F. Ağasıoğlu – Tanrı Elçisi İbrahim

Bu kitabın yazılma sebebi son zamanlarda uluslararası siyasette moda olan dinlerarası ve halklarası hoşgörü söylemi ve Azer halkının toleranslı bir millet olarak zaman zaman gündeme getirilmesiyle ilgilidir. Doğrudur, toleranslı olmak güzel bir meziyettir, ancak bunun da belli bir ölçüsü olmalı. Ne yazık ki, araştırdığım son beş bin yılın tarihini gözden geçirdikçe çok zaman müspet görünen hoşgörülü tavrın acı neticeleri ile yüzleşiyoruz. Bir zamanlar Azer boylarının yaşadığı yurtların sınırları Derbent’ten Hemedan’a, Bakü’den Erivan’a ve Musul’a, Kerkük’e uzanmışsa ve Azer Türkçesi Kafkas’tan Afganistan’a dek uluslararası dil olmuşsa, ılımlılık-hoşgörürlük ilkesinin ölçüsü kaçınca, yurtlarımız gibi dilimizin sınırları da daralmıştır. Kitabın yazılmasına ikinci sebep de; ‘Dokuz Bitik’ adlı eserimin kadim Türkler’in komşu halklarla ilişkisine ait bölümünde Türklerle Sami halkları (Asur, Arami, Yahudi, Arap) arasında İslam’a kadarki en eski ilişkiler hakkında kısa bilgiler vermeye dikkat etmiştim. Bu bilgilerin bir kısmı, zamanında Azerbaycan’da var olmuş dinlere ait bölümde tekrar edilmişti. Bu bakımdan, Bibliya* (Kitab-ı Mukaddes) ve Kuran’da adı saygı ve hürmetle anılan Abraam / İbrahim aleyhisselamla ilgili Azer Türkleri’nin inancında, dilinde ve etnografik yapısında derin iz bıraktığını gösteren birçok bilgi-belgeyi yazdığım ‘bitik’lerin ayrı ayrı bölümlerine serpiştirmeye gönlüm razı olmadı. Aynı belgeleri ‘Dokuz Bitik’e dahil olmayan ayrı bir kitap şeklinde vermeyi uygun buldum. Bu kitabın ilk neşrinden sonra Amerika’dan yayın yapan ‘Günaz TV’ benimle bir canlı yayın programı teşkil etmişti. İzleyicilerin de bağlanabildiği bu program esnasında Türkiye’den arayıp programa bağlanan yaşlı bir izleyici Hazreti İbrahim hakkında, babasının daima söylediği şu sözleri kaydetmişti: ‘Biz Muhammet ümmetiyiz, İbrahim milletiyiz.’ Bir cenaze yerden kaldırılırken de (Türkiye’de) Hz. İbrahim’in adı anılır. Bugün Azerbaycan’da camilerle beraber Sinagog ve Kiliseler de var. Bu durum, Hazar Hakanlığı döneminden beri mevcuttur. Uzak geçmişten beri Tanrı’ya inanan Azer (Hazar) halkı ilk “hanif” olan İbrahim Aleyhisselam’a hürmet gösteren Yahudi ve Hristiyan dinlerine hoşgörü ile yaklaşmış ve aralarında İslam’dan önce bu dinlere inananlar da olmuştur.


Daha sonra yüzünü Tanrı’nın son elçisi Muhammed Aleyhisselam’ın gösterdiği doğru yola çeviren Azer halkında, Tek Tanrı inancı ebedi yaşam kazanmıştır. Ulu Tanrı, 6 anlayışlı, hoşgörülü Azer halkını toleransta aşırı gitmekten korusun! Bir Tanrının adıyla! GİRİŞ İnsanlar daha kadim çağlardan itibaren çevresinde gördüğü varlıklara ilgi göstermiş, yaşamına tesir eden olayların ortaya çıkma sebebini kavramaya çalışmış, fayda veya zarar veren olaylara etki etme yollarını aramışlardır. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, kendisini ve çevresindekileri koynunda barındıran Ana tabiatın belli bir kuvvet tarafından idare edildiğini fark edip kavrayan insanoğlu, şuuraltı korunma içgüdüsüyle refah içinde yaşamaya yardım eden ve beladan kurtardığı düşünülen tapınaklar inşa etmişler. Biz bu durumu doğru anlamak için XX asrın sonunda deneyle sabit olan ilmî yorumların, özellikle, sinerji ile bağlantılı yeni keşiflerin gerçekleşmesini de beklemeliymişiz: Artık belli oldu ki, ruhsal dengemize, sağlığımıza, kısaca yaşamımıza tesir eden çevremizdeki cansız saydığımız şeylerin, duvarların da, suyun da, taşın da, ağacın da hafızası ve özel iletişim dalgaları varmış. Görüleceği gibi, bu dalgalara karşı eski insanlar, bizden daha ilgili ve meraklı olmuşlardır. Kadim çağlarda insanlar karınlarını doyuran, hastalıktan koruyan iyeleri (sahipleri) üzmemeye çalışıyorlardı, çünkü her şeyin bir sahibi, idare edeni, ruhu olduğuna, kısaca, her bir varlığın, her bir olayın sahibi olduğuna inanıyorlardı. Onlar dağın, suyun, ormanın, yıldırımın, sürünün, kuşun ve benzer varlıkların iyesi ile temas kurabilen kâhinlere, özellikle destanlarımızda ‘ağzı dualı’ denilen, halk arasında vergili diye adlandırılan medyumlara da saygıyla yaklaşıyorlardı. Kadim Türkler böyle insanları kutsal sayıyor, onlara kam diyorlardı. Mada elinde (yurdunda) ise onlar mag diye adlandırılırdı ve dünyaya yayılan magiya / magic (sihir, efsun) sözcüğü de bu kökten günümüze kadar gelmiştir. Kadim Türkler iyelerin de bir yaratıcısı olabileceği kanaatine ulaşmış, bütün varlığı ve onların iyelerini yaratanı TANRI diye isimlendirmişlerdir.1 Böylelikle, Tanrıcılık inamına tapınan1 Tanrı sözcüğünün eski biçimi Teñeri (teng-eri) ‘göğün kişisi’ anlamındadır. 6 bin yıl önce İkiçayarası’na gelen Sümerler de bu sözü Türk boylarından olan Subarlar’dan alarak Dingir biçiminde kullanmışlardır. 7 larda Tek Tanrı inancı ortaya çıkmıştır. Bibliya ve Kuran gibi kutsal kitapların verdiği bilgiye göre, Tek Tanrı dinini İkiçayarası’nda (Mezopotamya’da) tatbik edemeyen Hazreti İbrahim Tanrı’dan vahiy aldıktan sonra bu dini Filistin topraklarında yaşayan Yahudiler arasında yaymayı başarmıştır. Önceleri, çeşitli kavimlerde millî-etnik töreleri ve dini merasimleri Kam, Mag, Şaman ve benzer terimlerle adlandırılan kâhinler icra ediyorlardı.

Zaman geçtikçe böyle kâhinler içerisinden çıkan bazı nüfuzlu şahıslar siyasî-içtimaî meseleleri de denetimi altına alarak, uruğun, boyun, budunun “doğal” lideri haline gelirdi. Yahudiler m.ö. I. binyılın başlarından böyle liderleri artık nebi olarak kabul edip, onları Tanrının elçisi (peygamber) sayıyordular. Bu devirde başlayan “peygamberlik hareketi” halkın hafızasında epik ve mitik hikâyelerde yaşayan eski kahramanları da nebi derecesine yükseltiyor; milli ruhu uyandıran, milli şuuru şekillendiren temlerle halkı birliğe çağıran dini-siyasi önderleri Tanrı elçisi olarak tanımlıyordular. Bazen tarihi şahsiyet olmayan mitik kahramanlar da artık yazıya geçirilmeye başlanan *Bibliya’ya bu sıralarda dahil edildi. Kâhinler ayrı ayrı mabet putlarına secde eden muhtelif Yahudi gruplarını Tek Tanrı inancı ile birleştirmek için İbrahim ve böyle bir birliği 40 yıllık bir eziyetle gerçekleştiren Musa ile ilgili olaylara büyük önem vermişlerdi. Tarih boyunca muhtelif dinler oraya çıkmış, sonraları bunların bir kısmı unutulmuştur. Bir ve tek Tanrı inancına sahip olan semavî dinler ise zaman geçtikçe daha geniş bir alana yayılarak birçok halkın asıl inancı durumuna gelmiştir. Semavî dinler denildiğinde farklı farklı zamanlarda gökten melekler vasıtasıyla peygamberlere indirilmiş Tanrı sözlerine iman eden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet göz önünde bulundurulur.2 Bu dinlere inanan halklara ehli-kitap da denilir, çünkü Yahudi ve Hıristiyan dinlerinin yasaları (şeriatı) Tevrat ve İncili kapsayan Bibliya (Kitab-ı Mukaddes) da; İslam dininin yasaları da Kuran’da ortaya konulmuştur. Bu kitaplar “kutsal * Bibliya: Yahudi ve Hıristiyan kutsal metinleri, Kitab-ı Mukaddes.(ç.n.

) 2 İslam kaynaklarına göre, gökten indirilen 104 kutsal yazıdan dördü; Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran olarak kitap hacminde; Peygamberlerden Musa, Davud, İsa ve Muhammed hazretleri vasıtasıyla; diğerleri ise sahife şeklinde Adem (10 sahife), Şid (50 sahife), İdris (30 sahife) ve İbrahim (10 sahife) hazretleri vasıtasıyla indirilmiştir (Köksal 1990, 18-19); Bazı yazarlara (Taberi, İbni Esir vb) göre, Adem’e 21 sahife gönderilmiştir. 8 kitap” olarak kabul edilir. Yunanlılar kitaba biblos, Yahudiler soferim, Araplar kitab, Türkler ise bitik demişlerdir. Musa’nın beş kitabı Yahudi (İbrani) dilinde “yasa” anlamına gelen Tora (Tevrat) sözcüğüyle ifade edilir. Yahudi dinine Musevilik (Musa’nın dini) de denir. Musa’nın kitaplarına* m.ö. IV asırdan başlayarak yapılan şerhlerin toplamı sonraları Talmut adı ile ortaya çıkmıştır. Kadim Yahudi dilinde “öğrenme” anlamına karşılık gelen Talmut Yahudilerin arasında nesilden nesile sözlü şekilde öğretilir ve sözlü yasalar anlamına gelir. Tevrat ise yazılı yasalar olarak tanınır. Yahudilikte sadece dinî-etik ve hukuk meselelerini öne çıkaran dogmatik görüşleri kabul eden Rabbani Talmutçular, başka etnik kökenli insanların Yahudi dinine girmesine hoş bakmıyorlardı. On beş asırlık bir devrin ideolojik, tarihî ve edebî eserlerini kapsayan Bibliya (Kutsal metinler – Kitab-ı Mukaddes) IV asra kadar birkaç defa düzenlenmiştir. Yahudiliğin VIII. Asırda çıkan ve çok sayıda taraftarı olan Karaî (Karay // Karaim) akımı Talmutçulara nispeten daha ılımlı olup, başka halkların Yahudi dinini kabul etmesini normal karşılıyorlardı. Görülüyor ki, Azerbaycan’ın bazı bölgelerinde ve Hazar Hakanlığında Türk boylarının Yahudiliği / Museviliği kabul etmesinde Karaîlerin de etkisi olmuştur.

Kendilerini Karay diye adlandıran Musevi inançlı Türk boyu da Hazarlardan kalmadır ve bugün birkaç Avrupa ülkesine dağılmışlardır. Bibliya’da peygamber sayılan “patriarklar”* , onların soyu ve soyundan türeyen halklar hakkında bilgiler vardır. Şöyle ki, İbrahim’in Sara’dan olan oğlu İshak’ın Yakup adlı oğlu aynı zamanda İsrail adını taşır. İsrail’den türeyen millete ben-i İsrail (İsrailoğulları) denilir. İsrailoğulları’nın inandığı Yahudilik (Judaizm /Yudaizm) dini ise adını Yakub’un//İsrail’in oğlu Yehuda’dan almıştır. Buna göre İsrail kelimesi etnik, Yahudi * Tevrat ve Zebur’un da içinde olduğu, 39 bölümden oluşan Yahudi kutsal metimleri. Eski Ahit (ç.n.) * Özgün metinde “patriark” terimi kullanılmıştır; din veya sülale önderi, bir halkın neslinden geldiğine inandığı soy atası, soy babası anlamlarına gelir. Bu kelime Türkçede “patrik” biçiminde dar anlamıyla (kilise büyüğü) kullanılmaktadır.(ç.n.) 9 kelimesi ise dinî anlam taşımaktaydı. Sonraları İsrail kelimesi ülke adı, Yahudi sözü etnonim**olarak kullanılır oldu. Kutsal Kitaplara göre, Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan sayılan “Tanrı elçisi İbrahim” bazı milletlerin atasıdır.

Bibliya’ya göre, Abram 99 yaşına geldiğinde, Tanrı; onu birçok milletin “babası” yapacağını, artık “Büyük, Yüce Ata” anlamına gelen Abram adını değil, onun ‘Halkların Babası’ anlamında Abraham (İbrahim) adını taşıyacağını söyler.3 Kuran’da İbrahim hakkında şöyle denilir: “Ey Kitap ehli, İbrahim hakkında niçin tartışırsınız? Şüphesiz, Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Aklınız almıyor mu?”4 Başka bir ayette şöyle denilir: “Allah’a, bize gönderilene (Kuran’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına gönderilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlere, Rab’leri tarafından peygamberlere verilenlere inanırız, onları birbirinden ayırmayız. Biz ancak Allah’a teslim olanlarız, deyin!” 5 Tek Tanrı dinine inanan Türk boyları sonraları hangi dinlere girerlerse girsinler, yeni inançları içinde eski Tanrıcılık inancının özel hususiyetlerini yaşatmaya devam etmişlerdir. Son kabul ettikleri İslam dini içinde, sufizmin Türklere özgü anlayışı böyle ortaya çıkmıştır. Türklerde Hz İbrahim’e duyulan büyük saygının temelinde de onun Tek Tanrı dinine inanan bir hanif olması vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir