Doğan Cüceloğlu – Yetişkin Çocuklar

Yetişkin Çocuklar, bildiğimiz, fakat üzerinde düşünme gereğini pek duymadığımız bir öyküyü anlatıyor. Bu öykünün kahramanlarını tanıdıkça umarım çocukluğunuzu, ailenizi, çevrenizdeki insanları, en önemlisi kendinizi daha iyi anlayacaksınız. Yetişkin Çocuklar öyküsünün daha iyi anlatılmasında bana yardımcı olan Ergun Akleman, Mehmet Sülfi Âşık, Ertan Funda, Okan Külköylüoğlu, Üstün Öngel, Funda Soydemir, Şermin Yenice, Erdoğan Yenice ve Hülya Yetişken’e; Kitabın gözden geçirilmiş bu yeni baskısında en çok emeği geçen, hem içerik hem de üslup yönünden önemli katkılarda bulunan asistanım Sabiha Kocabıçak’a; Remzi Kitabevi’nden kapak düzenini oluşturan Ömer Erdu-ran’a ve emeği geçen diğer kitabevi personeline; Teşekkürlerimi sunuyorum. 1 Bir Daha Gitmeyeceksin Onlara Hatice teyzem yedi yaşındaki oğlu Erol’u döverken, “Ben sana onlara bir daha gitmeyeceksin demedim mi, ha?! Seni piç kurusu, seni. Senin kemiklerini kırayım da gör, hayvanın dölü. Gel buraya! Kaçma diyorum, gel buraya eşşşekk!” diye bağırıyordu. Sanki benim orada olduğumu unutmuştu. Erol annesine yakalanmamak için oturma odasındaki yemek masasının etrafında koşuyor, bir yandan, “Anne oraya gitmedim; biraz bahçede oynadık, biraz da matematik çalıştık. Annesi pencereden bakıyordu,” diyor, bir yandan da ağlıyordu. Hatice teyzem elindeki, tencereyi karıştırmak için kullandığı büyük tahta kaşığı çocuğa fırlattı. Kaşık Erol’un omzuna çarptı, yere düştü. Çocuğun ayağı kaşığa takıldı, o da düştü. Annesi üzerine çullandı, eliyle kafasına, yüzüne, omzuna vurmaya başladı. Erol, “Anam off, yeter, vurma, çok acıyor,” diyor, bir yandan da ağlıyordu. Hatice teyzem çocuğu iyice dövdükten sonra, “Git, defol odana, gözüm görmesin seni, it!” diyerek bir tekme attı.


Erol hüngür hüngür ağlayarak odasına yöneldi. Hatice teyzem benim odada olduğumun sanki o zaman farkına varmıştı. Bana izah etmek zorunluluğunu hissetmiş olmalı ki, “Safiye Hanım kendi çocuğunun Erol’dan akıllı olduğunu sanıyor. Halbuki hiç de akıllı değil. Çetin ile çalışmamasını 12 YETİŞKİN ÇOCUKLAR kaç kere tembihledim. Gidip onların evinde ödevlerini yapıyor. Çetin benim oğlandan öğreniyor, sonra Safiye Hanım yararlanan Erol’muş gibi konu komşuya anlatıyor. Herkes Erol’u akılsız sanacak. Kaç kere söyledim onlara gitme diye, beni hiç hesaba almıyor. Ama Safiye Hanım ne söylerse oğlu Çetin onu yapar. Erol beni hiç hesaba almaz. Gidip kafasını gözünü yarasım geliyor. Eşşek. Bu yaşta sözümü dinlemiyor. Onun kemiklerini kıra-cam.

Babası gelsin, bir de ona dövdürecem. Anlasın bakalım benim sözümü dinlememek nasılmış!” dedi. Son üç aydır Hatice teyzemlerin evinde kalıyorum. Annem Hatice teyzemle konuşmuş, “Dört odalı daireniz var, bir odasında Timur kalsın. Hem masraflarınızın birazını karşılayacak katkıda bulunur, hem de Ayla ile Erol’a ağabeylik yapar. Sen kocanla konuş, bir itirazı olmazsa Timur’a telefon et, sizde kalmaya başlasın,” demiş. Hatice teyzem hem ablasının sözünü kıramadığından, hem de benim vereceğim bir miktar paranın doğrudan kendi cebine gideceğini bildiği için bu işe gönüllü. Kocası Recep enişte beni sever. Ayrıca çocuklara ağabeylik yapmama önem veren biri. O nedenle bir itirazı olmamış. O günden beri onların yanında kalıyorum. Safiye Hanım, Hatice teyzemin alt kattaki komşusu. Safiye Hanım’ın kocası Hikmet BeyTe, teyzemin kocası Recep enişte arasında herhangi bir sorun olmadığı halde, tanıştıkları ilk günden beri Hatice teyzem Safiye Hanım’ı sevememiş. Bu husumet kendini açıkça ortaya koyan bir duygu değil; yüz yüze geldikleri zaman birbirlerine hal hatır sorarlar; ne var ki, içten içe devam eder. Erol’u böyle bir nedenle bu kadar insafsızca dövmesi benim içimi burkmuştu.

Ne yapacağımı bilemiyordum. Erol’un yerine kendimi koyduğum zaman içimde kaynamaya başlayan duygunun öfke mi, yoksa hüzün mü olduğunu anlayamıyordum. Aslında bu, tanık olduğum ilk olumsuz olay değildi. Teyzemlerin ailesinde sık sık kavga oluyor. On altı yaşındaki kızları Ayla ile yedi yaşındaki Erol sürekli azarlanıyor, sık sık tokatlanıyor ve BİR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 13 hakaret görüyor. Çoğu kere odama çekiliyor, kendimi derslere vermeye çalışıyorum; ama ailenin iletişim tarzı beni olumsuz etkiliyor. Derslerimi çalışamaz oldum, sürekli bu konuyu düşünüyorum. Yakup Bey’le bu durumu konuşmak istedim. Telefon ettim; “Sah günü buluşalım,” dedi. Yakup Bey’le görüşeceğime memnundum. Heyecanla salı gününü bekledim. Yetişkin Çocuklar “Uzun süre görüşemedik, herhalde yoğun bir çalışma devresine girdin,” diyerek Yakup Bey beni karşıladı. Kendisine, arhk yurtta değil, Fatih’teki teyzemlerin yanında kaldığımı söyledim. “Teyzen iyi yemek pişiriyor mu?” diye şaka yollu biraz kilo aldığımı ima etti. Gerçekten de teyzemin pişirdiği yemekleri seviyordum.

Eğer zamanı varsa kendisiyle biraz konuşmak istediğimi söyledim. “Ne o, NesrinTe yine çayevine mi gittiniz?” (*} diye gülerek yüzüme baktı. Sözlerini, durumu ciddi bir havaya sokmadan, yumuşak tutmak için söylediğini ikimiz de biliyorduk. Ciddi, ilgili, anlayan birinin gözleriyle bakıyordu. Her zamanki gibi Beyazıt Camii’nin yanındaki çayevine gittik. Çaycı bizi tanıdı. Biraz sonra ıhlamurlarımız önümüze konmuştu. “Sizi düşündüren bir konu var,” diyerek ilk konuşan Yakup Bey oldu. “Evet,” dedim; “Teyzemlerin evinde hem rahatım, hem de rahatsız.” “Biraz açman gerekecek; anlamadım,” diyerek yüzüme baktı. “Teyzem annemin küçüğü,” diyerek söze başladım ve devam ettim; “Hem teyzem, hem de kocası Recep enişte beni se- (>) İyi Düşün Doğru Karar Ver kitabında, Yakup Bey ile Timur Bey arasında yer alan konuşmalara atıfta bulunulmaktadır. 14 YETİŞKİN ÇOCUKLAR ver. Kendi odam var. Çalışma masam var. Artık ev yemeği yi-yebiliyorum.

Bu yönlerden rahattım. Ama evlerinde sürekli bir gerginlik, didişme, huzursuzluk var. iki çocukları var. Ayla on altı, Erol yedi yaşında. Çocuklar sürekli azarlanıyor, dövülüyor, hırpalanıyor. Ayrıca teyzemle kocası da mutlu değil; sürekli didişme ve sürtüşme halindeler. Bu durum beni üzüyor. Sadece üzülmüyorum, sanırım içimde bir kızgınlık da var.” Yakup Bey beni dikkatle dinliyordu. “Hüzün ve kızgınlık duygularının yanı sıra suçluluk duygusu da var mı?” diye sordu. “Evet, sanırım suçluluk duygusu da var. Bana iyi davranıyorlar, evlerinde kalıyorum, yemeklerini yiyorum. Minnet duymam gerekirken kızgınlık duyuyorum. Kızdığım için kendimi suçlu hissediyorum ve kafam karışıyor.” Yakup Bey, “Sizin durumunuzda olsam benim de kafam karışırdı,” dedi ve teyzemin adını sordu.

“Hatice,” diye yanıt verdim. “Hatice Hanım’in ve kocası Recep Bey’in çocuklarını yetiştirme tarzı sizin hiç âşinâ olmadığınız, daha önce görmediğiniz, bilmediğiniz bir şey mi?” diye bana bir soru yöneltti. “Aslında değil,” dedim ve, “Galiba bu durumun beni bu kadar derinden etkileyişinin nedeni de o olacak. Büyürken gördüğüm muameleleri teyzem ve kocası aynen çocuklarına yapıyorlar. Ayla ve Erol’un yerine kendimi koymamak elimde değil,” diye devam ettim. Yakup Bey, “Hüzün, kızgınlık ve suçluluk duygunuz yalnız onların çocuklarına yaptıklarından değil, büyürken size yapılanlardan da kaynaklanıyor olabilir,” diye benim söylediklerimi onayladı. “Sanırım öyle. Kafam karmakarışık. Kendimi derslere veremiyorum; bu beni daha da gerginleştiriyor,” diyerek hissettiklerimi paylaştım. “Sizin durumunuzda olsam, ben de aynı şeyleri hisseder, aynı gerginliğin içine girerdim,” dedi. BİR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 15 Yakup Bey’in beni anlayışla karşılaması hoşuma gitmişti, paylaşmaya devam ettim. “Onlara yardımcı olmak istiyorum. Durup dururken kendilerine bir cehennem yaratıyorlar; oysa mutlu olmak için hiçbir şeyleri eksik değil.” “Teyzenizle kocasına pek yardımcı olabileceğinizi sanmıyorum. Onlar iki yetişkin çocuk,” diyerek söylediklerimi yanıtladı.

Bu kavramı ilk defa duyuyordum; biraz şaşkınlıkla, “Yetişkin Çocuk mu?” diye sordum. “Bunda hayrete düşülecek bir durum yok,” diyerek açıklamaya başladı. “Toplumun büyük çoğunluğu yetişkin çocuk. Teyzeniz ve enişteniz için bir şeyler yapmak zor. Belki Ayla’ya ve Erol’a daha çok yardımcı olabilirsiniz. Onlara yardımcı olabilmeniz için önce ‘yetişkin çocuk kimdir? yetişkin çocuklar nasıl ve hangi ortamda büyür?’ gibi soruların cevabını bilmeniz gerekiyor,” diyerek yüzüme baktı. “Gerçekten yetişkin çocuk kime denir?” diye sordum. “Bedenen büyüdüğü halde, duygu ve heyecanları bakımından gelişip olgunlaşmayan insanlara denir,” diyerek soruma yanıt verdi. Daha sonra, “Hatice Hanım ve Recep Bey anladığım kadarıyla kırk yaşlarındalar; ama, beş altı yaşlarındaki çocukların duygusal gelişim düzeyindeler,” gözlemini yaptı. “Niçin gelişemiyorlar?” diye sordum. Yakup Bey gülümseyerek, “Çünkü onları yetiştirenler de gelişmemişlerdi,” dedi ve devam etti: “Anababası ve ilişkide bulunduğu yakın çevresi yetişkin çocuklarla çevrili küçüklerin kendileri de ister istemez yetişkin çocuk olarak yetişirler. Bu kısır döngü kuşaklar boyu sürer gider.” Aklıma takılan soruyu sormanın sırası diyerek sordum: “Birinin yetişkin çocuk olduğunu nasıl anlarız?” Hüzünlü bir mizah ifadesiyle, “Duygusal olgunluğunu tamamlayamamış kişinin içinde, kendinin de tam anlayamadığı doldurulamayacak bir boşluk vardır,” dedi. Bir süre sustuktan sonra, “Bu boşluk, mutsuzluk olarak kişinin yaşamına yansır. Kişi mutsuzdur.

Bu mutsuzluğun kaynağını ise dışarıda bir ‘nes16 YETİŞKİN ÇOCUKLAR ne’de, ‘olay’da ya da ‘kişi’de bulur,” diyerek açıklamasını bitirdi. Bu noktada Yakup Bey’e, Erol’un annesi tarafından dövülüşünü ve daha sonra teyzemin bana yaptığı açıklamayı anlattım. Yakup Bey, “Hatice Hanım mutsuz bir kadın. Anlattığınızdan anlaşılıyor ki, teyzenizin mutsuzluğunun kaynağı Safiye Hanım ve konu komşunun çocuğunu ‘akılsız’ göreceği korkusu,” yorumunu yaptı. “Peki, Safiye Hanım’la ilişkisi düzelse, bu mutsuzluk ortadan kalkar mı?” diye aklımdan geçen soruyu yönelttim. “Hayır,” dedi ve, “mutsuzluk ortadan kalkmaz. Daha önce söylediğim gibi yetişkin çocuk mutsuzdur ve mutsuzluğunun kaynağını dışarıda bir ‘nesne’de, ‘olay’da ya da ‘kişi’de bulur,” diyerek sözüne devam etti. Bir örnek vererek konuyu daha da açtı: “Mutsuz olan kişi, ‘bir arabam olsa’, ‘Avrupa gezisine çıkabilsem’, ‘Safiye Hanım Erol’un ne kadar akıllı olduğunu kabul etse’, ‘ne kadar mutlu olurum,’ diyebilir. “Fakat olanaklar ve koşullar el verip arabayı -nesne- alınca, Avrupa gezisine -olay- gidince ya da Safiye Hanım -kişi- Erol’u akıllı bir çocuk olarak görünce mutluluğu uzun sürmez. Bu defa mutsuzluğunun nedeni olarak başka nesneler, olaylar veya kişiler bulur.” Yakup Bey gülümseyerek devam etti; “Bu anlamda yetişkin çocukların içinde doldurulamayacak bir boşluk vardır. Mutsuzluklarının gerçek nedenini hiçbir zaman anlayamadan, sürekli bir daldan diğerine atlayarak ömürlerini geçirirler.” Bir süre durdu, durgunlaştı ve, “Tabii mutsuz olan sadece kendileri değildir. Eşlerini ve çocuklarını da mutsuz yapmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar,” dedi. Yakup Bey’i dinledikten sonra daha da hüzünlendim.

Gözümün önünde oynayan bir trajedi vardı. Hatice teyzem ve Recep enişte sadece birbirlerini mutsuz etmekle kalmıyorlar, iki zavalBlR DAHA GİTMEYECEKSİN ONLARA 17 lı çocuğun mutsuz bir yaşam geçirmesi için gereken kötü temelleri de atıyorlardı. Erol ve Ayla da yetişkin çocuk olarak büyüyecekler ve kendileri gibi birer yetişkin çocukla evlenerek, yine kendileri gibi yetişkin çocuklar yetiştireceklerdi. Yakup Bey’e sordum: “Ne yapmamı tavsiye edersiniz?” “Ne yapacağınıza kendiniz karar vermelisiniz,” “Şöyle sorayım: Siz benim yerimde olsaydınız, ne yapardınız?” Gözümün içine bakarak, “Başıma gelenlerin, içinde bulunduğum durumların benim en iyi öğretmenim olduğunu düşünürdüm,” dedi. Bir süre sustuktan sonra,”Yaşamımın temel amacının öğrenmek, bilinçlenmek olduğuna inandığım için, başıma gelenlere bir öğrenme fırsatı olarak bakardım,” diyerek cümlesini tamamladı. “Bu şekilde herhalde ilk öğreneceğim şey onların gözüyle olayları görmek, yani onları anlamak olurdu. Onları anlarken herhalde ben de kendimi de daha iyi anlamaya başlardım,” dedim. “Zaten öğreniminizin temelini bu anlayış oluşturacak,” dedi. Sonra üzerine basa basa, “Onları tanıma ve anlama süreci içindeyken kendi duygu, düşünce ve davranışlarınızı daha iyi anlayacaksınız. Bu önemsenecek bir kazançtır,” dedi. “Ama, ben yine de ilk adımı nasıl atacağımı bilemiyorum,” dedim. “Yani teyzemi ya da Recep eniştemi tanımak için nasıl bir adım atacağımı bilmiyorum.” diyerek sözümü bitirdim. Yakup Bey, “Size bu konuda yardımcı olabilirim,” dedi. Beraber kitabevine gittik.

Dükkânın arka taraflarındaki bir raftan bir dosya aldı. Dosyayı bana verirken, “Bunu dikkatle okuyun. İçinde uygulamanız için sorular var. Uygun gördüğünüz soruları Recep eniştenize ve Hatice teyzenize sorun. Konuşmak istediğiniz zaman gelin, bulgularınızı beraber gözden geçiririz,” dedi. Yakup Bey’in yanındanyeni bir maceraya atılacak kişinin heYÇ2 18 YETİŞKİN ÇOCUKLAR yecanı içinde ayrıldım. Hatice teyzemi, Recep eniştemi, Ayla’yı ve Erol’u yargılamadan gözlemleyecek, onlarla konuşarak iç dünyalarını anlamaya çalışacaktım. Ayrıca kendi iç dünyamı keşfetme fırsatını bulduğumu düşündüm. Böylece bu hüzün ve kızgınlıktan kurtulabileceğimi umuyordum. Recep Enişte Yakup Bey’in verdiği malzemeler içinde kişinin kendini daha iyi tanıyabilmesi için bazı sorular vardı. Bu soruları gözden geçirdim. Hatice teyzeme ve Recep enişteme sorabileceğim soruları iki ayrı liste halinde yazdım. Recep enişte üniversite üçten ayrılmış, askerlikten sonra bugün orta boy bir market olarak adlandırılabilecek bir dükkân açmış, kendini ve ailesini rahatlıkla geçindirebilecek geliri olan bir insan. Teyzemle görücü usulüyle evlenmiş. îkisi de aynı kasabadan oldukları için aileler birbirlerini tanıyorlarmış.

Bir akşam yemekten sonra, Recep enişte gazetesini okurken onunla konuşmaya başladım. Kendisine, okumakta olduğum psikoloji bölümünde verilen bir ödevi tamamlamak için hem Hatice teyzemle, hem de kendisiyle konuşmam gerektiğini söyledim. Gerçekte böyle bir ödevi üniversite değil, Yakup Bey vermişti. Ama bu soruları eğitim sürecimin bir parçası olarak gördüğüm için yalan söylediğim gibi bir duygu içinde değildim. “Ne konuşacaksın?” diye sordu. Benim sorduğum bazı sorulara, onun içinden geldiği gibi, “Evet” ya da “Hayır” biçiminde yanıt vermesini istediğimi söyledim. “Sor bakalım!” dedi. Başkasının yanında sorulacak türden sorular olmadığını, eğer sakıncası yoksa, benim odamda konuşmamızı istedim. “Surda rahat rahat oturuyoruz, rahatımızı bozacaksın,” diye söylenerek kalktı, beraber benim odaya geçtik. O benim yatağımın üstüne 20 YETİŞKİN ÇOCUKLAR oturdu, ben çalışma masamdaki sandalyeye oturdum. Daha önceden hazırladığım soruları sormaya başladım. “Yeni bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman bir gerginlik duyar ve kaygılanır mısınız?” soruma Recep enişte, “Tabii biraz kaygılanırım; sen kaygılanmaz mısın?” yanıtını verdi. Aslında verdiği yanıtta bir de soru vardı. “Beni işin içine katmayalım,” dedim ve niçin kaygılandığını sordum. Recep enişte, “Yeni bir şey yaptığıma göre, o alanda pek tecrübem yok demektir, işi beceremezsem millet bana güler, alay eder.

Başkasının kendisine gülmesini, alay etmesini kim ister?” diye yanıt verdi. Söylediğini doğru anladığımdan emin olmak için, “Başkasının gözünde başarısız olmak, alay edilmek korkusu gerginliğinizin ve kaygınızın kaynağını oluşturuyor; doğru anlamış mıyım?” diye anladığımı ifade ettim. “insan başka neden korkar ki?” diye söze başladı ve devam etti; “Kimse bilmese, görmeyecek olsa, istediğin kadar dene, hata yap, başarısız ol. Kim bilecek?” Doğru anlamışım, diye düşündüm ve ikinci soruma geçtim. “Kendinizi sürekli başkalarını memnun etmeye çalışan biri olarak görür müsünüz?” “Adamına bağlı,” dedi. “Eğer karşımdaki güçlü ve bana kötülük edebilecek biri ise, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek babından, güler yüz gösteririm. Ama, mevkisi, gücü olmayan zıpırın tekine de güler yüz gösterecek halimiz yok herhalde. O beni memnun etmeye çalışsın. Aksi halde dalarım herifi!” “Nasıl dalarsınız?” “Yani basarım fırçayı, azarlarım, insan yerini bilmeli.” Anladıklarımı açıklığa kavuşturmak için, “Yani başkasına güler yüz göstermeniz ya da göstermemeniz, o insanın sizden güçlü ya da güçsüz olmasına bağlı,” diyerek kendimce bir özetleme yaptım. Recep enişte, “Evet,” diyerek devam etti; “Ne demişler, ‘BüRECEP ENİŞTE 21 yük balık, küçük balığı yutar!'” Kendinden büyük balık gördün mü kaç; küçük balık gördün mü, üzerine atla. Akıllı adam böyle yapar!” “Şimdi üçüncü sorumu soruyorum: Kendinizi isyankâr biri olarak görür müsünüz? Yani biriyle bir çatışma içine girince kendinizi ‘yaşıyor’ hisseder ve canlanır mısınız?” “Erkek adam pısırık olmaz. Ben pısırık değilim. Kendime yan baktırmam. Belki dikkat etmişsindir, ister Hatice teyzen, ister çocuklar olsun, bana dikleneni tepelerim,” dedi ve bir süre sustuktan sonra gözümün içine bakarak, hafif bir gülümsemeyle, “Bu da senin kulağına küpe olsun,” ile sözünü tamamladı.

Ben de gülümseyerek, “Anlıyorum enişte,” dedim. Recep enişte, başka sorum olup olmadığını sordu. “Evet, var,” dedikten sonra “Devam edebilir miyim?” diye sordum. “Et, et! Hoşuma gitmeye başladı.” “Kalbinizin en gizli köşesinde, kendinizde bir eksiklik, bir tuhaflık olduğunu hisseder misiniz? Kendinizin acayip biri olduğunuzu düşünür müsünüz?” Recep enişte, “Oğlum, Allah değiliz ya! Tabii ki her insanın eksiği olacak. Ne soruyorsun sen yani?” diye bu soruyla ilgili sıkıntısını dile getirdi. “Kendinizde bir eksiklik hisseder misiniz?” diye tekrar sordum. Cevabı şöyle oldu: “Yok hissetmem. Kendinde eksiklik hisseden insanları da sevmem. Sen kendinde eksiklik hisseder misin?” “Recep enişte, beni işe karıştırmayacaktık, biliyorsun,” dedim. Güldü; ‘sen bana gıcıklık yaparsan, ben de sana gıcıklık yaparım,’ diyen bir yüz ifadesi vardı. “Şimdi başka bir soruya geçiyorum,” dedim. Dinlemeye hazırdı; “Değerli, değersiz her şeyi biriktirir misiniz? Eski şeyleri atmakta zorluk çeker misiniz?” “Ne demişler, ‘Sakla samanı gelir zamanı.’ Ben kolay kolay 22 YETİŞKİN ÇOCUKLAR bir şey atmam. Allah’tan o konuda Hatice teyzenle birbirimize benzeriz; o da kolay kolay atmaz.

Çocuklara da öğretmeye çalışıyoruz; ama onlar çok tutumsuz. Önlerine geleni atıyorlar.” “Bir başka soru enişte: Kendinizi katı ve mükemmelliyetçi olarak görür müsünüz?” “Yapılan işin mükemmel olması gerekir,” diye Recep enişte söze başladı ve kendisi için önemli bir konuda konuştuğumu anlamamı istercesine devam etti: “Bu konuda müsamaha yok. Benim çocuklara öğretmek istediğim bu. Bir türlü anlamıyorlar. Başkasının çocuğu sınıfta pekiyi aldığı halde benim çocuğum ondan düşük alırsa pataklarım. Hiç affetmem.” “Çocuğunuz, Ayla ya da Erol, elinden geldiği kadar çok çalıştığı halde pekiyi alamazsa, yine de döver misiniz?” “Daha çok çalışsınlar. Neleri eksik? Çalışsınlar. Sınıfta onlardan yüksek not alan olmayacak!” “Yeni bir soru: Yaşamdan ne istediğinizi biliyor musunuz? Yani gönlünüzden geçen hayalleriniz var mı?” Bu soruya hemen yanıt vermedi; bir süre sessiz kaldı, düşündü, daha sonra yanıt verdi. “Herkes nasıl mutlu oluyorsa ben de öyle mutlu olurum. Allah’a şükür bir marketimiz var, geçimimizi temin ediyor. Bir apartman dairemiz var. Dünya güzeli olmasa da yüzüne bakılacak bir karım var. Şu çocukları adam edemiyorum.

Onlar adam gibi hareket etseler. Hayalle, meyalle geçirecek zaman yok.” Bunları söylerken Recep enişte sadece benim soruma yanıt vermiyordu; aynı zamanda benim nasıl olmam gerektiği, nasıl düşünmem gerektiği konusunda da bana ders veriyordu. Yüzündeki ifade, ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ ifadesiydi. “Recep enişte, bu soru biraz farklı, affına sığınarak soruyorum,” dedim ve biraz sıkılarak, “Kadına kıza laf atmaktan hoşlanır mısınız?” diye sordum. Recep enişte güldü. Etrafta hiç kimse olmadığı ve beni de ‘erkek milletinden biri’ olarak gördüğü için yanıtlamakta sakınca RECEP ENÎŞTE 23 görmedi, “içimden geçiyor, ama bu yaşta, bu ortamda uygun değil. Bizimki serbest iş. Markete gelen kadına sulanacak olsam müşteri kaybederim. Adımız çıkar. Bunları teyzene söyleme ha!” “Tabii ki söylemem; güvenle konuşabilirsiniz! Size şunu da sorayım: Porno magazinlere bakmaktan hoşlanır mısınız?” “Erkek için normaldir. Ama, porno magazini nereden bulayım, nerede bakayım? Daha da önemlisi nerede saklayayım? Mümkün değil. Bazen arkadaşların elinde görünce şöyle bir göz atıyorum.” “Recep enişte şimdi daha farklı bir soru soruyorum: İnsanlara güvenir misiniz?” “Kendim de dahil, hiç kimseye güvenmem. Ne demişler, ‘babama güvendim, o da anamı s…'” “Bu konudaki kanaatinizi öğrendim: Çok net.

Kimseye güvenmemek gerektiğini söylüyorsunuz. Şimdi başka bir konuya geçiyorum: “Ne zamandan beri sigara içiyorsunuz?” “Lise üçte başladım; işte yirmi beş yıldır, bu mereti hâlâ içerim. Bırakmaya gücüm yok.” “Yani gücünüz olsa bırakmayı isterdiniz?” “Tabii canım, isterdim. Ama, bırakamıyorum.” “Peki, bir başka soru: Yalnız kalmaktan hoşlanır mısınız?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir