Bulent Gokay – Dolarin Sonu

ırak, ıran ve petrodoların sonu “Hizbullah: Đran Güney Lübnan’da Hizbullah’ı daha militan eylemlere girişmeye teşvik edecektir. Hizbullah’ın Hayfa’yı ve kuzey Đsrail’deki başka yerleşim birimlerini vurabilecek, büyük miktardaki karadan karaya füzelerine karşı Đsrail’in güçlü bir yanıt vermesi beklenmelidir, bu da kriz atmosferini derinleştirecektir. Hizbullah’ın toplumsal alanda daha ılımlı hareket ederek tatmin edici bir politik dönüşüm sürecine girdiği doğrudur. Bu nedenle, israil’e karşı bir askeri harekat eski tutumuna dönüş anlamına gelecektir. Bir ABD askeri harekatının sonunda ortaya çıkacak yaygın halk desteğinin yanında bu da beklenmelidir. Hizbullah’ın herhangi bir harekâtı, israil’in güçlü askeri karşılıklarıyla sonuçlanacaktır. Bu karşılıklar en azından hava saldırılarını, topçu ateşi ve savaş füzelerinin kullanılmasını ve donanma bombardımanını içerecektir. Piyade ve zırhlı birliklerin gerçekleştireceği sınır ötesi operasyonları da gündeme gelebilir.” Oxforti Araştırma Grubu için Paul Rogers’ın hazırladığı raporda, ABD’nin Đran’a olası bir saldırısı karşısında Tahran’ın geliştirebileceği yanıtlar arasında Hizbullah’ın Đsrail’e saldırısı da bir seçenek olarak sayılıyordu. Lübnanlı Şii direniş örgütü Hizbullah, ABD’nin Đrak işgalinin hemen ardından “gündemine aldığı” he2 petrodolarm sona deflerden biri aslında. Hatta o dönemde, Hizbullah’a yönelik bir operasyon için Đran ve Suriye’ye baskıyapılması tartışılıyor.2 Bugünse, Đsrail’in “askerlerini kurtarma operasyonu yaptığını” iddia ettiği otuz üç gün süren Lübnan saldırısının, ABD’nin Đran’a dönük operasyonunun bir ara aşaması olduğu düşünülüyor. Evet, Hizbullah Đran’ın ABD saldırısına vereceği yanıtlardan biri olarak görülüyordu ve ABD bu savaşların sıralamasında bir değişiklik yaparak süreci kendi inisiyatifinde belirleme yolunu seçti, “12 Temmuz günü Hizbullah gerillalarının iki Đsrail askerini kaçırmasıyla başlayan kriz” palavrasıyla başlatılan bu kampanya ve savaşın, aslında uzun bir süredir Đsrail tarafından planlanan bir harekât olduğuna dair çok sayıda iddianın yanında bir o kadar da kanıt mevcut. Nitekim, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, askerleri kaçırdıklarında Đsrail’in bu kadar ölçüsüz bir tepki göstermesinin ancak bu şekilde açıklanabileceğini savunuyor. Nasrallah, kendilerinin zaten bir süredir Đsrail’in Lübnan işgali sırasında kaçırdığı Arap tutsakların serbest bırakılması için böyle bir eylem yapmayı düşündüklerini açıkça telaffuz ettiklerini ve buna karşın Đsrail’den hiçbir yanıt gelmediğini anlatıyor.


3 Esir değişimi, Hizbullah’ın, Lübnan’dan çekildikten sonra bu konuda yapılmış olan anlaşmaların hiçbirine uymayan Đsrail’e baskı yapabilmek için bulduğu bir çözüm. Lübnan’daki yasadışı işgaline Hizbullah’ın direnişi sayesinde son vermek zorunda kalan Đsrail, her türlü hukuk ve anlaşmaya aykırı bir şekilde savaş sırasında kaçırdığı Lübnanlıları elinde tutmayı ve Lübnan’a ait Şebaa Çiftliklerinde de asker bulundurmayı sürdürüyor. Dolayısıyla, Hizbullah’ın Đsrail askerlerini kaçırması “aniden gelişen bir saldırı” değil; belli bir hukuka bağlanmış bir uyuşmazlıkta taraflardan birinin gerçekleştirdiği ihlaller nedeniyle diğer tarafın bunu gidermek için gerçekleştirdiği bir eylem. Evet, Đsrail arkasına başta ABD diğer batı ülkelerinin ve emperyalist medyanın desteğini alarak otuz üç gün süren vahşi bir salSJ-IJ5 3 diriyi “kendini savunma hakkı” adına gerçekleştirdi, israil’in son on aydır bu saldırının hazırlığını yaptığı yönündeki iddia ve kanıtların yanında, ABD’nin de Hizbullah’ı uzun süredir gündeminde tuttuğu belirtilmişti. ABD’nin Hizbullah’a dönük bir müdahale konusunda gerek BM ve gerekse diğer uluslararası aktörler nezdinde attığı adımları kısaca hatırlatmakta yarar var. ABD Hizbullah’ı ve Lübnan’daki güçlü konumunu değerlendiren raporların yönlendirmesi doğrultusunda örgüte yönelik sonuç alıcı bir müdahale için Lübnan yönetimini zorlama yolunu tercih ediyordu. 2 Eylül 2004’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1559 sayılı Karar Tasarısı’nı kabul etti. Tasarı, Fransa ve ABD tarafından hazırlanmıştı ve “Lübnan’daki tüm yabancı birliklerin çekilmesi” ve “Lübnanlı ve dış kökenli tüm milislerin silahsızlandırılması ve yasaklanmasını” öngörüyordu. Lübnan yönetimi 1559 sayılı kararın uygulanabilmesi için israil’in halen işgali sürdürdüğü Şebaa Çiftliklerinden çekilmesini ve Lübnanlı esirleri serbest bırakmasını istedi. Bu arada karara göre, Suriye birliklerinin de Lübnan’dan çekilmesi gerekiyordu. Ancak, Đsrail’in kendine düşen şartları yerine getirmemesi nedeniyle Lübnan ve Suriye de 1559 sayılı kararı fazla ciddiye almadılar. BM’nin bundan sonra gerçekleştirdiği zorlamalar da sonuç alıcı olmayınca, 28 ocak 2005’te Lübnan hükümetinin güneyi kontrolü altına alması çağrısı yapan 1583 sayılı BM Güvenlik Konseyi Karar Tasarısı kabul edildi. Ancak, BM’nin bu girişimleri, Lübnan’daki mevcut dengeleri iç savaş lehine zorlama dışında bir anlam ifade etmiyordu. Hizbullah’ın Lübnan toplumu içindeki yerleşik örgütlülüğü, başka bir Lübnanlı otoritenin örgütü zorla silahsızlandırmasına imkan tanımayacak gelişkinlikteydi. Öte yandan BM Güvenlik Konseyi kararlarının diğer muhatabı olan Suriye de eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubatta öldürülmesine dek bu konuda bir adım atmadı.

Bugün hak4 petro dol arın sonu kında çok çeşitli iddialar bulunan bu suikastın ardından yaratılan politik değişim atmosferinde Suriye 5 Mart 2005’te Lübnan’daki askerlerini çekeceğini açıkladı. Geçen yılın bahar aylarında Suriye’nin askerlerini çekmesiyle birlikte Lübnan planlarının daha sorunsuz bir zeminde bir kez daha masaya getirildiğini düşünebiliriz. Ancak, bütün hazırlık ve planlamalara karşın, raporlarda pek üzerinde durulmayan “direniş” gerçeği bir kez daha kendisini gösterdi. Đsrail’in “hesaplaşmayı” öne çektiği Hizbullah’la savaşı hiç de hesaplara uygun gelişmedi. Otuz üç günlük ağır bombardıman ve kara çatışmalarının sonucunda Đsrail Lübnan’ı yerlebir etmek dışında gözle görülür bir başarı sağlayamadı. Bugün, bir kez daha Lübnan yönetimini Hizbullah’a karşı zorlamak seçeneği deneniyor. Güney Lübnan’a Lübnan ordusunun ve bir de uluslararası barış gücünün yerleştirilmesi, Đsrail’in Hizbullah’ı sıkıştırma planlarının bir uzantısı. Ancak Đsrail’e karşı ikinci direnişiyle Lübnan halkının tüm kesimlerinin desteğini almış olan Hizbullah’ın “elimine edilmesi” bugün daha zorlu bir “plan” olarak duruyor. Lübnan için tasarlanan “rejim değişikliği” ise yarım kalan bir heves oldu. Özetle, ABD’nin Đran saldırısının olası bir yanıtını erkene alarak Ortadoğu’daki savaş denkleminde inisiyatifi eline alma girişimi ters tepmiş durumda. Bundan sonrasına ilişkin Lübnan tablosunda yapılacak olası zorlamalar, ülkeyi bir kez daha iç savaş döngüsüne sokmayı beraberinde getirecektir. Büyük Ortadoğu ve Đran basamağı ABD’nin Đran ile hesaplaşması, Büyük Ortadoğu Planı (BOP) olarak adlandırılan bölgeye dönük emperyalist yeniden yapılanma projesinin kritik bir ayağını oluşturuyor. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD, Yeni Dünya Düzeni’ne ilişkin küresel ölçekteki düzenlemelerini hızla attığı tek taraflı salsıinuş > dırı adımlarıyla gerçekleştirmeye başladı. Aslında, küresel yeniden yapılanma, 11 Eylülle başlamadı; ancak bu tarihle birlikte saldırgan niteliği daha belirgin yayılmacı adımların önü açıldı. 90’lı yıllarda, Ortadoğu’ya Birinci Körfez Savaşı ile bir “giriş” yapmayı deneyen ABD emperyalizmi, nesnel ve öznel kısıtlar nedeniyle, Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerin kapitalist sisteme dahil edilmesi sürecine yöneldi.

Doğu Avrupa ve Balkanlar’da yaşanan savaşlar ve Yugoslavya’nın parçalanması, bu sürecin kritik evreleri oldu. ABD, emperyalist sistem içindeki lider konumunun sağlamlaştırılması, jeostratejik bölgelerde hem kaynakların ve hem güç dengelerinin denetimi, eski sosyalist ve Soğuk Savaş döneminde sistem dışında kalmış ülkelerin ekonomik ve askeri olarak sisteme entegrasyonu gibi bir dizi zorlu hedefi yerine getirmeye çalışırken aynı zamanda ekonomik kriz dinamiklerini de hafifletmeyi gözetecek adımlar atıyordu. Bu adımları atarken de dünya lideri olarak ikna edici bir yaklaşım sunması gerekiyordu. On yıl kadar bir dönem küreselleşme, demokrasi, insan hakları ve bunun gibi bir dizi başlığı tüketen ABD, 11 Eylül’le birlikte saldırganlığına yeni bir bahane bulmuş oldu: Terör tehdidi. Bundan sonra, dünya üzerindeki askeri yerleşimini yeniden tasarlayan ABD önce Afganistan ve Orta Asya’da kritik coğrafyalara yerleşti ardından daha önce bir deneme yaptığı Ortadoğu’yu yeniden gündemine aldı. Tartışmalı bir şekilde gerçekleştirilen Irak işgali, hem Irak gibi kritik bir coğrafyanın tutulması, hem de bölgedeki diğer direnç odaklarına dönük bir mesaj içermesi nedeniyle önem taşıyordu. Ancak, Irak’ta ortaya çıkan ve ABD’nin hesaplarında yeri olmayan direniş, bu iki hedef açısından da sorunlar yarattı. 6 peirodolaım sonu Çanlar çalıyor Đrak işgali bölgedeki tüm dengeleri ve yönetimleri etkilerken kısa bir süre içinde sıranın kendisine geleceği sık sık tekrarlanan Đran ve Suriye’de de buna bağlı önemli dönüşümler yaşanıyordu. Yukarıda bahsedilen BM kararlarıyla Lübnan’daki askeri varlığını çekmesi sağlanan Suriye, bir dizi başlıkta ABD ile “uzlaşmacı” bir rota tuttururken ABD’nin “rejim değişikliği” hedefi nedeniyle tehditlerden kurtulmayı başaramadı. Suriye hâlâ hedef olmayı sürdürüyor. Đran ise, daha farklı bir yol izledi. Afganistan işgali sırasında ABD ile işbirliği yapan ve uzun süredir devam eden ihtilafların masaya yatırılabilme olasılığı üzerinde durulan Đran, ABD Başkanı George Bush’un Ocak 2002 tarihli “Birliğin Durumu” konuşmasında Đrak ve Kuzey Kore ile birlikte “şer ekseni”ne dahil edildi. Yeni Ortadoğu planlarında ABD için Đran, bölgedeki teslimiyetçi olmayan odaklardan biri olarak görülüyordu ve özellikle Đran’ın nükleer güç olmasından kaygılanan ABD herhangi bir “pazarlık'” zemininin oluşmasını istemiyordu. Bunda, molla iktidarının hem Đsrail hem de ABD ile tarihsel düşmanlıklarının bu ülke içinde yarattığı karşıt dinamiklerin payı olduğu da söylenmeli. Burada bir parantez açarak, Đran’daki ABD karşıtlığının bu ülkedeki varlık zeminine dair kimi belirlemeler yapmak yerinde olacaktır.

1979’da Şah iktidarının devrilmesi sürecinde öne çıkan iki siyasal eksen olan islamcı ve sol muhalefetin toplumsal alanda ayağını bastığı zeminde genelde anti-emperyalizm ve özelde ABD karşıtlığı kritik yer tutuyordu. ĐKĐ kutuplu dünya sisteminde, Đran’da yaşanan toplumsal kalkışmanın bir dış müdahalenin nesnesi olmayışı ayrı bir konu olmakla birlikte, sonraki dönemde kapitalist niteliğine rağmen bir türlü emperyalist kampla bütünleşememesinde bu dinamiklerin önemli bir yeri oldu Devrimci kalkışmanın bir aktörü de olan mollalar, komünistleri saldırgan bir biçimde devre dışı bırakırken devrim süreci de bir karşıdevrimle sonlanmış oldu. Đran’da üretim ilişkilerisunuş / nin dönüşümünü öngören bir devrimci program devre dışı bırakılırken, bu süreçte gelişen siyasi dinamikler sonucu, kapitalist iran’ın emperyalist sistem içindeki yeri hep “tartışmalı” oldu. Diğer yandan, molla iktidarının gerici düzenlemeleri yaparken dayandığı toplumsal destek çoğu zaman bir “dış düşman” hayaleti üzerinden sağlandığı ölçüde, uzunca bir dönem molla iktidarı için emperyalizmle ve özelde ABD ile uzlaşmama tercih edilen bir yoldu. 1990’lara gelindiğinde sistemde yaşanan yeniden yapılanma ve entegrasyon ihtiyacı ise, “ılımlı-reformist'” siyasi akımların sahne almasıyla karşılandı. Özelleştirme programları dahil neo-liberal uygulamaları gündemine alan Đran yönetimi, Irak işgaline kadarki dönemde ABD ile uzlaşma konusunda önemli adımlar atmıştı. Parantezi burada kapatalım. ABD’nin Đran ve K.Kore için tasarladığı “önleyici saldırının (CONPLAN 8022-02)5 stratejik plan olduğu söyleniyor. Özellikle iran’a dönük saldırı söz konusu olduğunda kritik görülen “yeni bir kara savaşının ABD tarafından -askeri yetersizlikleri nedeniyle- kotanlamayacağı” tezine karşın, ABD’nin “nükleer silah” kullanarak Đran’daki kritik hedefleri havadan ve denizden bombalaması ve ardından sürgündeki iranlılardan oluşmuş bir kara gücüyle “rejim değişikliği”ni gündeme getirmeye çalışması gibi senaryolar gündemde. Yine burada yer alan “Đran: Bir savaşın sonuçları” başlıklı makalede de yer verildiği üzre, Đsrail’in iran’a yönelik bir saldırısının da gündeme gelebileceği düşünülüyor. ABD saldırganlığının nasıl sistemli bir şekilde yükseltildiği konusuna aşağıda tekrar dönülecek. Đran diplomatik alanda ABD’nin bu tutumuna, uluslararası kartlarını açarak yanıt verme yoluna gitti. Öncelikle diplomatik alanda, ABD’nin “rejim değişikliği” tezinin, Irak gibi bir örneğin varlığı koşullarında gündemden düştüğünü belirtelim. Đran için başka bir “gerekçe” ise, nükleer programı oldu.

Iran, kendisini hedef konumuna getiren nükleer programıyla ilgili olarak inisiyatifi ele aldı. ABD Bağdat’ı ele geçirir geçirmez Iran; Đngiltere, Fransa ve Almanya ile nükleer programını bitirme konusunda 8 petrodoların sonu görüşmeler yapmaya başladı. Đran’ın Avrupa ülkeleriyle son dönemde geliştirdiği yakın ilişkiler, son tahlilde belirleyici olamasa da diplomatik alanda önemli bir rahatlama sağlıyordu. iran’ın uluslararası planda ABD kuşatmasına karşı bir başka yanıtı da Çin ile ilişkilerini geliştirmesi oldu. Çin 1997’de Irak merkezindeki El Ehdab petrol sahasını geliştirmek için Saddam Hüseyin ile görüşüyordu. 2001’de ise Halfayah alanı için görüşmeye başladılar. Bu iki alan Çin’in 2003’teki petrol tüketiminin yüzde on üç kadarını oluşturabilecekti (günlük dört yüz bin varil). ABD işgaliyle birlikte Çin yeni ortaklar aramak zorunda kaldı. On beş ülke ile yeni anlaşmalar yapan Çin, Đran ile yetmiş milyar dolarlık bir anlaşma yaptı. Bu Đran’ın 1996’dan beri yaptığı en büyük anlaşma oldu. Çin, Đran’a yönelik BM yaptırımlarının önündeki temel engelleyici güç haline geldi. Çin Tahran’ın metro projesini üstlendi.6 . Sonuç olarak Irak Đşgali, Đran ile Çin arasında güçlü bir ittifak ortaya çıkarmış oldu. Diğer taraftan BM üzerinden yaşanan diplomatik gerilimlerde aktif rol üstlenen Rusya da, iran’a ileri füze sistemleri göndermeyi sürdürüyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir