Erol Manisali – Dunden Bugune Kibris

Bu küçük kitapta Kıbrıs konusu, eski yıllardan başlayarak bugüne kadar getirilmiş ve yarına ışık tutacak değerlendirmelere yer verilmiştir. Bugün Kıbrıs’ta KKTC’nin varlığı, bölge uzmanı Dr.Andrew Mango’nun da yazdığı gibi, “İngiltere’nin imparatorluk topraklarından geri çekilmesinden sonra, Kıbrıs’taki Türk tarihinin ve varlığının korunması için ortaya çıkmıştır. Adada Rumların (ve Yunanistan’ın) ne kadar hakları varsa, Kıbrıs Türklerinin (ve Türkiye’nin) de o kadar hakkı vardır. Rum Devleti ne kadar meşru ise KKTC’de o kadar meşrudur.” Avrupa ve Amerika dün olduğu gibi bugün de Yunanistan’ın arkasında durduğu ve ona destek verdiği için, Rumlar ve Yunanistan Kıbrıs’ta (ve Ege’de) üstünlüğü ellerine geçirmek iskemektedirler. Eğer Avrupa ve ABD Yunanistan’ın arkasında durmamış olsalardı, Yunanistan Kıbrıs ve Ege’de “üstünlük sağlama” politikasından vazgeçer, Türkiye ile “adil ve dengeli” bir anlaşma yapmak zorunda kalırdı. Kıbrıs konusu, Kıbrıs Türk halkının (ve KKTC) yaşam hakkının ve egemenliğinin korunması ve ada üzerinde Türkiye ve Yunanistan arasında bir denge sağlanması meselesidir. Bu denge kabul edilmediği sürece uyuşmazlık çözülemez. Kitapta 1950’lerden bugüne kadar ortaya çıkan gelişmeler ana hatları ile ortaya kondu. 1990’dan sonra Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusuna “müdahale” etmesinin parametreleri nasıl değiştirdiği ve “adil ve dengeli” bir çözüm için, olanakları nasıl azalttığı ele alındı. Sürdürülebilir bir çözüm için AB’nin ve ABD’nin yapması gerekenler tartışıldı. Okurlara yeni bir boyut getirebilirsem bundan büyük mutluluk duyacağım. Erol MANİSALI *** DÜNDEN BUGÜNE KIBRIS BİRİNCİ BÖLÜM Başlangıcından 1960’a Kadar Kıbrıs 1) Dört Bin Yıl Öncesinden Bugüne Kıbrıs http://genclikcephesi.blogspot.


com 4 Kıbrıs adının Finike kökenli olduğunu savunan tarihciler vardır (1). Finike dilinde “kubru”, “kıyı” anlamına gelmektedir. Finikelilerce bu adın kullanılması, Kıbrıs’ın Anadolu’ya “karşı bir kıyı” olmasından kaynaklanmaktadır. Prof.Firuzan Final ise araştırmalarında, bakır anlamına gelen “zabar” kelimesinden çıktığını, bunun Akatça dilinde Cypr olarak okunduğunu araştırmalarına dayandırmaktadır (2). Türkiye’nin 40 mil yakınında Doğu Akdeniz’de bulunan ada tarih boyunca, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının sıkıştırmaları ile doğmuştur. Yerbilimcilerin yaptıkları araştırmalara göre Kıbrıs adası Türkiye’ye, her yıl 2,5 cm. yaklaşmaktadır. M.Ö. 1450 yılında Eski Mısırlıların egemenliği altına giren Kıbrıs, daha sonra da Hititliler tarafından fethedilmiştir. M.Ö.350’de Perslerin adaya egemen olduğunu görüyoruz. Finikeliler ve Asurlular da adanın hakimleri arasına girmişlerdir.

M.Ö.58’de Romalılar adayı fethetmişlerdir. Roma İmparatorluğu’nun M.S.395 yılında ikiye bölünmesinden sonra ada, Doğu Roma İmparatorluğu’nun denetiminde kaldı. M.S. 632 yılında adaya islâm fethinin, Suriye’den başladığını görüyoruz. Ancak Araplar, adada tam bir egemenlik kuramadılar. Haçlı Seferleri sırasında ada, 1191’de, İngiliz Kralı Aslan Yürekli Rişar’ın (Richard) denetimi altına girdi. Ancak kral adayı önce Templer Şövalyelerine sonra da Guy de Lusignan’a bıraktı Lusinyenler (Lusignan) adayı 1489’a kadar egemenlikleri altında tuttular ve Katolik dinini yaygınlaştırdılar. Bu arada Cenevizler de adayı kısmen denetimleri altında bulunduruyorlardı. Memlüklerin bu dönem içinde, adanın bazı bölümlerinde etkili olduklarını ve adada İslâm eserleri bıraktıklarını görüyoruz. Daha sonra, 1432’den başlayarak, Venedik etkisinin, yavaş geliştiği görülür.

Ada artık Venedik korsanlarının denetiminde idi. Bu durum, Akdeniz’de üstünlüğünü ortaya koymaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nu rahatsız ediyordu. ll.Sultan Selim, Kıbrıs’ın fethinin zorunlu zorunlu olduğuna inanıyordu. 1 Temmuz 1570’de başlayan ilk çıkarma, 1 Ağustos1571’de kesin sonucunu verdi. 2) Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluğu’na Katılışı Osmanlı İmparatoruluğu 1571’de adayı aldığı zaman Kıbrıs Venediklilerin eğemenliğindeydi ve adada katolik dini etkiliydi. Ortodokslar Katoliklerin büyük baskısı altında, özgürlükten yoksundular. Türklerin adayı alışlarında en çok Ortodokslar sevindiler. Ada tarih boyunca Mısırlılardan Hititlere, Asurlulardan Araplara kadar değişik bölgesel güçlerin hakimiyetine girmiş, Doğu ve Batı Roma İmparatorluklarından göç almıştı. Bu nedenle çok karışık ve karmaşık bir toplumsal yapı sergiliyordu. Anadolu, Suriye, Ege ve Batı Roma’dan, hatta Afrika’dan gelenler Kıbrıs’ta, “çeşitlilik gösteren”, heterojen bir sosyal doku oluşturmuşlardı. Venedik denetiminden dolayı Katolik dini egemendi. Ortodokslar büyük baskı altındaydılar. Bu nedenle Türklerin gelişi, en çok Ortadoks inancında olanları mutlu etmişti. http://genclikcephesi.

blogspot.com 5 Adanın, Mısırlılar, Hititler, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Ptolemiler, Romalılar, Araplar, Bizanslılar, Lüsinyenler, Cenevizliler, Venedikliler ile süren serüveni, Türklerle son buluyordu. 1571’de Kıbrıs’ın Venediklilerden alınmasından sonra ada’da artık Türk varlığı yerleşmeye başlıyordu. Katolik ve Lâtin baskısından bunalmış olan diğer topluluklarda hoşnuttular.Ada artık Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olduğu için, 16) yüzyıldaki yükselme döneminin olanaklarından ve Osmanlı sınırları içindeki düzenli yönetimden adada yaşayan çeşitli guruplar da yararlanıyordu. Ada korsanların elinden kurtarılmış, Kıbrıs’ta yerleşik bir “imparatorluk düzeni” hakim olmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu içindeki bütün “kurumlar” Kıbrıs’ta da yerleşmeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu ilk aşamada 30.000 Andolu insanını düzenli bir biçimde adaya yerleştirdi. Meslek gurupları, “biribirlerini tamamlayacak”bir biçimde seçilerek gönderiliyordu. Demirciler, marangozlar, dericiler, terziler, kuyumcular, ayakkabıcılar, dokumacılar, hayvan, tahıl ve meyva yetiştiriciler, taş ustaları bunların başlıcalarıydı. Bir korsan adası olan Kıbrıs artık hukuki, ekonomik ve kültürel olarak hem daha özgür, hem de daha düzenli bir yapıya kavuşmuştu.Osamanlı İmparatorluğu’nun ünlü “vakıflar” yönetimi Kıbrıs’ta yerleştirilmişti. Bu “Vakfiyeler”, arada bazı boşluklar olmasına karşın bugüne kadar süre gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde adada su yolları, hanlar, köprüler, camiler, çeşmeler ve yeni yollar yapıldı.

Bunların bir kısmı bugün de ayaktadır. 3) İngiliz Yönetimi Dönemi Osmanlı İmparatorluğu 19) yüzyılın ikinci yarısında (1878), İngiltere’den Rusya’ya karşı destek sağlamak amacı ile, adanın mülk olarak Osmanlı İmparatoruğu’nda kalması koşulu ile “yanlızca idaresini” İngiltere’ye kiraladı. İngiliz idaresi 1878’de başladığında Kıbrıs’ta iki halk vardı; Türkler ve Rumlar. Diğer karışık gruplar çok az sayıdaydılar. Din olarak da Müslümanlar ve Ortodokslar çoğunluğu oluşturuyorlardı (3). Türk nüfusu adadaki toplam nüfüsun yüzde (%44)’ü idi. Vakıflar İdaresi’nin mülkü olan arazilerle birlikte, Türklerin adada sahip olduğu pay (%50)’nin üzerindeydi (4). Ancak İngiliz yönetimi sistemli bir biçimde hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, adadaki Türk nüfusunun göçünü özendirmiştir. Öte yandan, Birinci Dünya Şavaşın’da Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere’nin düşman konumunda bulunmaları, Kıbrıs’taki Türklerin üzerinde büyük baskıların doğmasına yol açtı. 1878’den sonra Kıbrıs’taki Türklerin (Ortodoks) ve İngiliz baskısı altında bulunmaları, Türk nüfusunun Anadolu’ya ve Londra başta olmak üzere diğer bölgelere göçmelerine yol açtı. Adada Türk kimliğinin silinmesi konusunda sistematik bir çabanın bulunduğunu görüyoruz. http://genclikcephesi.blogspot.com 6 * Türk kimliği yok edilmeğe çalışılırken İngiliz ve Rum kimliği öne çıkarıldı. * Türkler üzerinde kültürel baskı uygulandı.

Eğitim ve din alanlarında bunu görüyoruz. * Ekonomik olarak Türklerin olanakları kısıtlandı. Özellikle “Vakıf” malları, hileli bir biçimde İngiliz ve Rum özel şahıslarla, kiliselere geçirildi (5). Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte olunca, İngiltere, adayı ilhak etmek için 1878’den beri yürüttüğü politikayı uygulama fırsatını buldu. İlk olarak 1917’de, bir “Krallık Emri” yayınlandı. Bu emirname ile Osmanlı vatandaşı olanların İngiliz vatandaşlığına geçebilecekleri “iznini” çıkardı. Bu tutumu, ada Türklerin bir bölümünün Anadolu’ya ve İngiltere’ye göç etemelerine yol açtı. Savaş sırasında, Osmanlı taabiyetinde oldukları için zaten büyük baskı altındaydılar. Lozan Antlaşması ile de 1923’de Kıbrıs adası İngiltere’ye resmen bırakıldı. (Madde 20). Bu maddeye göre adadaki Türk halkına Türk veya İngiliz vatandaşlıklarından birini seçmeleri öneriliyordu. Türk vatandaşlığını seçmeye başlayanlar Türkiye’ye göç etmeğe başladılar. Bu göç yıllarca sürdü. Bu nedenledir ki bugün (2000), Türkiye’de 235.000, İngiltere’de 120.

000, Avusturalya’da 40.000, Amerika ve Kanada’da 17.000 Kıbrıslı Türk bulunmaktadır. İngiliz yönetimi döneminde Türkler ekonomik, siyasal ve kültürel olarak ezilen taraf olmuştur. Buna karşılık Rumlar ve Ortodoks kilisesi, İngiltere’nin hoşgörüsü ile sürekli gelişmiştir. 1878’den İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar geçen dönemde; * Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs Türklerine gereken desteği vermemesi, * Türkiye Cumhuriyeti’nin bu dönemde yeterli etkin rolü oynayamaması, Kıbrıs Türkleri’nin, İngilizlerin, Rumların ve Ortodoks kilisesinin baskısı altında kalmalarına neden oldu. Buna karşın adadaki Türkler, özellikle Rumlar’a karşı direnç göstermişler ve kendi kimliklerini korumaya çalışmışlardır. Siyasal, ekonomik ve kültürel alandaki bu direnişin, 19.yüzyılın sonlarında yeşermeye başladığını görüyoruz. Özellikle, Rumların adayı Yunanistan ile birleştirme girişimleri karşısında Türkler, ada üzerindeki haklarını korumak konusunda dış destek almamalarına karşın çaba gösterebilmişlerdir. Atatürk devrimlerinin Ankara’da ilk uygulamaya konduğunda, Anadolu’dan önce Kıbrıs Türkleri bu alanda öncülük yapmışlardır (6). Bu konu çok ilginçtir; KıbrısTürklerine, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir telkin gelmemesine karşın, tamamen kendi inisiyatiflerini kullanmışlardır. 4) Kıbrıs’ta Türklerin Rumlarla ve İngilizlerle Çatışmaları http://genclikcephesi.blogspot.com 7 Kıbrıs 1878’de İngiliz yönetimi altına girmeden önce de adada özellikle, Rumların Ortodoks Kilisesi aracılığı ile Türklere (ve Müslümanlara) karşı sistemli bir hareketinin bulunduğunu görüyoruz.

Ancak 1878’de adaya İngiliz yönetimi geldikten sonra Rumlar Ortodoks Kilisesini, adada Rum hakimiyetini sağlamak için çok daha rahat kullanmaya başlamışlardır. Bilindiği üzere Yunanistan, başta İngiltere olmak üzere, büyük Avrupa ülkelerinin kukla yöneticilerinin denetiminde idi. İngilizler adaya gelince, Yunanistan üzerindeki bu etki ve denetimleri, Kıbrıs adası ile “bütünleştirilerek” yürütülmeğe başlanmıştır. Güney Ege adalarının, Girit’in ve Kıbrıs’ın stratejik deniz ticaret yolları üzerinde bulunması, Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra daha da önemli olmuştur. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de, Orta-Doğu petrol bölgesine yakınlığı dolayısıyla da , yüzyılın başından sonra, bölgedeki stratejik önemini korudu. İngilizlerin bu politika çercevesinde, “kendi denetimleri altındaki Atina yönetimleri ile Kıbrıs adasında izledikleri politikayı birleştirmeleri çok doğaldı. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Kıbrıs ile Anadolu arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel bağları koparmaya çalışmak istemeleri”, bölgesel politikalarının doğal bir sonucu idi. Birinci Dünya Savaşı’nda Kıbrıs’ı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir üs olarak kullandılar. İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanlar tarafından işgal edilen Ege adaları ve Yunanistan’a karşı Kıbrıs yine kullanıldı. Bütün bu gelişmeler olurken Kıbrıs’taki Rumlar ve Ortodoks Kilisesi, adada Türk varlığını (ve Müslümanlığı) zayıflatmak için “doğal bir ortam” bulmuşlardır. Bu ortamı kullandılar. Lozan’da Kıbrıs’a ilişkin verilmiş olan kararlar da Rumların işine yarıyordu. * Hem Türk nüfusun azaltılması bakımından, * Hem de Türklerin ekonomik durumlarının zayıflatılması bakımından bu gelişmeleri kullandılar. 1878’de nüfus ve ekonomik olarak egemen unsur olan Türkler, bu tarihten sonra zemin kaybetmeye başlamalarına rağmen direnç göstermişlerdir. Rumların adayı Yunanistan ile birleştirme çabaları (Enosis) 19) yüzyıla kadar gider.

Bu hareketin öncülüğünü, hep Ortodoks Kilisesi yapmıştır. Kıbrıs Türkleri, adanın Anadolu’ya yakınlığı dolayısyla, dışardan yardım gelmese bile, kendi girişimleri ile destek sağlamışlardır. Zaten denizin karşı yakasında (Anadolu’da) çok sayıda Kıbrıslı Türk’ün yaşamakta oluşu, bu ilişkiyi doğal olarak sağladı. Akrabaları, bölünmüş aileler, gönüllü destek verebiliyorlardı. Kıbrıs’ta ilk Türk gazetesi 1889’da yayınlandı (Saded gazetesi). Türklerin İngiliz yönetimi ile olan ilişkilerinde de, Türk-Rum sorunları konuların başında geliyordu. Türk arazilerinin sistematik bir biçimde Rumlar ve İngilizler tarafından ele geçirilmekte oluşu, büyük sorunlar yaratıyordu. 19.yüzyılın sonlarında Türkler, Rumların baskısını İngiliz yönetimine sürekli şikayet etmeye başladılar (1885). Türkler, Rumlarla eşitlik istiyorlardı; Rum baskısından yakınıyorlardı. http://genclikcephesi.blogspot.com 8 Türkler bu tarihte (1885), Rum baskısına karşı mitingler düzünlediler. Rumların “Enosis” taleplerinden büyük rahatsızlık duyuyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan Savaşları nedeni ile güç durumda kaldığı yıllarda(1911’i izleyen yıllar), Rumlar adada Türkler üzerindeki baskılarını arttırdılar.

1911 yılında büyük bir miting düzenlediler. 1912’de Rumların Türklere saldırdığını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun Trablusgarp’ta İtalya’ya yenilgisi, bunda önemli rol oynadı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan Paris Konferansı dolayısıyla, Rumlar hem Enosis girişimlerini, hem de Türkler üzerindeki baskı ve saldırılarını yaygınlaştırdılar. Yenilen Osmanlı İmmparatorluğu parçalanırken Rumlar da, bir İngiliz sömürgesi konumunda olan Kıbrıs’ta Türklerin varlığını ortadan kaldırmak istiyorlardı. Rumların bu girişimlerine karşı ada Türkleri 10-12 Aralık 1918’de Lefkoşe Ulusal Türk Kongresi’ni topladılar. Ulusal Kongre’ye 190 delege katıldı. Kongre’de, adanın Yunanistan ile birleşmesine karşı çıkma kararı alındı. Adanın tekrar Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesi isteniyordu. Kıbrıs Türklerinin siyasal örgütlenmesinde, 1924 yılında Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslamiyesi önemli bir adımdır. Osmanlılık yerine Türk Cemaati ifadesi, yeni bir siyasal kimliği ortaya koyuyordu. Çünkü artık Anadolu’da, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Adadaki bu girişim, Kıbrıs Türklerinin, Türkiye Cumhuriyeti eşgüdümünde bir değişime, gönüllü olarak girdiklerini gösterir. Zaten 1919-1922 arasında Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında da Kıbrıs Türkleri Anadolu’ya destek girişimlerinde bulunmak için çaba göstermişlerdir. Anadolu’ya yaydım etmek çabası içinde bulunan Kıbrıs Türklerinin çoğu da İngiliz yönetimi tarafından tutuklanmışlardır.

Kıbrıs’taki Türk gazeteleri, Anadolu devrimine yoğun destek veren yayınlar yaptılar, gönüllü kuruluşlar ise para toplamak için etkinliklerde bulundular. Anadolu’daki Türk-Yunan Savaşı, adanın bir İngiliz sömürge yönetiminde bulunmasına karşın, Türk-Rum çatışmaları biçiminde adaya yansımıştır. 5) Lozan Sonrasında Kıbrıs Türkleri ve Bir Benzerlik Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ın İngilizlere bırakılması adada Türklerin durumunu kötüleştirdi. Daha önce de belirtildiği gibi Türkleri adadan ayrılmaya zorlayan maddeler Lozan antlaşmasına kondu. Rum ve İngiliz baskısı ile çok sayıda Türk’ün adadan ayrıldığını görüyoruz. Adada kalanlar ise, İngilizler ve Rumlar karşısında direnmişlerdir. Bu arada, Lozan’daki “Musul Meselesi” ile 10-11 Aralık 1999 Helsinki Doruğu’ndaki kararlar arasında ilginç benzerlikler ve paralellikler bulunmaktadır. Lozan’da Türkiye ve İngiltere’nin Musul konusunda anlaşamamaları, Lozan antlaşmasının üçüncü maddesine bir ekleme yapılmasına yol açtı. “Türkiye ve Irak (İngiltere) arasındaki http://genclikcephesi.blogspot.com 9 sınır, anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra dokuz ay içinde, Türkiye ve İngiltere arasında görüşmeler yolu ile çözülecektir. Anlaşma sağlanamaması durumunda konu Milletler Cemiyeti’ne götürülecek ve orada çözüme kavuşturulacaktır”. Bu ekleme, 10-11 Aralık 1999’da Helsinki Doruğu’nda, Türkiye’nin “koşullu adaylığına” getirilen “koşullları” anımsatmaktadır. Türkiye’nin önüne konan koşullarda dolaylı olarak; “Türk-Yunan sınır anlaşmazlıkları (Ege) 2004 yılına kadar görüşmeler yolu ile çözülemediği taktirde uluslararası kurumlarda (Lahey Yüksek Adalet Divanı) çözülecek” denmektedir. Bu koşul Kıbrıs için de şu şekilde yorumlanabilir; Türkiye’nin önüne, “Kıbrıs uyuşmazlığı çözülmese de, Kıbrıs’ın (Güney Kıbrıs Rum Yönetim) A.

B.ye alınacağı” ifade ediliyor. Eğer Kıbrıs (GKRY), Kıbrıs adasının bütününü temsilen AB’ye alınabiliyor ise, KKTC (ve Türkiye) ile Kıbrıs’ta sınır uyuşmazlığı, AB’nin bir “iç sorunu olarak”, AB tarafından çözüme götürülecek anlamına gelir. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’a ilişkin politikası ise, Ankara’daki yetkililerin (S.Demirel, M.Yılmaz, B.Ecevit) tarafından da 1990-1999 tarihleri arasında defalarca kamuoyu önünde açıkladıkları gibi tek yanlıdır. Bunu yalnız Türk yetkililer değil, B.M.Genel Sekreteri de net bir biçimde ortaya koymuştur; AB, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tam üyelik başvurusunu görüşeceğini açıkladıktan sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Peres de Cuellar, “AB’nin bu tutumu bütün parametreleri değiştiriyor ve uyuşmazlığı daha da çözümsüz duruma sokuyor” demiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir