Bediuzzaman Said Nursi – Ihlas Risalesi

Mühim ve müthiş bir soru: Yalnızca dünyayı gaye edinenler, gaflet içindekiler, hatta dalâlet yolundakiler ve münafıklar birbirleriyle rekabet etmeden ittifak sağladıkları halde; hak ehli olan, ortak noktalarda buluşan dindarlar, ilim ve tarikat ehli zâtlar neden rekabet yüzünden ayrı düşüyor? İttifak, pek çok ortak noktası bulunan müminlerin hakkıyken ve ayrılık münafıklara yaraşırken, neden hak onlara geçti ve haksızlık bu tarafa geldi? Cevap: Dinî gayret ve hassasiyet sahiplerini ağlatacak bu elem verici, feci ve müthiş vaziyetin pek çok sebebinden yedisini beyan edeceğiz. Birinci Sebep: Hak yolundakiler arasında meydana gelen ayrılıklar davalarının asılsız olmasından kaynaklanmadığı gibi, gaflet ehlinin birlik içinde bulunması da yollarının hakikat oluşundan değildir. Sadece dünyayı gaye edinenlerin, siyasetle uğraşanların ya da tahsilli kesim gibi toplum hayatındaki farklı tabakalarda belli birer vazife ve hususi birer hizmetle meşgul olan toplulukların, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri belirlenip birbirinden ayrılmıştır. O vazifeler karşılığında geçimleri için alacakları maddî ücret ile makam-mevki, şan-şeref noktasında insanların gösterdiği alâkadan elde edecekleri 3 HAŞİYE manevî ücret belirlenmiştir. Onların birbirlerine sıkıntı verecek, münakaşayı ve rekabeti doğuracak kadar bir ortaklıkları yoktur. Bu sebeple, her ne kadar fena bir yolda da gitseler birbirleriyle anlaşabilirler. Dindarların, ilim ve tarikat ehlinin ise vazifeleri bütün insanlığa baktığı gibi, peşin ücretleri, her birinin toplumdaki makamı, insanların alâkasından ve takdirlerinden alacakları hisse de belirlenmemiştir. Bu sebeple, bir makama çokları aday olur. Maddî ve manevî her ücrete pek çok el uzanabilir. O noktadan çatışma ve rekabet doğar; birliği nifaka, ittifakı ayrılığa çevirir. İşte bu müthiş hastalığın ilacı ihlâstır. Yani insan, hakperestliği nefsin esiri olmaya tercih etmekle, hakkın hatırını nefsinin ve benliğinin hatırından üstün tutmakla, ّالله4 ٰ ِلا إ َى َعل ِ ِي ْ ر َج أ َّ ِن إ َ ْ sırrına mazhar olup insanlardan gelen maddî ve manevî ücrete karşı gözü tok davranmakla, 5 HAŞİYE ِلا إ ِ ال َّر ُسـول َّ َى َعل ا َو َمـ 6 ال َلاغ ْ بَ ُ sırrına ulaşıp hizmetinin başkaları tarafından kabul görmesinin, onlarda güzel tesir bırakmasının ve insanların alâkasını kazanmanın Cenâb-ı Hakk’ın takdiri ve ihsanı olduğunu, kendi vazifesi olan tebliğe dâhil bulunmadığını, ayrıca bunların gerekli de olmadığını, kendisinin bunlarla vazifelendirilmediğini bilmekle ihlâsa erişir. Yoksa ihlâsı kaçırır. İkinci Sebep: Dalâlet yolundakilerin zilletindendir ittifakları, hidayet yolundakilerin izzetindendir ayrılıkları… Yani gaflet içinde sadece dünyayı gaye edinenler ve sapkınlık yolunda gidenler, hak ve hakikate dayanmadıkları için zayıf ve aşağıdır, bu sebeple yardım almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan dolayı başkasının yardımına ve başkasıyla ittifak etme fırsatına samimi bir şekilde yapışırlar. Yolları dalâlet olsa da birliklerini bozmazlar. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizce bir bağnazlık ve o münafıklıkta bir dayanışma içinde kalır, başarılı olurlar. Çünkü samimi ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâsla kim ne isterse Allah verir. 7 HAŞİYE Hidayet, din, ilim ve tarikat ehli ise hak ve hakikate dayandıkları ve bizzat her biri yalnızca Rabbini düşünüp hak yolunda O’nun yardımına güvenerek gittikleri için mânen o yolun gereği olan bir izzetleri vardır. Zaaf hissettikleri vakit insanlara değil, Rabb-i Rahîm’e müracaat eder, O’ndan yardım isterler. Meşreplerinin farklılığı sebebiyle, kendi meşreplerine zıt görünenlerle yardımlaşma ihtiyacını tam hissetmez, ittifaka olan ihtiyaçlarını göremezler. Hatta kalblerinde bencillik ve gurur varsa kendilerini haklı, başkalarını haksız görürler; ittifak ve sevgi yerine ayrılık ve rekabet ortaya çıkar. İhlâsı kaçırır, işleri altüst olur. İşte bu müthiş sebebin doğurduğu vahim neticelere uğramamanın tek çaresi, şu dokuz husustadır: 1. Müspet hareket, yani kendi meşrebine duyduğu sevgiyle hareket etmektir. Ta ki, başka meşreplerin düşmanlığı ve onun mesleğini kusurlu görmeleri, müminin düşüncelerine ve ilmine tesir etmesin; kendisi de onlarla meşgul olmasın… 2. İslamiyet dairesi içinde hangi meşrep olursa olsun, aralarında sevgiye, kardeşliğe ve birliğe vesile pek çok ortak bağ bulunduğunu düşünüp onlarla ittifak etmek… 3. Başkasının yoluna ilişmemek şartıyla, haklı olan her meşrep sahibinin “Benim yolum haktır” ya da “daha güzeldir” demesi haktır. Fakat başkasının meşrebinin haksızlığını veya çirkinliğini îma edercesine, “Doğru olan yalnız benim yolumdur.” veya “Güzel olan sadece benim meşrebimdir.” diyemez. İşte bu insaf düsturunu rehber edinmek… 4 . Hak yolundakilerle ittifak etmenin, Allah’ın yardımına vesile ve dine ait izzetin bir sebebi olduğunu düşünmek… 5. Haksız olan dalâlet yolundakilerin –dayanışmaları sebebiyle– cemaat şeklindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehâsıyla hücumu zamanında, şahsî olan en kuvvetli karşı koymanın bile ona mağlup olacağını anlayıp hak cephesinde ittifakla bir şahs-ı manevî meydana getirerek dalâletin o müthiş saldırılarına karşı hakkı korumak… 6. Hakkı bâtılın hücumundan kurtarmak için 7. Nefsini ve benliğini 8. Yanlış değerlendirdiği izzetini 9. Ve önemsiz, rekabeti seven hislerini terk etmekle insan ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla yerine getirir. 8 HAŞİYE Üçüncü Sebep: Hak yolundakilerin ayrı düşmesi, gayretsizlikten ve daha aşağı olmalarından kaynaklanmadığı gibi, dalâlet ehlinin ittifakı da gayretlerinin çok yüksek olmasından değildir. Aksine, hidayet yolundakilerin ayrı düşmesi yüksek gayretlerinin kötüye kullanılmasından, dalâlet yolundakilerin ittifakı ise gayretsizlikten doğan zaaf ve acizlikten kaynaklanır. Hidayet ehlini, yüksek gayretlerini kötüye kullanmaya, dolayısıyla anlaşmazlığa ve rekabete sevk eden şey, ahiret yolunda övülmüş bir haslet sayılan sevap kazanma hırsı ve uhrevî vazifelerde doymamaktır. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben doğru yola çağırayım, benim sözümü dinlesinler.” diye düşünerek karşısındaki hakiki kardeşine; sevgisine, yardımına ve kardeşliğine cidden muhtaç olduğu bir insana karşı rekabet edercesine bir tavır takınır. “Talebelerim neden onun yanına gidiyor? Niçin onun kadar talebem yok?” diye benliği bunu fırsat bilip o insanı kınanmış bir haslet olan makam sevgisine meylettirir; ihlâsı öldürür, riya kapısını açar. İşte bu hatanın, bu yaranın, bu müthiş ruh hastalığının ilacı şudur: Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır, 9 insana tâbi olanların çokluğu ile ya da fazla başarı ile değil… Onlar Cenâb-ı Hakk’ın takdirine bağlı olduğu için istenmez, belki bazen verilir. Evet, bazen bir tek kelime kurtuluş sebebi ve Allah’ın rızasına vesiledir. 10 Sayıca çokluğun önemi o kadar dikkate alınmamalı. Çünkü bazen bir tek insanın doğru yola erdirilmesi, bin insanınki kadar, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olur. İhlâs ve hakperestlik, nereden ve kimden gelirse gelsin Müslümanların menfaatlerine taraftar olmaktır. “Benden ders alıp bana sevap kazandırsınlar.” düşüncesi ise nefsin ve benliğin bir hilesidir. Ey sevaba hırs gösteren ve ahireti kazandıracak amellere doymayan insan! Öyle peygamberler gelmiştir ki, kendilerine birkaç kişiden başka tâbi olan bulunmadığı halde 11 o mukaddes peygamberlik vazifesinin sınırsız mükâfatını yine de almışlardır. Demek ki hüner, bir insana çok kimsenin uymasında değil, Allah’ın rızasını kazanmaktadır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin.” diyerek vazifeni unutup Cenâb-ı Hakk’ın işine karışıyorsun? Söylediklerini insanlara kabul ettirmek, halkı senin etrafına toplamak O’nun takdiridir. Vazifeni yap, Allah’ın işine karışma. Hem hakkı, hakikati dinleyene ve söyleyene sevap kazandıran, yalnızca insanlar değildir. Cenâb-ı Hakk’ın şuur sahibi mahlûkları, ruhaniler ve melekler kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmiştir. 12 Madem çok sevap istiyorsun, ihlâsı esas tut ve yalnız Allah’ın rızasını düşün. Ta ki ağzından çıkan mübarek kelimeler havada ihlâs ile ve samimi niyetinle hayat bulsun, canlansın, sayısız şuur sahibi varlığın kulaklarına girip onları nurlandırsın, sana da sevap kazandırsın. Çünkü mesela, sen “Elhamdülillah” dediğinde, milyonlarca büyük-küçük “Elhamdülillah” kelimesi havada Allah’ın izniyle yazılır. Her varlığı hikmetli nakışlarla donatan Cenâb-ı Hak abes iş yapmadığı ve hiçbir şeyi israf etmediği için, o sayısız mübarek kelimeyi dinleyecek sayısız kulakları da yaratmıştır. Eğer ihlâsla, samimi niyetle havadaki o kelimeler canlansa, lezzetli birer meyve gibi ruhanilerin kulaklarına girer. Fakat eğer Allah’ın rızası ve ihlâs o kelimelere hayat vermezse kimse onları dinlemez, sevap da yalnız ağızdaki kelimeyle sınırlı kalır. Sesleri çok güzel olmadığı için dinleyenlerin azlığından sıkılan hafızların kulakları çınlasın! Dördüncü Sebep: Hidayet yolundakilerin rekabet edercesine anlaşmazlığa düşmeleri, âkıbeti düşünmemekten ve dar görüşlülükten kaynaklanmadığı gibi; dalâlet yolundakilerin samimi ittifakları da sonlarını düşünmelerinden ve ileri görüşlü olmalarından değildir. Aksine, hidayet yolundakiler, hak ve hakikatin tesiriyle, nefsin kör hissiyatına kapılmazlar. Kalbin ve aklın gelecek endişesi taşıyan meyillerine tâbi olmakla beraber istikameti ve ihlâsı koruyamadıklarından, o yüksek makamda kalamaz, ayrılığa düşerler. Dalâlet yolundakiler ise nefsin ve geçici heveslerin tesiriyle, sonunu görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti gelecekteki bir batman lezzete tercih eden kör hissiyatın gereğince, peşin bir menfaat ve lezzet için birbirleriyle samimi olarak, kuvvetli bir şekilde ittifak ediyorlar. Evet, dünyevî, peşin lezzet ve menfaatler etrafında, aşağı, kalbsiz, nefsine düşkün insanlar samimiyetle birleşiyor. Hidayet yolundakiler, kalbin ve aklın yüksek düsturlarıyla ahirete ait, ileriye dönük neticelere ve kemâlâta yöneldikleri için esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâsla gayet fedakârca birleşebilecekleri halde; benlikten sıyrılamadıklarından ve ifrat ve tefrit yüzünden büyük bir kuvvet kaynağı olan ittifakı kaybederler. İhlâs bozulur, ahirete ait vazifeler zedelenir. Allah’ın rızası da kolayca elde edilemez. Bu mühim hastalığın merhemi ve ilacı: ّالله13 ٰ ا فِي ِ ب ْح لَ ُّ ُ sırrıyla, Hak yolunda gidenlere yoldaş olup onlarla iftihar etmek, Arkalarından gitmek, İmamlık şerefini onlara bırakmak, Hak yolundaki bir insanın, kim olursa olsun, kendinden daha iyi olduğu ihtimaliyle gururdan vazgeçip ihlâsı kazanmak, İhlâs ile işlenen bir dirhem amelin ihlâssız batmanlarca amele üstün olduğunu bilmek, Ve başkalarına tâbi olmayı, insana sorumluluk yükleyen ve tehlikeli olan liderliğe, idareciliğe tercih etmektir. Böylece insan o hastalıktan kurtulur, ihlâsı kazanır ve ahirete ait vazifelerini hakkıyla yapabilir. Beşinci Sebep: Hidayet yolundakilerin ayrı düşmesi ve aralarında ittifak olmaması zayıflıklarından kaynaklanmadığı gibi, dalâlet yolundakilerin sağlam ittifakı da kuvvetlerinden değildir.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir