Brian Garfield – Oyunun Kuralları

Kırk yaşlarında görünen, uzun boylu, ince vü­cudu kaslı, sarışın adam kalabalığa karışmış duru­yordu. Çevresine dikkatle bakmaktaydı ve pek çok kimsenin tersine başını da eğmemişti. Gözleriyle kor­tejin yolunu tarıyordu. Bu saati hiç unutmamak için gördüğü her şeyi belleğine yerleştirmeye çalışır gi­biydi. Doğudan esen kuru rüzgâr insanın içine işle­yecek kadar soğuktu. Uçsuz bucaksız bir kalabalık vardı. Londralılar da hâlâ gelip bu kalabalığa katı­lıyorlardı. Kimse konuşmuyordu. Sadece yere vuran ayakların ve ağır ağır çalan davulların kasvetli sesi duyulmaktaydı. Havaya kaldırılmış pek çok ülkenin bayrağı, taşıyıcıların başlarının üstünde dalgalanıyor­du. Adam, Fransız bayrağını havaya kaldırmış olan iki kişiyi tanıdı. Çeyrek yüzyıl önce Fransız yeraltı örgütünden anımsadığı bu insanların hâlâ sağ ol­malarına sevindi. Erkek çok yaşlanmıştı ve orta yaşlı Fransız kadınının yüzünde de Doğululara özgü bir şeyler vardı. Bu kadın bir kez onun yaşamını kurtarmıştı. Fakat gidip kendisini kadına tanıtmaya kalkma­dı.


Üstüne, Diz Bağı Nişanına sahip şövalyelere öz­gü işaret takılı tabut, dondurucu soğukta ağır ağırTrafalgarAlanına doğru getiriliyordu. Gözlerinden hiçbir şey kaçmayan adam hem çevresinde olanları, hem de tabutun yaklaşmasını izleyebilmekteydi. Ya­nında bir kadın açıkça ağlıyordu. Adam, onun ve şapkalarını çıkarıp başlarını eğen erkeklerin yanın­dan geçti. En ön sıradakilerin arkasından dolaşarak korteje paralel bir yol izledi. Film ve televizyon ka­meraları bu görüntüyü kaydediyor, objektifler soğuk gri havada donuk donuk parlıyordu. Bir damda eski Kraliyet Hava Kuvvetleri üniforması giymiş bir ada­mın esas duruşa geçerek titreyen bir elle selâm, ver­diğini de gördü. Ancak, nedenini pek anlayamadığı bir zorlama yüzünden durmadan ilerliyordu. Kimsenin dikkatini çekmeden insanların arasından geçmekte ustaydı.TrafalgarAlanına gelince de kortejin yönünden uzaklaşıp adımlarını sıklaştırdı. Uzun bacaklarını aça­rakChandos Place, HenriettaSokağından geçerekAldwych’inarkasına çıktı. Buralar bomboştu. Dük­kânlar kapatılmıştı. Arka sokaklardan dolaşıp so­nunda bir basamağa çıktı. Buradan bakınca, sürekli olarak kalabalıklaşan insanların başlarının üstündenSt.

Paul Katedralinin cephesini görebiliyordu. Bu es­ki yapının hava saldırılarının neden olduğu korkunç yangınlar arasında böyle tek başına durduğuna tanık olduğu ânı bütün .berraklığıyla anımsadı. Soluğu buhar halinde çıkıyordu. Pusuya yatmış bir avcı gibi sabırla bekledi. Daha fazla yaklaşmasına gerek yoktu. Kraliyet arabasının uzaklaştığını gördü. İçeride olsaydı neler * ** göreceğini de iyi biliyordu. Orada krallar, kraliçeler, diktatörler, devlet memurları, önemli kimseler, or­duda görevli erkek ve kadınlar vardı. Artık Kraliçe II. Elizabeth ve hanedan üyeleri korteji beklemek için yerlerine oturmuş olacaklardı. Bu, tarihte ilk kez görülen bir olaydı. Şimdi tahtta oturan biri, soyluluk payesi olmayan bir adamın cenaze törenine katılıyor­du. O sırada kafasından, «İsteseydim nüfuz ve etki sayesinde kurşun tabutu St. Paul Katedraline getir­mekte olan 108’nci Kraliyet Donanması subaylarından birinin yerini alabilirdim,» diye geçirdi.

Fakat daima olduğu gibi meçhul kalması daha iyiydi. «Gözlerim bu haşmeti gördü…» Kalabalık çok sessiz olduğu için katedralde çınlayan bu ilâhiyi du­yabiliyordu ama o anda bu ciddi töreni ya da dok­san yıl didinip büyük işler başaran, zafere erişen ve görkemli bir törenle son dinlenme yerine götürü­len devlet adamını da düşünmüyordu. Hayır, o baş­bakanı değil, o insanı düşünmekteydi. Kahramanı değil arkadaşını, Tigger’i düşünüyordu… Adam arkasını kalabalığa dönüp kışın soğuk sessiz sokaklarında ilerledi. Artık ilk kez gözyaşla­rına engel olmadı. Gözleri kederden çok anılar yü­zünden dolmuştu. 1 Çocuk, macera ararcasına sık açalyaların arasından geçip kendini yeni kırmızı tuğlalardan ya­pılmış bir duvarın önünde buldu. Bu duvar başından biraz yüksekti. Hatta ayaklarının ucunda yükseldiği zaman bile tepesini göremiyordu. Ayrıca duvarın üs­tü tamamlanmamıştı. Tuğlalar eğri duruyordu. Ço­cuk etrafta bir bahçıvan olup olamadığını anlamak için çevresine göz attı. Sonra cesaretle duvara sal­dırdı. Tuğlalara basa basa tırmandı. Duvarın öbür ta­rafında ne olduğunu görmek istiyordu.

Fakat tuğlalar birden kayınca telaşlandı, ağır­lığını üstüne verdiği duvar çöküyordu. Çocuk düşer­ken tuğlalar da etrafa yayıldı. Aynı anda bir adamın kükrer gibi bağırdığını duydu. Bu ses tam altından gelir gibiydi. Birkaç sıra tuğla etrafa savruldu ve çocuk ken­dini duvarın bel hizasındaki temelinin üstüne serili buldu. Korkunç bir gürültü oluyor, homurtular devam ediyordu. Galiba çok şişman biri düşmekte olan tuğlalardan kaçmaya çalışıyordu. Duvarın yıkılması sona erince çocuk bir baca­ğını kaldırıp öbür yana attı ve duvarın temelinin üs­tüne oturmayı başardı. O zaman böyle kabaca ra­ hatsız ettiği adamı da iik kez doğru dürüst gördü. Güç belâ ayağa kalkıp öfkeyle çocuğun başına di­kilen adam çok iriyarı ve şişman duruyordu. Harç dolu bir el arabası duvarın yanında yan devrilmiş ve içine de birkaç tuğla düşmüştü. Bu yüzden harçlar etrafa sıçramış, adamın tulumu da harç içinde kal­mıştı. Elinde bir mala vardı. Bunu başının üstüne kaldırıp bir boğa gibi böğürünce çocuk korkuyla bü­züldü. Adam ona vuracak gibiyken vazgeçti.

Mala ağır ağır aşağıya indi. Yaşlı adam dikkatle ona baktı. «Allah kahretsin, ne yaptığını sanıyorsun sen?» «Çok özür dilerim, efendim…» Çocuk öbür ba­cağını da öne atıp yıktığı duvara baktı.Yüzününbirden kıpkırmızı kesildiğini hissetti. Yüksek, ince bir sesle konuştu. «Bu tuğlaların arasında harç ol­madığını nereden bilebilirdim?» «Sana bu duvara tırmanma iznini kim vardı, de­likanlı?» Adam gerçekten çok kızmıştı. Çocuk gözlerine düşen saçlardan kurtulmak için başını geriye atıp şişman adamın sert bakışlarına karşılık verdi. «Sadece diğer tarafta ne olduğunu görmek istemiştim.» «Ya öyle mi?» Yaşlı adamın homurtusunda kor­ku veren bir şeyler vardı. Sonra dönüp üstüne baktı. «Tanrım… şu halime bak. Üstüme harç bulaşmış, her yanım lekelenmiş, leş gibi olmuşum.» Çocuk cesaretle konuştu. «Buraya tehlike oldu­ğunu belirten bir tabelâ filân koysaydınız.» «Küstahlık etme.

» Çocuk kalbi deli gibi çarparken belki de fazla ileri gittiğini düşündü. Pişman olmuş gibi başını ö-nüne eğdi. «Özür dilerim, efendim. Gerçekten üz­günüm.» Şişman adam tutumundaki tuğla tozlarını sü-pürmek için boşuna uğraştı. Bu sırada ıslak harçla­rı yaydı ve harç ellerine de bulaştı. «Kimsin sen?» «Ben burada oturuyorum.» «Burada mı? Burası neresi?» Çocuk kolunu kaldırıp gerideki açalyaları işaret etti. «Oradaki evde efendim.» «Chartvvell evinde mi? Öyleyse sen Mrs. Cre-ighton’un çocuklarından birisin, ha?» «Evet, efendim.» Şişman adam ona kötü kötü baktı. «Öyleyse de­likanlı, şimdi mal sahibinle tanıştın. Bunun çok da­ha hayırlı bir tanışma olması gerekirdi.» Şişman adam söylenerek eğilip tuğlaları topla­maya koyuldu.

Çocuk da duvardan kayıp inerek onu yatıştırmak için yardıma koyuldu. Düşmüş tuğlaları toplayarak duvarın dibine istif etmeye başladı. Bir an sonra da endişeyle, «Canınız yanmadı ya?» diye sordu. «Yanmadı ama bu yüzden sana teşekkür borçlu değilim.» «Hatamı onarmak isterim, efendim.» Yaşlı adam kaşlarını çattı. «Nasıl?» «Uygun bulduğunuz cezayı kabul edeceğim.» Omuzlarını dikleştirip durdu. Şişman adamın dudakları titreyip oynamaya baş­lamıştı. Bir an başını çevirdi. Tekrar çocuğa döndü­ğünde yüzü sertti. «Kaç yaşındasın?» «On, efendim.» «Peki, adın nedir?» «Christopher, efendim.» «Okulun tatil olduğu için eve döndün herhal­de. Benim kim olduğumu biliyor musun?» «Hayır.

» «AdımWinston Churchill.Yaşlı bir parlamento üyesi olmama karşın yine de buranın sahibiyim. On yaşında bir çocuğun izin bile almadan malikânemi altüst etmesine göz yumamam. Önerdiğin gibi sana uygun bir ceza bulalım, değil mi?» Çocuk üzüntüyle, «Evet efendim,» diye mırıldan­dı. Cesaretinin şişman adamı etkileyeceğini ve böy­lece kendisini bırakacağını ummuştu. Ama böyle ol­mayacağı anlaşılıyordu. «Gel öyleyse.» Yaşlı adam hızlı adımlarla biraz uzaktaki küçük yapılara doğru yürüdü. Çimenliklerin aralarında tuğla döşeli yollar var­dı. Küçük ev ve kulübelerin arkasında iki de küçük göl bulunuyordu. Bunların çevresinde beyaz yüksük otları ve birkaç ağaç gördü çocuk. Sonra suda yü­zen siyah kuğularla birkaç kaz dikkatini çekti. «Burada bekle.» Adam küçük bir eve girdi ve bir an sonra çocuk akan suyun sesini duydu. Biraz geçince de şişman adam kapıda belirdi.

Elinde uzun saplı bir çapa vardı. Bunu çocuğa uzatarak, «Nasıl sen sınırı aşarak hakkın olmayan bir duvara tırman­maya kalktınsa, şu çimler de yolların kenarlarındaki sınırı aşıyorlar,» dedi. «Şimdi bahçe yollarını izleye­rek iki yandaki çimleri düzeltmeni istiyorum. Bak, sana nasıl yapacağını göstereyim.» Çocuktan çapayı alan şişman adam eğildi. Ça­payı iki eliyle kaldırıp tuğlanın üstüne doğru sarkanotukesiverdi. «Yapabileceğine akiın yattı mı?» Çocuk çimenliklerin arasındaki yollara baktı. Bunların sonu yok gibiydi. Hevessiz hevessiz mırıl­dandı. «Evet, efendim.» «Öyleyse harekete geç.» Adam çapayı ona ve­rerek uzaklaşırken başını çevirmeden konuştu. «Bir süre sonra gelip çalışmana bakacağım.» Öğle üzerine doğru şişman adam ağaçların ara­sından çıktı. Oocuğa bir göz atıp tuğladan yapılmış, büyük eve girdi.

Çocuğun başı güneşten kızmıştı a-ma kendini işe vermiş çalışıyor, bu cezayı kabullen­diğini göstermek istiyordu. Şişman adam onun iş­ten kaçan biri olduğunu sanmamalıydı. Ona göste­recekti. Zamanı düşünmeden, açlığına aldırmadan çalış­maya devam etti. Sonra bir puronun sert, ekşimsi kokusunu duydu. Başını kaldırınca, bir ağacın dalla­rı arasından ağır ağır yükselen dumanı gördü. Ço­cuk eğilerek çalışmaya devam’ ederken yorulduğu belli oluyordu. İçini çekip çapayı daha ağır hareket­lerle sallamaya başladı. Sonra durup dramatik bir tavır içinde yeniyle alnını sildi. Tekrar içini çekip ot­ları kesmeye devam etti. Şişman adam ağacın arkasından çıktı. Çocuk onu görünce şaşırmış gibi yaptı. Yaşlı adam, «Buraya gizlenmiştim,» diye açıkla­dı. «Seni gözetliyordum. Çok fazla çalıştın, değil: mi?» «Evet, efendim.

» «Herhalde yorulmuş, acıkmış ve susamışsındır artık.» «Evet, efendim.» «Gel öyleyse.» Çocuk, annesinin ev sahibiyle böyle tanışmış oldu. 1935’in Haziranıydı. Christopher’in annesiyle babasj geçen kış boşanmışlardı. Yakındaki Crockham Hiil’de oturan John Amca, Churchill’lerin Kent’tekiWesterhamköyü yakınında bulunan malikânesinde kadına oğlu ve iki kızıyla oturabileceği bir ev bul­muştu. Christopherdaha sonraki okul tatillerinde şiş­man adamı biraz daha yakından tanıma fırsatını bul­du ve onun asık suratlı bir ihtiyar olduğu kanısına vardı. Adam zamanının büyük bölümünü politika ya­şamının bittiğini, mesleğinin mahvolduğunu söyle­mekle geçiriyordu. Geriye sadece örülecek duvar­lar, yapılacak resimler ve kimsenin okumayacağı ki­tapları yazmanın kaldığını ileri sürerek yakınıyordu. Çocuk başına geniş kenarlı kocaman bir şapka giyen adamınChartwellgölcüğündeki küçük adada, tuvalin önünde oturduğunu, resim yaptığını görü­yordu. Bir kez adama usulca arkadan yaklaşmaya kal­kıştı fakat küçük tahta köprü gıcırdayarak onu ele verdi. Yaşlı adam hemen başını çevirerek, «Kızılde­rili oyunu mu oynuyorsun?» dedi. «Özür dilerim efendim. Resmi görmek istemiş­tim.

» «Her seferinde seni yaramazlığa kalkışırken ya­kalıyorum!» Genellikle çocuk, yaşlı adam hakkında kötü şey­ler düşünmüyordu. Aslında onu hiç düşündüğü yok­tu. Büyüklerin yanında pek az vakit geçiriyordu. Ço­ğu zaman yatılı okuldaydı. Oyunun Kuralları 1819 1918 Savaşında subaylık yapmıştı. Siperdeyken vurulduğu ve kalbinin yanına saplanan 7,62 mm.lik kurşunun çıkarılamadığı söylenirdi. Kur­şunun hayati organa çok yakın olması ameliyatı o-Ianaksız kılmıştı. Ayrıca vücuttaki kurşunun, ince zarı ne zaman delip kalbe gireceği ve yaşamına son vereceği de belli değildi. Adamın bu yüzden hiç ö-zel plân yapmadığı, geleceği düşünmediği ve kas­vetli bir yaşam sürdüğü de iddia edilmekteydi. John Amca savaşta bir ara Mr. Churchill’in ya­veri olmuştu ve o zamandan beri de dosttular. Daha sonra oJhn Amca, Christopher’in çok ünlü bir ope­ratör olan ve Harley Sokağında çalışan babasıyla Churchill’i tanıştırmıştı. Christopher, John Amcayı pek sevmezdi. Adam sıkılı dişlerinin arasından konuşuyor ve çocuklara gösterdiği nazik ilgi de zorlamaya benziyordu.

Gü­venle bakan parlak, soğuk mavi gözleri de insanın içini ürpertirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir