Dean R. Koontz – Gecenin Sesi

Colin boş bakışlarını bir süre arkadaşına dikti, sonra ağır ağır başını iki yana salladı. «Roy, bazen amma da garipleşiyor-sun,» dedi. Roy sırıtmaya başlamıştı. Colin rahatsız bir tavırla, «Peki, senin hoşuna mı gidiyor böcekleri öldürmek?» diye sordu. «Bazen.» «Neden?» «Oak heyecanlı çünkü.» Roy hoşuna giden, ona eğlenceli gelen her şeye heyecanlı der, çıkardı işin içinden. «Heyecanlı olacak nesi var bunun?» «Ezilirken çıkardıkları ses.» «Midem kalktı.» «Peygamber devesi böceğinin bacaklarını kopardıktan sonra nasıl yürümeye çabaladığını hiç seyrettiğin oldu mu?» «Garipsin. Gerçekten çok garipsin hem de!» Roy hızla kumsala çarpıp köpüklenen dalgalara döndü, ellerini kalçalarına dayayıp dimdik durdu. Kükreyen dalgalara meydan okuyan bir hali vardı. Doğuştan savaşçı ruhlu bir çocuk olduğu için, bu onun en doğal pozuydu. Colin de arkadaşı Roy gibi on dört yaşındaydı, ama kişiliği Roy’dan çok farklıydı. Bir kere, hayatında hiç kimseye veya hiçbir şeye meydan okumuş değildi.


Hayat onu hangi yöne sürük-lerse, o yöne gider, asla karşı koymazdı. Karşı koymanın acıya neden olduğunu uzun zaman önce öğrenmişti. Colin yamacın tepesindeki kuru otlara oturdu, başını kaldırıp hayranlıkla Roy’a baktı. Roy gözlerini dalgalardan ayırtnaksızın, «Böcekten daha büyük bir şey öldürdün mü peki?» diye sordu. «Hayır.» «Ben öldürdüm.» «Öyle mi?» «Hem de kaç kere!» «Ne öldürdün?» diye sordu Colin. «Fare.» Birdenbire aklına bir şey gelen Colin, «Hayır,» diye bağırdı, «Babam da bir seferinde yarasa öldürmüştü.» Roy başını eğip ona baktı. «Ne zaman öldürdü?» diye sordu. «Birkaç yıl önce, biz Los Angeles’teyken. O sıralarda babamla annem ayrılmamışlardı daha. VVestvvood’da bir evimiz vardı.» «Yarasayı orada mı öldürdü baban?» «Evet, birkaç tanesi tavanarasında yuva yapmıştı herhalde.

Bir gece yarasalardan biri annemle babamın yatak odasına girmiş. Geceyarısı annemin çığlıklarıyla uyandım.» «Gerçekten korkmuş muydu?» «Ödü patlamıştı.» «Orada olup görmek isterdim.» «Neler olup bittiğini anlamak için koridor boyunca koştum ve yatak odasında uçup duran yarasayla karşılaştım.» «Çıplak mıydı?» Colin gözlerini kırpıştırdı. «Kim?» diye sordu. «Annen.» «Tabii ki hayır!» «Belki çıplak uyuyordur diye düşünmüştüm. Onu çıplak gevremedin mi?» «Hayır.» Colin yüzünün kızardığını hissediyordu. Roy, «Gecelik mi giymişti?» diye sordu. «Bilmiyorum.» , «Bilmiyor musun?» Colin rahatsız oldu. «Hatırlamıyorum,» diye karşılık verdi.

Roy, «Eğer onu gören ben olsaydım, kesinlikle hatırlardım,» dedi. «Şey, galiba üzerinde geceliği vardı. Evet, evet. Şimdi daha iyi hatırlıyorum.» Aslında Colin annesinin ne giydiğini kesinlikle hatırlamıyordu. Pijama da giymiş olsa, kürk manto da giymiş olsa, hatırla-mayacaktı. Üstelik Roy’un bu konuyla neden bu kadar çok ilgilendiğini de anlamıyordu. «İçi görünüyor muydu?» diye sordu Roy. «Neyin içi?» «Tanrı aşkına, Colin! Geceliğin içi görünüyor muydu diye soruyorum.» «Bundan bana ne?» «Sen geri zekâlı mısın?» «Kendi annemi neden röntgenleyecek misim, söyler misin bana?» «Çünkü taş gibi vücudu var.» «Herhalde şaka ediyorsun.» «Göğüsleri de çok güzel.» «Roy, saçmalama!» «Harika bacakları var.» «Sen nereden biliyorsun?» «Bir kere mayoyla görmüştüm,» dedi Roy. «Müthiş bir parça!» «Müthiş bir ne?» «Çok seksi.

» «Roy, o benim annem!» «Ne yapalım yani?» «Bazen seni anlamıyorum, Roy.» «Sen adam olmazsın.» «Ben mi adam olmam? Tanrım!» «Kesinlikle olmazsın.» «Demin yarasadan söz ediyorduk galiba.» «Evet, ne oldu sonunda ona?» «Babam süpürgeyi kaptı, bir vuruşta onu yere serdi. Ondan sonra da cıyaklamayı kesinceye kadar süpürgeyle vurdu durdu. Orada olup nasıl cıyakladığını duymalıydın.» Colin ür-perdi. «Gerçekten korkunçtu.» «Kan var mıydı?» «Ne?» «Çok kan aktı mı?» «Hayır.» Roy gözlerini tekrar denize dikti. Yarasa hikâyesi onu fazla etkilemişe benzemiyordu. Sıcak bir esinti Roy’un saçlarını karıştırdı. Gür, altın rengi saçları, televizyon reklamlarında oynayanları akla getiriyordu. Yakışıklı, çilli yüzü de tıpkı onlar gibiydi.

Yaşına göre çok sağlam ve güçlüydü. Dana şimdiden iyi bir sporcuydu. Colin, Roy gibi olmayı, ona benzemeyi çok istiyordu. Günün birinde çok zengin olduğunda, cebine bir milyon dolar nakit parayla Roy’un bir fotoğrafını koyup en tanınmış plastik cerrahın muayenehanesine gideceğini hayal ediyordu. Kendini yeniden biçimlendirmek istediğini söyleyecekti. Tümüyle değişecekti. Doktor nefret ettiği kumral saçlarını, mısır püsküllerinin o tatlı altın rengine dönüştürecekti. Bu zayıf ve solgun yüzü artık görmek istemiyorsun, değil mt? diyecekti ona. Haklısın. Bu yüzden seni suçiayamam. Kim böyle bîr yüze dayanabilir? Haydi, şu yüzünü yakışıklı bir hale sakalım. Doktor kulaklarıyla da ilgilenecekti tabii. İşini bitirdiğinde kulaklar artık o kadar ıbüyük durmayacaktı. Gözlerin de çaresine bakacaktı. Böylece.

Colin bu kalın gözlükleri takmaktan kurtulacaktı. Doktor yantna gelip, Göğüs kısmına şöyle şişkin birkaç kQs eklemeye ne dersin? diye soracaktı. Kollara ve bacaklara da mı istiyorsun? Tamam, benim İçin hiç sorun değil. Çocuk oyuncağı kadar kolay. Colin o zaman Roy’a benzemekle kalmayacak, üstelik onun kadar güçlü de olacaktı. Roy kadar hızlı koşabilecek, hiçbir şeyden korkmayacak, dünyaya karşı gelebilecekti. Evet. Ama galiba doktoru görmeye giderken yanına bir değil, iki milyon alsa daha iyi olacaktı. Açık denizde ağır ağır yol alan gemiyi gözünü ayırmaksı-zın izleyen Roy, «Ben daha büyük şeyler de öldürdüm,» dedi. «Fareden daha büyük şeyler mi?» «Elbette.» «Meselâ ne?» «Kedi.» «Kedi mi öldürdün yani?» «Ne dediğimi duydun işte.» «Neden yaptın bunu?» «Canım sıkılıyordu çünkü.» «Bu sebep sayılmaz.» «Yapacak bir iş arıyordum.

» «Tanrım!» Roy bakışlarını açık denizden ayırıp başını çevirdi. «Amma çılgın bir davranış!» dedi Colin. Roy, Colin’in tepesine dikilip gözlerini onun gözlerine kenetledi. «Cok heyecanlı bir işti. Gerçekten heyecanın doruğuydu.» «Heyecanlı mıydı? Yani bu işi yaparken eğlendin mi demek istiyorsun? Kedi öldürürken nasıl eğlenebilir insan?» «Neden olmasın?» diye sordu Roy. Colin’in kafası olayın ayrıntılarıyla meşguldü. «Nasıl öldürdün onu?» diye sordu. «Önce bir kafese kilitledim.» «Nasıl bir kafese?» «Eski püskü, büyükçe bir kuş kafesine. İçi yarım metre kareden biraz daha büyüktü sanırım.» «Nereden buldun kafesi?» «Bizim bodrumda buldum. Uzun zaman önce annemin bir papağanı vardı. Papağan öldükten sonra annem yeni kuş almadı ama kafesi de atmadı.» «Kedi senin miydi?» «Hayır.

Bizim sokakta oturan birilerinin kedisiydi.» «Adı neydi?» Roy omuzlarını kaldırdı. «Kediyi gerçekten öldürmüş olsaydın adını hatırlardın,» dedi Colin. «Mırnav. Hatırladım işte. Adı Mırnav’dı.» «Kedi adma benziyor.» «Benzeyecek tabii. Onu güzelce kafese kilitledikten sonra annemin örgü şişleriyle üzerinde çalışmaya başladım.» «Üzerinde çalışmaya mı başladın?» «Sivri şişleri parmaklıkların arasından uzatıp ona batırdım. «Tanrım, nasıl bağırdığını duymalıydın.» «İstemem. Teşekkür ederim.» «Çılgın bir kediydi. Durmadan çığlıklar atıyor, beni tırmalamaya çalışıyor, ağzından salyalar akıtıyordu.

» «Yani onu şişlerle mi öldürdün?» «Tabii ki hayır. Şişleri onu iyice kızdırmak için kullandım.» «Neden böyle yaptığını anlamıyorum.» «Sonra mutfaktan sivri dişli et çatalını aldım ve kediyi o çatalla öldürdüm.» «Bütün bunlar olup biterken annenle baban neredeydi?» «İkisi de işlerindeydi. Kediyi gömdüm, onlar eve dönmeden önce ortalığa saçılan bütün kanları temizledim.» Colin içini çekerek başını iki yana salladı. «Ne kadar mide bulandırıcı bir masal.» «Bana inanmıyor musun?» «Kedi filan öldürmediğini biliyorum.» «Böyle bir hikâyeyi neden uydurayım?» «Beni korkutmaya çalışıyorsun, bunu başarıp başaramayacağını görmek istiyorsun. Midemi bulandırmaya çalıştığını biliyorum.» Roy sırıttı. «Miden mi bulandı?» «Tabii ki hayır.» «Biraz solgun görünüyorsun.» «Bu olayın gerçek olmadığını bildiğim için, midem bulan-mıyor.

Mırnav diye bir kedi bile yok.» Roy’un bakışları keskin ve deliciydi. Colin o bakışların, kendisini et çatalının sivri uçları gibi dürttüğünü hissetti. «Beni ne kadar zamandan beri tanıyorsun sen?» diye sordu Roy. «Annemle birlikte buraya taşındığımız günden beri.» «Yani ne kadar olmuş?» «Biliyorsun işte. Haziran’ın başından beri. Bir aydır tanışıyoruz.» «Bu süre boyunca sana hiç yalan söylediğim oldu mu? Hayır. Çünkü sen benim dostumsun. İnsan dostuna yalan söylemez.» «Aslında tam olarak yalan söylüyor sayılmazsın. Bir çeşit oyun oynuyorsun.» «Oyun oynamayı sevmem,» dedi Roy. «Herkese şakalar yapıp durduğunu biliyorum.

» «Bu kez şaka yapmıyorum.» «Tabii ki şaka yapıyorsun. Beni kandırmaya çalışıyorsun. Sana inandığımı söylediğim anda daiga geçmeye başlayacaksın; Ama beni oyuna getiremezsin.» «Eh, ben elimden geleni yaptım,» dedi Roy. «İşte! Gördün mü, demek gerçekten beni işletmeye çalışı-yormuşsun.» «Eğer böyle düşünmek istiyorsan, benim için bir sakıncası yok.» Roy arkasını dönüp yürüdü. Colin’den on adım uzaklaştıktan sonra durup yine denize baktı. Bakışlarını trans halindey-miş gibi, sisli ufuk çizgisine dikmişti. Bilim kurgu kitaplarının kurdu Colin, o bir an için arkadaşının, durmadan hareket eden, kükreyen bu karanlık denizlerin derinliklerinde saklanan bir şeyle telepatik bağlantı kurmakta olduğunu düşündü. «Roy, o kedi konusunda söylediklerin aslında doğru değildi, değil mi?» Roy başını çevirip kısa bir an boyunca Colin’e buz gibi gözlerle baktı, sonra sırıttı. Birden Colin de gülümsedi. «Evet, gerçek olmadığını biliyordum,» dedi. «Beni işletmeye çalışıyordun.

» 2 Colin sırtüstü uzandı, gözlerini yumdu, bir süre yüzünü yakan güneşin sıcaklığını düşündü. Kediyi bir türlü aklından çıkaramıyordu. Eğlenceli şeyler düşünmeye çalışıyor, ama her seferinde düşünceleri kuş kafesinde yatan o kanlı kedi cesedi görüntüsüyle yarıda kesiliyordu. Kedinin gözleri açıktı. Ölü gözlerdi ama yine de bir şeyi izliyor gibiydiler. Colin kedinin kendisini izlediğinden emindi. Hayvan onun iyice yaklaşmasını bekliyordu. O zaman jilet gibi keskin tırnaklarıyla saldırıya geçecekti. Bir şey ayağına çarptı. Colin telaşla doğrulup oturdu. Roy tepesinde ayakta durarak, «Saat kaç oldu?» diye sordu. Colin gözlerini kırpıştırarak bileğindeki saate baktı. «Bire geliyor,» dedi. «Haydi kalk. Gidelim.

» «Nereye gidiyoruz?» «Annem öğleden sonraları hediyelik eşya dükkânında çalışıyor. Böylece ev bize kalmış oluyor.» «Evde ne yapacağız?» «Sana göstermek istediğim bir şey var.» CoMn ayağa kalkıp blucinine yapışan kumlu toprağı silkeledi. «Kediyi nereye gömdüğünü mü göstereceksin?» «Kedi olayına inanmadığını sanıyordum.» «İnanmıyorum.» «Öyleyse boşver onu. Ben sana trenleri göstermek istiyorum.» «Hangi trenleri?» «Göreceksin. Çok heyecanlı bulacağından eminim.» «Şehre kadar yarışalım mı?» diye sordu Colin. «Tamam.» Colin, «Haydi o zaman,» dedi. «Tamam.» Colin, «Haydi o zaman,» diye bağırdı.

Roy her zaman olduğu gibi bisikletine daha önce ulaştı. Colin ayağını pedala değdirebildiğinde, Roy arayı elli metre açmış, rüzgârla yarışırcasına ilerlemekteydi. Bir sürü otomobil, kamyon, kamyonet ve karavan, daracık asfaltın üzerinde kendilerine yer bulmak için yarışıyor, birbirlerini sollayıp duruyorlardı. Colin ile Roy kaygan işaret çizgisinin üzerinde yol almaktaydılar. Yılın büyük bir bölümünde, Sea View yolunda pek az trafik olurdu. Kasaba yerlileri dışında herkes, Santa Leona’nın hemen dışından geçen şehirlerarası yolu kullanırdı. Turist mevsimi geldiğinde kasaba birden kalabalıklaşıverirdi. Tatil için gelenler birdenbire bütün yolları doldurur, arabalarını hızlı ve dikkatsiz sürmeye başlarlardı. Onları gören, peşlerinden şeytanlar Kovalıyor sanırdı. Hepsi büyük bir telaş içinde dinlenmeye koşar, biraz daha çok, biraz daha hızlı dinlenmeye çalışırlardı. Colin son tepeyi de aşıp kendini yamaçtan aşağı bıraktı, Santa Leona kasabasının eteklerine doğru ilerledi. Rüzgâr yüzüne çarpıyor, saçlarını karıştırıyor, otomobillerin egzos dumanlarını ondan uzaklara taşıyordu. Colin kendini tutamayıp gülümsedi. Keyfi uzun zamandır hiç bu kadar yerinde olmamıştı. Mutlu olmak için birçok nedeni vardı.

Bir kere, koskoca iki ay boyunca pırıl pırı! California güneşinde tatil yapabilecek, yazın tadını çıkaracaktı. Okul başlayana kadar iki ay daha özgür olacaktı. Artık babası gittiğine göre, her akşam eve dönmekten korkmasına da gerek kalmamıştı. Annesiyle babasının boşanmış olmaları onu hâlâ rahatsız ediyordu aslında. Ama evliliğin sona ermesi, Colin’in birkaç yıldan beri her gece yaşamak zorunda kaldığı o korkunç, acımasız ve kırıcı kavgalardan çok daha iyiydi. Colin bazen geceleri rüya görürken, birbirine bağırıp çağı^ ran öfkeli sesleri duyar gibi oluyordu hâlâ. Annesi kendini kavganın heyecanına kaptırdığında, başka zamanlarda asla kullanmadığı çirkin kelimeler kullanmaya başlar, sonra Colin babasının annesine vurduğunu duyar, tokat seslerini hıçkırıklar ve iniltiler izlerdi. Yatak odası ne kadar sıcak olursa olsun, Colin böyle kâbuslardan hep titreyerek uyanır, bütün vücudu ter tabakasıyla kaplı halde, dakikalar boyunca ürperirdi. Kendini annesine pek yakın hissetmemekle birlikte, onunla yaşamanın çok daha zevkli olduğuna inanıyordu. Colin babasıyla yaşamanın dayanılmaz olacağından emindi. Gerçi annesi de ilgi duyduğu konuları anlamıyor, onları hiçbir şekilde paylaşmıyordu ama en azından bilim kurguyu, korku çizgi romanlarını, kurt adamları, vampir hikâyelerini ve şeytanla ilgili filmleri babasının yaptığı gibi yasaklamaya çalışmıyordu. Yine de, son aylarda yer alan ve Colin’i en çok mutlu eden değişikliğin, annesiyle de, babasıyla da ilgisi yoktu. Colin’in mutluluğunun nedeni Roy Borden’dı. Hayatında ilk defa Colin’ in bir arkadaşı oluyordu. Colin kolay kolay arkadaş edinemeyecek kadar utangaç bir çocuktu.

Diğer çocukların kendisine yaklaşmalarını bekliyor, ama onların bu garip görünüşlü, çelimsiz, ileri derecede miyop, kitap kurduyla ilgilenmeyeceklerini biliyordu. Kendisi hiçbir zaman diğerlerinin arasına rahatça karışamaz, sporun hiçbir türünden zevk almaz, hattâ doğru dürüst televizyon bile seyretmezdi. Roy Borden ise tümüyle dışa dönük, sonuna kadar kendine güvenen ve arkadaşları arasında son derece popüler bir gençti. Colin ona hem hayranlık besliyor, hem de onu biraz kıskanıyordu. Kasabada yaşayan çocukların hepsi de Roy’un en iyi arkadaşı olmaktan gurur duyarlardı. Oysa Roy, Colin’in kesinlikle anlayamadığı nedenlerden ötürü, kalkmış onu seçmişti. Roy gibi biriyle bir yerlere gitmek» sırlarını Roy gibi biriyle paylaşmak, Roy kendi sırlarını paylaşmak istediğinde onu dinlemek, Colin için yeni, beklenmedik ve tadına doyulmaz olaylardı. Büyük bir mucize sonucu güçlü bir prensin beğeni ve ilgisini kazanmış yoksul dilenci gibi hissediyordu kendini. Colin her şeyin başladığı gibi birdenbire sona ereceğinden çok korkuyor, Roy’u kaybedebileceğini düşündükçe ödü kopu-yordu. Bu düşünce bile kalp atışlarını hızlandırmaya yetmişti yine. Ağzı bir anda kupkuru kesilmişti. Roy’u tanımadan önce tanıdığı tek duygu yalnızlık duygusuydu. Bu yüzden yalnızlığa dayanmayı başcırıyprdu. Oysa şimdi bir arkadaşa sahip olmanın tadını almış, dostluğu yaşamıştı. Yeniden yalnızlığına dönmek dayanılmaz derecede acı verirdi.

Colin sonunda yüksek tepenin dibine ulaştı. Roy bir blok kadar ilerde köşeye varmış, sağa dönmekteydi. Colin birdenbire arkadaşının ona bir oyun oynayacağından, köşeyi dönüp gözden kaybolacağından ve sonsuza kadar kendisinden saklanacağından korktu. Onu bir daha asla bulamayacaktı. Gerçi çılgınca bir düşünceydi ama Colin bu etkiden kurtulmayı bir türlü başaramıyordu. Öne doğru eğilip gidona daha sıkı sarıldı. Beni bekle, Royl Lütfen beni bekle! Çılgın bir korkuya kapılarak pedalları daha hızlı çevirdi, yetişmeye çalıştı. Hızla köşeyi döndüğünde, arkadaşının ortadan kaybolmamış olduğunu görmek Colin’i rahatlattı. Roy yavaşlamış, hattâ başını çevirmiş, arkaya bakıyordu. Colin ona el salladı. Aralarında yalnızca otuz metre vardt. Artık gerçek anlamda yarışmıyorlardı, çünkü ikisi de yansı kimin kazanacağını çok iyi biliyorlardı. Roy sola döndü, yaşlı ağaçların gölgelediği, bahçeli evlerle dolu sakin bir sokağa saptı. Rüzgâr ağaçların yapraklarını karıştırıyor, asfalta vuran gölgeli şekiller durmadan kıpırdıyordu. Colin arkadaşını izledi.

Colin’in kafasında, tepede Roy’la aralarında geçen konuşma yankılanmaktaydı. Yanı sen kedi mi öldürdün? Ne dediğimi duydun, değil mi? Neden böyle bîr şey yaktın kî? Canım sıkılıyordu. Geçen hafta boyunca Colin belki on kere, arkadaşı Roy tarafından sınandığını hissetmişti. Kedi hakkındaki garip hikâyenin de kendisini bir konuda denemek amacıyla uydurulduğundan emindi. Roy’un ondan ne beklediğini, ne cevap vermesini istediğini bir türlü anlamıyordu. Sınavı başarıyla rw geçmişti, yoksa başarısız mı olmuştu? Kendisinden beklenen cevapların ne olduğunu tahmin edememekle birlikte, ne için denendiğini içgüdüleriyle sezinliyordu. Roy’un olağanüstü -ya da belki son derece korkunçbir sırrı vardı. Bu sırrı paylaşmak için can atıyordu. Tek istediği Colin’in kendini göstermesi, bu sırrı paylaşmaya değer bir kişi olduğunu kanıtlamasıydı. Roy sırrından asla söz etmemişti. Bir tek kelime bile söylemiş değildi. Ama Colin gerçeği onun gözlerinde görüyordu. Ayrıntıları anlayamıyor, yalnızca bir sırrın varlığını kaba hatlarıyla seziyor, bir an önce ne olduğunu öğrenmek istiyordu.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir