Ellery Queen – Cin Portakali

Son birkaç romanmı yazarken eskiden adet edinmiş olduğum özel bir hususu unutmuşum. Kendini polis romanlarına adanış Queen adındaki meçhul bir yazarın ilk romanını okumuş -bu tarih şimdi bana ne kadar uzak geliyor-,ve onu benimseyerek aynı imzayı taşıyan diğer romanları ıda okumaya devam etmiş bulunan sevgili okurlar,kitabın muayyen bir noktasında kendilerine meydan okumayı kaçınılmaz bir şekilde adet edindiğimi mutlaka hatırlayacaklardır, Bu arada bir şey oldu. Nasıl. izah edeceğimi ben de bilmiyorum. Roman tamamladığım ve onu teslim etmek üzere yayınevineuğ’radığım gün, her romanıma koymayı adet edinıniş,olduğum hususa bu sefer unuttuğum birden bire aklıma geldi. Eser tamamlanmış, hatalar tashih edilmiş ,ve kitap baskıya verilmek üzere hazırlanmıştı. Dolayısı ile bahis konusu meydan okumayı derhal kaleme alıp, kitaba girmesini temin etmem gerekiyordu. Ayrıca vicdanım rahat etmediğinden, araştırmalara koyuldum ve neticede aynı unutkanlığı bundan önceki romanımda da yapmış olduğum meydana çıktı.Bu hususta yemin edebilirim. Kitaplarımı basan yayınevi, Queen imzasını taşıyan romanların bütünü üzerinde münakaşa etmeyecek kadar bana inanmıştır. Dolayısiyle sayın okurlarıma yeniden meydan okumanın zamanı geldiği kanaatindeyim. İŞTE TEKLİFİM: Aslında gayet basit, Romanın 191. sahifesine kadar olan kısmında ÇİN PORTAKALI nın esrarını çözmek için gerekli bilgileri elde etmiş olacaksınız. Böylece şişman bir yabancının Donald Kirk’in yazıhanesinin bekleme odasında öldürülmesiyle meydana çıkan problemi halledememeniz için ortada bir sebep yok demektir.Her şey önünüzde.


Eksik olan hiç bir nokta mevcut değildir. Hadiseleri parça parça bir araya ,toplayıp, sadece düşünerek daha sonraki sahifeleri okumadan mümkün olan yegane neticeye varabilir misiniz? ELLERY QUEEN BİR Miss Diversey aniden çalışma odasından dışarı frrladı. Odadan hala Profesör Kirk’in ciyak ciyak bağırması duyuluyordu yanakları al al olmuş olan genç kadın elini kolalı gömleğinin altındaki göğsüne bastıraraktan bir müddet koridorda durdu. Kapının diğer yanında yetmişlik, ihtiyar öfkesinden deliye dönmüş tıpkı sarhoş bir kaplumbağa gibi, tekerlekli sandalyesinin ıçinde bir sağa bir sola dönmekteydi. Bu arada, yahudice, eski yunanca, fransızca ve ingilizce karışımı bir lisanla hastabakıcısına durmadan küfretmekten de geri kalmıyordu. Ne Allahın belası ihtiyardı o! -Ve bundan sonra artık buraya bir daha adımınızı atmayacaksınız! » diye haykırmaktaydı profesör Kirk. Hemen arkasından da bu lafını, yine ölü lisanlardan müteşekkil bir takım küfürlerle tamamlamayı da ihmal etmedi tabii. Muayyen bir kültürü olan Miss Diversey. bütün bu küfürlerin tek kelimesini bile anlamıyordu. Bununla beraber,öfkeli bakışlarını yazıhanenin kapısına doğru çevirerek: – Pis moruk! demekten de kendini alamadı. Bütün hayatı boyunca, bu ihtiyar domuzdan daha mızmız bir hastaya rastlamamıştı, Hastası için söylenecek bir sürü kötü laf, titreyen dudaklarının ucuna kadar gelmekle beraber, iyi yetiştirilmiş bir insan olduğundan, onları söylemeye terbiyesı müsaade etmıyordu. Bundan sonra artık yalnız başına giyinsindi bakalım! Zaten ihtiyarların giyinmesine yardım etmekten nefret ederdi. Durduğu yerde kısa bir tereddüt geçirdi. Sonra, yanakları hala kırmızı olduğu halde, diplomalı hemşirelere mahsus kapalı ve sakin adımlarla oradan uzaklaştı. Chancelor otelinin 22’nci katında her zamanki gibi büyük bir sükünet hüküm sürüyordu.

Bu sükunet Miss Diversey’in asabını biraz düzeltir gibi oldu. Romatizma ve nikris hastalığıvla vücudunun belden aşağısı deforme olmuş ihtiyar bir canavara hastabakıcılık yapmanın bile avantajlı tarafları bulunuyor diye düşünüyordu. Bu avantajlardan birisi, babasının bakımı için Donaıd Kirk’in ödediği dolgun maaştı, Bir diğeri ise, Kirk ailesinin, NewYork’un en meşhur ve şehrin merkezindeki otellerinden birine yerleşmiş olmalarıydı. Böylece sinemaya, tiyatroya, büyük mağazalara gitmek çok kolay oluyordu, Zaten bu maddi ve coğrafi iki büyük avantaj,insanın kara bir yılanı yutmasına bile yardım edebilirdi. Buna rağmen bütün bu insanlara tahammül etmek herkesin harcı da değildi tabii! Miss Diversey, meslek hayatında şimdiye kadar bir çok mızmız hastalarla karşılaşmıştı. Fakat profesör Kirk hepsinden de beter çıkmıştı. Onu memnun etmenin hiç bir çaresi yoktu. Asla nazik konuşmasını bilmezdi. «Teşekkür ederim» dediği daha duyulmamıştı. «Lütfen!» de.Onun lügatına girmeyen kelimelerdendi.Bu imansız ihtiyarın her şeyden evvel insanın kanını donduran bir bakışı vardı. Kendi beyaz saçları bile ondan korkuyorlardı sanki.Profesör öfkelendiği zaman, ihtiyardan biran evvel kurtulmak istiyorlarmış gibi dimdik olurlardı. Vaktinde yemek yemeyi her zaman reddeder, en müsait zamanda masaj yaptırmaz,odasına.

girdiğiniz zaman ayakkabılarını suratınıza fırlatır, Doktor Angini istirahat tavsiye ettiği zamanlar, inadına bütün apartmanı tekerlekli sandalyesiyle dolaşmaya kalkışır ve şayet Doktor Angini kendisinden eksersiz yapmasını istemişse, bu sefer de onu yerinden kımıldatmak mümkün olmazdı. İyi olan yegane tarafı, ihtiyar kırmızı burnunu kitaplarından birinin arasına soktuğu zamanki haliydi. Böyle zamanlarda varlığıyla yokluğu bir olurdu profesörün. Ya o Marcella! Elli sene sonra babasının tam bir modeli olmaya namzetti. Oh, tabii genç kızın meziyetleri de yok değildi, ama en korkunç katillerin de meziyet sahibi olmaları gayet normal karşılanmıyor muydu? Bununla beraber, iyiyle kötünün münakaşasını yapmak da insana bir şey kazandırmazdı. Gayet dürüst bir kadın olan Miss Diversey, bir an için, belki de kendisinin epey kötümser olduğunu düşündü. Çünkü nihayet, Marcella, kendisine deli gibi aşık olan Macgovan’a sırf sevimliliğiyle tesir etmiş olabilirdi. Fakat genç kızın sevimliliğinden başka bu büyük aşkı doğurabilecek ortada bir çok sebeplerin bulunduğu da aşikardı. Mesela, Mister Macgovan, Mister Donald Kirk’in en yakın arkadaşı olmasaydı, onun kız kardeşiyle bu kadar acele nişanlanır mıydı hiç? İnsanın tonla paraya sahip bir ağabeyi olması ne iyi şeydi. Zavallı Macgovan’ın evlendikten sonra gözü acılacaktı. ama iş de işten geçmiş olacaktı! Bununla beraber Macgovan, başına böyle bir iş gelmiş ilk kimse değildi tabii! Miss Diversey. diğer bütün meziyetlerinin yanısıra zavet terbiyeli, kibar ve dedikodudan hoşlanmayan bir insandı. Ah, bildiklerini herkese anlatmaya bir kalkışsaydı … Donald Kirk’e gelince; kendine göre hiç de fena bir insan sayılmazdı o. Fakat hali tavrı yine de Miss Diversey’in hoşuna gitmiyordu. Son derece alakasız bir adamdı.

Miss Diversey ve benzeri kimselerin de bu dünyada mevcut olduğundan habersizce yaşamaktaydı sanki. İnsanın kadınlığını en iyi şekilde kamufle etmesi için diplomalı hemşire olması lazım» diye düşünüyordu Miss Diversey,koridorun öbür ucuna doğru yürürken. Otuz iki yaşına gelmiş bir kadın olarak -hayır, insan hiç olmazsa kendine karşı dürüst davranmalıydı; otuz üç yaşındaydı işte!!- artık hayattan ne ümit edebilirdi? Hiç; hiç bir şey. Meslek hayatında karşılaştığı erkekleri iki gruba ayırmak mümkündü: mevcudiyetinin farkında bile olmayanlar ve kendilerini her şeyi yapmaya selahiyetli zannedenler. Doktorlar ve fazla sıkıntısı olmayan hastaların erkek akrabaları birinci kategoriye dahildiler. İkinci gruba dahil olanlar ise, hastaların evlerindeki erkek hizmetkarlardı. Birinciler – Donald Kirk de bunların başındaydı – onun bir kadın olduğunun farkına bile varmazlardı. Diğerlerinin ise, bütün işleri güçleri,oranızı buranızı sıkıştırmak için sizi köşelerde kıstırmaya çalışmaktan ibaretti. Oh, mesela Mister Kirk’in oturduğu dairenin kahyası o pis Hubbell, oda hizmetkarı ve diğerleri… Oh, sadece bunu düşünmek bile midesini bulandırmaya kafi geliyordu! Patronların yanındayken son derece faziletli bir poz takınırlardı, hatta aralarından biri daha henüz sabahleyin Miss Diversey’den tokat yemiş dahi olsa! Bizzat hastalar ise bu iki grubtan hiç birine dahil değildiler. Her gün altının temizlenmesi icab eden bir beye karşı romantik hisler beslemek çok zordu. Mister Osborne’un hangi sınıfa ait olduğunu anlamak ise tamamen imkansızdı, Aniden yüzünü kaplayan hayalperest bir ifade, Miss Diversey’in sert hatlarını yumuşatmaya kafi geldi. Dudaklarında hafif bir tebessüm dolaştı. İnkar etmeye lüzum yoktu, Mister Osborne’u düşünmek bile çok hoşuna gidiyordu. Her şeyden evvel, iyi aile terbivesi görmüş bir adamdı o. Hiç bir hususta Hubbell’e benzemiyordu.

İnsan iyice düşününca, onu üçüncü bir gruba dahil etmek mecburiyetinde kalmaktaydı. Hatta o kendi kendine bir grup teşkil ediyordu. Ne patrondu, ne de hizmetkar.Mister Kirk’in hususi sekreteri olarak. esaslı bir ücret alıyor – Miss Diversey, bu. hususa da çok ehemmiyet vermekteydi – fakat yine de, sanki aileden birisiymiş gibi muamele görüyordu, Bundan haftalarca önce, daha Mister Osborne’u pek o kadar iyi tanımazken. aralarında geçen bir konuşma yüzünden kalbi kırılmıştıydı acaba.Bu hatıra yeniden yanaklarının kızarmasına sebep oldu. Hay Allah, sanki başka konuşacak şey yokmuş gibi, evlenme konusu da nereden akıllarına gelmişti? Tabii bu işi yaparken, umumi sözlerin dışına çıkmamışlardı! Sadece kendisini iyi şartlar altında hatta çok iyi şartlar altında geçindiremeyecek bir kimseyle asla evlenmiyeceğini söylemişti, Miss Diversey. Ve bunda haklıydı da! Para yüzünden, daha doğrusu paranın yetersizliği yüzünden yıkılan bir çok yuvaya şahit olmuştu. Fakat bunu söylediği anda, Mister Osborne’un yüzünü mahzun bir ifade kaplamıstı. Yoksa bunun herhangi bir manası … Ama hayır, genç adamın düşündüğü şey, herhalde kendisiyle ev … Miss Diversey kafasındaki dağınık düşünceleri aniden frenledi. Kirk’lerin katının hemen yanındaki bir kapının önüne gelmişti. Bu, asansörlere giden ana koridora çıkmadan evvel sağdaki son kapıydı. Görünüşü hiç de ahım şahım olmamakla beraber, sadece bu kapıya bakmak Miss Diversey’in kalbinin daha hızlı atmasına kafi geliyordu.

Genç kadın elini tokmağın üzerine koydu. Kapı kilitlenmemişti. Bekleme odasına bir göz atmaktan ne çıkardı? Hem böylece Mister Osborne’un meşgul olup olmadığını da anlayacaktı. Eğer bekleme odasında bir ziyaretçi varsa, bu, Mister Osborne’un meşgul olduğuna işaretti. Yoksa … Ne olurdu yani! İhtiyar fosil kendisine daha nazik davranmasını öğrenmeliydi! Bir kadın da nihayet insan değil miydi? Kapıyı açarak, içeriye bir göz attı. Odada kimsecikler yoktu. Bir kaç adım ilerleyerek, diğer kapının açık olup olmadığına baktı. Ne yazık ki, içerde Mister Osborne’un bulunduğu bu kapı kapalıydı ve Miss Diversey onu açmaya cesaret edemedi. Dışarıya çıkmadan evvel son bir defa gözlerini, duvarları kaplayan açık renk tahtaların, ingiliz stllindeki güzel möblelerin, halıların, çiçeklerin, abajurların üzerinde gezdirdi… Tam bu sırada, iki pencerenin arasındaki alçak masanın üzerindeki meyva tabağı dikkatini çekti. Bu, Mister Kirk’in ziyaretçilerine karşı yaptığı iyi bir jestti. Gelenlerin çoğunlukla yabancı kimseler olduğu düşünülürse, onun bu hareketini iyi karşılamamak elden gelmlyordu. Tabağın içindeki güzel meyvaların görünüsüne dayanmak imkansızdı, Hastabakıcı kadın yaklaşarak onları bir gözden geçirdi. Şu sulu armutlardan birini mi alsaydı acaba? Hayır; yemekten evvel olmazdı. Bir elma? Onuda canı istemiyordu. Ah, bir mandalina! Tabakta üç tane mandalina vardı.

Hem de ne nefis! Onları daima portakala tercih ederdi. Elleri kirletmeden kabuklarını soymak mümkündü çünki, Küçük parmağını kaldıraraktan mandalinalardan birini soydu ve onu yerken de çekirdeklerini avucunun içinde toplayarak, bilhassa yere düşürmemeye dikkat etti. Bittikten sonra etrafına bakındı. Hayır, elindeki kabukları koyabileceği hiç bir yer yoktu. İç avluya bakan pencerelerden birini açarak onları dışarıya fırlattı. Nihayet kısa bir tereddüt geçirdi. Tabakta iki mandalina daha vardı … Fakat enerjik bir tavırla başını salladıktan sonra tabağın yanından uzaklaştı ve arkasından yavaşça kapıyı kapattı. Miss Diversey o anda ne yapacağını pek bilmiyordu. Ana koridorun sonuna doğru yürümek üzere sağa saptı ve bekleme odasının hemen yanındaki odanın, yani Mister Donald Kirk’in yazıhanesinin kapısı önünden geçerken de gözlerini kapattı. İşte son derece takdir ettiği Mister Osborne burada çalışıyordu. Derin derin içini çekerek yürümesine devam etti. Hemen arkasından da yüzü yeniden aydınlandı. Asansörlerin yanındaki bir masaya kurulmuş, siyah elbiseli,elli yaşlarında, şişman bir kadını görmüştü. – Oh, merhaba, Misis Shane! Ağrılarınız dün akşam hafifledi mi?» Misis Shane, bir yandan zalim bakışlarla, asansörleri ve koridorları kontrol ederken, bir yandan da cevap verdi: – Miss Diversey! Hay Allah; nereden çıktınız böyle. Sizi görmeyeli asırlar oldu.

Artık yavaş yavaş o ihtiyar çağanozun sizi hapsettiğine hükmediyordum! – Aman ondan bahsetmeyin! Cehenneme kadar yolu var! Ah, bir bilseniz. Biraz evvel beni tekrar kapı dışarı attı! Emin olun, doğru söylüyorum! Bu akşam Mister Donald’ın ortağı Mister Berne – tabii canım, onu tanıyorsunuz – Avrupa’dan geri dönüyormuş ve Mister Donald da onun şerefine ziyafet veriyor. Tabii ki, bizim ihtiyar bu yemekte bulunmazsa çatlar. Neticede, onu giydirmem icab etti ve … -Giydirmek mi? diye kekeledi, Misis Shane.Yani kendisi çırılçıplak mıydı?» -Yok canım» diyerek gülümsedi Miss Diversey.Yani smokinini giydirmem icab etti demek istiyorum. Ve bu işi tek başına yapması da imkansız. Zaten ayaklarının üzerinde güçlükle durabiliyar. Belden aşağısı romatizmadan deforme olmuş, yetmiş beş yaşındaki bir ihtiyara tek başına elbise giydirmenin ne kadar zor bir iş olduğunu tasavvur edemezsiniz. Ve işte neticede ona yardım etmek istediğim zaman da, beni kapı dışarı attı! -Ah, ne yapacaksınız! Erkeklerin bu konudaki davranışları daima gariptir. Gayet iyi hatırlıyorum, bir gün kocam – Allah rahmet eylesin – lumbago olmuştu da … » Tam bu sırada asansörlerden biri, bulundukları katın hizasında durduğu için, Misis Shane aniden susarak, dikkat kesildi. Fakat asansörden çıkan kadın, Misis Shane’e personeli şikayete gelmiş bir müşteriye de hiç benzemiyordu. Kalçalarıyla zikzaklar çizerek masanın yanından geçtikten sonra, arkasında hafif bir alkol kokusu bırakaraktan, koridorun sonuna doğru uzaklaştı. -Şu boyalı tavuğu gördünüz mü? diyerek, burnunu çekti Misis Shane. Ah, size onun hakkında çok şeyler anlatabilirim, küçüğüm! Çünkü emrimde çalışan kızlar hergün bana gayet ilgi çekici haberler getiriyorlar! Mesela bakın, daha henüz geçen hafta, bu kadının odasında, halının üzerinde ne bulmuşlar biliyor musunuz?» -Artık gitmem lazım diye atıldı Miss Diversey.

Yalnız bir şey soracaktım; acaba Mister Kirk’in yazıhanesi… Yani demek istiyorum ki, acaba Mister Kirk … -Haydi, haydi, küçük yaramaz! Aslında Mister Osborne’un yalnız olup olmadığını öğrenmek istiyorsunuz, değil mi?» -Böyle bir şey söylemedim! diye itiraz etti, Miss Diversey kızararak. -Biliyorum, yavrum. Fakat Mister Osborne’un yazıhanede yalnız başına olduğundan da eminim. Çünkü bir saatten beri içeriye kedi yavrusu bile girmedi. -Hakikaten emin misiniz? diye nefes nefese konuştu Miss Diversey, alnına düşmüş saçlarını hastabakıcı kepinin içine doğru sokarken. -Gayet tabii! Bütün öğleden sonra, bu masanın başından ayrılmadım. Ve bana gözükmeden de kimse buradan geçemez. -Pekala. o halde gidip Mister Osborne’a bir merhaba diyeyim. Şimdilik yapacak başka bir isim yok çünkü. Zavallı adam, bütün gün tek başına dört duvar arasında oturmaktan sıkılıyordur. -Oh, biraz da mübalağa ediyorsunuz! diye hastabakıcıya takıldı Misis Shane.Mesela bu sabah şahane bir genç kadın onu ziyarete geldi! Zannederim Mister Kirk’in yayıneviyle anlaşmak isteyen bir hanım. Roman yazıyormuş da … İster inanın, ister inanmayın, tam iki saat Mister Osborne’la içerde baş başa kaldılar … -Bunda anormal bir taraf yok ki diye dudakları titreyerekten konuştu Miss Diversey.Sonra Mister Osborne’un hususi hayatı beni hiç alakadar etmiyor.

Ayrıca söylediğinize göre o hanımla sadece iş mevzuunda görüşmüşler. Üstelik benim bildiğim, Mister Osberne öyle … Neyse! Şimdilik hoşça kalın. -Güle güle, küçüğüm! diyerek, gülümsedi Misis Shane.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir