Carl Schmitt – Roma Katolikliği ve Politik Form & Kara ve Deniz

Paul Ricoeur, yorum ile amaçlananın yorumlanan metnin ait olduğu devrin kültürü ile yorumcunun dünya resmi arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmak olduğunu söyler. Ona göre bu ancak yorumcunun metni kendisinin kılmasıyla, yani kendisini ötekini anlamak aracılığıyla anlamasıyla mümkündür. Bu yüzden her hermenötik, açık veya örtük bir biçimde, ötekileri anlamak aracılığıyla kendisini anlamaktır. Cari Schmitt ile tanışmam, daha doğrusu onun iki dünya savaşı arası Almanyasmda kaleme aldığı metinleri kendimce keşfim, hem mekân hem zaman boyutlarında iki dünya arasmde kalmış Türkiye’yi anlama çabam sırasındaki entelektüel iz sürüşlerimden birinde gerçekleşti. Kıta içine sıkışmışlık halinden kurtulmak, kendi içindeki bölünmüşlüğü bir büyük birlik haline sokmak için Kıta’ya meydan okuyan Prusya’da doğup tahsil gören Schmitt, kaybedilen bir savaşın ardından intikam ateşiyle daha da saldırganlaşan Nazi Almanyasının fikir -babalarından biriydi. Schmitt Almanya adına düşünürken Kıta’da, manen bağlı olduğu Roma Katolikliği adına düşünürken ise hem Almanya hem de Kıta’da kuşatılmış­ lığı hissediyordu. İngiltere’nin hakim olduğu bir dünyada Almanya’yı, ekonomik-teknik aklın hakim olduğu bir dünyada siyasî-hukukî iradeyi, kendini yönetmeye talip bir dünyada aşkın bir iktidarı savunmak, Schmitt’i hem “muhafazakâr” hem de “devrimci” olmak durumunda bırakmıştı. Ricoeur’un yukarıda değindiğimiz tarifine dönersek, Schmitt’in metnini anlamak ancak benzeri bir kuşatılmışlık tecrübesi içinde, muhafazakâr olmanın isyan etmek anlamına da geldiği bir tarihî vaziyet içinde daha mümkündür diyebiliriz. Schmitt’i İkinci Dünya Savaşı sonundan XX. yüzyılın sonlarına kadar yok sayan Anglo-Amerikan fikir âlemi onun fikrî başkaldırısına ihtiyaç duymayacak kadar galip ve muktedir olduğu için bunu yaptığı gibi, onun metinleriyle tesadüfen ya da tevafuken tanışıp alışverişe giren her bir okuyucunun da kendini ona ihtiyaç duyacak kadar mağlup ve madun hissettiği söylenebilir. Schmitt’i okumaya başladığımda sadece bir kitabı Türkçe’ye, bir ya da iki kitabı İngilizce’ye çevrilmişti. Aradan geçen senelerde, bilhassa 11 Eylül’den sonra vaziyet değişti. Schmitt’in yazdıkları hatırlandı, ona yapılan atıflar arttı, hakkında birbiri peşisıra incelemeler kaleme alındı. Ama Schmitt’e sahip çıkanlar çoğunlukla, onu kendileri üzerinden anlamak yerine kendilerini ona söyletmek isteyenler oldu. Global hegemonyanın adına yeni-muhafazakârlık (neo-conservativism) denen yeni söylemini üretenler, hocaları Leo Strauss’u Amerika’ya gönderen referans mektubunun sahibi Cari Schmitt’i kendi emperyal projeleri konteksinde hatırladılar.


II. Dünya Savaşı sonrası benzer bir entelektüel akıbete uğrayan çağdaşı Martin Heidegger’i hatırladıkları gibi. Her ikisi hakkmdaki Naziler’e destek vermek, Hitler’i iktidara getiren zemini hazırlamak ve anti-semitizme karşı tavır almamak hatta destek vermek gibi suçlamalar yürürlükten kaldırılmadıysa da, yeni imparatorluk ütopyasının “karar anı” ya da “911 /acil hal” arayışı yaklaşık yarım yüzyıldır İngilizce konuşulan dünyada yok sayılan her iki düşünürü de “akademik/entelektüel piyasa”ya sokuverdi. SSCB sonrası dünyada global kapitalizmin sebep olduğu sosyal problemlere cevap vermek için “daha güçlü bir devlet” ve “milliyetçilik” e sarılan eskinin sol Hegelcilerinin de katılmasıyla, başta Schmitt olmak üzere iki dünya savaşı arasının “muhafazakâr devrimci” olarak kategorize edilen Alman düşünce çevresine rağbet arttı. Bismarck Prusyasında yürürlüğe sokulan Katoliklik karşıtı Kulturkampf uygulamaları altında yetişmiş bir Katolik azınlık mensubu olsa da, Schmitt’in entelektüel hayatı, Avrupa din ve siyaset tarihinde keskin örnekleri çok olan dar mezhepçi bir azınlık ayrılıkçılığı (sekteryenlik) çizgisini takip etmemiştir. Bununla beraber o bir radikaldir ve muhalefet ettiği şeylerin listesi bir hayli uzundur. Hiç şübhe yok ki Schmitt, adına çok partili parlamenter demokrasi denilen siyasî rejimin gördüğü suretlerine muhalif olmuştur. Tıpkı, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet sonrası kurulan Weimar Cumhuriyeti’nde güçlü bir siyasî alternatif olarak beliren proleter sınıf diktatörlüğünü yücelten sosyalizme karşı olduğu gibi. Schmitt’in ekonomik krizlerle sallanan iki dünya savaşı arası Almanyasında büyük sermaye çevreleriyle ünsiyeti olduğu söylenebilir, ancak “ekonomik akıl” da, “teknik akıl” da muhalefet ettikleri listesinden hiç düşmemiştir. Ömrünün ilk yarısında inanmış bir Katolik ya da en azından Katolik kültürüne âşinâ biri olarak “kozmopolit” bir dünya tasav­ vuruna sahip gözüken Schmitt, İngiltere ve/veya A.B.D. hegemonyası altında bir dünya devletine de, Milletler Cemiyeti’ne de, kapitalist dünya ekonomisinin millî devletleri ortadan kaldıran depolitizasyonuna da karşıdır. Schmitt bir teolog değildir, ya da bir Katolik hukuk adamı. Lâkin bir bilim felsefesi olarak pozitivizmin hukuka ve siyaset teorisine sirayetine de muhaliftir.

Şahıs ve grup hakimiyetini pekiştirdiğini düşündüğü “nötr devlet” de hukukî pozitivizmin eseri “kanun devleti” de onun pek çok eserinde sistematik olarak tenkit ettiği temel olgulardandır. Bu kadar uzun bir muhalefet listesi barındıran Schmitt külliyâtının, kendilerine göre seçme yapabilecek pek çok politik gruba lojistik destek sağlamasına da şaşmamak gerekir. Ancak, ne kadar politik duruş varsa Schmitt’in âsârına ulaşan o kadar yorum yolu olmasını tabiî ve anlaşılır görsek de, onun “bütün”de karşı durduğunu tesbit etmeden bir ya da iki muhalefet maddesini seçip almanın sefaletini vurgulamak onun hatırasına vazifemizdir. Bu kitapta Türkçe çevirilerini sunduğumuz iki risale, Schmitt’in “en önemli eserleri” listesinin başmda yer almaz. Çeviri için bu iki metni tercihimizde, son on yılda Türkiye’de yaşanan yoğun tercüme faaliyetinden Schmitt’in de nasibini alması ve bizim de çevirmeyi düşündüğümüz en güncel üç çalışmasının1 Bu metinler şunlardır: Politische Theologie. Vier Kapitel zur Lehre von der Souveraenitaet (İlk baskısı: 1922), Türkçesi: Siyasi İlahiyat, Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, çev. Emre Zeybekoğlu, Dost Yayınları, Ankara 2002); Die geistesgeschichtliche Lage des heııtigen Parlamentarismus (1923), Türkçesi: Parlamenter Demokrasinin Krizi, çev. A. Emre Zeybekoğlu, Dost Yayınlan, Ankara, Nisan 2006); “Der Begriff des Politischen”, A rchivfür Sozialmissenschaft und Sozialpolitik, 58 (1927) (kitap olarak ilk baskısı: 1932; bir önsöz ve ilâvelerle ikinci baskı: 1987), Türkçe çevirisi: Siyasal Kavramı, çev. Ece Göztepe, Metis Yayınlan, İstanbul, Aralık 2006. Türkçe’ye başarılı tercümelerle kazandırılmış olması da müessir olmuştur. Bununla beraber, Türkçe çevirileri bu kitapta yayınlanan Roma Katolikliği ve Politik Form ile Kara ve Deniz başlıklı her iki incelemenin, Schmitt’in entelektüel kariyerinin Türkiye’de nisbeten daha az bilinen tarih ve tarih felsefesi üzerine yoğunlaşmış olması hasebiyle bir boşluğu dolduracağını ümit ediyoruz. Burada yayınlanan iki risaleyi pek yakında, onun Thomas Hobbes’un Leviathan’ı üzerine kaleme aldığı incelemesinin hazırlamakta olduğumuz çevirisi takip edecektir. Roma Katolikliği ve Politik Form, Schmitt’in Katolik Kilisesi’ne daha yakın durduğu 1920’lerde kaleme aldığı bir incelemedir. Schmitt’in halen Türkçe’de mevcut bütün eserlerinin ilk baskıları da bu yıllarda yayınlanmıştır.

Adından da anlaşılacağı gibi Schmitt bu kitapta Roma Katolik Kilisesi’ ni, tarihüstü/tarihötesi dinî rolü ve daveti açısından değil, Roma sonrası Avrupa tarihinde işgal ettiği siyasî kudreti itibariyle ele alır. Ancak üzerinde yoğunlaştığı tarihî devir, Katolik Kilisesi’nin Kıta sathında hakim olduğu değil, Protestan ve Püriten fırkaların ona muhalefetini tevarüsen (sui)istimal eden seküler politik ve ekonomik aktörler lehine güç kaybettiği “modern zamanlar”dır. Çünkü Schmitt için esas aciliyeti olan, 1920’lerin Almanya ve Avrupasında hegemonya kurmakta olduğuna inandığı politik aktörlere ve onların dünya tasavvurları ile söylemlerine karşı Roma Katolik Kilisesi’nin temsil ettiği “ruh” ya da “duruş” tan mülhem bir muhalefet zemini oluşturmaktır. Kapitalist ekonomizme karşı Katolik hukununun siyasiliğini, hakim Anglo-Sakson felsefesi ve bilimin ampirisist fizikçiliğine karşı Katolik itikadının metafiziğini, modern teknik-eko- nomik aklın iktidar subjesini gizleyen görünüşte anonim rasyonelliğine karşı Katolik Kilisesi’nin siyasî-hukukî rasyonelliğini hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışır. Belki de bu incelemesinin en can alıcı tesbiti olarak, kapitalist ekonomi çağında sermayedar patronun ve ona muhalif proleterin ekonomi merkezli dünya tasavvurlarının ayniliğine dikkat çeker; Lenin’in elektrifikasyon projesinde onun yıkmaya çalıştığı âlemi bir başka surette yeniden üretişini görür. Makinenin geleneksizliğini, Protestan tüccarın yersizyurtsuzluğunu, hususî mülkiyeti teminat altına alan şahıs hukukunun amme hukukuna galebesini, dinî tecrübenin ve itikadın şahsîleşmesiyle herşeyi hususileştiren kapitalist hayat tarzının irtibatını, Roma Katolik Kilisesi’nin hakim olmadığı bir dünyanın tezahürleri olarak meseleleştirir. Katolik Kilisesi’nin günahı olarak gösterilen siyasî hakimiyet arzusu ve şâşâ merakına karşılık o da, Aydmlanma’nm arka planında yeşeren seçilmişlik fikrine dayalı aristokratik bâtmî grupların sıradan insana dönük müstehzi tavrını gündeme getirir. Heidegger’in Hristiyanlık öncesi Germen paganlığmda arayıp bulduğunu, Heidegger’in siyasetin sol kulvarında yer almış çoğu Alman Yahudisi talebelerinin varoluşçuluk ve sonra çevrecilik olarak formüle ettiği direnç odağını, Schmitt Katolik Kilisesi’nin kendisinde değil “temsil ettiğinde” bulmaya çalışmıştır da denebilir. Çünkü Schmitt, ister kapitalist ister sosyalist açıdan ifade edilsin ekonomik-teknik olanın içkinliğine (Immanenz) karşı vücuda takaddüm eden fikrin (Idee) aşkmlığım savunmaktadır. Naziler’in “cemaat olarak halk” (Volkgemeinsschaft) telâkkisine karşı o, hukukî-siyasî olanın aşkmlığım kurucu unsur olarak öne çıkarır ve “Sta- at, Beıvegung, Volk” (Devlet, Hareket, Halk) sloganını formüle eder. Nazi Almanyasınm resmî merasimlerde Parti’nin rengi olan kahverengi yerine Katolik siyahı içinde arz-ı endam edişi, bu farkın küçük ama mühim bir tezahürüdür. Schmitt’in bu metni, Katoliklik-Protestanlık ekseninde başlıbaşma bir Avrupa tarihi tartışması gibi gözükse de, umarız çevirisi okuyucularını son devir Türkiye tarihinde birbirine zıtmış görüntüsü veren siyasî/fikrî fırkalar hakkında da bir değerlendirme yapmaya sürükler. Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet devirlerinin o bildik ‘Batı’nm teknolojisini alıp ahlâkını almamak’ sloganını benimsemekte sıkıntı çekmemiş Türkiye “muhafazakârları”na Schmitt’in bu metninin söyleyecek çok şeyi vardır. Tıpkı son iki asırlık Avrupa düşüncesinin arkasındaki teolojik ve metafizik mirası bilmeden ya da onu yok sayarak Aydmlanma’yı ve laikliği Engizisyonla bir gecede hesaplaşmaktan ibaret gösteren Batıcılık iddiasındaki elitine olduğu gibi. Sadece muhafazakâr ve Katolik kökenli bir yazar olan Schmitt’in bu metnini değil, en müfrit Kilise ve Hristiyanlık muhalifi AvrupalI edip ya da filozofların meramını anlamak için de Avrupa sekülerciliğinin ne ile hesaplaştığını, yani Katolik Kilisesi’nin ve Hristiyan itikadının Avrupa tarihinde oynadığı rolü az çok bilmek şarttır.

Cari Schmitt’in bu kitapta Türkçe çevirisine yer verdiğimiz ikinci risalesi, II. Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı Kara ve Deniz’dır. Kitap, Schmitt’in Sırp asıllı Duschka Todoroviç ile 1926’da yaptığı ikinci evliliğinden olma kızı Anima’ya anlattığı tarih/tarih felsefesi dersleri şeklinde kurgulanmışsa da, parçası olduğu tarihî konteks dikkate alındığında Schmitt’in her metni gibi bunun da siyasî bir hesaplaşma kasdı taşıdığı açıkça görülür. Schmitt’in NSDAP’deki görevlerinden uzaklaştırılması sonrasında, görünüşte günlük siyaset çekişmelerinin dışında kaldığı bir zaman diliminde kaleme aldığı Kara ve Deniz, dünya hayatının kitabın başlığında adı geçen iki temel unsurunca temsil edilen devrin iki siyasî kudretini, iki ayrı varoluş şeklini, iki ayrı dünya tasavvurunu iki kutup olarak tefrik ve tahlil eder. Schmitt’in entelektüel dünyası, bundan önceki ve bundan sonraki metinlerinde de kendini gösterdiği gibi, “fark âlemi”ne aittir. Siyaset pratiği üzerine yazdıklarında Hegel’in izinde bir “devlet mistiği” ni andırsa ve mükemmel bir siyasî teşkilat için yönetenle yönetilenin ayniliği özdeşliğini (Identitaet) şart koşsa da, birlikten çok temsili öne çıkararak aşkın (transendental) bir siyasî kudreti “tefrik” etmekte ısrar eder. Bu esas “fark” üzerine kurulu fark âleminde varoluş, Schmitt’in çağdaşı Ernst Jünger’in ifadesiyle bir “silsile-i merâtib” (Rangsordnung) içinde aşağıya doğru inen birbirinden farklı ikilikler olarak temaşa edilir. Organik varoluşunun tehdit altında olduğunu hisseden için her fark, bir “dost-düşman” farkı halini alır. Önce muhayyel bir cemaat olarak “Alman milleti” ya da muhayyel bir aşkın birlik zemini olarak “Almanya’mı tasavvur eden, sonra da her iki kollektif kimlikle beraber kendi varlıklarını da tehdit altında gören Prusyalı muhafazakâr/milliyetçi düşünürler için düşman İngiliz/İngiltere ile Yahudi/Yahudilik’tir. Cari Schmitt’in Kara ve Deniz’de karşı karşıya koyduğu Leviathan ile Behemoth, saf denizci varoluş ile saf kara varoluşu, yaşadığı tarihî anda Protestanlık ile Katoliklik, İngiliz ile Alman, bencil kapitalist tüccar ile kahraman kara askeridir. Oswald Spengler, Werner Sombart, Ernst Jünger, Martin Heidegger, Cari Schmitt “fark” deyince, dost-düşman deyince aynı şeyi görürler ve gösterirler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir