأ تُ ْع َر ُف ِھَا ْـ َداد َض أ ْ إ یَا ُء ْشـ َ ِ َّمن َ ,Yani ا “Her şey zıddıyla bilinir.

” Mesela, karanlık olmazsa ışık bilinemez, ondan lezzet alınamaz. Soğuk olmazsa sıcaklık anlaşılamaz, onun zevkine varılamaz. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Midede hararet olmazsa su içmenin zevki kalmaz. Sıkıntı olmazsa afiyet zevksizdir. Hastalık olmadan sağlık lezzetsizdir. Madem Hakîm Yaratıcı , insana her çeşit ihsanını hissettirmek, her türlü nimetini tattırmak ve onu daima şükre sevk etmek istediğini, insanı şu kâinattaki sayısız nimeti tadacak, tanıyacak derecede kabiliyetlerle donatarak gösteriyor. Elbette sağlık ve afiyet verdiği gibi, hastalık, sıkıntı, dert de verecektir. Sana soruyorum: Başında, elinde veya midende bu hastalık olmasaydı; sen başının, elinin ve midenin sağlıklı halindeki lezzetli, tatlı ilahî nimeti hissedip şükreder miydin? Elbette değil şükretmek, belki düşünmezdin bile; o sağlığı şuursuzca gaflete, belki haram zevklere harcardın.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir