Debbie Shapiro – Zihin Gücüyle İyileşme

İnsanoğlu inanılmaz karmaşık teknolojiler icat etme, şaşırtıcı derecede güzel tasarımlar yapma, ayrıntılı bilimsel teorileri anlayabilme ve devasa müzik eserleri ortaya çıkarma konusunda başarılıdır. Bir ırk olarak zihinsel ve yaratıcı kapasitemizi tüm sınırları aşacak şekilde geliştirdik ve geliştirmeye de devam ediyoruz. Ancak bu anlama kabiliyetimizin tökezlediği tek bir alan var: Kendimiz ve özellikle de bedenimiz. Uzayda dolaşabiliyor, evrenin nasıl oluştuğu konusunda fikir yürütebiliyoruz, ancak bedenimizin nasıl bir işleyiş gösterdiği konusunda fikir birliğine varabilmiş değiliz. Son birkaç yıldır bu konuda her biri kendi içerisinde tutarlı, ancak diğerlerinden bütünüyle farklı çok sayıda teori geliştirilmiş durumda. Batı’da birçok insan bedenin çalışmak için besin ve suya; günün birinde durmaması için egzersize gereksinim duyan bir makine olduğu düşüncesindedir. Bedenimizin bize sağladığı zevklerden sonuna dek yararlanır, düzgün görünmesi için çabalarız. Makinenin bir parçası arıza yapsa da onarılabilir. Zorlu arızalar ameliyatlarla, radyasyon terapisiyle ya da tehlike yaratan bölümü devre dışı bırakan ilaçlarla giderilir ve hayat eskisi gibi sürer gider. Batı tıbbı (alopati) bu bağlamda harikalar yaratmıştır. Tıp tarihindeki dönüm noktaları düşünüldüğünde sıra dışı bir gelişim gösterdiği ortadadır; penisilinin ve aşının geliştirilmesi, lazer cerrahisi, organ nakli bunlardan sadece birkaçıdır. Tıp bilimi 10 Giriş milyonlarca insanın hayatını kurtarmış , acılarını hafifletmiştir. Beden denen makine ve arıza yapabileceği noktalar konusundaki çalışmalar tam anlamıyla etkileyicidir. Ancak alopati her zaman işe yaramaz. Zaman zaman ilaçların yan etkileri çok daha ağır hastalıklara yol açar; asıl sorunu tedavi ederken yeni yeni sorunlar yaratılır ve mesele tıp biliminin sınırlarını aşan bir hal alır – tedavisi olmayabilir.


Örneğin; strese bağlı çok sayıda hastalık var ve görülme sıklığı da giderek artıyor. Migren, ülser, huzursuz bağırsak sendromu, yüksek tansiyon, astım, kas ağrıları ve bitkinlik stresin doğrudan yol açtığı hastalıklardan bazıları. Stres, kanser ve MS (Mültipl Skleroz) hastalıklarının da nedenleri arasında. Alopati, strese karşı bir tedavi geliştirebilmiş değil. Modern tıp bilimi hastanın zihinsel ve duygusal durumunun fiziksel sağlığı üzerindeki etkisi üzerinde P . ek durmadığı için, stresle bağlantılı bu hastalıklar da tedavi edilemiyor. Üstelik doktora başvuran hastaların % 70’inin şikayeti stresle bağlantılı olduğu halde … Hipokrat döneminde doktorlar sadece fiziksel belirtileri değil, bölgenin iklimini, hastanın ırkını, cinsiyetini, yaşam biçimini, genel toplumsal ve siyasi koşulları da hesaba katarlardı . İkinci Dünya Savaşı öncesine dek aile doktorları ailenin tüm üyelerini tanır ve onları yeni ilaçların yanı sıra geleneksel şifalı bitkileri, telkin yöntemini de kullanarak tedavi ederdi. Savaş sonrası dönemde teknoloji insan aklının sınırlarını aşacak şekilde gelişince, doktorlar belirli alanlarda uzmanlaşmaya başladı. Böylece aile doktorları psikoterapi ve telkin yöntemini kullanmaz oldu. Bu artık başkasının işiydi. Zamanla nüfus ve talep arttıkça da, doktorların ancak reçete yazacak zamanı kaldı . Modern tıp, kişisel ilişkileri bir yana bırakarak, makineyi onarmaya yönelik mesafeli etkileşimleri tercih eder oldu. Bu mekanik yaklaşım, bedenimizle ilişki kurmamaya başlamamıza yol açtı. Günümüzde artık ters giden işleri düzeltmemizi sağlayacak yöntemlerimiz var, ancak bu makinenin içindeki canlı ya da çalışmasını sağlayacak enerji hakkında en ufak Giriş 11 bir fikrimiz yok.

Doğu’da, özellikle Çin ve Japonya’da ise çok farklı bir yaklaşımla karşılaşırız. Orada insanlar bedeni bir makine değil, enerji sistemi olarak görürler. Bu anlayış Batı’da kullanılan yöntemlerden çok daha eskidir -en az 5 bin yıl öncesine dayanırve hastalıkları tedavi konusunda çok başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Doğu tıbbı bedende akan enerjinin ayrıntılı haritalarını kullanır. Bu haritalar, akan enerjinin türünün yanı sıra bu enerjiye ne şekilde ulaşacağımızı da gösterir. Hastalıkların teşhisi, her birinin kendine özgü hem olumlu, hem olumsuz özellikleri olduğuna inanılan elementler; toprak, su, odun, metan ve hava aracılığıyla yapılır. Hastalık, kötü alışkanlıkların, stresin ya da karamsarlığın enerji akışında yol açtığı dengesizlikler ve tıkanıklıklar olarak tanımlanır. Enerji akışı düzene sokularak denge sağlanmaya çalışılır. Alopati, hastanın bir makine olduğunu söylerken, akupunktur (ve bağlantılı tedavi yöntemleri) hastanın canlı ve sürekli değişim içinde olan bir enerji sistemi olduğunu söyler. Bir şeyler ters gittiğinde dışsal etkenlerin yanı sıra hastanın yaşam koşullarına, duygu ve düşünceleri ile bunlar arasındaki etkileşime bakmamızı önerir. Ted Kaptchuk, The Web That Has No Weaver adlı kitabında bu farkı, “Alopatik doktorlar ‘Yye neden olan X nedir? diye sorarken, akupunkturcu doktor ‘Y ile X arasındaki ilişki nedir? sorusunun yanıtını arar” sözleriyle vurgular. Batı’daki tıp anlayışının gelişiminde kültürel ve dini etmenlerin önemli rolü vardır. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde beden, kişinin ahlaki faziletlerini tehdit eden bir tehlike olarak görülürdü. Şehvet ve arzular kabul edilemez, bastııılması ve ancak karanlıkta, gizli gizli ortaya çıkarılması gereken şeylerdi. Kurtarılması gereken vahşi ve günahkar insanları ikna etmek için Hawaii’ye giden ilk misyonerler buna harika bir örnektir.

Tropikal kuşağın bunaltıcı sıcağına rağmen, misyonerler şehvetin tuzağına düşmemek amacıyla kalın yünlü kıyafetlerini çıkarmayı reddetmiş, çevrelerindeki çıplak Hawaiililerin alayları arasında, sıcaI< ve kalın kı- 12 Giriş yafetlerinin altında üreyen bakteriler nedeniyle ölmüştür. Yüzyıllar boyunca Kilise kendisini insan ruhunun sahibi olarak görmüş, doktorlar da, kafir ya da cadı olarak yaftalanmamak amacıyla, beden ile zihni birbirinden tamamen ayrı değerlendirmiştir. Geleneksel Amerikan yerlileri ise, doktoru bedenin yanı sıra ruhun da doktoru olarak değerlendirmiştir. Zihin ve beden arasında bir ayrım yoktur. Bu kültürlerde, şamanlar ve büyücüler hiçbir tıp eğitimi almadıkları halde, günlük olayların yanı sıra ‘öteki dünya’yı da yorumlayarak hastalıkların nedenlerini ortaya çıkarırlar. Başka kültürlerde ele beden, kişisel sınırlarımızı aşmamızı sağlayan bir araç olarak değerlendirilir. Hem Budizm, hem Hinduizm’de insan yaşamına büyük değer verilmesinin nedeni, ruhani görevlerimizi ancak insan bedeniyle gerçekleştirebileceğimiz inancıdır. Hastalıklar hem bedensel, hem zihinsel olarak değerlendirilirdi. Çünkü nihayetinde hem beden, hem zihin geçici ya da kalıcı olar�k zarar görüyor olurdu. Budist tıp bilimi ilaç olarak, fiziksel bedenin sınırlarını aşarak tam özgürlüğe kavuşulmasını önerirdi. Bedeni sırf bir makineden ibaret gören anlayış son dönemde farklı bir boyut kazanmaya başladı. Son birkaç yıl içerisinde bedenle zihin arasında doğrudan bağlantı olduğunu savunan psikonöroimmünoloji (psikoloji, nöroloji ve bağışıklık sistemini bir arada inceleyen bilim dalı) anlayışı Batı’da ela gelişmeye başladı . Bu anlayış , hastalıkların mikroplar, bakteriler ve mikroorganizmalar, toksik atıklar, radon gazı ya da irsi sonınlar gibi organik nedenlerini yok saymaz. Ancak bir grip salgını sırasında bir işyerindeki herkesin birden hastalanmadığını, hastalıkların her insanda farklı etkilere yol açtığını da bilir. Duygusal ve psikolojik durumumuzun hastalığın ortaya çıkışını, gelişimini ve tedavisini önemli ölçüde etkilediği anlaşılmaya başlandı.

Marc Ian Barasch’ın 1be Healing Path kitabında belirttiği gibi, tıp bilimi hastanın yaşam biçimini, beslenme düzenini, sosyal çevresini ve en önemlisi duygusal durumunu hesaba Giriş 13 katmadan hastalıkların kökenini belirleyemeyeceğini anladı . Bu kitapta zihninle bedenin birbirini nasıl etkilediğini ve her ikisini de kişisel gelişim amacıyla nasıl kullanabileceğimizi ele alacağız. Zihin-beden ilişkileri , her gün yeni bilgilerin ortaya çıktığı yeni bir keşif alanıdır. İnsan makinesini canlı, soluk alıp veren, iletişim kuran, çok yönlü bir bütün olarak ele almaya nihayet başlıyoruz. Benim zihin-beden ilişkilerine ilgim 20 yıl önce, beslenme ve masaj alanında çalışmaya başladığım dönemde ortaya çıktı. Keşfettiğim farklı parçaları bir araya getirdikçe, bedenin ve onu oluşturan ruhla duyguların olağanüstü haritasını ortaya çıkarmaya başlayacağımı hissediyordum. Bu kitaptaki amacım da sizin kendi zihin-beden haritanızı okuyabilmenizi sağlayabilmektir. Zihin-beden ilişkilerini oluşturan düşünceyi ve özellikle de zihinle beden arasındaki sonsuz etkileşimleri ele alan birinci bölümü büyük bir dikkatle okumanızı öneririm. İkinci bölümde, bu anlayışın; iyimser düşüncelerin, hayal gücünün, meditasyomın, sanat terapisinin, dansın ve kişinin kendisini ifade edebilmesinin kullanımı yoluyla nasıl sağlık verdiğini inceleyeceğiz. Üçüncü bölümü bir tedavi kılavuzu olarak kullanabilirsiniz. Eğer bir hastalığınız ya da şüpheleriniz varsa öncelikle ilgili kısmı okuyun. Bu bölümde o bölgenin karmaşık yapısını anlatacağız. Bu yolla zihin-beden ilişkilerini daha net ve bütünsel bir şekilde görüp değerlendirebileceksiniz. Bedenimizin hiçbir bölümü tek başına, bağımsız hareket etmez. Bu nedenle, birbiriyle bağlantılı bölümleri de okumalısınız.

Umarım siz de zihin-beden ilişkilerinizi keşfederken benim yaşadığım heyecanı yaşarsınız. Bizi oluşturan birçok farklı özellik arasındaki bağlantıları gördükçe, tüm canlılar ve tüm yaşam biçimleri arasındaki bağlantılar da netlik kazanacak. Dünyamız ilişkiler ve iletişim üzerine kuruludur. Umarım bu anlayış size sağlık ve mutluluk getirir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir