Carol J. Adams – Etin Cinsel Politikası

The Sexual Politics o f M eat [Etin Cinsel Politikası] 1990’da İngilizce olarak yayımlandı ve o zamandan beri birçok dile tercüme edildi. Türkçe’ye yapılan bu yeni çeviri beni çok memnun etti. Kitabım ilk basıldığında, onu bugün Türkçe’ye çeviren iki kişiden biri bir, diğeriyse iki yaşındaydı! Geçen onca yıla rağmen kitabım tüm dünyada ve tabii ki Türkiye’de geçerliliğini sürdürüyor; çünkü tahlil ettiği kültür hâlâ gelişmeye devam ediyor. Et yemenin erkek egemenlikle ilişkili olduğunu, kadınlar ile insan olmayan hayvanların benzer ve birbirine bağlı şekillerde konumlandırıldığım iddia ediyorum. Etin cinsel politikasının yemek kitaplarında, filmlerde ve romanlarda, felsefi önerme- lerde ve reklamlarda etkin olduğunu fark ettim. Şimdi de şu soruyu sorabiliriz: Etin cinsel politikası Türkiye kültürünün neresindedir? Çevirmenlerim bu soruyu cevaplamama yardımcı oldu ve beni belli örneklere yöneltti. Türkiye’nin çokkültürlü bir imparatorluğun (Osmanlı İmparatorluğu) ardılı olmasından mütevellit çeşitli etnik ve dini gruplara evsahipliği yaptığını ve yekpare bir kültürün hüküm sürmediği bu ülke hakkında fazlaca genelleyici çıkarımlar yapmadan önce dikkatli olunması gerektiğini bana hatırlattılar. Kültürel asimilasyon, şiddetli baskı ve güncel insan hakları ihlalleri ile şekillenen bir tarihle karşı karşıyayken kafamızda şöyle bir soru belirebilir: Neden etin cinsel politikası? Bu kitapta tartışmaya açılan şiddetin Türkiye tarihi ve kültürü ile ilişkisi ne? Toplumsal cinsiyet ile yemek kültürü arasında değişmez bir ilişki olduğu iddia edilebilir mi? Hayır. Zaten Etin Cinsel P olitikasının amacı da bu değil. Etin Cinsel Politikası, kimi çağrışımların mevcut tahakkümü nasıl güçlendirdiğini inceleyerek çok yönlü, birbirine kenetlenmiş baskı biçimlerini dikkate almak için bir metodoloji öneriyor. Şiddeti kıymetli addeden hâkim kültüre muhalif olmanın bir yolunu sunuyor. Seçkin bir askeri zümre tarafından kurulan ve askerlik yapmanın her erkek için zorunlu olduğu bir ülke olan Türkiye’nin devlet politikası, tüm erkeklerin devlet ruhsatlı şiddetle yetkilendirildiği bir ortam yaratıyor, ataerkil değerlerin egemenliğini sürdürmesine olanak veriyor. Bu durumun sonuçlarını namus adı altında işlenen kadın cinayetlerinde olduğu gibi LGBT bireylere yönelik nefret suçlarında (ve özellikle trans bireylerin öldürülmesinde) görmek mümkün. Birçok başka ülke gibi Türkiye’de de cinsel taciz ve tecavüz vakaları oldukça yaygın. Etin Cinsel Politikası’nda yalnızca kadınlara değil, egemen olmayan bütün diğer insanlara ve hayvanlara yönelik cinsel şiddet ile kötü muamele arasında bir bağıntı olduğunu savunuyorum.


Türkçe’deki “mal” kelimesi (eşya, mülk gibi anlamlarının yanı sıra) hem kırsal lehçelerde büyükbaş hayvan hem . 14 . de kent argosunda iffetsiz kadın anlamına geliyor. Türkiye’de hâkim erkek kültürü, erkeksi olmayan varlıkların arasındaki çağrışımı onları aşağılamak için kullanarak bu kelimenin çift anlamlılığını suistimal ediyor. “Mala vurmak” veyahut “ete gitmek” kulağa büyükbaş hayvanlar ile ilgiliymiş gibi gelse de aslında seks işçileriyle birlikte olmak demek. “Kadınbudu köfte” adında bir yemeğin varlığı ve bir peynir çeşidi olan “kaşar”ın “hafifmeşrep kadın” anlamında kullanılması da cabası… Kadınlar ve insan olmayan hayvanlar arasındaki bir diğer ilişki de doğurganlıkları üzerindeki denetim. Türkiye son on yıldır muhafazakâr bir siyasi parti tarafından yönetiliyor. Bu on yıl boyunca birçok kadın düşmanı yasa çıkarıldı. “Kadın Bakanlığı” diye bilinen “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı”, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ na dönüştürüldüğünde, bu isim değişikliği aynı zamanda bir odak kaymasının da ilanıydı. Hükümet tarafından kürtajı bir suç haline getirme çabaları sürüyor. (Kürtajı erişilemez ve yasa dışı bir şey yapmak, yok olacağı değil yalnızca kadınlar için daha tehlikeli bir hal alacağı anlamına gelir.) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, evli çiftlere en az üç çocuk sahibi olmalarını öğütlemeye devam ediyor; çünkü Türkiye’nin daha genç bir nüfusa ihtiyacı var ve bu hedef ancak kadının ömrünün önemli bir kısmında eve kapanmasıyla mümkün oluyor. Yakın zamanda Uluslararası Af Örgütü “Türkiye: İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı” adlı bir rapor yayınlayarak Türkiye’yi “muhalif olmayı suç olmaktan çıkarmaya” davet etti. Yayınlanan doküman şöyle açıklıyordu: “Türkiye’de ifade özgürlüğü tehdit altında. Her yıl siyasi aktivistler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, avukatlar ve diğerleri aleyhinde hukuku istismar eden yüzlerce kovuşturma açılıyor.

Bu kovuşturmalar bugün Türkiye’nin en köklü insan haklan sorunlarından birini temsil ediyor. Bu tür davalar genellikle, devleti eleştiren veya hassas meseleler hakkında resmi görüşün aksi fikirler ifade eden kişiler aleyhinde açılıyor.” Mesele hayvancılığa geldiğinde Amerika Birleşik Devletleri de duruma muhalefet eden aktivistleri hedef alıyor. Birleşik Devletler’de hayvan özgürlüğü aktivizmine yönelik baskıcı tepkiler her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Eyaletler birer birer “ag-gag” kanunları” adı verilen yasaları geçiriyor. Bu yasalar büyük, endüstrileşmiş ziraat tesislerinde (yani evcilleştirilmiş hayvanların öldürülüp ete dönüştürülmeden önce ya da benim “dişilleştirilmiş protein” diye adlandırdığım şeylerin üretirlerken hapsedildiği yerlerde) olup bitenleri fotoğraf veya video çekerek belgelemeyi yasa dışı hale getiriyor. Birçok aktivist bu yerlerde yapılanları kayıt altına alabilmek için buralarda müstear isimlerle işe girmişti. Bu “ag-gag” kanunları, tesislere girebilmek için iş arıyormuş gibi yapmayı dahi yasaklıyor. Etin Cinsel P olitikasında “kayıp gönderge sistemi” fikrini ortaya atıyorum. Et, yumurta ve süt ürünleri üretimi yoluyla hayvanlar kayıp hale getiriliyor. Bireyler olarak, canlı varlıklar olarak ortadan kayboluyorlar. Devletler “ag-gag” kanunları aracılığıyla endüstrileri kolluyor ve kayıp gönderge sistemini ayakta tutuyor. Bunun yanı sıra, hayvan haklan aktivizminin bazı biçimleri (2006’da National Cattlemen’s Beef Association [Ulusal Sığır Yetiştiricileri Birliği] gibi gruplar ile Pfizer ve GlaxoSmithKline gibi büyük ilaç şirketlerinin talebiyle geçen Animal Enterprise Terrorism Act [Hayvancılık Teşebbüsleri Terörizm Yasası] yardımıyla) eko-terörizm addediliyor. Hayvanları korumanın Amerika Birleşik Devletlerinde iç güvenliğini tehdit etmek olarak gösterilmesi, hak mücadelelerinde geriye gidişten başka bir şey değildir. Bir Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı araştırması, hayvan haklan aktivistlerini takip etmek için kullanılan kaynakların boşa harcanmış olduğu, organize suç örgütlerinden gelebilecek yüksek seviyede risk yerine düşük seviyede risk oluşturan bu tür aktivitelere mesai harcandığı tespitini yapıyor.

* “Ag-gag” laws: Tarım , çiftçilik, ziraat anlam ındaki “agriculture” kelim esinin ilk hecesi ile hem gizli kam era şakaları için kullanılan hem de birisinin ağzım tıkayıp onu susturm ak m anasına gelen “gag” sözcüğünün bir araya getirilmesiyle oluşturulan bir tamlam a, (ç.n.) Türkiyeli okurlar bir süredir Peter Singer, Tom Regan ve Gary L. Francione gibi hayvan hakları yazarlarının çalışmalarını Türkçe çevirilerinden okuma imkânına sahipti. Ancak Etin Cinsel Politikası Türkçe literatürde feminizm ile hayvan hakları arasındaki köprüyü kuran ilk örnek… Güray Tezcan’a ve Mehmet Emin Boyacıoğlu’na kitabımı çevirmek için verdikleri titiz emek için teşekkür ediyorum. Kitabımın Türkçe baskısını çeviren iki bireyin de etin cinsel politikasının kendi kültürlerindeki yansımasının önemini kavrayan erkekler olması beni ayrıca cesaretlendiriyor. Cinsiyetçilikten ve türcülükten özgürleşmiş ilişkileri özenle kurmanın tohumları Türkçe’de mevcut. Bunu cinsiyetli zamirlerin olmayışında görmek mümkün. Üçüncü tekil şahıs zamiri olan “o” hem kadına hem de erkeğe işaret etmek için kullanılabiliyor; göndergesi erkek ya da dişi bir hayvan, hatta Tanrı bile olabiliyor. Türkiye’de hayvan özgürlüğü için çalışma yürüten ve ayrımcılığın her türüyle mücadele eden çeşitli topluluk ve dernekler var. Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Vegan Kolektif ve Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, hem feminizmi hem de veganlığı savunuyor. Bu gruplara feminist-vejetaryen eleştirel kuramın Türkiye’de tabandan gelen hareketler aracılığıyla ifade imkânı bulabileceğini anladıkları için teşekkür etmek istiyorum. Gelin, şiddetin her biçimini engellemek için çalışalım. Gelin, şiddet orucu ve vegan ziyafeti başlatalım. Bir araya gelelim ve aşureyi paylaşalım.

Hâkim kültürün değer yargılarını tersyüz edip ölüme değil yaşama değer verelim. Gelin pilav yiyelim ve kadınlara inanalım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir