Burak Eldem – 2012 Mardukla Randevu

Zecharia Sitchin’in Sümer, Akad ve Asur tabletlerinden elde ettiği bulgulara dayanıp ortaya attığı şu müthiş soru: İnsanı, maymunlar üzerinde genetik mühendislik “oynamaları” yaparak uzaylılar mı yarattılar? Ve de, gene gelecekler mi? Yoksa, uzaylı muzaylı yok da, gelecek olan bir gezegen mi? Ve çekim alanının etkisiyle buraları duman edecek, belki de hayatı söndürecek olan “zararlı” bir gökcismi mi? Kutsal metinlerde hep “kıyamet” olarak geçen, bu mu? “Hazret-i İsa’nın ikinci gelişinden” kasıt da bu olmasın? Bütün bunlara kesin bir kanıt, kesin bir yanıt bulunamadı. Ancak, “açık fikirli” insanların görmezden gelemeyecekleri bir sürü soru işareti de karşımızda kapı gibi duruyor. Yeter ki kendinizi dini inançlarınızın, okulda almış olduğunuz eğitimin, şartlanmaların etkisinden kurtarın ve düşünmekten de, soru sormaktan da korkmayın. Hani derler ya, “Karl Marx, Hegel’de başaşağı duran diyalektiği ayakları üstüne dikmiştir,” diye; işte Burak Eldem de, Zecharia Sitchin’de tepeüstü duran konuyu alıp düz dikiyor… Sitchin’i bazı abartılarından, saptırmalarından arındırıyor. Burak Eldem’in kitabını yutar gibi okuyacağınızı adım gibi biliyorum. Bunu ve bütün övgüleri fazlasıyla hak ediyor. Eğer “geçer akçe” dillere (tabii önce İngilizce) çevirilip yayınlanırsa, yurt dışında da en az o adını andığımız “gavur” yazarlar kadar ilgi toplayacağından eminim. Futboldan sonra bu alanda da Batıya, bizden ummadığı ve beklemediği büyüklükte bir başarı sunmuş olacağız! ENGİN ARDIÇ (Önsöz’den) “Neredeyse bütün inanç sistemlerinde bir biçimde yaşayan “kıyamet günü” ya da “dünyanın sonu” gibi mitlere, farklı bir noktadan bakmaya çalışarak yazıldı bu kitap. Yola çıkarken temel aldığı bir tek varsayım vardı: Mitolojilerin ve dinlerin bilinen en eski köklerinde batıl inancın değil, göklerde ve yeryüzünde yaşanan gerçek doğal olayların bulunduğu düşüncesi.” BURAK ELDEM-Yazarın NotuEkim 2002 Sitchin, evrim teorisine homo sapiens’in ortaya çıkışını kesin olarak açıklayacak “eksik halka”ya hiçbir zaman ulaşılamayacağını; çünkü bu aşamanın Anunnaki soyunun üst-insansı dediğimiz türe genetik müdahalesiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek oldukça derin bir tartışma başlatır. Onun yaklaşımı, kutsal metinlerde “Tanrı’nın insanı kendi suretinde yaratması” muammasına da açıklık getirmektedir bir anlamda. Diğer yandan, Genesis ve Enoch’un Kitabı’nda sözü edilen “yasak ilişki”nin Anunnaki erkekleriyle dünyalı kadınlar arasında yaşandığını ve böylece Enlil’in belirlediği “koloni kuralları”nın çiğnendiğini; Tufan’ın bu nedenle insana haber verilmediğini, çünkü insanın yok olmasının istendiğini ileri sürerek bir başka muamma için de alternatif açıklama sunar. Arkeolojiyle ilgili kimi ayrıntılarda dedektif gibi iz sürmesi ve derin araştırma yapması sayesinde de, çoğu zaman göz kamaştırıcı sonuçlara ulaşır. Bunun en güzel örneklerinden biri, dizinin ikinci kitabı “Gökyüzüne Uzanan Merdiven”in (“Stairway To Heaven”) sayfaları arasındadır: Sitchin Mısır üzerine eğildiği bu kitabında, Giza’daki Büyük Piramit’in firavun Khufu (Keops) ile ilişkilendirilmesini sağlayan tek olgu durumundaki, üst odanın duvarına çizilmiş firavunun adını taşıyan kartuşun, ün kazanmak isteyen bir arkeologun on dokuzuncu yüzyılda yaptığı acemice bir sahtekarlık olduğunu tartışma götürmez biçimde kanıtlar. Sitchin’in Dünya Tarihçesi”ni oluşturan kitapları: 1-Dizinin ilk kitabı “12.


Gezegen”, bu oylumlu teoriyle okuru tanıştıran “giriş” bölümü niteliğindedir ve Nibiru’nun varlığından; Anunnakilerin gezegenimize inip kolonizasyon sürecini başlatmalarından; işgücü kaynağı oluşturmak için genetik müdahaleyle insanı yaratmalarından söz edip, Sitchin’in İ.Ö. 10,800’de gerçekleştiğine inandığı Tufan’a dek gelir. 2-İkinci kitap “Gökyüzüne Uzanan Merdiven”de (“Stairway To Heaven”) Sitchin, insanoğlunun ölümsüzlük tutkusuna eğilir ve bu düşüncenin en çarpıcı görünümlerini sergilemek üzere Mısır’da yoğunlaşmaya başlar. Anunnaki kolonisi, İ.Ö. 10.500 dolaylarında (yani Sitchin’e göre Tufan’dan hemen sonra) daha geniş bir coğrafyaya yayılmaya başlamış; Nil vadisindeki yeni krallığı oluşturma ve yönetme işlevini Enki üstlenmiştir. 3-Anunnaki Hanedanı içinde giderek daha yoğun ve ateşli biçimde yaşanmaya başlayan iktidar savaşlarının en kritik aşaması, dizinin üçüncü kitabı “Tanrılarla İnsanların Savaşları”nda (“The Wars Of Godds And Men”) ele alınır. Sitchin’e göre Marduk, babası Enki’ye yapılan haksızlığı hazmedememiş ve dünya kolonisine “Enki ailesinin temsilcisi” olarak el koymak istemiş; ilk girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer tanrılarca yakalanıp sürgüne gönderilmiş; ancak sonuçta yılmayıp yeniden ortaya çıkmış ve bir “darbeyle” Babil’e el koymuştur. 4-Yeni Dünya’nın antik uygarlıklaının serüvenleri, dizinin dördüncü kitabı “Yitik Krallıklar”da (“The Lost Realms”) ele alınır. Sitchin’e göre Nibiru’nun ihtiyacı olan madenleri çıkarmak üzere dünyanın diğer ucunda yeni kaynaklar aranmış ve sonuçta And Dağları’nda, Titikaka gölü yakınlarında ve Orta Amerika’da, Meksika’da yeni yerleşim bölgeleri yaratılmıştır. 5-Beşinci kitap “Zamanın Başlangıcı” (“When Time Began”), Sitchin’in eski uygarlıkların astronomi ve takvimlerinin doğuşuna yaptığı bir yolculuktur. Babil zigguratlarını, İngiltere’deki Stonehenge’i, eski toplumların astronomik gözlem gelenekleriyle ilgili ayrıntıları bu kitapta buluruz. 6- Dizinin finaliyse, eski metinlerde ve gökyüzü haritalarında, tapınaklarda, hatta DNA’nın yapısında saklı bulunan “Şifrelerin” araştırıldığı “Kozmik Şifre” (“The Cosmic Code”) ile gelir.

İlerleyen zaman içinde Sitchin 7- “Başlangıca Dönüş” (“Genesis Revisited”), 8- “Tanrıyla Karşılaşmalar” (“Divine Encounters”) ve 9- “Enki’nin Yitik Kitabı” (“The Lost Book Of Enki”) adlı tamamlayıcı nitelikteki kitaplarını da yayımlayacaktır. Sonuçta, kolayca üstü çizilemeyecek, titiz bir okumayı fazlasıyla hak eden yapıtlardır Sitchin’in “Dünya Tarihçesi”ni oluşturan kitaplar. Zecharia Sitchin’in içinde doğup büyüdüğü İbrani kültürüne ve inançlarına bağlılığı, dizinin üçüncü kitabı “Tanrılarla İnsanların Savaşları”nda iyiden iyiye netleşmeye başlar böylece. Sitchin, bütün bu yorucu çalışmayı, aslında bir tek saplantı uğruna gerçekleştirmiştir: Musevi inançlarını ve Eski Ahit’i doğrulamak; İbranileri Sümerlerin mirasçısı yaparak “seçilmiş halk” motifine tarihsel destek sağlamak! Bu uğurda, son derece zekice yakalanmış ayrıntılar ve titizlikle oluşturulmuş bir incelemeye semitik milliyetçiliğin ve dindarlığın gölgesini düşürür. Altı kitaplık dizi boyunca, uzaydan gelen bir ırkın dünyada “tanrılar” olarak algılandığını anlatan ve teorisini bunun üzerine kuran Sitchin, Eski Ahit’le ilgili dini saplantıları nedeniyle sık sık başvurduğu alıntılarda, Yahve ile Anunnakilerin iç içe geçmesine neden olan garip bir karmaşa yaratır. Bilindiği gibi Musa dağdayken Tanrı’ya adını sorduğunda Tanrı, “Ben neysem, oyum” ya da başka bir ifadeyle “Ben, ben olanım” (“Ehyeh asher ehyeh”) diye yanıt verir. Bu tümceyi oluşturan sözcüklerin baş harfleri de, İbrani kültüründe Tanrı’nın adı olarak kabul edilen “Tetragrammaton”u (Dört Harf) oluşturur: YHVH. Sesli harfe sahip olmayan İbrani alfabesinde bu harflerden oluşan sözcük “Yahve” ya da (“Yüce Tanrım” anlamına gelen “Adonai” sözcüğünün sesli harfleri aynen uygulanarak) “Yahova” biçiminde okunur. Sitchin’in, kronolojisini hazırlarken yalnızca Eski Ahit’ten değil, Atlantis savunucularının son yüzyılda dört elle sarıldıkları bir tarihten, İ.Ö. 10.500’den de esinlendiğini görüyoruz. ABD’li “uyuyan kahin” Edgar Cayce, seansları sırasında önceki yaşamında Atlantis’te yaşayan “Rahip Ra-Ta” olduğunu ve dünya tarihiyle ilgili gizli kayıtları, kıta dalgaların altında yok olduktan sonra yoldaşlarıyla birlikte Mısır’da sakladığını anlatmıştı. Cayce’in verdiği İ.Ö.

10.500 tarihi, son buzul çağının bitiminde iklimin hızla değişmesine paralel olarak buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi somut bir olguya da uyum sağladığı için, Atlantis araştırmacılarının ilgi odağı oldu. Hatta İ.Ö. 10.500 yılı o denli “sihirli” bir tarih haline geldi ki, seksenli ve doksanlı yıllarda “yitik uygarlık” izleri arayan bütün araştırmacılar, dikkatlerini bu kilometre taşında yoğunlaştırdılar. Robert Bauval, Adrian Gilbert ile birlikte kaleme aldığı sansasyonel yapıtı “The Orion Mystery”de (“Orion Gizemi”) Giza piramitlerinin yaşıyla ilgili son derece sıradışı bir tez sunar: Bauval ve Gilbert’a göre bu üç piramidin dizilişi, Orion takımyıldızının “kuşak” olarak anılan bölgesindeki üç yıldız örnek alınarak hazırlanan çok eski bir plana göre düzenlenmiştir. Mitleri ve kutsal metinleri, geçerli birer tarihsel kaynak gibi bire bir “yaşanmışların kaydı” olarak kabul etmek, büyük bir yanılgı olur ve ancak körü körüne inancın varlığını gösterir. Ama dünyanın değişik bölgelerinde binlerce yıldan bu yana varlığını koruyan, büyükçe bir bölümü çok eski çağlardan bu yana sözlü gelenekle aktarılmış bu külliyatı bütünüyle “uydurulmuş hikayeler” olarak görüp, dikkate almadan bir kenara atmak, sandığımızdan çok daha vahim bir hataya sürükleyebilir bizi. Düşeceğimiz en büyük ve en korkunç yanılgı, sahip olduğumuz bilim ve teknolojiye narsist bir tutkuyla bağlanıp, “ne çok şey bildiğimizi” düşünerek böbürlenmek; eskiçağdaki atalarımızıysa “hiçbir şey bilmeyen batıl inançlı cahiller” olarak yargılamaktır. Evren ve bu gezegendeki varlığımız hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. El yordamıyla başlayan ve hızlanarak süren bir bilgilenme dönemindeyiz henüz; elimizdekilerse son derece az. “Çok açıktır ki, eskilerin yazdıklarına daha saygılı bir tavırla yaklaşmamız gerekiyor. William Irwin Thompson “Tarihin Kıyılarında” adlı müthiş kitabında ‘Ya dünyanın tarihi bir mitse, ama bu mit, dünyanın gerçek tarihinden geriye kalanlarsa?’ diye sorar.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir