Carl Schmitt – Parlamenter Demokrasinin Krizi

Çağdaş parlamentarizmin düşünce tarihi içindeki konumu üzerine yazılmış bu incelemenin 2. baskısı özü itibariyle önemli bir değişikliğe uğramadı. Bu, her türlü tartışmanın ötesinde onu göklere çıkardığım anlamına gelmez. Hatta tam tersi yönde kaygılanmak için sebepler vardır. Parti siyaseti sömürüsü ile arasına mesafe koyan ve kimseye propaganda hizmeti vermeyen, yolundan şaşmaz bir bilimsel tartışma bugün birçok kişiye kullanışsız, dünyadan bihaber ve anakronik gibi gelebilir. Bu nedenle siyasi kavramları ele alan objektif bir müzakerenin pek ilgi çekmemesi ve böyle bir müzakere isteğinin anlayışla karşılanmaması kaygı vericidir. Belki de “müzakere devri” [die Epoche der Diskussiorı] bütünüyle kapanmaktadır. Bu incelemenin 1923 yazında yayımlanan 1. baskısı genel olarak, böylesi kötümser tahminlerin bu mütevazı kitapla da teyit edildiği şeklinde yorumlara yol açtı. Yine de objektif eleştirelliğin münferit örneklerini görmezden gelmek haksızlık olur. Özellikle Richard Thoma gibi mükemmel bir hukukçunun ayrıntılı ve düşünsel açıdan zengin eleştirisi (Archiv für Soziakuissenschaften, 1925, Bd. 53, s. 212 vd.) etraflı bir yanıtı hak ediyor. Ancak Thoma’nın yazısının sonunda imaen bana atfettiği, tamamıyla fantastik siyasi hedefleri suskunlukla geçiştirmeye hakkım var sanırım.


Thom a’nın siyasi kombinasyonlar tarafından saptırılmamış objektif itirazı, müzakereyi ve aleniyeti [kamusallık-O^entiic/ılce/t] parlamentonun temel prensiplerinden saydığım için parlamentarizmin düşünsel temelini iyice köhnemiş bir düşünce sisteminde bulmama yöneliktir. Thoma’ya göre böyle bir düşünce sistemi, belki birkaç kuşak önce belirleyici bir tasavvurdu, ancak parlamento, çoktandır tamamen farklı bir temel üzerinde durmaktadır. Kamusallığa ve tartışmaya duyulan inancın köhnemiş bir şey olarak görülmesi endişesini ben de taşıyorum. Bu yüzden, parlamentoya yeni bir düşünsel temel sağlayan yeni muhakeme ve kanaatlerin neler olduğunu sormak gerekir. Tabiidir ki, toplumsal kurumlar gibi, fikirler de zamanla değişir. Ancak eğer tartışma ve kamusallık ilkeleri gerçekten ortadan kalkarsa, günümüz parlamentarizminin yeni temelini nerede bulabileceğini ve parlamentonun bu durumda hâlâ nasıl ayan beyan doğru ve adil olarak kabul edilebileceğini anlamıyorum. Her büyük kurum gibi parlamento da kendine has belirli düşünceleri varsayımsal olarak temel alır. Bunları öğrenmek isteyenler Burke, Bentham, Guizot ve J. St. Mill’e dönmek ve onlardan sonra, yaklaşık 1848’den bu yana sayısız pratik mülahazanın ileri sürüldüğünü, ancak yeni ilkesel tartışmaların yapılmadığını kabul etmek zorundadırlar. Bu durum, geçen yüzyılda elbette fazla dikkat çekmedi, çünkü parlamentarizm, demokrasiyle aynı anda ve çok yakın bir işbirliği içinde gelişim gösterdi ve bu ikisi arasında açık bir ayırım yapılmadı.2 Ancak günümüzde, kazandıkları ortak zafer akabinde, ikisi arasındaki zıtlık su yüzüne çıkmıştır ve liberal-parlamenter fikirler ile kitle demokrasisine ilişkin düşünceler arasındaki fark artık görmezden gelinemez. Bu yüzden, Thoma’mn ifadesiyle, bu “küflenmiş” üstatlarla meşgul olmak gerekecektir, çünkü parlamentarizme özgü olan nitelik, yalnızca onların düşünce sisteminden çıkarsanarak anlaşılabilir ve parlamento yalnızca onlar aracılığıyla doğrudan demokrasinin mantığı kadar, bolşevizmin ve faşizmin mantığı karşısında da düşünsel üstünlüğünü koruyabilen özgün bir kurum vasfını elde eder. Bugünkü parlamenter işleyişin, kötünün iyisi olduğu, her halükarda bolşevizme ve diktatörlüğe tercih edileceği, ortadan kaldırılması durumunda öngörülemez nitelikte sonuçların doğacağı, “sosyal-teknik” açısından gayet pratik olduğu vs., tüm bunlar ilginç ve kısmen doğru mülahazalardır, ancak özgün bir amaca sahip bir kurumun düşünsel temelini oluşturmazlar.

Günümüzde parlamentarizm, hükümet etme yöntemi ve siyasi sistem olarak varlığını sürdürür. Var olan ve iyi-kötü işleyen her şey gibi yararlıdır; ne azı ne de fazlası… Bugün bile denenmemiş diğer yöntemlere göre daha iyi işlediği ve var olan minimum düzenin, düşüncesizce deneylerle tehlikeye atılmış olacağı sonucuna varmak için birçok neden vardır. Mantıklı olan herkes, bu gibi düşünceleri mutlaka kabul edecektir. Ancak 2) Bunun tipik bir örneği Senatör Prof. Gaetano Mosca’nın Teorica dei Gövem i e G ovem o Parlamentare (2. Baskı, Milano 1925 – 1. Baskısı 1883) adlı kitabının 147. sayfasında verdiği parlamentarizm tanımıdır. Mosca’nın parlamentarizmden anladığı, halkın doğrudan veya dolaylı yolla seçtiği unsurlardan oluşan bir hükümettir ve bir devletteki siyasi üstünlük (la preminenza politica) bu unsurlara aittir. Pek sevilen temsili rejim (ReJjrasenwtıwerfassung)-parlamentarizm eşitliği de aynı karışıklığı içerir. söz konusu düşünceler, ilkeler hakkında yapılan bir tartışmada ağırlık taşımaz. Şüphesiz hiç kimse “[Parlamenter sistemden] başka ne olabilir ki?” sorusuyla, düşünsel bir temeli veya ahlaki bir hakikati ispatlanmış sayacak kadar kanaatkâr olmayacaktır. Bütün özgün parlamenter düzenlemeler ve kurallar, anlamlarını tartışma ve kamusallık sayesinde kazanırlar. Bu, özellikle, her ne kadar pratikte artık kimsenin inanmadığı bir prensip olsa da, anayasal düzeyde hâlâ resmi kabul gören “milletvekili, seçmenlerinden ve partisinden bağımsızdır” ilkesi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğüne, dokunulmazlıklara ve parlamento görüşmelerinin kamuya açık olmasına ilişkin hükümler bakımından geçerlidir. Kamusal tartışma prensibine duyulan inanç ortadan kalkarsa, bu düzenlemeler anlaşılmaz hale gelir.

Bir kuruma sonradan rasgele başka prensipler atfetmek ve şimdiye kadar var olan temelinin çökmesi durumunda, gelişigüzel ikameci argümanlar eklemek mümkün değildir. Elbette ki, aynı kurum farklı pratik amaçlara hizmet edebilir ve bu nedenle, pratik açıdan çeşitli şekillerde haklılaştırılabilir. “Amaçların heterojenliğinden, pratik bakış açılarının anlam değişiminden ve pratik araçların işlev değişiminden söz etmek mümkündür ama prensiplerin heterojenliğinden söz edilemez. Örneğin, Montesquieu gibi monarşinin prensibinin “onur” olduğunu varsayarsak, bu prensip demokratik bir cumhuriyete eklemlenemez; nasıl monarşi, kamusal tartışma prensibi üzerine kurulamazsa… Gerçi prensiplerin özgüllüğüne ilişkin duygu kaybolmuş ve yerini sınırsız bir ikameciliğe bırakmış gibi gözükmektedir. Thoma’nın başlangıçta zikredilen eleştirisinde, benim incelememe yönelik itirazlarının dayandığı temel düşünce de budur aslında. Ancak kendisi maalesef, parlamentarizmin sözüm ona çok sayıdaki yeni prensiplerinin neler olduğunu hiçbir şekilde belirtmez. Birkaç kelimeyle, “yalnızca Max Weber, Hugo Preuss ve Friedrich Naumann’ın 1917 yılından bu yana yayınladıkları yazılara ve yaptıkları konuşmalar”a değinmekle yetinir. Kayzerlik rejimine karşı mücadele eden Alman liberalleri ve demokratları için parlamentarizm ne ifade ediyordu? [Parlamentarizm, onlar için] esas olarak ve en önemlisi, siyasi lider seçimi için bir araç, siyasi amatörlüğü bertaraf etmek ve en iyi ve en yeteneklilerin siyasi liderliğe ulaşmalarını sağlamak için emin bir yoldu. Parlamentonun, gerçekten de siyasi bir elit oluşturacak yeteneğe sahip olup olmadığı çok şüpheli bir hale gelmiştir. Herhalde bugün artık kimse, bu seçim aygıtı hakkında o kadar ümit dolu düşüncelere kapılmaz; pek çokları bu gibi ümitlere çoktandır modası geçmiş gözüyle bakmaktadır ve Thoma’nın, Guizot’yu kastederek kullandığı “hayalci” sözcüğü, bu Alman demokratlara da pekâlâ yakıştırılabilir. Avrupa’daki ve Avrupa dışı ülkelerdeki birçok parlamentonun, yüzlerce bakandan oluşan siyasi elitleri aracılığıyla aralıksız olarak ortaya koydukları, büyük bir iyimserliğe kapılmayı haklı göstermez

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir