Bernard Lewis – Babil’den Dragomanlara

Bu kitapta toplanmış makaleler, incelemeler ve sunumların çoğu, meslek hayatımın 1 949 sonbaharında, Londra Üniversitesi’ne bağlı Doğu ve Afrika İncelemeleri Okulu’nda (School of Oriental and African Studies) yeni kurulmuş Yakın ve Ortadoğu Tarihi kürsüsüne atanmamla başlayan dönemine aittir. Okula ilk kez l 933’te lisans öğrencisi olarak adım attım. Daha o zamandan, Ortadoğu araştırmalarının yabancısı sayılmazdım pek. Tanışıklığım çok erken yaşlara dayanıyordu, pek güç, kadim bir metni öğrenmek zorunda olduğum dönemlere. Levililer Kitabı’nda 26. bölümün bir kısmını öğrenmem gerekiyordu. On bir ya da on iki yaşlarındaydım, Bar Mitzvah törenine, Yahudi erkek çocukların -modern devirlerde kız çocukların da- resmen cemiyetin yetişkin üyeleri olmaya adım attığı sinagog törenine hazırlık amacıyla İbra- nicenin esaslarına dair eğitim alıyordum. O zamanlarda, bu eğitim normalde yalnızca alfabenin öğrenilmesi, melodilerin ezberlenmesi ve İbranice yazılışa metni okuyup tekrarlayacak kadar hakim olunması anlamına geliyordu, okuduğumuzu anlamamız gerekmiyordu. Normalde öğrencilerden bundan fazlasını göstermeleri beklenmiyordu, öğretmenler de daha fazlasını vermiyordu zaten. Ama benim için başka bir dil, hele hele başka bir yazı yeni bir heyecan demekti; böylece İbranicenin dualar ve ritüellerde kullanılan, papağan gibi ezberlenip tekrarlanacak bir tür şifre sisteminden ibaret olmadığını keşfettim zevkle, şevkle. Grameri olan bir dildi bir kere, okulda öğrenmekte olduğum Latince ya da Fransızca gibi onun da öğrenilebilen bir grameri vardı -ya da belki ikisine birden benziyordu- çünkü İbranice hem Latince gibi klasik, hem de Fransızca gibi modem bir dildi. Talihliydim, bu çocuksu hevesime karşılık verebilecek bir öğretmenim vardı, sonraki kariyerime uzanan iki yoldan birinde, egzotik dillere duyduğum hayranlıkta, yönümü bulmama yardım eden de o oldu. Bar Mitzvah töreninden sonra da, onun gözetiminde İbranice çalışmayı sürdürmem doğal olsa gerek, üniversiteye gitme zamanım geldiğinde epeyce İbranice okumuş, derinleşmiştim. Bütün bunlar, daha fazlasına duyduğum iştahı kabarttı nihayetinde. İbraniceyi daha ciddi bir biçimde çalışmam, kaçınılmaz olarak Aramice çalışmaya başlamama, ardından daha maceraperest bir atıJımla Arapçaya geçmeme yol açtı.


Aramicede pek ilerleme kaydedemesem de, Arapçaya daha büyük bir ilgi duydum, üniversiteye başladığımda da bu ilgimle daha verimli bir biçimde uğraşabilme fırsatı yakaladım. Hatta bir dönem, eş zamanlı olarak Latince, Yunanca, Eski Ahit İbranicesi ve Klasik Arapça çalışmaya koyuldum, bir lisans öğrencisi için epeyce ağır bir ölü diller 2 programıydı. Yüksek lisansa başladığımda Arapça çalışmalarımı genişlettim, Farsça ve Türkçeyi de listeme ekledim. Fakat asıl ilgi alanım tarihti. Tarihe her zaman büyük bir ilgi duymuştum, daha çocukken bile öteki tarafın tarihini de öğrenmeye can atar olmuştum hep. İngiltere’ de ilkokula devam ettiğim sıralarda, tarih temelde İngiliz tarihi anlamına geliyordu, o seviyede öğretildiği kadarıyla da bu tarih eğitimi, uzunca bir süre boyunca, büyük ölçüde Fransızlarla yapılan savaşların öğrenilmesi demekti. Buradan Fransız tarihine karşı bir merak uyandı bende, babamdan bana bir Fransa tarihi kitabı almasını istedim, İngilizce yazılmış bir tarih kitabı tabii. Babam da getirdi, böylece İngiliz-Fransız savaşlarının tarihini iki tarafın da bakış açısıyla değerlendirme fırsatım oldu. Hem besleyici hem de kafa açıcı bir deneyim olarak hatırlıyorum bu okumalarımı. Kısa bir süre sonra, tarih dersi kitaplarımın, Haçlı Seferleri ve Doğu Sorunu gibi konularla ilgili bölümleri de bende benzer sorular uyandırdı. Burada da Bar Mitzvah törenim bir dönüm noktası olmuştu. Bar Mitzvah törenine katılan diğer erkek çocukların çoğu gibi bana da birkaç hediye gelmişti, bunlardan biri de Yahudi tarihini özetleyen bir kitaptı, daha önceden pek bilmediğim bir konuydu bu. Hevesle hemen bu kitabı okumaya daldığımda Mağribilerin Kordoba’ – sı, Halifeler dönemindeki Bağdat, Osmanlı İstanbul’u gibi büyüleyici, egzotik mekanlarda . buluverdim kendimi. Ortadoğu tarihçisi olarak kariyerime giden yolda ilk adımlarımdı bunlar kuşkusuz.

O dönemde Londra Üniversitesi’ndeki derece yapısı sayesinde, Ortadoğu’ya özel atıfla tarih alanında onur (yani uzman) derecesi alarak mezun oldum. Bu da dilsel maceralarıma devam etmemi, aynı zamanda bir tarihçi olarak gerçek mesleğimi bulmamı sağladı. Bildiğim kadarıyla o dönemde 3 başka hiçbir üniversitede benzer bir lisans programı yoktu. Ben de bu yüzden bu üniversiteyi, bu ders programını seçmiştim, gönülden şükrettiğim tercihler, fırsatlar oldu bunlar. Londra Üniversitesi, Doğu (daha sonra “ve Afrika”) Araştırmaları Okulu’nda birkaç yıl Ortadoğu tarihi ve dilleri çalıştım, bir gün hocam müteveffa Sir Hamilton Gibb beni bir kenara çekip “Dört yıldır Ortadoğu çalışıyorsun, gidip oraları görmenin zamanı gelmedi mi sence?” diye sordu. Hocama kulak verdim, onun tavsiyesi üzerine Royal Asiatic Society’nin verdiği bir seyahat bursu sayesinde hocama kulak verip 1 937- 38 akademik yılında Ortadoğu’ya ilk seyahatime çıktım. İlk durağım Mısır’dı. Port Said’e vardığımda (deniz yoluyla tabii), İngiliz Arap uzmanı Edward Lane’in, diliyle, kültürüyle kendisini büyüleyen bu bölgeye ilk gelişini nasıl betimlediği geldi aklıma. Onun dediği gibi ben de hayatımın geri kalan kısmını geçireceğim gelini, ilk kez düğünden sonra görecek olan ve o anı bekleyen Müslüman bir damat gibiydim. Başta konuşup anlaşmak pek kolay olmadı. Devam ettiğim program, aldığım dersler modem tarihi içerse de, ben aslen Ortadoğu tarihinin Avrupa tarihinde Ortaçağ’a tekabül eden dönemiyle ilgilenmiştim, Arap ve İslam uygarlığının o muhteşem zamanlarına Ortaçağ demek pek uygun düşmüyor. Dil çalışmalarım da aynı çizgide ilerlemişti. Mısır’a ilk geldiğimde bildiğim tek Arapça, klasik Arapçaydı; Çiçero’nun Latincesi bugünün Napoli’sinde konuşup anlaşmakta ne kadar işe yarayacaksa, benim Arapçamın da bana faydası o kadardı. Ama sokak Arapçasını biraz kapabildim ve Kahire Üniversitesi’ne “okutman” olarak girdim. Öğrenciler normalde ne yaparsa ben de onu yaptım, derslere ve toplantılara katıldım, kitaplar, gazeteler okudum, konuştum, daha da önemlisi dinledim, hatta bir keresinde bir öğrenci göste4 risine katıldım, ama şimdi gösterinin sebebini hatırlamıyorum bile.

Mısır’dan sonra Filistin, Suriye, Lübnan ve Türkiye’de epey gezdim, sonra da 1 938 baharında Londra’ya döndüm. Ciddi çalışmalara koyuldum. O dönemde asıl işim, araştırma yapmaktan ziyade okumaktı. Yine de tezim için gerekli malzemeyi toparlamakta biraz ilerleme kaydetmiştim, İngiltere’ye döndükten sonra da tezimi tamamladım. l 938’de Londra Üniversitesi bana İslam Tarihi’nde asistan okutmanlık pozisyonu önerdi. l 938’de verdiğim ilk derse dört öğrenci katılmıştı, üçü Arap, biri de İranlıydı. Hatırlıyorum, babam Londra Üniversitesi’nin neden bana Araplara Arap tarihi öğretmem için maaş verdiğini sormuştu merakla. Başka birçok kişiden de değişik biçimlerde az çok aynı soruyu aldım. Arap öğrencilerin kendi tarihlerini öğrenmek için neden İngiltere’ye geldiğini soranlar da oldu, öğrencilerden ve öğretmenlerden farklı cevaplar aldılar. Her ne sebepten olursa olsun, Araplar gelmeye devam ettiler, İngiltere’ deki öğretim kariyerimin geri kalan kısmında lisans öğrencilerimin sayıları değişen bir bölümünü, yüksek lisans öğrencilerimin de genellikle çoğunluğunu hep Arap ülkelerinden gelen Araplar oluşturdu. Atanmamdan bir yıl sonra savaş patlak verdi, başka herkes gibi ben de orduya katıldım. Başta Kraliyet Zırhlı Tugayı’na atanmıştım, ama sonra ya dillere duyduğum hevesten, ya da tanklardan hiç hazzetmememden ötürü İstihbarat’a transfer edildim. Oradan da Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu meselelerine bakan bir bölümüne bağlandım, . 1 941-45 yıllarında bu bölüme bağlı çalıştım. Savaş bittiğinde Kahire’ deydim, hızlandırılmış bir terhis süreci sayesinde de 1 Eylül 1 945’te üniversiteye döndüm.

Çok farklı işlerle uğraşarak geçen altı yıllık bir aradan sonra akademik kariyeri sürdürmek pek kolay olmadı. Savaş 5 zamanında üstlendiğim görevler sayesinde Ortadoğu’da o günkü durumun bazı veçhelerine dair yakından, yoğun, son derece özel durumlara özgü bilgiler edinmiştim, ama bir öğretmen ve araştırmacı olarak mesleğimi yeniden öğrenmem gerekiyordu. 1 949’da, 33 yaşımdayken, yaş olarak genç, fakat hayat tecrübesi, umulur ki sağduyu bakımından olgunlaşmış bir kuşağın bir mensubu olarak Yakın ve Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde yeni kurulan kürsüye atandım. Savaşın bitimini izleyen dönem, kariyerlerine yeni başlayan ya da yeniden başlayan akademisyenler için elverişli bir dönemdi, üniversitelerde hızlı ve geniş çaplı değişimler yaşanıyordu. O dönemde üniversiteleri zorlayan iki mesele vardı: Bir yanda liseden sonra doğruca silahlı kuvvetlere katılmış olup şimdi eğitimlerini sürdürmek isteyen öğrenciler ve onların bu beş yıllık eğitim açığı vardı, bir yandaysa yeni bir çağın gereklerini karşılamak için derhal genişlemeye ve gelişmeye gerek duyan iskelet halinde bir akademik aygıt duruyordu. Yeni çağın gereklerini karşılamak için üniversitelerin verdiği cevaplardan biri, önceden ihmal edilmiş alanlarda, açık bir deyişle Doğu ve Afrika Araştırmaları Bölümü’nde yeni öğretim pozisyonları oluşturmak oldu. Üniversite akıllıca bir kararla, görevime “çalışma izni” denen şeyle başlamamı uygun buldu; tarihine ulaşmam, tarihini araştırmam gereken bölgeyle tanışıklığımı yenileyip genişletecektim. 1 949 sonbaharında, bölgeye üçüncü seyahatime çıktığımda, Ortadoğu’da durum tanınamayacak kadar değişmişti. 1 948’deki Arap-İsrail savaşları sonrasında Arap hükümetleri Yahudilerin ülkelerine girişine katı kısıtlamalar getirmişti, bu durum gidebileceğim ve inceleyebileceğim mekanların sayısını hatırı sayılır ölçüde azalttı. O tarihten bu yana, bu kural Arap ülkelerinin hepsinde değil ama bir kısmında gevşetildi, Arap doğuyla tanışıklığımı yenileyip 6 ilerletmem mümkün oldu böylece. Ama 1 949’da Ortadoğu’yla ilgilenen Yahudi akademisyenlere bölgede sadece üç ülkenin kapısı açıktı: Türkiye, İran ve İsrail. Dolayısıyla 1 949-50 akademik yılını bu üç ülkede geçirebileceğim şekilde düzenledim, zamanımın çoğunu da Türkiye ile İran’ da geçirdim. İran yeni bir deneyimdi, daha sonra yıllar içinde burayı pek çok kez ziyaret edecektim. Türkiye’de ise daha önceki doğrudan deneyimim 1 938 baharında bir öğrenci olarak yaptığım kısa süreli bir ziyaretle sınırlı olmuştu. Başlangıç noktam İstanbul oldu, kütüphanelerinin ve arşivlerinin zenginliğiyle Ortadoğu -tarihçisini kendine çeken birçok cazibesi vardı bu şehrin.

Asıl ilgi alanım hala klasik İslam uygarlığıydı, ama bu ilgi artık Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağını da kapsıyordu. Türk kütüphanelerindeki Arapça ve başka İslami elyazmaları koleksiyonlarını da kullanabileceğimi düşünüyordum. Pek ümidim olmasa da, Osmanlı İmparatorluk arşivlerini kullanmak için de izin başvurusunda bulundum. Çeşitli Türk akademisyenler, bu arşivleri tanımlamıştı, ayrıca yıllar içinde bazı belgeler de çoğunluğu Türkçe akademik dergilerde olmak üzere yayınlanmıştı; tarihçinin iştahını kabartmaya yetiyordu bunlar, doyurmaya değil. Danışman olarak getirilen çok az sayıda uzman arşivci dışında bu arşivlere kabul edilen bir Batılı olmamıştı hiç. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyılları kapsayan merkezi arşivleriydi. On binlerce cilt kayıt ve mektup, milyonlarca belge içerdikleri biliniyordu. Bu arşivlerin bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olmuş bütün toprakların tarihleri için kıymetli, hatta vazgeçilmez bir kaynak olduğu, İran gibi şu veya bu şekilde Osmanlılarla bir ilgisi olmuş başka ülkelerin tarihleri açısından da değerli olduğu açıktı. Ama o zamana dek yalnızca Türk akademisyenlere bu arşivlere girme izni verilmişti. 7 Öyle ahım şahım bir yönüm olduğundan değil, tümüyle talihim yaver gittiğinden olsa gerek, tam da arşivlerin sahipleri biraz daha liberal bir politika izlemeye karar verdiği sıralarda başvuruda bulunmuştum, bu yüzden sınırlı bir izin verildiğini görmek beni hem şaşırttı, hem sevindirdi. Oyuncak dükkanında kendinden geçen bir çocuk gibi ya da daha doğrusu Ali Baba’nın mağarasına girmiş biri gibi ben de nereden başlayacağımı bilemiyordum

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir