Demir Özlü – Stockholm Öyküleri

Yağmurdan sonraki temmuz gününde, gecenin yaklaştığı saate yakın, Cristina Nilsson’u aramak, kendi yaşamımın önünde açılan boşluğu aramak gibi oldu. Bana öyle geldi ki, bu boşluk, yaşamımda her zaman vardı. Sadece, Cristina’yı aradığım şu günlerde açılmıyordu önümde. Yaşamım, bütünüyle, o boşluğun üzerine uzanmış gibiydi. Çelik bir asma köprünün üzerinde -doğal, modern zamanlarda yaşıyoruz-, demir putrellerin orada duruyor; altında uzanan derin boşluğa bakıyordu. Ağaçlıklı alanın kıyısındaki evimden çıktım. Elimdeki plastik torbaya da, bir şişe içki koymuştum. Alanın ortasındaki parkın çimenleri; öteden, dans edenler için, geceleri çalınan müziğin geldiği bahçenin, giriş kapısının ötesindeki boşluktan vuran güneşin son ışıklarıyla parıldıyor, biraz önce dinmiş olan yaz yağmurunun ıslak ışıltılarını yansıtıyordu. Kolay inmeyecekti gece. Aydınlık, nereden vurduğu bilinmez gri bir ışığa dönüşecek, saatlerce sürecekti. Bu ışıkların içinde, daracık caddelerden, aşağıya doğru -kentin bittiği yerlere doğru- yuvarlanıp duruyordum işte. Cristina Nilsson’un evini hayal meyal ansıyordum. Daha önce telefon rehberinde, telefon numarasını aramadım değil. Bir (K) ile başlayan Kristina Nilssonlar var: tam yirmi tane; bir de (C) ile başlayanlar: tam otuz üç tane. “Nilsson” adı da bir tuhaf: bir (s) ile yazılan Nilson’lar var, (ss) ile yazılanlar da.


Asıl ürkütücü olanı, Nilssonların rehberde tam 13 yirmi yedi sayfa tutması. Her sayfada üç sütun üzerinden, ortalama iki yüz kırk Nilsson. Diyeceğim 6480 Nilsson, sadece başkent olan bu kentte. Sonra, o ne sokak adları öyle: Kungstensgatan, Falkvagen, Faringeplan, Fredriklundvagen, Kristinehovsgatan … Denize doğru inen ıssız bir sokakta, birinci katta, bir yayınevinin bomboş odalarından birinde, tek başına oturan bir kız arkadaşıma gittim ve sordum bu Cristina Nilsson’un hangi Cristina Nilsson olduğunu. Kaşlarını kaldırıp: “Dur bakalım,” dedi. “Sokağın adı hangisine benziyordu?” “Güneyde, kentin dışına doğru bir sokak işte. Bir büyük okulun bahçesinden geçiliyordu. Ağaçlar, parkımsı bir yer vardı.” “Kaç defa gittin o eve?” “Bir defa. Akşam yemeğini yedik ve birlikte çıktık dışarı.” “Seviyorsun galiba bu kızı.” “Bir defa gördüm. Penceresinden dışarıya baktım. Karşıda, yeni yapılmış apartmanlar vardı. Geceye doğru evden çıktı.

Büyük, ağaçlık bir arazinin yanından geçtik bu defa. Yağmur yağmıştı. Güneş, koyu, kızıl ışıklarıyla çiziyordu yüzümüzü.” “Şu iki numaradan biri olması gerekiyor.” Bir zarfın ardına yazdım söylediği iki numarayı. Ağaçlı alana bakan evde oturup telefonu çeviriyorum. Pencerenin pervazları arasından yaz yağmurlarının damlaları süzülüyor. 14 “Christina Nilsson’u arıyorum?” “Ha, Cristina Nilsson annem. Şimdi evde değil.” “Peki, teşekkür ederim, gene ararım ben.” Cristina Nilsson’un çocuğu yoktu ki. “Cristina Nilsson’un evi mi?” “Evet.” Yaşlı bir adamın sesi bu. “Kendisiyle görüşebilir miyim?” “Siz yabancısınız galiba. Cristina iki yıl önce öldü.

” Öldü mü? “Teşekkür ederim. Başınız sağ olsun. Yanlış numara çevirdim sanırım.” Bütün Cristina Nilssonları çevirsem, ummadığım sonuçlarla karşılaşacağım sandım. Bir “Cristina Nilsson” numarasına karşılık yok. “Cristina Nilsson mu? Yazlıkta.” “Ah, tanımıyorum Cristina Nilsson’u. Hangi Cristina Nilsson acaba?” “Cristina Nilsson. Kuzey Afrika’da sanırım. Şimdi burada biz oturuyoruz.” “Cristina Nilsson mu? Belki yarından sonra gelir.” Yağmurla ıslanmış parkı geçtim. Solda, beş katlı yapılarıyla kimsesiz bir sokak uzanıyordu. Bir tek kişi de geçmiyor sokaktan. Kendi kendine oynayan bir çocuk da yok.

Batıya doğru, ilerde, kızarmış bulutları görüyorum. Koyu yeşil ağaçlar var orada. Üç hafta önce birlikte geçtiğimiz koruya benziyor. Solda bir Çin lokantası var. Bir tek müşteri yok lokantada. Kapalı belki. Ama içerisinde, küçük, kırmızı, mum ışığına benzeyen bir ışık yanıyor. Oradan sola kıvrıldığımda kimsesiz sokaklarla karşılaşıyorum. Cristina Nilsson’un oturduğu sokaklara benziyor bu sokaklar. Yapıların dümdüz yüzleri önünden geçtim. Issız bir dörtyol ağzından sonra, köşeye yakın bir apartmanın önünde durdum. Cristina Nilsson’un evi bu muydu? Dördüncü katın penceresinden bakmıştım. Karşıda çok yeni, bir örnek yapılar olması gerek. Gerçekten, yeni yapılara benzeyen yapılar karşıda. Pencerelerinde güneşin bitimsiz ışıkları parlıyor.

Hiçbir insan görüntüsü yok pencerelerinde. Solda, beyaz bir heykel görünüyor. Önünde durduğum apartmanın kapısı kilitli. Bir şifre var: O’dan 9’a kadar sayılar. Cristina Nilsson’un evine geldiğimizde onun da dış kapının şifresine bastığını ansıyorum. Rasgele şifreye basıyorum. Olanaksız şifreyi bulmam. En çok hangi sayılar kullanılır: O, 3, 9 … belki de. Beklemek gerek. Alttaki garajdan genç, uzun 15 saçlı bir adam çıkıyor. Şifreye basıyor. O girerken, ben de, giriyorum içeri. Asansörle dördüncü kata çıkmam gerekiyordu. Bu giriş holleri, tam da Cristina Nilsson’unkiler gibi olmasa da, onu andırıyor. Dördüncü katta, sağda gerçekten Nilsson yazan bir kapı var.

Ama hangi Nilsson? Zile basıyorum. Hiçbir karşılık yok. Hol, Cristina Nilsson’un holüne fazla benzemiyor. Merdiven parmaklıkları demirden. Cristina Nilsson’un apartmanında, demirden parmaklıklar yoktu gibi geliyor bana. Yılgın, hızla iniyorum aşağıya. Şu köşedeki ev, daha bir benziyor Cristina Nilsson’ un evine. Gene şifreler var kapıda, “Cristina” diye bağırsam, sesimi duyacak bir insan var mı? İkinci katın penceresinden yaşlı bir kadın bakıyor: asık yüzlü. “Cristina!” Mutlaka bir Cristina var apartmanda. Kapıdaki yazıda okuyorum: Bir Nilsson da var. Belki küçük bir aile. Çocukları evi terk etmiş. Belki de yalnız .yaşayan biri. Şimdi.

Akdeniz kentlerinde, herkesin sokakları doldurduğu saatler. Lokantalara gidiyorlar. Sokakların ışıkları yanıyor. Açık pencerelerden müzik sesleri duyuluyor. Gençler elleri ceplerinde, ıslık çalıyorlar. Apartman kapıları ardına kadar açık. “Cristina!” Sesime karşılık verecek bir insan sesi var mı? Hiçbir ses yok. Sadece ikinci katın penceresindeki asık yüzlü bir kadın daha da kuşkuyla bakıyor bana. Bir türlü karanlık basmıyor, gecenin inmesini bekliyorum. Gelmeyecek gece. 16 “Cristina!” İki hafta sonra geldi Cristina. Kapıda konuştuk. “Ne zaman görüşeceğiz dersin?” “Kışa. O zaman vaktim olacak.” “Yaz değil mi şimdi?” O zaman kentteki herhangi bir demir köprünün putrelleri arasına asılmış varlığımı gördüm.

Aşağıdan otomobiller hızla akıyorlar. Uzakta duran, bir kuzey cininin, kırlardan toplayıp bohçaladığı, bütün eskiden yaşadığım hayat mı acaba? Önümde uz·anan boşluk, kendimi bildim bileli var mıydı? Şimdi Cristina Nilsson’u aramak yüzünden mi ortaya çıktı? Uzakta, güneşin ışıklarının savrulduğu yerde, pencereleri kapalı bir kent görüyorum. İnsanı döndürüp dolaştırıp aynı yere getiren ıssız sokaklar. Bu ıssızlık içimin ıssızlığı mı, yoksa iyice tanımadığım bir kentte dolaşıp durmaktan mı geliyor?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir