Cengiz Erdem – Fantezi Makinesinde Hakikat Siz

Her şey dünyada artık televizyon diye bir şey olmadığıyla ilgili, daha doğrusu dünyadaki tüm televizyon ekranlarının bilinmeyen bir sebepten ötürü beyaza büründüğünü duyuran o garip ve bir o kadar da talihsiz haberin gazetelerde yayımlanmasıyla başladı. Söz konusu haberi hemen hemen tüm gazeteler manşetten vermiş ve okuyucularını tedirginliğe maruz bırakmıştı. Habere göre yazın gelişiyle birlikte dünyadaki tüm televizyonlar bilinmeyen bir sebepten ötürü ebediyete intikal etmiş, daha doğrusu ne idüğü belirsiz o meçhul beyazlıktan başka hiçbir şey göstermez olmuştu. İşin ilginç yanı ise bu garip olayın tüm dünyada aynı anda gerçekleşmiş olmasıydı. Takvimlerin 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağladığı ve/yani işte saatlerin tam sıfırı gösterdiği o mübarek gecede, dünyadaki tüm televizyon kanalları hep birden beyazlara bürünmüş, insanlar ellerindeki uzaktan kumandalarla kanal değiştirmeye çalışmışsa da bu çabalarında başarısız olmuştu. Belli ki artık kanal değiştirmenin en ufak bir manası kalmamıştı. Çünkü hangi kanala geçilirse geçilsin sonsuz bir beyazlıktan başka hiçbir şey görülemiyor ve duyulması neredeyse imkânsız, lakin her ne hikmetse rahatsız edici bir hiss sesinden başka bir şey duyulamıyordu. Ekran karşısındaki izleyicilerin çoğu bu esrarengiz hadiseye ilk tanık oluşlarında durumu tüm devletlerin bir araya gelerek kurguladığı yersiz bir yaza giriş şakası olarak değerlendirmişse de, ertesi sabah uyandıklarında bunun sadece basit ve yersiz bir yaza giriş şakası olmadığında hemfikir olacaklardı. Konuya ilk eğilen resmi makamın bir din görevlisine ait olması ise sanırız ki gelinen noktada pek de öyle şaşkınlık yaratacak bir durum arz etmiyordur. Elbette ki bir din görevlisi yapacaktı ilk açıklamayı, zira televizyonların hep birden beyaza bürünmesi ancak gökten nur yağması diye nitelendirebileceğimiz ve Tanrı’nın insanlığa Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in, ve hatta Buda’nın yeniden doğmak suretiyle ölüler kitabından diriler kitabına geçişlerinin müjdesini vermek için seçtiği yol olarak açıklanabilirdi. Belli ki Tanrı, yerinin televizyon tarafından işgaline seyirci kalmamayı seçmiş ve tüm televizyonları hep ve sadece sonsuz bir beyazlık göstermeye mahkûm etmiştir. Beyaza eklenen hiss sesi ise Tanrı’nın varlığının çıkardığı sesi temsil etmek için eklenmiş olabilirdi ancak. Din görevlisinden hemen sonra söz alan ise bilimsel araştırmalar enstitüsü başkanıydı, ki kendisinin bilim adına söz aldığını belirttikten sonra konuşmasını şu sözlerle sürdürmüş olduğu söylenir: “Karşı karşıya bulunduğumuz bu kaygı verici ve düşündürücü durumu dini bir çerçeve içerisinde ele almak eğiliminde olanlar söz konusudur. Bunlar ekranların beyazlaşmasını Tanrı’dan gelen bir mesaj olarak telakki etmekte ve insanlığı yanılgıya sürüklemektedirler. Bizce söz konusu beyazlaşma büyük ihtimalle uzaylılardan gelen bir işarettir.


Kuvvetle muhtemeldir ki uzaylılar bize bir şey anlatmaya çalışmakta, lakin biz idrak kabiliyetimizin cüziliğinden ötürü onları anlayamamaktayızdır. Bilimsel araştırmalar enstitüsü olarak konuyla ilgili araştırmalarımız bilimin sönmez ışığı altında sürecektir.” Bilim adına yapılan bu açıklamayı ise dünya devletleri ortak platformunun basın sözcüsü tarafından yapılan siyasi açıklama izleyecekti, ki nitekim işte izlemişti de zaten: “Dünya devletleri ortak platformu olarak şunu belirtmek isteriz ki ekranların beyazlaşması vakası küreseldir ve biz de küresel bir platform olarak söz konusu olayın gerisindeki esrar perdesini kaldırıp neler olup bittiğini açıklığa kavuşturmak maksadıyla bütün bilgi-enformasyon kaynaklarımızı seferber etmiş bulunuyoruz. Bilmenizi isteriz ki tüm dünya ülkeleri bu muammanın ortadan kalkması yolunda elbirliğiyle çalışmaktadır. İnsanlığın korkacak hiçbir şeyi yoktur!” Dünya devletleri ortak platformunun basın sözcüsü tarafından yapılan bu sert ve iddialı açıklama insanlığın yüreğine birkaç damla su serpmiş olsa da, dünya genelinde yaygınlaşma gösteren panik dalgası yanında serpilen bu birkaç damla suyun esamisi bile okunamayacaktı. Devletler platformunun aldığı önlemlere kısaca göz atacak olsaydık görürdük ki bu önlemler pek de öyle maksada hizmet eden önlemler değildi, değildir, zira zaten henüz maksadın ne olduğu bile belirsizdir. Lakin bu belirsizlik belli olan hiçbir şey olmadığı anlamına gelmemeli, ki gelmiyor da zaten, zira belli olan bir şey vardır ve kısaca özetlemek gerekirse o şey şudur: Maksadın belli olması için öncelikle doğru sorunun ne olduğu bilinmeli, sonra da bu soruna/soruya çözüm bulabilmek için yapılması gerekenler belirlenerek maksat denilen şeyin ortaya çıkarılmakla kalmayıp, maksada vasıl olunması için hayata geçirilmesi gereken eylemler serisinin de somut olarak zuhur etmesi sağlanmalıdır. Oysa bizim anlatımızda ekranlardan dışa yansıyan beyazlığın ne anlama geldiği, söz konusu beyazlığın nereden kaynaklandığı, yayın akışındaki bu sebebi meçhul kesintinin neyin işareti sayılabileceği, beyazlığın uzaylılardan mı, yoksa Tanrı’dan mı geldiği henüz belli olmadığından devletler de haklı olarak sırf bir şey yapmış olmak için yapılan manadan ve maksattan yoksun işler ve açıklamalar yapacaktır. Tüm bu açıklamaların manadan ve maksattan yoksun olduğunun idrakiyle isterseniz gelin şimdi de hep birlikte yaratıcı beyinlerin nasıl çalıştığına bir göz atalım ve beynin yeni bir şey yaratabilmesi için bir içe yansıtma ve dışa yansıtma mekanizmasının kısırdöngüsünü kırabilecek kudrete sahip olması gerektiğinin altını çizelim. 2. Televizyonları takiben diğer ekran mekanizmaları da bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında beyaza bürünür. Belli ki az önce sözünü ettiğimiz o bilinmez kuvvet sadece televizyonların beyazlaşmasını insanlığın mahvına sebep olması bakımından yeterli görmemiş ve sinema, DVD, video, bilgisayar gibi, ekran mekanizmasıyla iş gören daha başka görsel imge sağlayıcılarını da felç etmiştir. İlk olarak televizyon firmalarını, hemen ardından da reklam sektöründe rekabet eden firmaları vuran bu kaynağı meçhul beyazlaşma işte şimdi sinema sanatına ve YouTube’a da vurmuştur o şiddetli darbesini. Televizyon dizileri ve reklamların ardından, filmler de kademeli olarak tarihe karışır. Görsel sanatların teknolojiye bağlı kısmı krize girerken, görsel sanatların teknoloji gerektirmeyen sanatsal yaratıcılık biçimlerinde, mesela resim alanında muazzam bir patlama yaşanır.

İnsanlar görsel imgelere duydukları açlığı bastırabilmek için resim ve fotoğraf sanatına yönelmiştir. Bu arada fotoğraf sanatının söz konusu durumdan darbe almaktan ziyade destek aldığını da söylemiş olalım ki her okudukları kitapta kusurlar aramayı marifet belleyen ve “Peki ya fotoğraf, o da görsel sanat değil mi, ona neden bir şey olmuyor?” diye sorması kuvvetle muhtemel okuyucularımızın da içi rahat ederken, başları göğe ersin. Fotoğraf sanatına bir şey olmamasının sebebi ise şu olsun mesela: Fotoğraf makinesiyle çekilen resim –eğer kamera dijital değilse, ki bu anlatıdaki kamera, ekranı da olan o dijital kameralardan değildir– banyo edilip bir kâğıda basıldığından, görsel malzemenin göze ulaşması için arada bir ekran olması gerekmeyeceğinden fotoğraf sanatı bu talihsiz olaydan bir yara almadan kurtulmakla kalmayıp, ayrıca görsel sanatlar arasındaki konumunu da sağlamlaştırmıştır. Dijital kameralar ise anlatımızın geçtiği yıllarda henüz icat olunmadığından bunların anlatıya katılması ve akıbetlerinin ne olduğunun anlatılması ne mümkündür, ne de kurgu açısından gerekli. 3. Anlatı sanatının inceliklerini gayet iyi bilen okuyucularımız herhalde bu noktadan sonra artık tüm bu olanlar karşısında fotoğraf sanatının akıbetinin ne olduğu konusuna değinmenin de bir zaruret haline geldiğini takdir etmişlerdir diye düşünüyoruz. Okuyucularımızın büyük bir kısmının bu soruya yanıtının, evet, ettik, olacağını varsayarak işte şimdi tüm bunlar olur ve görsel imgelere dayanan endüstriler büyük bir darbe alırken fotoğraf sanatının da bir görsel imge endüstrisi olduğunu akılda tutarak söz konusu sanat dalının akıbetine geçiyoruz. Fotoğraf sanatı, hepimizin, hatta idrak kabiliyeti insan olanın aklına durgunluk vermesi kuvvetle muhtemel seviyelerde seyredenlerimizin bile takdir edeceği üzere tüm bu olanlardan etkilenmemişti, çünkü bu anlatıda dijital kamera sadece henüz icat edilmemiş bir şey olarak vardır. Ve hepimizin bildiği gibi fotoğraflar kâğıtlara basıldığı zaman görülmeleri için bir ekrana ihtiyaç duyulmaz doğal olarak. Belli ki o bilinmez kuvvet fotoğrafın dijital olmayan eski usulüne ise dokunmamış veya dokunamamıştır. Fotoğraf sanatı işte böylece büyük bir patlama yaşadı ve insanlar görsel imge ihtiyaçlarını gidermek için fotoğrafa yatırım yapmaya başladı. Tamam, fotoğrafı anladık, peki bilgisayar ekranları ne oldu, diye sorması muhtemel meraklı ruhlara ise şunu söyleyebiliriz ki bilgisayar ekranları da sadece yazıları ve sayıları gösterir oldu. Yani artık bilgisayardan film izlenemiyor, bilgisayar ekranlarının eskiden görsel imge ihtiva eden reklamlarla süslenmiş kısımları bembeyaz bir boşlukla örtülmüş oluyordu. Tüm bu olanların gayet normal olduğunu düşündüğü, şimdiye kadar olan her şeyi inanılır bulduğu halde fotoğraflar ve bilgisayar ekranları konusundaki açıklamalarımızı yetersiz bulan okuyucularımıza ise ne diyeceğimizi inanın biz de bilemiyoruz. Tek tesellimiz, herkesi tatmin etmenin mümkün olmadığı gerçeğidir, ve işte bu gerçekten hareketle görüntü kölesi bilinçlerin düştüğü biçarelik haline geçiyoruz şimdi müsaadenizle.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir