Gary Small, Gigi Vorgan – Bir Psikiyatristin Gizli Defteri

İNSAN NASIL ANSIZIN KONUŞMA KABİLİYETİNİ yitirecek kadar sinirlenir? Kel kalana dek saçını yolar? Ya da sırf bayılan birini gördü diye bayılır? Bu tür sorular daima merakımı uyandırmıştır. Bu yüzden de tıp fakültesinde uzmanlık dalı olarak psikiyatriyi seçmem kimseyi şaşırtmadı ve ben de bu tercihimden hiçbir zaman pişmanlık duymadım. 30 yıllık psikiyatri mesleğim boyunca tuhaf davranışlarıyla akıllardan silinmeyecek, enteresan hastalar gördüm. Akıl bazen insanı uç noktalara götürebiliyor. Fakat bana, iyi bir psikiyatrın insanı o noktalardan geri döndürebileceği öğretildi. Bu kitapta en sıradışı hastalarımı ve içlerinden çoğunun deliliğin eşiğinden dönmesine nasıl yardımcı olduğumu anlatacağım. Bu tuhaf vakalarla ilgili duygu, düşünce ve tepkilerimi sizlerle paylaşıyorum çünkü psikiyatrist ve nörobilimci olmanın sadece mesleki değil, aynı zamanda kişisel bir yolculuk olduğunun anlaşılması gerektiğine inanıyorum. Vakalarda karşılaştığım zorlukları anlatırken, hastalarımın zihinsel sorunlarının ardında yatan sırların çözümünde bana katılmanızı ve bu vakaları çözmenin, deneyim kazanmanın, beni nasıl daha iyi bir doktora dönüştürdüğünü gözlemlemenizi istiyorum. Vakaları -eğitimimin ilk aşamalarından başlayıp sonraki 30 yılı içerecek şekilde- kronolojik sırayla aktardım. Aktarımlarım sırasında birkaç dinamiğin üstünde durdum, özellikle de bedenin zihnin dengesini bozması kadar, zihnin de bedeni hastalandırışı dinamiğine eğildim. Hastalarımla çalışırken, psikolojik sorunların hem fiziksel hem de zihinsel açıklamalarından yola çıkarak ve sorunları konuşma terapisiyle, ilaç tedavisiyle veya her iki yöntemle tedavi ederek, çeşitli yaklaşımlar kullandım (ki bu eklektik psikiyatrist stil diye tanımlanır). Son yıllarda kariyerimi hafıza kaybı ve Alzheimer hastalığını anlama ve önleme üstüne de odakladım. Hastalarıma anılarını koruma konusunda yardımcı olurken, birçoğunun unutmak istediği anıları olduğu dikkatimi çekti. Bu anıların ardında ise çözümlenmemiş psikolojik sorunlar, çatışmalı ilişkiler, kimi zaman da kişinin gerçeklikten kaçmasına neden olan aşılamamış engeller yatıyordu. Dolayısıyla hafıza zorluğu çeken kişilerin zihinsel çatışmalarının üstesinden gelmelerine yardımcı olmak, onların sağlığı açısından, en az anılarını korumak kadar önemliydi.


Hayatlarını zorlaştıran zihinsel sorunları olanlar da dâhil, ne çok insanın psikiyatriden hâlâ korktuğunu ve tedaviden kaçtığını görmek beni şaşırtıyor. Görünüşe bakılırsa insanları uzak tutan şey çoğu zaman “deli doktoruna gitmekle” damgalanmak ve bir sorunu olduğunu kabullenmek fikri olabiliyor. Kısmen medyanın da yarattığı, psikiyatri hakkında yersiz bir karamsarlık yüzünden, pek çok kişi gereksinim duyulan yardımı almaktan kaçıyor. Psikiyatristler bazen hastaları iyileştiren değil, onların zihnini ele geçiren, didik didik irdeleyen akıl dedektifleri olarak görülüyorlar. Ben bu kitapla bu tür yanlış algıları ortadan kaldırmayı ve zihinsel hastalık tedavisini gizeminden arındırmayı ümit ediyorum. ABD’de her yıl tahmini dört yetişkinden biri -yaklaşık altmış milyon insan- zihinsel bir hastalık yaşıyor. Halkın yanlış algısına karşın, psikiyatrik müdahalelerle psikozun, depresyonun ve kaygının belirtilerinin azaltıldığı ve sıkça da yok edildiği ortaya konmuş durumda. Ancak pek çok insanın yardıma erişimi yok ve tedaviyle iyileşebilecek olanlar da genelde uzman aramaya girişmiyor. Kitaptaki olayları kendi deneyimlediğim gibi, birinci tekil şahıs ağzından anlattım. Kitabın ortak yazarı ve eşim Gigi Vorgan anlatımı, okuyucuların olayları ve onların ardında yatan bilimi daha iyi kavramasını sağlayacak biçimde şekillendirmeme yardımcı olarak, kitabın yazımında önemli bir rol oynadı. Bu kitapta betimlenen insanlar ve durumlar, gerçek hastaları ve onların duygusal mücadelelerini temel alıyor. Ayrıntılarsa benim vaka tarihçelerimden ve canlı anılardan geliştirildi. Ancak meslektaşlarımın, hastaların ve ailelerinin gizliliğini korumak için, özel bilgilerin çoğu değiştirildi. Deneyimlerimin yaşandığı şekliyle okuyucuda gerçeklik hissi uyandırabilmesi için, vakalar olabildiğince doğru biçimde yeniden yaratıldı. İlgili kişilerin mahremiyetini korumak için bazı diyaloglar, mekânlar ve durumlar değiştirildi veya kurgulandı, bazı hastaların özellikleri de diğerlerine aktarıldı.

Buna rağmen herhangi bir benzerlik varsa kasıtlı değildir. Bu kitabın sizleri hem eğlendireceğini hem de psikiyatriden korkanların korkularını yenmelerini ve ihtiyaç varsa yardım almalarını sağlayacağını umuyorum. DR GARY SMALL LOS ANGELES, CALIFORNIA TEŞEKKÜR BU KİTABIN YAZIMINDA bize esin kaynağı olan hastalara ve akıl hocalarına, ayrıca enerjisi ve bilgisiyle katkılar sağlayan, Rachel Champeau, Dr Michela Gunn, Dr Jeff Gandin, Melinda Gandin, Diş Hekimi Robert Gandin, Dr Jonathan Hiatt, Ph.D. Shirley Impellizeri, Don Siegel ve Dr, Ph.D, Lawrance Warick de dâhil, tüm dost ve meslektaşlarımıza teşekkür etmek isteriz. Uzun süredir editörümüz ve dostumuz olan Mary Ellen O’Neill ile sevgili dostumuz ve edebiyat mümessilimiz Sandra Dikstra’nın desteği ve katkısı olmadan bu kitap mümkün olamazdı. Ayrıca çocuklarımız Rachel ve Harry’e, anne babalarımız Dr Max ve Gertrude Small’a, Rose Vorgan ve Fred Weiss’a da sevgi ve teşvikleri için teşekkür etmek istiyoruz. DR GARY SMALL GIGI VORGAN Bu kitap yalnızca bilgi kaynağı olarak yazılmıştır. Kitapta yer alan bilgiler hiçbir şekilde okuyucunun tıbbi danışmanının öneri, karar ve yargılarının yerini alacak şekilde değerlendirilmemelidir. Basım tarihi itibarıyla kitabın içerdiği bilgilerin hatasızlığını garantilemek için her türlü çaba gösterilmiştir. Yazar ve yayımcı burada yer alan bilgilerin kullanımı veya uygulamasından doğabilecek her türlü olumsuz etkinin sorumluluğundan açıkça muaftır. Kitapta tartışılan kişilerden bazılarının isimleri ve belirleyici özellikleri bu kişilerin kimliğini koruma amacıyla değiştirilmiştir. BİRİNCİ BÖLÜM SEKSİ BAKIŞ 1979 Kışı BOSTON’UN EN HAREKETLİ psikiyatri kliniğinin kısaca “APES” (maymunlar) adını verdiğimiz Akut Psikiyatri Servisi bekleme salonunda, kalabalığı güçlükle yararak ilerledim. Bu servis, önde gelen üniversite hastanelerinden Harvard Tıp Fakültesi’nin acil servisine giden koridorun hemen aşağısındaydı.

Psikiyatri bölümünün genç asistan doktorlarından oluşan grubumuzun servise APES adını vermesinin nedeni, servisin ormanı andıran atmosferiydi. Binbir sorunlu insan kendi isteğiyle ya da polisin ve acil servis çalışanlarının yardımıyla biteviye buraya gelirdi. Ben o sırada 27 yaşındaydım, tıp fakültesini ve bir yıllık dâhiliye stajımı bitirmiş, doğduğum yer Los Angeles’tan ayrılarak Boston’a gelmiştim. Gelmeden altı ay önce arabamı ve sahip olduğum her şeyi satmış, elimde üç koli, sırtımda çantamla soluğu Cambridge’deki tek odalı, bomboş dairemde almıştım. Taşınma ve yeni bir eğitim programına başlama konusunda tedirgin ama psikiyatri kariyerime başlayacağım için de heyecanlıydım. Her ne kadar bir Phi Beta Kappa1 olsam ve okulu onur derecesiyle bitirsem de Harvard’a gideceğime inanmakta zorlanıyordum. Gerçi içten içe, beni alıyorsa ne kadar iyi bir okul olabilir ki, diye düşünmüyor da değildim. Tıklım tıkış bekleme salonunda bilekleri kanlı sargı beziyle sarılı ve iki acil servis elemanının eşlik ettiği bir kadına çarpmamayı son anda başararak ilerlemeye çalıştım, nihayet kahve odasına vardım. Burada birkaç psikiyatri çalışanı hasta bakmaya ara vermiş, dinleniyordu. Bu hararetli ortamın içine fırlatılmış olmak nedense aramızda ani bir bağ oluşturmuştu. Şartlarla başa çıkma mekanizmamızın başındaysa mizah geliyordu. Birbirimizi hem şaşırtmak hem de zekâmızla etkilemek için durmadan şakalar yapıyor, korkunç birtakım hasta hikâyeleri anlatıyorduk. Psikiyatri ihtisasının ilk yılında, acil servis ve yatarak tedavi birimlerinde rotasyon yapmamız gerekiyordu. Tıbbi amaçlı bu eğitim tecrübelerine ek olarak, en az üç tane uzun süreli “ayakta tedavi gören psikiyatri vakası” almamız bekleniyordu. Böylece sonunda kitapların arasından sıyrılıp klinik tecrübe girdabının içine atlamıştım.

Bir yandan da çok sayıda gerçek insanla ve onların son derece gerçek acılarıyla ilgileniyordum. Tüm bunlar bana boğucu, ürkütücü ve çoğu zaman da heyecan verici geliyordu. İşin yoğunluğu karşısında enerjiyle dolsam da genelde aşırı yorgun düşüyor, ancak iş bittiğinde rahat bir nefes alıyordum. Günlerden Cumartesi’ydi, sabah istediğim kadar uyuyabilecektim ama yüzüme vuran güneş ışığı beni erkenden uyandırdı. Daireme henüz perde taktırmamıştım. Kız arkadaşım Susan uyuyordu. Isınmak için ona sokuldum. Zayıf gün ışığı odayı ısıtmada pek etkili değildi. Boston’da Ocak hiç de gözde aylarımdan biri değildi. Susan yanımda olmasa o sırada çoktan elektrikli ısıtıcıma yanaşmış, Lastik Adam Michelin misali kocaman parkam ve yün beremle Jung ve Freud okuyor olurdum. Onun yerine battaniyeyi kafama çektim ve kendimi, Ocak ayında havanın otuz derece olmasını nedense herkesin hâlâ şaşkınlıkla karşıladığı Los Angeles’ta hayal ettim. Oturduğum dairenin bina görevlisini kaloriferi yakması için defalarca aramanın işe yaramadığını bildiğim için yerimden kıpırdamadım. Ta ki Cambridge Hastanesi, Yoğun Bakım Ünitesi’nde hemşirelik yapan Susan uyanıp sabah vardiyası olduğunu, gitmesi gerektiğini söyleyene kadar… Hafta sonları bazen ev hasreti çekiyordum. O gün de oturup çalışmaya başlamak yerine, dışarı çıkıp yakındaki kafeden kahve ve çörek almaya karar verdim. Hem orada Mike Pierce’e rastlayabilirdim.

Mike bir önceki yıl ihtisasını tamamladıktan sonra yarı-zamanlı özel işinde çalışmaya başlamıştı. Zamanının kalanında ise hastanede uzman doktor olarak çalışıyor, asistan doktorlara gözetmenlik yapıyordu. Mike benden sadece üç yıl öndeydi ama 10 yıl fazla deneyim ve bilgi sahibi gibiydi. Alaycı espri anlayışıyla bana Amerikalı komedyen George Carlin’i anımsatırdı ve esprilerini bize bir şeyler öğretmek, ortamdan eksik olmayan gerilimle başetmemizi sağlamak için kullanırdı. Mike evliydi ve iki küçük çocuğu vardı. Uzman doktor olduğu halde onunla iyi dost olmuştuk. Kendisi Cumartesi sabahları genelde Back Bay’deki muayenehanesinde hasta bakardı, bu yüzden de arada bir erken saatte buluşup kahve içer, hoş beş ederdik. Kafede Mike’ı kuyruğa girmiş, Boston Globe’un spor sayfasını okurken buldum ve hemen araya kaynadım. “Cumartesi sabahı ikizleri bırakıp mı geldin? Eminim Janey pek memnun olmuştur.” Mike güldü. “Anneleriyle baş başa kalabilsinler diye yaptım.” “İş nasıl gidiyor?” “Harika. Tabelamı astığım günden beri Doğu Yakası’nın bütün biçare psikopatlarını mıknatıs gibi çekiyorum. İki ay daha böyle giderse asıl beni Lindemann’a yatıracaklar.” Lindemann derken, yakındaki psikiyatri hastanesini kastediyordu.

Kahve ve çöreklerimizi aldık, cam kenarında küçük bir masaya geçtik. “E, sen ne yapıyorsun bugün?” dedi Mike. “Okuyacak dünya kadar şeyim var. Lochton yazılı tüm psikoterapi metinlerini okuma işini bana verdi.” “Of, gözetmenin Loch Ness Canavarı mı yoksa? Mezarlıkta kendine yer ayırmışsındır umarım?” Dr Herman Lochton bana atanan ilk psikoterapi gözetmeniydi. Kendisi Harvard psikiyatri camiasında iyi tanınırdı ve birkaç popüler kitabın da editörlüğünü yapmıştı. Dr Lochton ayrıca Boston Celtics takımının psikiyatristiydi ve tedavi ettiği insanlar arasında senatörler, Bahamalar’dan özel uçakla gelen VIP’ler vardı. Yetenekli bir teşhisçi ve terapist olarak isim yapmıştı. İnsanlara başarı öykülerini anlatmadığı zamanlarda özel muayenehanesinde hasta bakardı. Harvard klinik profesörlüğü ünvanını korumak için de haftada bir gün gönüllü olarak psikiyatri asistan doktorlarına gözetmenlik yapıyordu. “Tamam” dedim, “biraz gaddar olabilir. Azıcık da narsistliği var.” Mike kahkaha attı. “Azıcık mı dedin? Adam, Celtics’in 1976 şampiyonasında Suns’ı yenmesinin şahsi sorumlusu olarak kendisini görüyor.” “Evet, biliyorum, biraz çatlak gerçekten.

Ama bir sürü şey öğreniyorum ondan.” “Ben sadece dikkatli ol diyorum” dedi Mike. “Çok şey biliyor olabilir ama bence dünyanın en harika psikoterapi gözetmeni değil.” Kahvesinden bir yudum aldı ve “E, başka ne var ne yok?” dedi. “Nasıl gidiyor senin durumlar?” “Bildiğin gibi işte Mike. Her şey garip. İlginç bazı vakalarım oldu. Ayrıca hastaları dinlemede ve onlarla konuşmada da iyiye gidiyorum. Ama hâlâ bir psikoterapi hastasıyla uzun süreli tedavide çalışmadım. Çalışırsam ne yapacağımı bilecek miyim, ondan da emin değilim.” “Nasıl yani?” dedi. “Aklım sürekli geriye, tıp fakültesine gidiyor” dedim. “Gerçek doktor olarak ilk tecrübelerimi düşünüyorum. Muayene sırasında ya da safra kesesi alırken kendimi hep rol yapıyormuş gibi hissediyordum, anlıyor musun? Kafamdaki doktor imajına uyan birinin rolünü yapıyordum sanki. Psikoterapinin de bende aynı hissi yaratmasından korkuyorum.

” “Aramıza hoş geldin. Benim kendi muayenehanem var, hâlâ zaman zaman kendimi numara yapıyormuş gibi hissederim, ama tecrübe kazandıkça o his azalıyor.” Mike kahvesini bitirdikten sonra saatine baktı. “Benim kaçmam lazım. Sekiz buçukta çoklu-kişilik hastam geliyor. Karşımda kimi bulacağım belli olmaz.” Ertesi Salı Lochton psikoterapi kliniği, grup gözetmenliğinde konuşma yapacaktı. Oraya giden ilk kişi bendim ve onu elindeki küçük aynaya bakarak saçını tararken buldum. Niye uğraşıyordu bilmiyorum, saçı jöleden öyle sertleşmişti ki kıpırdamıyordu bile. Kendimi tutamayıp “Bu sabah çok şıksınız Dr Lochton” dedim. “Hastaların karşısında ne kadar profesyonel görünsen azdır Gary. Onlara saygı duyduğunun göstergesidir bu.” Ayağındaki siyah cilalı ayakkabıları fark edince, karda giydiğim eski püskü botlarımı gizlemek için pantolonumun paçalarını çekiştirdim. Neyse ki kravat takmıştım. Asistan doktorlar yavaş yavaş konferans odasındaki yerlerini aldılar.

Lochton saatine baktı ve konuşmasına başladı. “Bugün ‘psikoterapi için mükemmel hasta’ kavramı üzerine konuşmak istiyorum. Biz bu hastaya kısaca YAVIS diyoruz. YAVIS young (genç), attractive (çekici), verbal (konuşkan), insightful (içgörülü, bilgili) ve wealthy (varlıklı) sözcüklerinin baş harflerinden meydana gelir. Tabii oradaki ‘S’ Dolar işaretinin yerine geçer.” Lochton eline tebeşir alarak tahtaya $ işareti çizdi. O ideal hastasını anlatmaya devam ederken, ben de onun hayal dünyasında yaşadığını düşünmeye başladım çünkü biz asistan doktorlar YAVIS’i neredeyse hiç görmüyorduk. Kliniğimizi ziyaret eden sosyopat, uyuşturucu bağımlısı, toplum dışına düşmüş kişileri tedavi etmeye alışkındık biz. Zengin, akıllı insanlar sorunlarını deneyimli özel doktorlarla çözüyordu, psikiyatri ihtisasının birinci yılındaki doktorlarla, indirimli fiyatlar karşılığı değil.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir