Ellery Queen – Mor Izler

Ayakkabıda yaşardı… FoleyMeydanındaki açık kurşunî mahkeme binası he­men hemen küre biçimindedir. Buna bakar bakmaz,NewYork’da adaletin tabiat kanunlarına uyduğunu, — İnsan vic­danına tamamiyle tabi olduğunu anlarsınız. Tıpkı dünyanın güneşe tabi olduğu gibi… Mahkeme salonunda, Cinayet Şubesinden Komiser Veli-e’yle babası MüfettişQueen’inarasında oturmakta olan El-lery Queenböyle düşünüyordu işte. Üçü de şahitlik etmek için Hâkim Greey’i bekliyorlardı… Fakat bu dava bizim hi­kâyeyle alâkalı değil… Ellery, esneyerek, «Yarabbi,» diye mırıldandı. «Daha ne kadar bekliyeceğiz?» Babası söylemeğe başladı. «Eğer muhterem Greevey’i kasdediyorsan, her halde kendisi şu anda esneyerek ermin yatağından kalkıyor… Velie, git bak bakalım. Ne oluyor, bir anla.» Komiser, hiddetle bir gözünü açtı. Mecalsiz mecalsiz ba­şını salladıktan sonra bilgiye susamış insanlara has heyecan­lı tavırlarla, ağır ağır dışarı çıktı. Biraz sonra döndüğü za­man iyice somurtmuştu. «Kâtip,» diye homurdandı. «Hakim Greevey’in biraz evvel telefon ettiğini söyledi. Kulağı ağrı-yormuş, onun için de iki saat kadar gecikecekmiş. Zira—ku­lağım yıkattırması lazımmış. Doğrusu bu lâftan hiç bir şey anlamadım.


» Vaktiyle ihtiyar bir kadın vardı, ayakkabıda yaşardı. Çocuğu o kadar çoktu ki ne yapacağına şaşardı. Onlara ekmeksiz çorba verir, kamçıyla güzelce pataklardı. Sonra da hepsini yatırmağa kalkardı BİRİNCİ KISIM Ellery, gülümsedi. «Herhalde Greevey, senin tatlı sesini daha iyi duymayı istiyor, Velie.» Komiser Velie, genç adama hayretle baktı. MüfettişQu-. een ise öfkeyle pos bıyığını kemirerek, «İki saat,» dedi. «İşte bir bu eksikti. Bari hole çıkıp, sigara içelim…» Yaşlı Müfet­tiş, hiddetle 331 numaralı salondan dışarı fırladı. Komiser Velie’yle ElleryQueende onu sessiz sedasız takib ettiler… Ve böylece meşhur Potts meselesine de karışmış oldu­lar. Çünkü koridorun biraz aşağısında, 335 numaralı salo­nun önündeCharley Paxton’lakarşılaştılar. Genç adam, bir aşağı, bir yukarı dolaşıp duruyordu. ElleryQueen’ingözleri çok keskindi tabii. Işık müsait olduğu zaman burnunun dibindeki şeyleri görebilirdi.

Bu uzun boylu genç adama rastlar rastlamaz da bazı şeylerin hemen farkına, vardı… Sonra bunlardan da şu neticeleri çıkardı. — «Hımm… a. Bu genç adam, avukat. (Zira koltuğunun altında bir evrak çantası var.) b. Adı, CharlesHunter Pax-ton.(Çantanın üzerine küçük, yaldızlı harflerle, ciddî bir şe­kilde yazılmış bu.)’ c. AvukatCharles Paxton, bir müvekkili­ni bekliyor. Üstelik bu kimse geç kalmış. (Sık sık kolundaki saate bakıyor.) d. CharlesPaxton,üzüntülü. (Omuzları düş­müş.)» Meşhur hafiye, böylece CharlesPaxton’unâdeta röntge­nini aldıktan sonra memnun bir tavırla yoluna devam ede­cek oldu.

Fakat babası, sevinçle durakladı. «Yine mi,Charley?Bu seferki nedir?» CharlesPaxton,içini çekti. «Majesteye hakaret.» MüfettişQueen,merakla sordu. «Nerede oldutau?» — «Kulüp Bogno’da.» Komiser Velie’nin kahkahası koridorda derin akisler yaptı.«Thurlow’uno batakhanedeki halini düşünüyorum. Cla…» ‘ “•’ ‘ ¦ “ ¦ y:V • ¦>•¦./ ¦ Charles Paxton,«Düşünme daha iyi,» diye başım salladı» 8 «Yine kavga oldu tabii.Thurlow’uşöyle bir okşadılar.» MüfettişQueen,«Oh, oh,» dedi. Demek bu sefer tecavüz de var…» Genç avukat, acı acı güldü. «Hayır MüfettişQueen.Re­korumuzu yenilemek niyetinde değiliz. Bu günkü de yine ha­karet dâvası.

Şu milyarder Cliffstatter’lerin oğlu Conklin’i dava ediyoruz.» Komiser Velie, «Herhalde Conklin iyice sarhoştu,» diye güldü. CharlesPaxton,«Pek de değildi,» dedi. «Bir iki kadeh içmişti. Potts soyadıyla alâkalı bir iki şaka yapmağa kalktı…» ElleryQueen’ingri gözleri merakla parlamağa başla­mıştı. Usulca, «Baba…» diye mırıldandı. MüfettişQueen,onları birbirleriyle tanıştırdı. «CharleyPaxton…Oğlum ElleryQueen…» İki genç el sıkıştılar… Ve Ellery böylece «Ayakkabıda Yaşayan İhtiyar Kadın» hâdisesine karıştı. Karışmak da ne kelime… Gırtlağına ka­dar battı. Mübaşir, kabak kafasını, bir fırın kadar sıcak olan 335 numaralı salonun kapısından uzatarak, serin koridorda ko­nuşan guruba doğru seslendi. — «Hey! Avukat bey! Hâkim Cornfield, ‘Ben Potts, mots bilmem,’ diyor. Artık sizin müvekkilinizi beklemiyecekmiş… SahiMr. Paxton,ne oluyor?» CharleyPaxton’unsabrı da tükenmişti. «Allah aşkına!» diye haykırdı. «Beş dakika daha bekleyemez mi? Herhalde trafik—İşte, işte geliyorlar! Hâkim Cornfield’e hemen girece­ğimizi söyleyiver!» Ve genç avukat, acaip bir kalabalığın bo­şaldığı büyük asansöre doğru koştu.

MüfettişQueende oğluna, sanki ona iki gezegenin çar-masını gösteriyormuş gibi bir tavırla, «İşte, işte!» dedi. «İyi9 ce bak, Ellery! Zira ‘İhtiyar Kadın’ her zaman halkın arasına karışmaz.» Bazı kadınlar, zarafetle yaşlanırlar, bazıları da istemeye istemeye. Bir kısmı ise sadece ihtiyarlar… Fakat insan ilk bakışta Cornelia Potts’un böyle yaşlan­mak, ihtiyarlamak gibi normal şeylerle bir alâkası olmadığı­na kanaat getiriyordu. Gayet ufak tefek, kocaman yusyuvar­lak göbekli bir kadındı o. Kemikli, küçücük ayaklarıyla se­ker gibi, hızla yürüyordu. Âdeta bir mandalinaya benzeyen yüzünün hatları hemen hiç belli değildi. Bu sebepten insan, kadının çehresine batmış gibi duran gözlerini görünce baya­ğı şaşırıyordu. İki kömür parçası kadar kara ve manalıydıbugözler… Kimbilir hangi gizli sebepten Cornelia Potts’un bakışlarında ısrarlı bir hainlik vardı. Gözlerinin mânası hiç değişmiyor, sadece zaman zaman kindar bir gazapla parlı­yordu. Gözlerinin farkına varmasaydımz, daima siyah etek, dimdik yakalı siyah dantel buluz ve siyah bone giyen Corne­lia Potts’u ‘tatlı ve şirin bir ihtiyarcık’ sanırdınız. Hattâ onu vuzuhsuz bir şekilde Kraliçe Viktorya’nm Jübile resimlerine bile benzetirdiniz. Fakat o gözler—o kötü ve tehlikeli gözler böyle roman­tik düşüncelere mani oluyor, hattâ Ellery gibi hayali geniş insanların iblisleri, gulyabanileri ve o ‘adı söylemeyen âlem’e has diğer mahlûkları hatırlayarak titremelerine sebebiyet veriyordu. Mrs. Cornelia Potts, asansörden,—yetmiş yaşında bir ka­dına yakışacak şekilde,—şöyle ağır ağır çıkmadı… Hayır… Bilâkis, arılardan kaçan hiddetli bir orman cücesi gibi dışarı fırladı.

Peşinden de bir sürü meraklı geliyordu tabiî. Bunlardançoğuhayatlarından pek memnun oldukları anlaşılan gazete­cilerdi. Fakat aralarında Cornelia Potts kadar dikkati çekenbiradam vardı. Onun muhabir olmadığı da hemen anlaşılı­yordu. m Fena halde şaşalamış olan ElleryQueen,«Ya hu?» diye sordu. «Bu kim?» MüfettişQueen,güldü.«Thurlow.Biraz evvel CharleyPaxton’unbahsettiği ‘centilmen’.CorneliaPotts’un büyük oğlu.» Komiser Velie, temiz lisan kullanılmasına taraftardı. O-nun için hemen ilâve etti. «Cornelia’nın dünyaya getirdiği “”zır deliler’den birincisi.» Müfettiş, gözünü kırptı. «Fena halde hiddetli.» Velie, elini salladı.

«Hiddetli olmadığı zaman yok za:ten.» Müfettiş, «Siz, kültürlü gençlerin dediği gibi,» diye mı­rıldandı. «Herif her şeyden almıyor…» Ellery kaşlarını kaldırdı. «Hiddetli? Almıyor?» Komiser Velie, kahkahalarla gülüyordu. «Sen de gazete­leri okumuyorsun galiba?… Ne şirin değil mi?» Ellery, hayretle irkildi. Birdenbire kaçırıp ihtiyar Mrs. Potts’un sırtındaki siyah tafta elbiseyi çıkarıp, onun yerine eskice gri tvidler giydirseydiniz, o zaman karşınızdakininThurlowolduğuna inanabilirdiniz… Hayır… Ana oğul ara­sında bir fark vardı.Thurlow’unenerjisi annesinden azdı. ‘İhtiyar Kadm’la girdiği her yarışı da kaybedecekti. Nitekim bu yarışta da geri kalmak üzereydi. Melon şapkasını, küçük, yuvarlacık göbeğinin üzerine bastırmış, telâşla annesinin pe­şinden seğirtiyor, boş yere ona yetişmeğe çalışıyordu. Soluk soluğaydı. Yüzü ter içinde kalmıştı.ThurlowPotts’un fena halde hiddetli olduğu da anlaşılmaktaydı. Ana oğulun arkasında ise kederli çehreli, uzun boylu, zayıf bir adam geliyordu.

Doktor çantasını sıkı sıkı yakala­mış olan bu jaket ataylı şahıs, hem sendeleyerek koşuyor, hem de mahcup bir tebessümle etrafına bakmıyordu. Bu ha­liyle, «Ben koşmuyorum, sakin sakin yürüyorum,» der gibiy­di. «Bu hakikat değil, korkunç bir rüya. Basın mensupların­dan bana merhamet göstermelerini rica ediyorum… Netice­de ben de hayatımı kazanmağa mecburum…» 11 Ellery, homurdandı. «Onu tanıyorum. Kibarların Tas-tör’ü,Dr. Waggonerİnnis bu.» Komiser Velie, «Mrs. Potts, adama bir finoymuş gibi muamele ediyor,» diye kaşlarını çattı. MüfettişQueen,«Zaten o da fino gibi koşuyor,» dedi. Ellery, itiraz edecek oldu. «Doktora ne lüzum var? Ka­dın, sapasağlam.» — «Anladığıma göre kalbi zayıflamış.» Komiser, istihkarla, «Hangi kalbi?» diye sordu. «Onda kalp var mı ki?» ‘Kortej’, önlerinden geçerek 335 numaralı salona daldı.

Mrs.Potts’la konuşmağa çalışan ve hu .yüzden kadının avaz avaz, «Trafik!» diye bağırmasına sebep olanCharley Pax-ton,ElleryQueen’inönüne gelince usulca fısıldadı. «Eğlen­ceyi görmek istiyorsanız, içeri buyurun! «Sonra da telâşla müvekkillerinin peşinden koştu. BöyleceQueen’lerleKomiser Velie, Hakim Greevey’e ku­lağı ağrıdığı için uzaktan teşekkür ederek, eğlenceyi görme­ğe gittiler. HâkimCornfield,boylu boslu, iri gözlü bir adam­dı. Kürsüden bir hayli genç kalan ‘İhtiyar Kadm’a, sır­sıklam kesilmiş olanThurlow’a,mahcupDr. Waggonerİn-nis’e ve sevinçlerinden yerlerinde duramayan gazetecilere şöyle bir baktı ve—birdenbire sinirleniverdi. Kâtibi azarladı. Nihayet koşuşmalar ve fısıldaşmalardan sonra, programda bir değişiklik oldu.Potts-Clifstatterdavası geriye alındı. Da­ha sonra dinlenilecek olan Giacomo – Çılgın Müzik Şirketi’nin avukatları kendilerini Hakimin karşısında buldular. Ellery,Mrs. CorneliaPotts’un etrafında dönenenChar­ley Paxton’aişaret etti. Genç avukat da minnettar bir tavır­la hemen onun yanma koştu.

«Dışarı gelin… Bu dâva saat­lerce sürecek.» Omuzlarıyla kalabalığı yararak, kendilerini koridora attılar. Ellery, «Müvekkileniz beni âdeta cezbetti,» diye başladı. 12 — «İhtiyar Kadın mı?»Charley,yüzünü buruşturdu. «Sigara buyurun…Mr. Queen,davacı ihtiyar kadın değil, oğ­luThurlow.» — «Ya?… Onun kadının peşinden koşmasından—» «—Thurlowtam kırkyedi senedir annesinin peşinden koşuyor…» — «Peki, zarif doktorumuzWaggonerİnnis’in burada ne işi var?» —«CorneliaPotts’un kalbi hasta.» «— Saçma. Kadının seke seke yürümesinden—» «— İşte mesele de bu ya! O ihtiyar cadıya söz dinlet mek kabil değil. Bu yüzden Dr. İnnis ne yapacağını şaşırı­yor. Adam neredeyse endişeden ölecek. İşte bu yüzden ‘İhti­yar Kadın’, ‘Ayakkabı’dan çıktığı zaman—» — «Efendim, efendim?» Charleyşüpheyle Ellery’e baktı. «YaniQueen—sizin ‘Ayakkabı’dan haberiniz yok mu?» Ellery, üzüntüyle, «Ben çok cahilim,» diye içini çekti. «Ayakkabı’dan haberim olması mı lâzım?» — «Amerikada herkesin bunu bildiğini sanıyordum!Cornelia Potts,ayakkabı yüzünden zengin oldu.

Potts ayak­kabılarıyüzünden.» Ellery, irkildi.«’Potts ayakkabıları, Amerikanın ayakka­bılarıdır. Her zaman, her yerde beş dolar!’» — «Tamam! Potts’lar bunlar işte.» «— İmkânsız!» Ellery, dönerek 335 numaralı salonun kapısına baktı. Potts ayakkabıları bir şirket, hattâ bir mües­sese bile değildi. Koskoca bir medeniyetti o. Memleketin en ücra köşesinde bile Potts ayakkabı mağazası vardı. Küçük çocuklar Potts ayakkabıları giyiyorlardı. Anneleri, babaları, ablaları, ağabeyleri, amcaları, teyzeleri de öyle… İşin fenası büyük anne ve büyük babalarının da onlardan önce yine Potts ayakkabıları giymiş olmalarıydı… Bir Potts ayakkabı­sı dar gelirli ailelerin bir sembolüydü âdeta. Tabiî böyle aile­lerin sayısı da milyonları bulduğu için Potts serveti baş dön­dürecek, göz kamaştıracak bir hal almıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir