Ehud R. Toledano – Suskun ve Yokmuşçasına – İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları

Insanların başka insanlar tarafından köleleştirilmesi evrensel bir olguydu. Bu herhangi bir kültüre öznel olmadığı gibi belli bir paylaşılan sosyal değerler sisteminden de kaynaklanmıyordu. Dolayısıyla bu kitap İslami, Osmanlı, Arap, Ortadoğulu veya Akdenizli olsun, herhangi bir istisnacılık ile ilgili değildir. Çeşitli görünüşleriyle insan köleliği, bilinen hemen tüm tarihi toplum ve kültürlerde var olmuştur. Ahd-i Atik zamanlarından beri tüm tektanrılı dinler köleliği onaylamış fakat onun katı gerçeklerini yumuşatmaya çalışmışlardır. Diğer inanç sistemleri de çeşitli şekilleriyle kölelikten azade değildi. Bu yüzden bu kitap ne suç isnat etmek ne de suçluluk duygusundan arındırmakla ilgilidir. İnsan doğasında olan bir şey, köleliği her yerde mümkün kılmış ve ondan kurtulmak büyük dönüşümleri gerektirmiştir. Bunlar ancak bir buçuk yüzyıl kadar önce, tarihimizin geç bir döneminde ortaya çıkmıştır. Bu kitap insanlık ve onun başarısızlıklarıyla, köleleştirilenin savaşımı ve ayakta kalmasıyla ve özgür olmak için duyulan evrensel arzuyla ilgilidir diyebiliriz. Öyküler, uzun 19. yüzyılda Doğu Akdeniz’in Osmanlı-İslam dünyasından geliyor ama sonuçlar zaman içindeki bu yerler ve anlardan çok daha ötesini ilgilendiriyor. Maalesef, bugün yasal olmayan ve doğrudan mülk ilişkileri bağlamındaki köleleştirme, özgürlükten tam mahrumiyet, emeğin sömürülmesi, beden ve aklın baskı altında tutulması gibi geniş bir bölük olguya dönüşmüş olarak yerkürenin birçok yerinde hala sürüyor. Fakat eski zalim sahiplik biçimleri bile zor ölüyor, daha beteri eski yerlerinde veya yeni yerlerde yüzeye 2 giriş çıkıp duruyor ve acilen harekete geçmemiz konusunda ilgimizi bekliyorlar. Hafıza da sıkı sıkıya tutunmuş, geri gelip duruyor, bugünü hem haberdar ediyor, hem şaşırtıyor, hala siyasi gündemlere rehberlik ediyor.


Afrikalı-Karayipli-Britanyalı (kendisinin de ısrar edeceği gibi bu sıralamayla) radikal eylemci ve şair Benjamin Zephaniah için köleleştirilmenin mirası, tüm acısı ve inciticiliğiyle ayakta, yaşıyor ve aynı zamanda çoktan ortadan kalkmış Britanya imparatorluğu nosyonuyla içinden çıkılamaz bir durumda iç içe geçmiş bir durumda! 2003 Kasımında Kraliçe Elizabeth tarafından kendisine şövalyelik önerildiğinde Zephaniah bunu öfkeyle reddetti ve kamuda bir dalgalanma yaratan şu satırları The Guardian’da yayımlandı: Ben mi? Bana Britanya İmparatorluk Nişanı? diye düşündüm. Alın başınıza çalın diye düşündüm. “İmparatorluk” kelimesini duyunca tepem atıyor; bana köleliği hatırlatıyor, binlerce yıllık zulmü hatırlatıyor, ninelerimin nasıl ırzıııa geçildiğini hatırlatıyor, dedelerimin nasıl zulümlere uğradığını hatırlatıyor. Bu imparatorluk kavramı yüzündendir ki aldığım Britanya eğitimi kara adamın tarihinin kölelikle başladığına ve hepimizin köle doğduğuna ve dolayısıyla özgürlüğümüzün sevecen beyaz efendilerimizce verildiğine beni inandırdı. Bu imparatorluk düşüncesi yüzündendir ki benim gibi kara insanlar gerçek isimlerimizi ve gerçek tarihi kültürümüzü bile bilmiyoruz. Köklerine takmış biri değilim ve kesinlikle bir kimlik bunalımını yok; gelecek ve tüm insanların siyasi hakları benim takıntım! Britanya İmparatorluk Şövalyesi Benjamin Zephaniah-Asla olmaz Bay Blair, mümkün değil Bayan Kraliçe. Ben bütünüyle imparatorluk karşıtıyım … Kraliçeye veya kraliyet ailesine karşı bir duygum yok. Bu kadar çok nefret ettiğim monarşi kurumudur, köleliği onayladığı için özür dilemeyi hiila reddeden monarşi.1 Zephaniah açısından hafıza, kölelik, kimlik, kültür ve siyaset hepsi aynı kumaşı dokumuş durumda. Bu satırlarda tazminat talebi yok ama resmi bir özür için güçlü bir talep var. Bunun yokluğu da kendi içinde ve kendiliğinden eylemci bir saptama olarak görülüyor. Ayrıca, köleleştirilmiş atalar Zephaniah’ı huzursuz ediyor gibi duruyor ve bazı muhayyel talepleri dayatıyorlar: O, hatıralarını onurlandıracak bir siyasi gündemi benimsemeli ve belki de aşağılanmalarının öcünü almalı. Robin Cohen’in gözlemlediği gibi bu tavır alışılmadık veya tek değil. “Sonradan gelen serbestliklerine, çeşitli ülkelerde yerleşmelerine ve vatandaşlıklarına karşın” Afrikalı-Karayipli insanla1 Benjamin Zephaniah, “Me? I thought, OBE Me? Up Yours, I Thought”, The Guardian, 27 Kasım 2003 (İnternet edisyonu htpp://www.guardian.

eo.uk/arts/features/story/0,11710, 1094011,00. html); vurgular benim . şimdi ile o zaman arasında – acı sürüp gidiyor 3 rın “köle ticareti ile zorla dağıtılmalarının ortak tarihlerine”2 dair güçlü bir duyguları var. Bu kez, “yakışıklı büyük ödüller ve ödül paraları” kabul eden kara şairlere karşı bir şiirinde Zephaniah şöyle yazıyor: Atalar mezarlarında dönerdi Bizim ruhlarımız nasıl satıldı diye Bir zamanlar köle olan bu zavallı kara adamlar merak eder, Ve stratejilerimizi gözden geçirirdi. 3 Fakat eski usul köleleştirme Afrika, Ortadoğu ve diğer etkilenen bölgelerin çeşitli kısımlarında yaşamaya devam ettiği için Zephaniah’ın tavrı, diğer türlü görünebileceğinden daha fazla “tepeden tırnağa” değil. Gerçekten de kendilerine hala zulmedilenler için konuştuğu da oluyor, bazen onların bastırılmış seslerini de duymayı becerebiliyoruz. Böylece, diyelim ki, öyküde, bu kez kölelik deneyimini hatırlamak yerine ilk elden yaşamış başka bir oyuncuyla tanıştırılmış oluyoruz. Öykü, köleliğin yaşanmış ve hatırlanmış deneyimleri arasında gerçekte bir bağlantısızlık hali olup olmadığını da doğuruyor. Bazen sadece tarihleri değiştirmek özel bir öyküyü tarihileştirmeye yarıyor. Nicholas D. Kristof’un, Nisan 2002’de New York Times’ da yayımladığı öyküde olduğu gibi: Abuk Achian, Arap yağmacılar Güney Sudan’daki köyünden geçtiklerinde ve onu kaçırıp bir köle yaptıklarında 6 yaşıııdaydı. Şimdi 18 yaşında, abanoz tenli hoş bir hanım olan Bayan Achian son yirmi yılda kaçırılan ve köle yapılan binlerce Sudanlı kadııı ve çocuktan biridir … (Oradan muhabirlik yapmamı kısıtlamak için her şeyi yapan hükümetin çabalarına karşııı ) Sudan’da karşılaştığım 30 dolayıııdaki eski köleden biriydi o. Öyküsü tipiktir: Hristiyan veya animist olan kara Afrikalı Dinka kabilesinin bir üyesidir. Kaçıranlar ise Baggara veya Müslüman Arap çobanlardır.

4 Arşiv ve anlatımsal kanıtlara dayanarak yapabileceğimiz her türlü canlandırmaya karşın Kristof’un yazısının kalanı, köleleştirilenin yaşadığı kültür şoku ile ilgili, birinci elden ve otantik bir anlatımdır: “Çok korkmuştum” diye hatırlıyor, tutsaklıktaki ilk birkaç haftasını. “Konuştukları dili anlayamıyor ve ağlıyordum. Fakat beni susuncaya ve kendi dillerini öğrenmeye başla2 Robin Cohen, Global Diasporas: An Introduction, Seattle, University of Washington Press, 1997, s. 144. 3 Benjamin Zephaniah, “Bought and Sold” içinde, Benjamin Zephaniah. Too Black, Too Strong, Bloodaxe Books, Londra, 2001; vurgular benim. 4 Nicholas D. Kristof, “A Slave’s Journey in Sudan”, New York Times, 23 Nisan 2002. 4 giriş yıncaya kadar dövdüler.” Hikayenin devamı Osmanlı döneminde (1516- 1918) Doğu Akdeniz kırsal bölgeleri için daha tipik, kentsel bölgeleri için daha az tipiktir ama kaçmanın maliyeti hakkında bir fikir veriyor: “Onun görevleri, dışarıda develer ile uyumak, onları sağmak ve kaçmamalarını sağlamaktı. Efendisi onu düzenli olarak döverdi ve diğer Dinka’lar ile konuşmasını bütünüyle yasaklamıştı. Bayan Achian bir kez kaçmaya çalıştığını söylüyor. Efendisi onu yakalamış, ellerini birbirine bağlamış ve kollarından, ayakları yere değmeyecek bir şekilde, bir ağaç dalına asmış. Daha sonra, bir deve kamçısıyla kanlı bir yığın haline gelinceye kadar onu kırbaçlamış, etini bıçağıyla kesmiş ve bütün gece havada sallanmaya bırakmış.” Öykünün geri kalan kısmının, köleleştirilenden istenen sosyal ayarlama ve Osmanlı toplumlarının onları entegre etme yöntemi açısından temsil edici olduğu muhakkaktır: Birkaç dayaktan sonra Müslüman olmayı kabul etti ve daha sonra Sudanlı Müslümanlar arasında yaygın olan genital sünnetten oldu [imparatorluğun kent bölgelerinde yaygın değildi].

* 12 yaşına geldiğinde sahibi, onu genç bir adamın karısı olması için sattı. Başlangıçta Bayan Achian kocasından korkmuştu ama kısa sürede onu sevmeye başladı ve ondan bir oğul doğurdu. “Bana iyi davrandı” diyor. “O çok iyi bir adamdı.” Pekala, belki de o kadar iyi bir adam değildi. O da bir köle yağmacısıydı ve düzenli olarak Dinka köylerine saldırmaya gider ve yeni köle çocuklar ile dönerdi. Bayan Achian, bu yeni köleler için üzüldüğünü ama kocasına bir şey söylemeye hiçbir zaman cesaret edemediğini söyledi. Sonra kocası bu köle akınlarından birinde öldürülmüş ve Bayan Achian kendisini 16 yaşında bir dul olarak bulmuş. Eşinin anne ve babası oğlunu ondan almışlar. İtiraz edince de dövmüşler. Böylece, oğlunu arkada bırakmış ve özgürlüğe kaçmış. Kristof, anlatımını, bu uygulamaları sona erdirme amaçlı çeşitli siyasi yaklaşımları tartışarak bitiriyor ve temel olarak bu konunun kamusal alanda hala ne kadar gündemde olduğunu söylüyor. Benjamin Zephaniah çoktan toprak olmuş atalarının çektiklerini konuşabilir ve onların anılarını onurlandırabilir. Kristof, çektikleri, saygınlığı ve onuruna duyduğu saygıdan dolayı halen yaşamakta olan Abuk Achian için konuşabilir. Fakat Zephaniah ile Achian bağlantılı mıdır yoksa işgal ettikleri uzay kadar birbirinden ayrı olan dünyalarda mı yaşamaktadırlar? Bu kitapta onların ve onların seslerini canlandırdığı insanların gerçekten de aynı söylem ve duygusal deneyim evrenini paylaştıklarını tar- (*) Orijinal gazete yazısında olmayan hu aı;ıklanıa, E.

R. Toledano’ya aittir – ç.n. şimdi ile o zaman arasında -acı sürüp gidiyor 5 tışacağım. Hem Zephaniah hem de Achian’ın, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki köleleştirilmiş Afrikalılar ve dikkatli bir genişletmeyle, köleleştirilmiş Çerkesler’in tarihsel ekumeni/ortamı ile uyum gösteren bir deneyim alanını paylaştıklarını göstermeye çalışacağım. Fakat onların yerkürenin diğer kısımlarındaki köleleştirilen insanlar ve onların torunlarıyla da ortak özellikleri var. Gerçekten de halen süregiden, çözülmemiş bir sorun ve ayrıca acılı ve kesintisiz bir miras olarak hem tarihi hem de bugünkü köleleştirme ve bunların uzatmalı sonuçları pek çok ülkede sosyal ve siyasi gündemleri altüst ediyor. Biyolojik antropoloji ve kriminolojik DNA testleri, köleleştirme hakkındaki kamusal tartışmada kanıt üretmek ve mahkemelerde davalar açmak için kullanılıyor. Böylece, mesela, New York Times, 4 Ekim 2003’te “Honoring the Slaves of New York” [New York’un Kölelerini Onurlandırmak] başlığını taşıyan bir başyazı yayınladı. Gazete ” 199l’de Aşağı Manhattan’da bir devlet binasının yapımı sırasında tesadüfen mezarları bulunan 400’den fazla Afrikalının yeniden gömülmesiyle” New York kentindeki köleleştirilmiş Afrikalıların tarihindeki üzücü bir bölümün kapanmasında, “yılların gecikmesini ve kaçırılan mühletleri” eleştiriyordu. Afrika Mezarlığı aslında on ila yirmi bin arasında mezarı kapsıyordu ve tesadüfi bir biçimde bulunması New Y ork’un özgür bir eyalet olduğu ve antebellum Güney’in uygulamalarından etkilenmediği konusundaki bazı efsaneleri yerle bir etti. Köleleştirmenin 17. yüzyılda kurulan Hollanda kolonisi New Amsterdam’ın inşasında kullanıldığını öğrenmekle kalmıyoruz. Kalıntıların incelenmesiyle tüm bir Pandora kutusu da açılmış oluyor. Kalıntıların 1 993’te nakledildiği Howard Üniversitesi’ne mensup bir biyolojik antropoloji ekibi Kuzey’ deki köleleştirmenin Güney’ dekinden daha yumuşak olmadığını göstermiş oldu.

Başyazıya göre “Bu projede incelenen 400’den fazla iskeletin % 40’nın, çoğu kötü beslenmeden ölen ve kansızlık, iskorbüt ve raşitizm gibi hastalıklardan muzdarip olan 15’in altındaki çocuklardan oluşuyordu. Çevre o kadar elverişsizdi ki bunalan bazı anneler çocuklarının yaşamlarını kendileri sona erdirmişti.” Böylece, köleleştirmenin açık ve yeniden açılan yaraları bugün kanıyor ve yeniden tazminat taleplerine yol açıyor. Bunlardan biri Mart 2004 sonunda Londra ‘da açıldı. BBC’nin bildirdiğine göre “Kara Afrikalıların torunları, köle ticaretinde kullanılan gemileri sigorta ettiği için Londra Lloyd’unu dava edeceklerdi. “5 Ünlü bir Amerikalı avukat on müvekkilinin adına hareket etmekteydi. Köleleştiril5 BBC News, UK Edition (lnternet), 29 Mart 2004; bu paragrafın ilerleyen kısımlarındaki vurgular hcııiın. 6 giriş miş Afrikalıların dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış durumda olan torunlarının zihinlerinde geçmişin nasıl yaşamaya devam ettiği bu avukatla yapılan röportajdan birkaç alıntı yaparak görülebilir. Edward Fagan, Birleşik Krallığın en eski sigorta şirketinin 18. ve 19. yüzyıllarda köle gemilerini garanti altına alarak köleleştirme ağında önemli bir rol oynadığını söylemekteydi. “Lloyd, bu göbek ve ispit fesadındaki ispitlerden biriydi” ve şirket “yaptıklarının yerli halkların ortadan kalkmasına yol açacağını biliyordu. İnsanları aldılar, gemilere koydular ve kimliklerini sildiler” (bu kültürel argümanın kullanımı için bkz. Beşinci Bölüm). Dahası, Fagan, olayların uzak geçmişte olduğunu reddediyor ve bunların “insanların mağdur olduğu, sürmekte olan haksızlıklar” olduğunu söylüyordu.

“Dünyada mağduriyete uğramış her grup kendilerine karşı işlenmiş olan soykırım ve uğradıkları zararlardan dolayı tazminat isterken siyahların tazminata hakkı olduğunu söylemek niye ileri gitmek olsun?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir