Cemal Granda – Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri

Atatürk için çok şey yazıldı. İstatistikçiler işi sayılara döktüler. 3000 kitap, 10.000 lerce makale, bir o kadar da hâtırat yazıldı, dediler. İşin ilginç yönü, bu yapıtların 493 gibi gibi önemli bir bölümünün Almanya’da, 367’sinin Fransa’da, 141’inin İngiltere’de, 510′ unun da başka ülkelerde yayınlanmış olmasıdır. Bu sayılar, 25. ölüm yıldönümünden sonra yayınlanan kitapların dışındadır ve UNESCO’nun çıkardığı kitaplarla toplam daha da kabarmaktadır. En büyük yazarından, en küçüğüne kadar yerli ve yabancı binlerce kalem, Atatürk’ü anlatmak için sanki yarışa girdiler. Hepsi ayrı bir yönden, çocukluğu da içinde olarak «asker, ihtilâlci, devlçt ada- 10 ATATÜRK’Ü N UŞAĞINI N mı, devrimci, ıslahatçı» Atatürk’ü anlattılar. Yalnız ölümü üzerine yazılanlar bile koskoca bir kitaplık doldurur. Ama O’nun özel yaşantısına pek az yer verildi denebilir. Oysa yeni bir Türkiye yaratan bu büyük adamı anlatmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabilmek için O’nun nasıl yaşadığını, özelliklerini de en ince noktalarına kadar bilmek gerekiyordu. Ata’nın yakınları, arkadaşları, zaferi beraber kazandığı, Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti beraber yönettiği kimseler de zaman zaman O’na ilişkin anılarını yayınladılar. Özel yaşantısını -derinliğine inebildikleri oranda- anlatmağa çalıştılar. Ama bunların çoğu eksik, birbirini bütünlemekten uzak, belirli yol izlemeyen parça parça anılardan ileri gidemedi.


Geçen yıllar Atatürk’ün yaşantısını filme alacak olan yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap arasında O’nun özel yaşantısına ilişkin birşeyler aramışlar, ancak böyle bir bilgiyle senaryolarına gerçek bir hava verebileceklerini ve Büyük Kahraman’a yaraşık bir kordelâyı, ancak bu şekilde çevireceklerini söylemişlerdi. Fakat ne vazık ki, onların ellerine verebileceğimiz istedikleri yeterlikte derli toplu bir yapıt yoktu. Atatürk’ü daha iyi tanıyabilmek, anlıyabilmek için O’nu bütün yönleriyle öğrendikten başka, özel GİZL İ DEFTER İ 11 yaşantısını da bilmek gerektir: Atatürk nasıl bir insandı? Her gelip geçici insan gibi 24 saatini nasıl doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman uyur, hangi arkadaşlarını üstün tutar, sakin ve sinirli zamanlarında ne yapar, kimlerle geziye çıkardı? Şakaları, öfkesi, sitemleri, kuşkusu, sevgisi, nefreti nasıl olurdu? Hangi kitapları okur, hangi müziği dinler, hangi renkleri, mevsimleri sever, hangi içkiyi kullanırdı? Evlilik yılları çok kısa süren Atatürk’ün kadınlar karşısında tutumu neydi? Ata’nın hayatına girmiş kadınlar var mıydı? Cumhuriyetin ilk yıllarından ölümüne kadar Atatürk’ün değindiği insanlar, Ata’yı ziyaret eden yabancı devlet adamları ve hükümdarlarla yapılan görüşmelerin kitaplara geçmemiş en gizli yönleri, Atatürk’ün gezileri, Atatürk’ün manevî evlâtları, Atatürk’e ilişkin bilinmiyen fıkralar ve bir çok saklı kalmış gerçekler… Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan yazabilmek için gece ve gündüz her an Atatürk’ün yanında bulunmak, yataktan çıkışından, yatağa girişine dek bir gölge gibi peşinden gitmiş olmak gerektir. İşte Atatürk’ün tam oniki yıl emrinde çalışmış, hizmetini görmüş, o dönemin bütün gerçeklerini O’­ nun sofrasında, O’nun ağzından dinlemiş; Ata’nın 12 ATATÜRK’Ü N UŞAĞINI N İstanbul’a geldiği 1927 yılından, ölümüne dek yanından ayrılmamış, sofrasını kurup kaldırmış, yalnızlık anlarında derdine ortak olmuş, bir adamın kelimesine kadar not edilen tarihe geçecek anıları… Atatürk’ün görevine ilk girdiği ân, O’na ilişkin anıları not ederek saklamak, ileride Türk tarihi yazacak tarihçilerin eline bir belge vermek istediği halde, Saraya şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadını Havuzdame’nin tuttuğu notlar yüzünden kovulduğunu görünce aynı akıbete uğramamak için anılarını herkes uyuduktan sonra gizli metodu ile yazan Atatürk’ün en çok sevdiği ve kendisine en yakın tuttuğu adam… Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar, yüzde yüz doğru olup, basit bir sofracının görüş açısından kaleme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini görmüş Atatürk’ün «Çelebi» si Cemal Granda’ya bırakıyoruz. TURHAN GÜRKAN GİZLİ DEFTER İ l3 SARAYA ÇAĞRILDIM 1927 YILINI N güneşli bir Temmuz günüydü… O zaman şimdiki Şehir Hatları İşletmesi olan Seyrüsefain İdaresi’nde çalışıyordum. Henüz onyedi yaşında, ince, zayıf, içi hayat ateşiyle dolu bir gençtim. Bu idareye tam üç yıl önce, henüz çocuk denecek yaşta, kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak olarak girmiştim. O zamanlar çok çalışkandım. Kendimi işe verdim mi, başımı zor kaldırırdım. Bu hâl âmirlerimin de dikkatini çekmiş olacak ki, çok geçmeden armağanını görmekte gecikmedim. Bir gün müdiriyetten çağırıp: — Seni Saraya göndereceğiz, hazır ol; dediler. Heyecandan az daha yüreğim ağzıma gelecekti… Önce pek iyi anlıyamamıştım ama, bir kaç dakika sonra Atatürk’ün hizmetine gireceğimi sezinlemiştim. Heyecanım bundan ileri geliyordu. İstendiğimi hemen arkadaşlarıma açtım.

Kimisi: — Çok sert adam… Kimisi : — Gece hizmeti çok zor… Diye maneviyatımı bozuyor, beni caydırmağa çalışıyor, sonra da: — Sen bilirsin, yine istersen git… 1927 YILINI N güneşli bir Temmuz günüydü… O zaman şimdiki Şehir Hatları İşletmesi 1 4 ATATÜRK’Ü N UŞAĞINI N Diyorlardı. O gece uykum kaçtı. Kendi kendime: — Haydi Cemal, diyordum. Göster kendini… Ta ­ lih kuşu insanın başına bir kere konarmış. Bu herkese nasip olmaz. Senin şansın varmış ki, böyle büyük bir adamın hizmetine çağrıldın. Aptallık etme, bunlar seni kıskandıkları için böyle konuşuyorlar… Di ­ yordum. Ertesi günü sevinçten kabıma sığamıyordum. Ay ­ nı zamanda içimi de heyecanla dolu büyük bir korku kaplamıştı. O’nun karşısında ilk anda bir pot kırarsam, diye düşünüyordum. Ne yapardım o zaman? Günlerden 5 Temmuzdu. O gün yeni görevime başlıyacaktım. Bana güzel bir smoking almışlardı. Bunaltıcı sıcağın etkisiyle smokingin içinde buram buram ter döküyordum. Faka t bu kıyafet içinde o kadar şıktım ki… O zaman kamara âmirimiz olan, daha sonra da Devlet Denizyolları Başmüfettişliğinde bulunan Muzaffer Beyle rıhtımda bekleyen Çankaya motoruna bindik.

Gözlerimi kapıyor, Atatürk’ün yanında geçireceğ im gönlerin hayalini kuruyor, sonra birden Muzaffer Beyin sesiyle daldığım hayal âleminden uyanıyordum. Muzaffer Bey : — Çocuğum, şimdi seni Saraya götürüyorum. Orada çok dikkatli olman lâzım. Diyerek öğüt veriyordu. Can kulağı ile Muzaffer Beyi dinliyor görünmeme rağmen, aklım çok daha başka yerlerde idi. Yin e onun öğütleriyle irkilerek kurduğum hayal evreninden aşağı iniyordum. — Orada her ne görürsen, duyarsan, gördüğünü görmemezlikten, işittiğini işitmemezlikten geleceksin. Senin için çok iyi olur…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir