Brandon Bays – Yolculuk

Bu kitap özgürlükle ilgili. Her zaman hayalini kurduğunuz hayatı yaratmanın özgürlüğü. Hepimizin, bir şekilde bizi tuzağa düşürdüğünü veya kısıtladığını hissettiğimiz meseleleri vardır; bunlar öfke, depresyon, endişe veya korku olabilir. Bu, hayatta yaşanacak daha birçok şey olması gerektiğini hissetmek kadar basit bir şey de olabilir, kendini tam bir başarısızlık örneği gibi hissetmek kadar boğucu da olabilir. Bağımlılıklar gibi bizi güçsüz bırakan bir şey de olabilir, amansız bir hastalık gibi hayatımızı tehdit eden bir şey de. Ne kadar derinde de olsa, ne denli zorlu bir mücadele de gerektirse, o meseleden tamamen özgürleşmeniz, bütünleşmeniz, iyileşmeniz yine de mümkündür. Bu meselelerin kökündeki nedenlere inip, hepsini çözümleyebilir, bunlardan kurtulabilir ve tüm potansiyelinizle hayatınızı sürdürüp gerçek benliğinizi tümüyle ifade edebilecek kadar özgürleşebilirsiniz. Tümörün sadece altı buçuk haftada doğal yollardan iyileşmesi gibi insanın hem burnunu sürten hem de çok derin bir dönüşüm yaşatan o tecrübeden sonra, artık günlük hayatımın bir parçası haline gelen sınırsız yaşama sevinci ve özgürlük taşar oldu içimden. Hayatımın en paha biçilmez hediyesiydi. Bu kitap, yaşadığım etkileyici yolculuğa karşı duyduğum derin minnettarlığın bir ifadesi olarak ve kendi yolculuğunuza çıkarken hayat bavulunuzda taşıyacağınız esin verici bir hayat gereci olması duasıyla yazılmıştır. Varlığınızın özündeki sınırsız mutluluğu keşfetmeniz dileğiyle… Özgürlüğe davetlisiniz. Kanatlanmaya hazır mısınız? “Kenara gelin” dedi. “Gelemeyiz, Usta. Korkuyoruz” dediler. “Kenara gelin” dedi.


“Gelemeyiz, Usta. Korkuyoruz” dediler. “Kenara gelin” dedi. Geldiler. Onları itti. Onlar da uçtu. Özgürlük kaderimizdir. Buna rağmen, bizi yüceliğe, kendi gerçek doğamıza taşıyacak olan o adımı atmaya korkarız. Bir zamanlar duyduğum bir hikâyeye göre her birimiz bu hayata saf, kusursuz, ışıltılı bir elmas olarak gelirmişiz. Ancak büyümenin zorluklarını ve hayatın acılarını yaşayınca, içimizdeki bu pırıltı bir yığın döküntü altında kaybolurmuş. Daha sonra, yetişkinliğimizde, bütün bu dağınıklığı parlak, ışıltılı bir kat cila ile örteriz. Dünyaya sunduğumuz bu yapay kaplamayı kimsenin o kadar da olağanüstü bulmamasına şaşarız. Zaman geçtikçe, bu koruyucu kabuğun gerçek kişiliğimiz olduğuna inanmaya başlarız ve tüm kimliğimizi bu kabuk etrafında şekillendiririz. Fakat gerçekten şanslıysak, hayat bize bir hediye sunar; bir “uyandırma çağrısı.” Öyle bir olay olur ki, bir an için bu sertleşmiş yüzeyi çatlatır, çamur katmanları arasından bakıp derinlerdeki ışıl ışıl mükemmelliğin parladığını yakalayıveririz.

Sonra da, eğer çok, çok şanslıysak, hayatımız boyunca bu üstün güzellik ve özgürlüğün içlerine, yuvaya doğru bir yolculuk yaparız. Aslında daima bu kusursuz, saf elmas olduğumuzu ve olacağımızı keşfederiz. Bu kitap yuvaya yolculuğun ve içimizdeki yüceliği tanıyalım diye ruhun durmaksızın yaptığı çağrının hikâyesidir. Bu kitap sizin için çalan “kalk borusudur” nihayet gerçekten olduğunuz kişiye, yuvaya dönmeniz için bir davetiyedir. Aradığın, sensin. 1 1992 YAZINDA BİR SABAH UYANDIM ve son aylarda karnımı bu kadar büyüten şey neyse onunla yüzleşmem gerektiğini sonunda anladım. Daha fazla inkâr edemezdim. İçimden bir ses bedenimde ciddi bir terslik olduğunu, en sonunda doktora gidip muayene olmaya mecbur kalacağımı söylüyordu. Herhangi bir “sorunum” olabileceğine inanmak istemiyordum. Her şeyi doğru yaptığımı sanıyordum! Sağlığıma çok önem verirdim, on iki yıldan fazladır bilinçli bir uygulayıcıydım. Canlı, besleyici, vejetaryen yemekler yer; yalnızca saf, temiz ve filtrelenmiş su içerdim; ayrıca her gün mini trambolin üzerinde zıplardım. Malibu sahilinde, ufak bir yazlık evde oturuyordum ve taze deniz havası soluyordum. Daha da önemlisi, yıllarca yürüttüğüm bireysel gelişim çalışmaları sayesinde artık olumlu düşünmek konusunda kendimle uğraşmam gerekmiyordu; zaten kendiliğinden oluyordu. Beni derinden tatmin eden bir evliliğim vardı; çocuklarımı seviyordum ve şükran duyarak yaptığım işimle canlanıyordum; seminerler vererek dünyayı gezmek, başkalarına, canlı, enerjik ve sağlıklı olsunlar diye esin vermek. Hayatım hep olmasını dilediğim gibiydi.

Bir ömrü eğitimlere, seminerlere katılarak, bedeni ve ruhu sağaltmakla ilgili her şeyi öğrenerek geçirmiştim. Bütün hayatım adeta sağlıklı yaşam ilkelerine göre biçimlenmişti; yani sözde değil özde yeşilciydim. Yine de hamile gibi görünmeme neden olacak kadar koca bir karınla dolanıyordum ortalıkta; üstelik hamile olmadığımı da bal gibi biliyordum. Her şeyi doğru yaparken bu nasıl olabilirdi? Utanıp çekiniyordum, korkularımı en yakın arkadaşlarıma bile açamıyordum. Başkalarına sağlıklarının yönetimini nasıl ele alacaklarını öğreten ben, bir uzman, en bol pantolonumun bile fermuarını kapatamaz haldeydim. On beş yıldan uzun bir süredir doğal sağaltma ve alternatif tıp alanında çalışıyordum; şimdi ise ciddi bir sağlık sorunuyla karşı karşıyaydım ve “normal” bir doktora gitmeyi düşününce bile elim ayağıma dolaşıyordu. Doğru düzgün bir tıbbi teşhise acilen ihtiyacım olduğunu biliyordum ama nereden başlayacağım ya da kimi arayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir arkadaşımı arayacak cesaretim olmadığından, gidecek başka yer de bulamadığımdan en yakın kitapçıya göz atmaya karar verdim. Rafları tararken kadın sağlığı konusunda uzmanlaşmış ve ilk seçenek olarak tüm organlarınızı almamakla ünlenmiş bir cerrahın kitabını buldum. Başlangıç için akıllıca bir seçim olacağını düşünüp kitabın sonundaki numarayı aradım; ancak altı hafta sonrasına randevu alabilince de hem şaşırdım hem de heyecanlandım. O zaman zarfında karnım gittikçe şişti ve aylık kanamam beklediğimden çok önce başladı. Randevudan önceki gece, cesaretimi toplayarak en iyi kız arkadaşlarımdan birine, Catherine’e her şeyi anlattım ve benimle doktora gelmesini rica ettim. Muayenehaneye vardığımızda, teşhisin ne olabileceğini düşünmekten içim fena oluyordu. Catherine’le oturup sohbet ederek muayene saatini beklerken, korku dalgalar halinde üzerime gelince soğuk terler dökmeye başladım. Bir buçuk saat sonra, nihayet hemşire gelip bizi çağırdı.

Muayene kırk beş dakika sürdü, zahmetli ve detaylıydı; sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Ben en korktuğum şeyleri duymayı beklerken doktorun ağzından tek kelime çıkmıyordu. İşi bitince doktor hanım sessizce bana dönüp gözlerimin içine baktı. Sevecen fakat duygu içermeyen bir sesle “Brandon, karnınızda basketbol topu büyüklüğünde bir tümör var” dedi. Ben söylediklerini umutsuzca kavramaya çalışırken sanki her şey içime doğru bir makaraya sarılmaya başladı. Acemice kaygısız görünmeye çabalayarak “Hadi ama Doktor, biraz abartmıyor musunuz? Basketbol topu bu kadardır!” dedim elimle basketbol topunun büyüklüğünü göstererek, sonra da inanamayarak güldüm ve anında kendimi aptal gibi hissettim. Komik olma çabama pek ısınmayan doktor ciddileşti, neredeyse kırıcı bir tavırla, “Deniz topu dememi mi yeğlerdiniz? Şu büyüklükte [deniz topunu işaret ederek]. Dahası, diğer organlarınızı sıkıştırıyor. Son zamanlarda nefes darlığı çekiyor musunuz?” dedi. Başımı sallayıp zayıf bir sesle, şişkinlik ya da fazla kilolar diye düşündüğümü mırıldandım. Doktor, “Tümör yüzünden” dedi. “Bu ‘batın kütlesi’ kasık bölgesinden başlayarak tüm göğüs kafesinize yayıldığından öyle oluyor [vücuduma dokunup, tümörün tam olarak ne kadar yer kapladığını gösteriyordu] ve diyaframınıza baskı uyguladığından nefes almanızı zorlaştırıyor. O kadar büyümüş ki hemen bugün hastaneye yatmanız lazım; bir an önce ameliyatla alınabilmesi için gerekli testleri yaptırmalısınız.” Sanki biri, bir tekmede içimdeki tüm havayı çıkarmış gibi geliyordu. Durumu hafifletebilmek için bir iki aptalca şey daha geveledikten sonra, ofisine geçip konuşmaya orada devam etmek istediğimi söyleme cesaretini bulabildim.

Muayene odasından çıkmış koridorda yürürken Catherine konuşup duruyor, doktora sorular yağdırıyordu. Sanırım, kendimi toplamam için bana zaman kazandırmaya çalışıyordu. Hep birlikte oturduk ve doktora tüm bunların tam olarak ne anlama geldiğini, ne gibi seçeneklerim olduğunu sordum. Sanki ne kadar konuşursa işler o kadar dehşetli bir hal alıyordu. Ameliyat “tek seçeneğimdi” ve acilen yapılması gerekiyordu. İçimdeki baskı arttıkça kalbim hızla atmaya başladı. Kıstırılmış bir hayvan gibi hissediyordum. Sonunda kendimi tutamayıp “Bunu yapmanıza izin veremem, Doktor” dedim. “Ben zihin-beden sağaltma alanında çalışıyorum. Aynası iştir kişinin, kendi yöntemlerimle iyileşmeye çalışmak için bir şansım olmalı… Bana ne kadar süre verebilirsiniz?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir