Berthe Georges – Kurtulus Savasi

Fransa’da yayımlandığı tarihten tam altmış yıl sonra, Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla Türk okuyucusunun bilgisine sunduğumuz bu kitap, Birinci Cihan Harbi’nden mağlup çıkmış olan Türkiye’yi tamamıyla yok etmek isteyenlere Türk milletinin, eşine az rastlanır bir birlik içinde karşı koyuşunu ve sonunda onları kovalayışını yakından izlemiş bir Fransız kadın gazeteci tarafından yazılmıştır. Müttefik devletlerin işgali altında bulunan Đstanbul’da olup biten faciaları yakından gördükten sonra, fırsatları kollayarak, savaş halinde bulunan Anadolu’nun içlerine kadar girmiş olan bu kadın, dolaşmaları sırasında olup biten faciaları yakından görmüş, her sınıf halkla görüşmüş, Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen şahsiyetleriyle, bu arada Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile, Refet (Bele) Paşa ile, Đsmet (Đnönü) Paşa ile musahabelerde ve münakaşalarda bulunmuş; nihayet o devirde bir yabancının, hele Türklerin harp halinde oldukları Müttefik devletlerden birine mensup bir gazetecinin yaklaşmasına pek imkân olmayan Ankara’ya girerek Mustafa Kemal Paşa ile iki defa görüşmeyi başarmıştır. Ayağa kalkmış Türk milliyetçiliğinin önderi olduğunu gördüğü Mustafa Kemal Paşa’yı tanıdıktan sonra ona hayran olduğunu saklamayan, Mustafa Kemal Paşa’nın da pek takdir ettiği, saygı duyduğu, hele ikinci defası için mektup yazarak kızı ile beraber Ankara’ya davet ettiği bu kadın gazeteci kimdi? Fransız tebaasından olduğu ve Fransızlar da Güney Doğu Anadolu’yu işgalleri altında tutup Kuvayı Milliye ile savaşmaktan geri kalmadıkları hâlde bu Fransız kadın gazeteci nasıl olmuştu da Türklerden itibar görmüş, harp sahasında âdeta el üstünde taşınmıştı? Bu suallere cevap verebilmek için Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen şahsiyetleri tarafından Madame Gaulis diye tanınan, hayli güzel, son derece terbiyeli ve muhakkak ki pek akıllı olan bu kadının neyin nesi olduğunu anlatmamız gerekiyor: Abdülhamit devrinin son yıllarında, hele Balkan bozgunundan sonra Đstanbul, aldığı yaralarla güç kımıldanır hale gelmiş olan bu koca imparatorluğun ne olacağını merak eden gazetecilerle dolu idi. Bunların arasında, Türkiye ile ilişkileri daha fazla olduğu için Fransız gazetecileri çoğunluğu teşkil ediyordu. Parisli gazeteci M. Georges Gaulis de bunların en eskilerinden biri idi. Zamanında, Fransa’nın en ünlü ve tesirli gazetesi olan ”Le Temps” gazetesini temsil ediyordu. 1896 yılında eşi Berthe ile beraber Đstanbul’a gelmişti. O da, bütün yabancı gazeteciler gibi Beyoğlu’nda tatlısu Frenkleri arasında yaşıyordu. Abdülhamit o sıralarda Almanlarla flört ediyor, II. Wilhelm ile yakın dostluk kuruyor, Fransızlar da ezeli rakipleri Almanların burada ne yapmak istediklerini öğrenmek için muhabirlerinden günü gününe haber bekliyorlardı. M. Georges Gaulis iyi bir adamdı. Osmanlılar tarafından ciddî bir gazeteci olarak tanınmıştı. Yalan haber uçurmuyordu.


Ama ne çare ki, 1912’de Balkan Savaşı’nın acı günlerinde hasta düştü, kısa bir zaman sonra da öldü. Onu Feriköy mezarlığına gömdüler. Eşi, genç ve güzel Berthe -ki Türk arkadaşları ona Berta derlerdi- burada doğurduğu kızı ile yapayalnız kalmış, birden ciddî bir geçim sıkıntısı ile karşılaşmıştı. Ne yapacağını düşünürken kocasının işini devam ettirmekten başka çare bulamadı. Fakat akıllı ve bilgili bir kadın olduğu için gazeteciliği kısa zamanda benimsedi ve başarılı da oldu; hatta Berthe Georges-Gaulis adıyla gazetecilerin şöhretlileri arasına girdi. Bununla beraber, Birinci Cihan Harbi patlayınca, Fransızlarla çarpıştığımız için Đstanbul’da kalamadı. Gitti ama Türk dostlarını ve pek sevdiği Đstanbul’u bir türlü unutamadı. Nihayet Birinci Cihan Harbi bitip de Türk Kurtuluş Savaşı başlarken 21 Eylül 1919’da Madame Gaulis, yine bir gazeteci olarak Đstanbul’a geldi. Nitekim kitabında da, bu tarihten başlayarak Türkiye’yi, Türk Kurtuluş Hareketi’ni anlatmaktadır. Madame Gaulis, Köstence’den bir Rumen vapuru ile türlü karışık işler çevirmeyi tasarlayan şüpheli bir yolcu kalabalığı arasında Đstanbul’a ayak bastı. Fakat bu sefer Đstanbul’u, bilhassa Đngiliz işgali altındaki Đstanbul’u hiç beğenmedi. Gerçi Fransızlar da Đstanbul’u işgal eden kuvvetler arasında idiler. Hatta Fransız Generali Franchet d’Esperey, kınından çektiği kılıcını gururla omzuna dayayarak Đstanbul’a at üstünde, bir fatih gibi girmişti. Fakat Madame Gaulis, günler geçtikçe fark ediyordu ki Đngilizler bu büyük şehirde Fransızların kendilerini pek fazla hissettirmelerine hiç de müsaade etmiyorlardı. Đstanbul’u sanki tek başlarına işgal etmişlerdi.

Fransızlarla Đtalyanların ikinci plâna bile çıkmalarına razı olmadıklarını tutumlarından belli oluyordu. Sonra, şayanı hayret bir şekilde sükûnetlerini muhafaza eden Türklere Đngilizler çok fena muamele etmekteydiler. Bir taraftan Yunanlıları Đzmir’e saldırtmışlardı. Onların memleketi yakıp yıkmalarına aldırdıkları bile yoktu. Öbür tarafta Padişah ellerinde bir oyuncaktı sanki. Onun halifelik sıfatını kullanarak bütün Đslâm âlemini avuçları içine alacaklarına inanıyorlar, Irak’ta, Hicaz’da, Suriye’de türlü oyunlar çeviriyorlardı. Hâlbuki Türkiye’nin bir Đngiliz sömürgesi olması Fransa’nın menfaatlerine tamamıyla aykırı düşerdi. Kaldı ki Fransızlara karşı bir sempati beslemekte olan Türkler, Đngilizlerin yandaşı oldukları için Fransızlara kızıyor, kızgınlıklarını her vesile ile belli ediyorlardı. Nitekim bu gelişinde, Anadolu’ya gazeteci olarak girmek isteyince Madame Gaulis birtakım yasaklarla karşılaşmıştı. Hâlbuki, Fransızlar da, bencil davranışları yüzünden Đngilizlere kızmaya başlamışlardı: Osmanlı Đmparatorluğu’nun parçalanıp Türk devletinin yok edilmek istenmesi bütün Đslâm âleminde derin bir heyecan uyandırmıştı. Fransızların Fas, Tunus ve Cezayir gibi, ahalisi Müslüman olan sömürgelerinde genel vali bulunan Mareşal Lyautey de Đngilizlerin Türklere karşı davranışını tasvip etmiyor, başlarında bulunduğu Müslüman memleketlerin temayülüne uyarak Fransa’nın müstakil Türkiye’den yana bir politika izlemesini istiyordu. Madame Gaulis’in Mareşal Lyautey’le yakın münasebeti vardı. Kendisiyle mektuplaşıyor, Fransız politikasının bu devrede nasıl olması gerektiği etrafında Mareşalle aynı fikirde olduğunu belirterek, onu Đngiltere’nin tutumu karşısında Fransa’yı uyarması için Fransız Başvekili nezdinde girişimlerde bulunmaya âdeta zorluyordu. Giriştiği faaliyetlere bakılırsa Madame Gaulis’i sadece bir gazeteci olarak görmemek de yerinde olacaktır. Mareşale göre Fransa, Müslüman Türkiye’ye karşı ne kadar yumuşak davranır ve ne kadar efendice hareket ederse Đslâm âleminin sempatisini o kadar kazanacak ve böylelikle sömürgelerini daha rahatça idare edebilecekti.

Fakat şunu söylemek lâzımdır ki, yalnız Fransız olan tarafıyla değil, insan tarafıyla da Madame Gaulis günden güne Đngilizlere karşı Türkleri tutar olmuştu. Đngilizlerin Đstanbul’da masum Türklere reva gördükleri ağır davranışlar onun yüreğini sızlatıyor, yeryüzünde yapayalnız kalmış olan bu milletin millet olarak ayakta kalabilmek için birbirlerine sarılarak son fertlerine kadar ölmeyi kabul etmiş görünmeleri, kendisi de bir Fransız milliyetçisi olan Madame Gaulis’i heyecanlandırıyordu. Bu yüzdendir ki, bir gazeteci olarak tek arzusu, içinde korkunç savaşların cereyan ettiği ve kimsenin giremediği Anadolu’ya girip şahlanmış olan Türk milliyetçiliği ile yakından temasa geçmek ve memleketlerinde ilk defa milliyetçilik meş’alesini alevlendirmiş olan liderlerle konuşup haklı bulduğu davalarını bütün dünyaya duyurmaktı. Madame Gaulis Anadolu’ya girmek için çareler ararken önce Tevfik Rüştü (Aras)ile temas kurdu; yapmak istediğini ona anlattı. Sonra onunla beraber 9 Ekim 1919’da Keskin’de Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile görüşmeye muvaffak oldu ve Türklerin vatanlarını düşman istilâsından kurtarmaktan başka hiçbir şey istemediklerini belirten ilk yazısı 11 Ekim 1919’da Journal de Débat’ta çıktı. Türklerin yapmak istediklerini ilk defa, en samimî bir dille dünyaya duyuran bu kadın gazeteciye Türk milliyetçiliğinin savaş alanı olan Anadolu’nun kapıları artık açılabilirdi. Nitekim istediği oldu ama Madame Gaulis’in şimdi hedefi başkaydı. Eskişehir’e girmiş, Konya’ya kadar uzanmış, istiklâl uğrunda savaşan Türk milliyetçileriyle, onların liderleriyle görüşmüştü. Fakat bütün bu Millî Hareketin öncüsü olan Mustafa Kemal Paşa’yı görmek, onunla konuşmak istiyordu. Madame Gaulis bu girişiminde de muvaffak oldu. Mustafa Kemal Paşa, Türk davasına yakınlık gösteren yabancıların aslında kendi çıkarlarını ve politikalarını gözettiklerini pekâlâ biliyor, fakat Türk milletini parçalamaya çalışan yabancıların müşterek cephelerini çökertmek için bu gibi fırsatlardan faydalanıyordu. Madem ki bu kadın, bir Fransız olmasına rağmen Türk davasını tutuyor ve bu davayı bütün dünyaya tanıtmak istiyordu, onunla neden konuşmasındı? . Madame Gaulis Anadolu’ya girmek için kendisine gösterilen uzun yolu memnuniyetle kabul etti. Đstanbul’dan vapurla Antalya’ya gitti; orada kendisini nezaketle karşılayan insanların misafirperverliği ile, atlı arabalar içinde günlerce sarsıla sarsıla, türlü zahmetlere katlanarak ve Anadolu harekâtını yürüten milliyetçi Türklerle haşır neşir olarak Burdur’a geldi. Oradan Afyon’a uzandı.

Artık harp sahasının içinde dolaşıyor, top seslerini duyuyor, hatta yol civarında düşen mermilerin açtıkları çukurları görüyordu. Yollarda kala göçe 30 Nisan 1921 günü Ankara’ya ulaştı. Bu sırada Đnönü Zaferi kazanılmış bulunuyordu. Madame Gaulis bu kitabında Ankara’ya gelişini ve orada görüştüklerinden edindiği intibaları belirtmekle beraber Mustafa Kemal Paşa ile mülâkatını anlatmamaktadır. O günleri çok iyi bilen aziz dostum rahmetli Naşit Hakkı Uluğ, Hayat Tarih mecmuasına yazdığı bir makalede bu konuyu ele almıştır (1). Orada şöyle diyor: ”Mme. Gaulis, meşakkatli bir yolculuktan sonra şimdi Çankaya’dadır ve şöyle anlatır: ”Paşa’nın evinin birinci katında iç avluyu andırır bir yerde, üniformalı kalabalık bir subay grubu aralarında teklifsizce konuşmakta idiler. Đçeri girdiğim zaman hepsi susarak bana baktı. Hiçbir resminin kendisine benzememesine rağmen, aralarında Paşa’yı seçebildim. Bu, kendine has tavrı ve fevkalâde bakışları ile, Paşa’nın ta kendisi idi; yüzünde belirsiz bir tebessüm vardı. Nezaketle selâm vererek bu ilk görüşmemiz için yalnız kalacağımız bürosuna beni davet ederek: “- Soruların derinliğine girmeyeceğiz, birazdan gidiyorum, dedi. Üç, dört gün sonra döneceğim; bu da size Ankara’yı tetkik etmeniz için vakit kazandıracaktır. Eğer tetkiklerinizi not edip, sizi ilgilendiren hususları bana bildirirseniz, döndüğüm zaman uzun uzun konuşuruz. Kısaca şunları söyleyeyim ki, efkârıumumiyeniz ve hükûmetiniz iki ayrı dil konuşuyor. Esas konuyu, yani Đngilizlerin bize karşı Anadolu’da açtıkları savaşı daha sonra ele alacağız.

Şimdi, Đngilizlerin en kuvvetli ajanlarından biri olan Mustafa Sagir’in davasını izlemek fırsatını bulacaksınız (2). Burada her gün Đngiliz ajanlarını tevkif ediyoruz. Ankara’ya kadar sızabiliyorlar, hâlbuki bunun kolay olmadığını siz de görebildiniz. “M. Kemal’in esrarlı tebessümü yine belirmişti, soruyordu: “- Ankara’dan, evinizden memnun musunuz? Etrafınıza iyice bakın, burada çok sevdiğiniz araştırmalarınız için birçok ilgi çekici şeyler öğreneceksiniz! “Bu arada, bulunduğumuz yere gelenler olmuştu, çevik ve ölçülü bir hareketle tâciz edeni uzaklaştırmış ve aynı jestle benim de kalkmak için yaptığım hareketi durdurmuştu. Hiçbir şey yapmıyormuş gibi, günlerimden süratle istifade edebilmem için Ankara’daki hayatımın plânını kuruyordu. “Görüşmemizin sonunda Paşa beni arabaya kadar geçirdi. “Başka bir sefer, Çankaya’da, 1200 metre yükseklikteki yeni ikametgâhının dinlendirici serinliğinde, Mustafa Kemal, Fransa ile arasındaki durumu açıkladı: Nüfuz bölgesi ve Kilikya meselesi. “Bir saatten fazla tartışmıştık. O, her sözünü ölçerek ve tam bir kesinlikle söylüyordu. Onu dinlerken anlaşmazlığın genişliğini sezmek kolay oluyordu. Bu anlaşmazlık, tarifi zor bir hissî meseleye dayandığı için daha da ciddîleşiyordu: “- Fransa, beni her zaman aldattı. Bekir Sami’nin bana getirdiği bu anlaşma tuzak oldu, dedi. “Kendi kendimize de yaptığımız bu suçlamaları, Türk Millî Hareketi’nin şefinden de duyduktan sonra bu anlaşmazlığa bir çare bulunamayacağını ve her şeyin durumu daha da vahimleştireceğini içimden söylüyordum. “Türk Millî Hareketi’ne karşı olan Đngiliz çabasının önemini görmüştüm.

Đngiliz subaylarının destekledikleri Yunan tecavüzünün neticesini de yakından görmüştüm. Bütün bunlara bizim kayıtsızca davrandığımızı da biliyordum. Mustafa Kemal: ”- Birbirimizi, hakikatlerden ziyade, kelimeler ve şekiller üzerinde kırıyoruz. Bunlar, sizin için teferruat, fakat bizler için ise, bu teferruat, esası ifade ediyor, diyordu. Ayrılacağım sırada: “- Niye gidiyorsunuz? diye tekrar söze başladı. Bugün aramızda yegâne bağı siz teşkil ediyorsunuz ve bu bağın ne kadar faydalı olduğunu siz de görüyorsunuz. Yakında döneceksiniz ve diğer vatandaşlarınız gibi siz de artık bizi anlamayacaksınız.” Mme. Gaulis, bu birinci Ankara ziyaretinde on gün kalmış ve 10 Mayıs 1921’de Fransa’ya dönmüştü. Avrupa’ya ”Türk Barışı”nın ancak ”Millî Misak”ın kabulü ile yapılabileceği kanaatiyle dönüyordu. Madame Gaulis bu seferki gidişinde artık Türk politikasının sadece hararetli bir taraftarı değil; mücadelecisi olmuştu. Mareşal Lyautey’e yazdığı mektupta Mustafa Kemal Paşa ile görüştüklerini ve intibalarını etraflı bir şekilde anlattı. Lyautey de artık tamamıyla Türklerden yana idi; böylelikle Faslıları memnun etmiş oluyordu. Fransız Başvekili Briand’a gönderdiği rapor Madame Gaulis’in fikirlerinden ilham alınarak yazılmıştı; Sevr muahedesinde Fransızların öncülüğü ile Türkler lehinde yapılacak revizyonun Tunus, Fas ve Cezayir’de çok iyi karşılanacağını belirtiyordu. Madame Gaulis bu devrede Fransız basınında Anadolu harekâtı hakkında en doğru haberleri veren tek gazeteci idi.

Yazılarında Yunanlıların Anadolu’da masum insanlara yaptıkları eza ve cefayı, yakıp yıkmalarını tafsilâtıyla anlatıyor, Đngilizleri şiddetle suçluyor, Türklerin vatan müdafaası uğrunda katlandıkları ağır fedakârlıkları ve yaptıkları kahramanca direnişi övmekten geri kalmıyordu. Ankara memnundu. Artık o, Mustafa Kemal’in en yakın dostlarından biri olmuştu. Giriştiği mücadelede elde ettiği sonuçları Mustafa Kemal Paşa’ya aralıksız bildiriyordu. Ondan gelen bir mektup üzerine Paşa da bir mektup yazarak onu ikinci defa Ankara’ya davet etti. Mektupta şunları yazıyordu: 5 Eylül 1921 “Madam, ”Sevimli mektubunuz, bana verdiğiniz haberler ve Fransa’ya henüz dönmeden, hakikat ve adalet adına açtığınız cesur ve takdire değer mücadeleniz için teşekkür ederim. ”Bu vesileyle, her şeyden önce, hakkımızı korumak, cesur ve talihsiz milletimin, hiçbir vicdan azabı duymayan ve insanlık duygusundan yoksun kişiler tarafından yapılan vahşice tecavüz yüzünden katlandığı müthiş acıları bütün dünyaya tanıtmak için sarf ettiğiniz enerji karşısında ne kadar minnettar kaldığımı bildirmek isterim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir