Charles Bukowski – Hollywood

Birkaç gün sonra Pinchot telefon etti. Senaryo işini bağlamak istiyordu. Gidip onu görebilir miydik? Yolun tarifini aldık ve Volks’a atlayıp Marina Del Rey’e doğru yola çıktık. Tuhaf bölge. Rıhtıma inip teknelerin yanından geçtik. Çoğu yelkenliydi ve insanlar güvertelerde birşeylerle uğraşıyorlardı. Özel yelkenli kıyafetleri giymişlerdi, kasketler, güneş gözlükleri. Çoğu, bir şekilde, gündelik yaşam değirmeninden yırtmış görünüyordu. O değirmene hiç yakalanmamışlardı ve asla yakalanmayacaklardı. Özgürler ülkesinde Seçilmişler böyle ödüllendiriliyordu. Bu insanları aptal buluyordum. Ve tabii ki ben onlann düşüncelerinde bile yoktum. Rıhtımdan sağa döndükten sonra alfabetik sırayla keyfi adlar verilmiş sokaklardan geçtik. Aradığımız sokağı bulduk, sola döndük, numarayı bulduk ve park ettik. Kumsal bize kadar uzanıyordu.


Okyanus görülebilecek kadar yakın, emniyette olacak kadar uzaktı. Kumlar başka kumlardan daha temiz, su daha mavi, rüzgar daha yumuşaktı sanki. “Bak,” dedim Sarah’ya, “ölümün sınırlarına vardık. Ruhum kusuyor.” “Ruhun için endişelenmekten vazgeçer misin lütfen?” diye yanıtladı Sarah. Volks’u kilitlemeye gerek yoktu. Onu çalıştırabilecek tek insan bendim. Kapıyı çaldım. Uzun, ince, kırılgan bir tip göründü. Tepeden tırnağa sanatçı kokuyordu. Yaratmak için doğmuştu, büyük esencr vermek için: Kaygısız. Diş ağrısı, kendinden şüphe, kötü talih gibi şeyler yanma uğramazdı. Dahi görünenlerdendi. Ben bulaşıkçıya benzediğim için bu tiplere sinir olurum biraz. “Kirli çamaşırları almaya geldik,” dedim.

“Ona kulak asmayın,” diye araya girdi Sarah. “Pinchot gelmemizi önermişti.” “Eüü,” dedi beyefendi, “içeri gelin…” Onun minik tavşan kıçını izleyerek içeri girdik. Özel bir noktaya varıp durdu. Bütün dünya onun hassas açıklamasını dinleyecekmişçesine sol omuzunun üstünden konuştu: 7 “Ben gidip VOT-KAmı alacağım şimdi!” Süratle mutfağa girdi. “Jon ondan söz etmişti geçen gece,” dedi Sarah. “Paul Renoir. Opera yazan, hem de opera-sinema diye bilinen yeni bir form üstüne çalışıyor. Çok avant-garde.” “Çok önemli biri olabilir ama ben kulak memelerimi emmesini istemezdim.” “Savunmacılığı bırak! Herkes senin gibi olamaz ki!” “Biliyorum. Bu onlann problemi.” “Senin en güçlü yanın,” dedi Sarah, “her şeyden korkman.” “Bunu ben söylemiş olmayı isterdim.” Paul içkisiyle geri döndü.

Elindeki iyi bir karışıma benziyordu. İçinde bir dilim limon bile vardı. Cam bir çubukla içkisini kanştırdı. Zarif. Klas gerçekten. “Paul,” dedim, “buralarda içecek başka şey bulunur mu?” “Eüü, pardon,” dedi, “lütfen kendiniz af m!” Sarah’nın topuklarının izinden mutfağa saldırdım. Her yer şişe doluydu. Karar vermeye çalışırken bir bira açtım. “Sert içkilerden uzak dursak iyi olur,” diye önerdi iyi huylu kadınım. “Sonra ne hale geldiğini biliyorsun.” “Haklısın. Şaraba takılalım.” Açacak bulup kaliteli bir kırmızı seçtim. Birer bardak yuvarladıktan sonra bardaklarımızı tekrar doldurup dışarı çıktık. Bir zamanlar Sarah ve kendimden Zelda ve Scott diye sözetme alışkanlığı edinmiştim, ancak Sarah, Zelda’nın sonunu beğenmediği için rahatsız oluyordu.

Ben de Scott’un yazdıklarından hoşnut değildim. Sonunda bu espriyi terketmiştik. Paul Renoir geniş pencerenin önünde durmuş Pasifik’i seyrediyordu. “Jon geç kaldı,” dedi pencereye ve okyanusa, “birazdan geleceğini, lütfen beklemenizi söylemişti.” “Tamam yavrucuğum…” Sarah’yla oturup içkilerimizi yudumladık. Paul’ün tavşan kıçını izliyorduk. Denize bakıyordu. Dalıp gitmişti. “Chinaski,” dedi, “yazdıklarının çoğunu okudum. Müthiş. Çok iyisin…” “Sağol. Ama kimin gerçekten en büyük olduğunu biliyoruz. En büyük sensin.” “Aüü,” dedi denize bakmayı sürdürerek, “çok. çok naziksin… idrak ettiğin için…” 8 Kapı açıldı.

Uzun siyah saçlı bir genç kız kapıyı vurmadan içeri girmişti. Doğruca kanepeye gidip kedi gibi uzandı. “Adım Popppy,” dedi, 4 p’yle.” Bir an duraksadım. “Biz de Scott ve Zelda,” dedim. “Keser misin?” dedi Sarah. Gerçek adlarımızı verdim. Paul denizden bize döndü. “Popppy senaryonu destekleyenlerden biri,” dedi. “Tek kelime yazmadım henüz,” dedim. “Yazacaksın…” “Rica etsem, lütfen? “Sarah’ya bakıp boş bardağımı uzattım. Sarah iyi kızdı. Bardağımı alıp mutfağa gitti. Ben gidersem sert içkilere takılıp tatsızlaşırdım, biliyordu. Daha sonra Popppy’nin diğer adının “Brezilya Prensesi” olduğunu öğrenecektim.

Başlangıç için on bin dolar vermişti. Fazla sayılmazdı. Ama kira ve içki masraflarının bir kısmını karşılardı. Prenses kedi pozunu bozmadan bana baktı. “Yazdıklarını okudum. Çok komiksin.” “Teşekkür ederim.” Sonra Paul’e seslendim. “Hey yavrum, duydun mu? Komiğim ben.” “Belli bir yeri hakediyorsun…” Tekrar mutfağa giderken, elinde dolu bardaklarla yürüyen Sarah’nın yanından geçti. Sarah yanıma oturdu, içkimi alıp yudumladım. Birden aklıma bu senaryo meselesini uzatma ve Marina Del Rey’de kıçımın üstüne oturup aylarca beleş içki içme fikri geldi. Ama bu düşüncenin tadına varamadan kapı açıldı ve Jon Pinchot içeri girdi. “Geldiniz mi?” “Eüü,” dedim. “Galiba bir finansör buldum! Yapman gereken tek şey yazmak.

” “Birkaç ay sürebilir.” “Gayet tabii…” O sırada Paul geri döndü. Prenses için tuhaf, pembemsi bir içki hazırlamıştı. Pinchot kendine içki koymak üzere mutfağa yöneldi. İlerde tekrarlanacak ve her seferinde zom olunacak (özellikle bendeniz) toplantıların ilkiydi bu. Sadece şiir ve kısa öyküyle ilgilendiğim için arada senaryo yazmanın kendime olan güvenimi artıracağını düşünüyordum. Aslında senaryo yazma fikri aptalcaydı. Ama benden daha iyileri de tuzağa düşüp bu saçma işe girişmişlerdi. Jon Pinchot içkisiyle dönüp oturdu. 9 Gece uzadı. Konuşup durduk. Ne hakkında konuştuğumuzdan emin değildim. Sonunda Sarah ve ben araba kullanamayacak kadar sarhoş olduk. Kibar insanlar bize bir yatak odası sundular. Yatak odasında, karanlıkta, son kaliteli kırmızı şarabımızı içerken, Sarah sordu: “Senaryoyu yazacak mısın?” “Kesinlikle haya,” diye yanıtladım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir