Ernest Hemingway – Gunun Tek Isiginda Gercek

BU HÎKAYE en azından benim için gayet önemli bir yer ve zamanda başlar. Yetişkin hayatımın ilk yansını Doğu Afrika’da geçirdim ve orada kısacık bir iki buçuk nesil boyunca yaşamış olan ingiliz ve Alman azınlıkların tarihini ve edebiyatını gayet kapsamlı olarak okudum. 1953-54 kışında Kuzey Yarıküresi’nde Kenya’da neler olup bittiğini bilmeden öykünün ilk beş bölümünü izlemek biraz güç olabilir. îyi bir eğitim görmüş ve dünyayı epey dolaşmış bir siyah Afrikalı ve Kikuyu olan Jomo Kenyatta ingiltere’de yaşarken bir ingiliz kadınıyla evli idi. Zamanın Britanyasındaki sömürge yönetimine göre memleketi olan Kenya’ya dönünce, Kikuyu’la-rın kendi topraklarını çaldıklarına inandıkları Avrupalı göçmen çiftçilere karşı Mau Mau adı verilen bir karaderili çiftlik işçileri ayaklanması başlatmıştır. Bu Fransa’daki Caliban’ın şikâyetiydi: Benden aldığınız bu ada, annem Sycorax yoluyla bana geçti! ilk geldiğinizde beni okşadınız, yere göğe koymadınız, Bana içi meyveli sular verdiniz, Gece gündüz yanan Büyük ve küçük ışıkların adlarım öğrettiniz; Ben de sizi o zaman severdim ve Adanın su kaynaklarını, kurak ve verimli yerlerini Ve bütün güzelliklerini gösterirdim. Mau Mau, kırk yıl sonra, en sonunda Afrikalıların Sahra’nın aşağısında kalan kara parçasında üstünlük sağlayabildikleri bir Pan-Afrika bağımsızlık hareketi değildi yalnızca, büyük bölümü Kikuyu kabilesinin antropolojisine ilişkin olan bir şeydi. Bir Kikuyu, kendisini, normal yaşamından alıp patronu olan Avrupalı göçmen çiftçiye yönelik bir kamikaze insan roketine dönüştüren kutsal yemini ederek Mau Mau olurdu. Ülkenin en yaygın tarım aleti, ingiltere Midlands’indeki çelikten yapılma kalın ve tek keskin uçlu, Swahili dilinde panga adı verilen bir pala olup bununla çaldıklar kesilir, çukur kazılır ve koşullar oluştuğunda insan öldürülür. Hemen hemen her tarım işçisinin bir pangası vardır. Ben antropolog değilim ve tarif ettiğim şey saçma olabilir, ama Avrupalı göçmen çiftçiler, karıları ve çocukları Mau Mau’yu böyle görüyorlardı. Ve ne acıklıdır ki, bu uygulamalı antropolojinin en çok öldürdüğü ya da sakat bıraktığı insanlar Avrupalı göçmen çiftçi aileleri değil, Mau Mau yeminine karşı çıkıp ingiliz sömürge yetkilileriyle işbirliği yapan Kikuyulardı. Bu hikâyenin geçtiği sırada White Highlands olarak bilinen ve Avrupalılar için ayrılmış olup Kikuyuların kendilerinden çalındığına inandıkları topraklar, geleneksel Kamba topraklarından daha yüksekteydi ve daha sulaktı. Kikuyu diline yakın bir Bantu dili konuşan Kambalı çiftçiler kendi daha verimsiz topraklarına ek olarak baĢka topraklarda da avlanma ih-tiyacındaydılar ve bu nedenle de Kikuyu komĢuları kadar topraklarına bağlı değillerdi, îki halk arasındaki kültürel farklılıklar çok hassastır ve bu en iyi Iber Yanmadası’nda yaĢayan Portekizlilerle ispanyollar arasında karĢılaĢtırma yapılarak anlaĢılabilir. Bunlardan biri için geçerli olanın diğeri için olamayacağını çoğumuz biliriz ve Mau Mau için de bu böyleydi.


Ve Ki-kuyular için geçerli olanın çoğunlukla Kambalar için geçerli olmaması Ernest ve Mary Hemingway için hayırlıydı; çünkü aksi takdirde ikisi de o kadar çok güvendikleri ve anladıklarını sandıkları hizmetkârları tarafından uykularında parça parça edilebilirlerdi. Altıncı Bölüm’ün baĢlangıcında cezaevinden kaçmıĢ yeminli bir grup Kamba Mau Maularının Hemingwaylerin safari kampına saldırı tehdidi, sabah güneĢi altında eriyen Ģafak sisi gibi uçup gitmiĢtir ve çağdaĢ okur bundan sonra olacakları fazla bir güçlük çekmeden izleyebilecektir. Ben ikinci oğul olarak çok uygun bir konumda olduğumdan çocukluğumun sonları ile yeni yetmeliğimin baĢlarını, Martha Gellhorn ve Mary Welsh ile evlilikleri döneminde babamın yanında geçirdim. On üç yaĢımdayken bir yaz günü yanlıĢlıkla Marty’nin Küba’da tuttuğu evde babamın yatak odasına girdiğimi ve onları el kitaplarında evlilik yaĢamındaki mutluluğu garanti eden epey atletik bir pozisyonda seviĢirler-ken yakaladığımı hatırlarım. Ben hemen geri çekilmiĢtim ve beni gördüklerini sanmıyordum; ancak buradaki hikâyenin üzerinden geçerken babamın Marty’yi taklitçi olarak anlattığı pasajı okuyunca o sahneyi elli altı yıl sonra olanca canlılığıyla hatırladım. Hemingway’in iki yüz bin kelimelik bu adsız elyazması yapıtı, bir günlük değildir. Burada okuyacağınız, gerçeğinin yansı kadar olan bir romandır. YaĢamını yirmi beĢ yıl boyunca sandal ağacının kokusu yerine içkiyle doldurarak yok eden Mary’nin; kendisinin oynadığı mükemmel eĢ rolünün tam tersini oynayan Debba’yı fazlaca öne çıkartmıĢ olmama pek kızmayacağını umuyorum. Gerçek ile kurgu arasındaki o belirsiz nokta bu anıların tam ortasındadır. Yazar onu kullanarak bu tür müziği dinlemekten hoĢlanan okurları hiç kuĢkusuz memnun edecek olan pasajlar çalar. Ben Kimana’daki safari kampında bir süre kaldım ve oradaki beyaz siyah herkesi tanırım ve yeterli derecede açıklayamayacağım bir nedenle bu bana 1942 yazında kardeĢim Gregory ile Pilar’da geçirdiğimiz bir ayda olan bazı Ģeyleri hatırlatır. Pilar’ın mürettebatı geçici hizmetleri gören denizcilerdi. Telsizci bir zamanlar Çin’de bulunmuĢ olan profesyonel bir denizciydi. O denizaltı avıyla geçen yazda SavaĢ ve BartĢ’ı ilk kez okuma fırsatı bulmuĢtu. Aslında kısa süreli çalıĢtığından gündüzleri ve geceleri çoğunlukla beklemede olurdu ve roman da gemi kütüphanesindeki kitaplardan biriydi.

Onun, ġanghay’da Beyaz Rusları tanımıĢ olması nedeniyle romanı daha iyi anladığını söylediğini hatırlıyorum. Hemingway’in tek kopya ve taslak olan bu eser üzerindeki çalıĢması, o sırada bu hikâyede milletlerarası telefonsuz yaĢayamayan bir hanımla evli Leland Hayward’in etkisiyle ve ihtiyar Adam ve Deniz filmini çekenlere yardım için Peru’ya gitmesiyle kesintiye uğramıĢtır. SüveyĢ Kanalı’nı kapatan SüveyĢ Krizi’nin Doğu Afrika’ya tekrar gitme planlarını sona erdirmesi, tamamlanmamıĢ eserine geri dönmemesinin bir nedeni olabilir. Bu hikâyede okuduklarımızdan onun ‘eski günlerin’ Paris’ini düĢündüğünü biliyoruz ve belki de eserin yarım kalma nedenlerinden biri de bütün fotojenik güzelliğinin etkisi ve heyecanı yalnızca birkaç ay süren, önce dizanteri sonra da uçağının düĢmesiyle kendisini çok hırpalayan Doğu Afrika serüveni yerine Paris’i daha büyük bir mutlulukla yazabileceği inancıydı. Eğer hâlâ yaĢıyor olsaydı Shadow and Act’ta Ģu yazdıkları nedeniyle bu giriĢi yazmasını Ralph Ellison’dan isteyebilirdim: “Bana hâlâ Hemingway’in neden Wright’tan daha önemli olduğunu mu soruyorsunuz? Bu, beyaz olduğu ya da daha çok ‘kabul edildiği’ için değildir. Bu, dünyada benim sevdiğim ve Wright’in bilemeyecek kadar yoksun ya da deneyimsiz olduğu hava, silahlar, köpekler, atlar, sevgi, nefret ve ancak cesurların ve fedakârların zafere dönüĢtürebilecekleri imkânsız durumlar gibi Ģeyleri takdir edebildiğindendir. Tarif ettiği kuĢ avlama yöntemlerini uygulayarak kendimi ve kardeĢimi yaĢatabildiğim 1937 Ekonomik Bunalımı sırasındaki günlük yaĢantıların tekniğini ve seyrini bu denli büyük duyarlılıkla yazdığı için, politika ile sanat arasındaki farkı ve onların yazarla olan gerçek iliĢkilerini bildiği için. Bütün yazdıklarında -ki, bu çok önemlidir- Amerikalılarda, belki de trajedilerini en iyi ifade ettikleri blues ruhuna çok yakın olan ve bana da kendimi yuvada hissettiren o trajiğin de ötesindeki ruha sahip olduğu için…” Hemingway’in Görünmeyen Adam’ı okuduğuna ve bu kitabın kendisiyle Mary’yi ölüme yaklaĢtıran iki uçak kazasından sonra kendisini toparlamaya yardımcı olduğuna eminim. Ve o sırada ellili yaĢlarının ortasındaydı ve yaratıcı çalıĢmaya dönüĢüne yol açan olaylardan bir yıl sonra Afrika notlarını yine ele almıĢtı. Ellison’un romanındaki tımarhanedeki delileri anlatan sahnenin To Have and Have Not’ta geçen Key West’teki barda emekli askerleri betimlediği sahneye çok benzemesi, taslağında yazarların birbirlerinden çalmalarından söz eden bölümü yazarken Ellison’dan etkilenmiĢ olabileceğini düĢündürüyor. Ellison yukarda alıntı yaptığım makalesini 1960’lı yılların baĢında, Hemigway’in 1961 yazındaki ölümünden kısa bir süre sonra yazmıĢtı ve onun tamamlanmamıĢ ve benim burada en kötüsü olmadığını umduğum bir Ģekle soktuğum Afrika romanı True at first Light’ı okumamıĢtı. Ben burada babamın sabahlan yazdığı yazılan aldım ve onu Suetonius’un Ünlü Adamların YaĢamlarında söylediği Ģeyi yapmaya çalıĢtım: “Virgil’in ‘Georgtcs’i yazarken her gün, sabah yarattığı çok sayıda dizeyi dikte ettiği ve sonra gününü onlan en az sayıya indirmekle uğraĢarak geçirdiği söylenir. Kendisi, Ģiirlerine bir anne ayı gibi Ģekil verdiğini söyler.” Sadece Hemingway’in kendisi yanm kalmıĢ bu taslağı bir Ursus horribilis’e dönüĢtürebilirdi. Ben True at First Light’ta sadece bir çocuğun oyuncak ayısını sunmaktayım.

Onu artık yatarken yatağıma alacağım ve yattıktan sonra Tanrıya, eğer uyanmadan ölecek olursam ruhumu selamete kavuĢturması için dua edip Tanrı senden razı olsun Papa, diyeceğim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir