Forrest Carter – Daglardan Sorun Beni

Güneş, çalıyı, yanında oturan Apaçi’nin üzerinden türlü renklerle donattı. Çalıda yaprak yoktu. Apaçi Naiche bunu bilerek kendi kendine gülümsedi. Gizlenmesine gerek yoktu. Onu öldürmeye karar verdiklerinde, öldürürlerdi. Bu şekilde oturmak Apaçi alışkanlığıydı. Kum böcekleri Naiche’nin ellerini ve yüzünü ısırarak tatarcık bulutları arasından fırladılar. Naiche böcekleri kovmadı. Güneybatıdaki bir ufuk noktasını gözlüyor, gözleriyle bu noktayı, yaklaşan karanlık bir atlı grubunun altına yerleştiriyordu. Bu şekilde atlıların hızını tahmin edebilirdi. Atlılar yavaş hareket ediyorlardı. Naiche arkasına bakarak kuzeye doğru dağımk duran kulübeleri inceledi. Kulübeler düzensiz çizgiler halinde bir çayın kıraç kıyılarındaydılar. Aralarındaki yapraksız bodur kavak ağaçlan güneşle yanar, rüzgârla savrulurdu. Doğa tarafından seller için yapılmış olan çayın kıyıları birbirinden uzaktı, fakat bir parmaktan daha geniş olmayan durgun bir su akıyordu yalnızca.


Alkalin ve acı su. Kimse hareket etmiyordu. Naiche, kulübelerin yanındalar, diye düşündü, gün ortasının sıcağına dayanıyor, bekliyorlar. Gözleri kendi fakirhanesine ilişti. Kafasını boşaltıp, karısının yere oturmuş, sinekleri kovalayarak bebeğini sallarken söylediği ninniyi duyabildiğini hayal etti. 9 Naiche, vermiş olduğu yarım karara karşı bir duygu kabarışı hissetti. Karar vermesi gerektiğini biliyordu. Askerlerin getirdiği tutuklu kararım zorlayacaktı. Kendisinin akıllı olmadığını biliyordu. Yaşamı hiçbir zaman karar verici olacak şekilde ciddiye almamıştı. Babası ölürken oğullarından barışı korumalarım istemişti Ağabeyi Taza barışı korumuştu; ama Taza babasından şeflik, eğitimi almıştı. Naiche ise almamıştı. Babası, oğullan arasında rekabet olsun istemezdi, bu nedenle Naiche yalnızca şef ağabeyine sadakat ve destek için eğitilmişti. Ama Taza öldü. Naiche, Chiricahua Apaçilerinin şefi oldu.

Ne babasının ne de Taza’nın ruhu ona danışmanlık etmeye geldi. Naiche onlarm yardımları için dua etti. Yardım gelmedi. Tek başınaydı. Sıcaktan bunalmış atlıların ilerleyişini gözlemek için geriye baktı. Artık atların ve atlıların ceketlerinin rengini çıkarabiliyordu. Ceketler maviydi. Thomas Kalesi’nden ve her ay bütün Apaçilerin tayın almak için yürümeleri gereken temsilciliğin yönünden geliyorlardı. Naiche erzak gününde onlarm başına geçerek çölü yürütürdü. Bir Apaçi gitmezse tayın da alamazdı. Yaşlılar tayınlarını almak için on iki millik çölde yürürlerdi. Hastalara başkaları yardım ederdi. Bazılarını taşırlardı. Mazeret olamazdı, çünkü tayın alırken aynı zamanda da sayılırlardı. Her Apaçi boynunda metal bir etiket taşırdı.

Bebekler bile. Tayınlarını aldıkları zaman Mavi Ceketliler etiket üzerindeki işaretleri sayarlardı. Tayınlar her zaman aynıydı: pamuk kurdu dolu bir avuç yemek; bazen incecik ve yarı çürümüş bir dilim biftek. Naiche hastalıklarının ve açlık çekmelerinin yükünü hissetti. Mavi Ceketlilerden yardım almaya çalışmıştı Babası her zaman, “Başkalarından akıl danışma zamanı ayın dolunaya doğru döndüğü zamandır,” derdi. Naiche bunun doğru olduğunu biliyordu. Đnsanlar daha geniş düşünür ve hissederdi. Daha verici olurlardı. Coyote’ nin (bozkır 10 kurdu) avcılıkta daha başarılı olduğu zamandı; Puma’ nın da. Naiche ayın dolunay olduğu günden bir gün öncesini sadakatle işaretlemişti. Erken kalkmış ve Thomas Kalesi’ne doğru temsilcilik binasını geçerek düzlüklerde dolaşmıştı. Kimsenin dışarıda olmadığı öğle sıcağında hep Thomas Kalesi’nin kapısının önünden geçerdi. Mavi Ceketliler onu görene kadar resmi geçit alanmmda durur ve öne çıkarak hep aynı sözleri söylerdi: “Yaşlı insanlar ölüyor. Bebekler ölüyor. Biz dağların insanlarıyız, çölün değil.

Kendi yiyeceğimizi yetiştirmek için dağlardaki vadilerimize gitmemize izin verin. Bize orada göz kulak olun.” Askerlerin yanıtlan-m hiçbir zaman anlamadı. Beyaz gözlerin çok az sözcüğünü biliyordu. Mavi ceketliler her seferinde ona küfür ettiler ve gitmesini işaret ettiler. Bazen ayaklarına ateş ettiler ve direği gösterdiler. Naiche her seferinde sözlerinin işitileceğim umut ederek ayrıldı oradan. Direk, resmi geçit alanında duruyordu. Tepesinde Tonto Apaçilerinin Şefi Delshay’ın kafatası vardı. Naiche, onun kanlı ve donuk kafatasını direğe taktıkları günü hatırladı. Leş sinekleri kafaya yumurtalar bırakmış ve kurtlar gözleri yiyip bitirmişti. Kuşlar çürüyen et için kavga etmişlerdi. Artık Delshay’ın sırıtan kafatası vardı yalnızca. Naiche, Delshay’ı düşündü. Her zaman korkardı.

Kaç kez halkım teslim etmişti? Her zaman teslimiyetçiydi. Her seferinde körkutulurdu. Kalenin çevresinde yürürken askerler, hatta subaylar bile “spor” olsun diye ona ateş ederlerdi. Delshay dağlara kaçardı. Oradan askerlere mesaj gönderirdi: Teslim olacaktı, fakat korkuyordu Bu nedenle başım kestiler. Naiche, artık korkmuyor, diye düşündü. Naiche, askerlerin geldiği yöne tekrar baktı. Askerler yaklaşmıştı. Naiche onların biraz yan tarafına balonca, sıcaklığın buğusu azaldı ve onu belli belirsiz görebildi. Askerlerin atlan kumda zorlukla yürüyordu. Çok geçmeden kararın verilmesi gerekiyordu. Babasının sözlerini bulmak için kaygıyla aklım taradı. 11 Fakat artık yalnızca eski özgür günlerin sona erişini hatırlayabilirdi. Yaşlı ve savaşmaktan yorulmuş babasının sonuca erişini, halkının paçavralar içinde açlıktan ölmesini. Babasının Mavi Ceketlilerin Yıldızlı Şefi’yle buluşmasını.

Yıldızlı Şef babasının teslim olmasını kabul etmeyi ne kadar çok istiyordu. Bu onun için büyük bir zafer olacaktı, çünkü Naiche’nin babası büyük bir adamdı. O, Cochise’di. Yıldızlı şef barış istediğini söylemişti. Cochise kendisinin de barış istediğini söyleyerek yanıtlamış ve “O halde karar verildi. Caftada Alamosa’da, eski yurdumuzda yaşayacağız; kendi dağlarımızın vadisinde. Bu vadide mısır ekeceğiz. Barış içinde olacağız. Bu benim sözüm,” demişti. Yıldızlı Şef başını sallamıştı. “Üç yüz Meksikalı,” demişti, “Amerika Birleşik Devletleri’nin yurttaşı oldu ve Caftada Alamosa onların mülkü.” Cochise, Yıldızlı Şefle tartışmıştı. “Hepimiz için yer var. Vadinin daha ilerisinde yaşayabüiliriz. Biz de Amerika Birleşik Devletleri’nin yurttaşı olabilir, kendi toprağımıza sahip olabilir ve sizin yaşayış biçiminize uyarız.

” Yıldızlı Şef, Cochise’e uzun bir süre bakmış ve yanıt vermişti. “Amerika Birleşik Devletleri’nin yurttaşı olamazsınız. Kendi topraklarınız olamaz.” Cochise, “Neden?” diye sormuştu. Yıldızlı şef omuzlarını silkinişti. “Kızılderililer halk değil. Yasa böyle.” Cochise öfkeyle çekip gitmişti. Bir yıl kaçtılar, fakat çok fazla insan ölüyordu. Cochise teslim oldu ve dedi ki, “Apaçi’ye yer yok. Başka herkes için yer var. Fakat Apaçi’ye hiç yer yok.” Ve sordu, “Tanrı, Apaçi’yi gözden çıkardı mı?” Askerler kısa bir süre sonra verdikleri son sözü bozmak ve Apaçi’leri vadi rezervasyonundan çöldeki toplama kampına götürmek için geldiği zaman, Cochise gidemedi, çünkü ölüyordu. Sonunda Tanrı ile konuşmuştu; sesi uzaklarda, gözleri solgun, dağlardaydı: “Apaçi yaşamını tırnak uçlarında taşır. Apaçi artık dağların üstüne yıkılmasını istiyor.

Apaçi ölmek istiyor.” 12 Naiche durdu ve kulübelere baktı. Bekledikleri bu mu — ölmek mi? Askerler artık yaklaşmıştı.» Naiche çalıların arkasına geçip seyretti. Bir düzine Mavi Ceketli. Atlarını diğerlerinden ayn duran bir kulübeye doğru sürdüler. Konuşmadan geçerlerken atları kişnedi ve Naiche’nin kokusunu alarak burun deliklerinden soludu, fakat askerler bunu farketmedi. Naiche artık arkalarından gelen adamı görebiliyordu. Adam kısa boylu ve yapılıydı. Adımını kısaltan zincirleri çekerek adım atıyor ve sarsılarak yürüyordu. Ayakları çıplaktı ve bacaklarmdaki demirler yürürken çıkıntılı bilek kemiklerine çarpıyordu. Ayaklarında kan vardı. Pisti. Pantolonunda dışkı katılaşmış ve kurumuştu. Naiche, onun delikte olduğunu biliyordu.

Elleri zincirle bağlıydı ve askerler onu boynuna bağlı bir iple çekiyorlardı. Çalılığın yakınından geçtiler. Naiche askerlere değil, yalnızca adama bakarak metanetle durdu. Çalı gibi saçları tutuklunun eğik başının önüne düşmüştü, fakat geçerken yüzünü biraz yana çevirdi. Gözleri Naiche’nin gözleriyle buluştu. Zincirli ve boyun eğmiş olduğunu hiç mi hiç belli etmeyen gözler çılgınca parladı. Tutuklu bir şey söylemedi. Geronimo’ydu o. Askerler meskit dallarına yaslanan eski bir kulübenin önünde durdu. Bir Mavi Ceketli atından indi. Tutuklunun ellerinden zincirleri çıkardı ve boynundan ipi çözerek onunla kaba etlerine vurdu. Mavi Ceketli bir şey söyledi, askerler güldü. Geronimo başı eğik, zincirler hâlâ oradaymışcasına ellerini önünde kavuşturarak durdu. Naiche, boyun eğmiş gibi yapıyor, diye düşündü, fakat gözlerini askerlerden saklaması gerek. Askerler atlarına telaşla binip, çölden uzaklaşmak istercesine hızla gittiler.

Naiche onların güneybatıya doğru giderek küçülmelerini seyretti. Geronimo’nun ayaklarından zincirleri çekmemişlerdi. Demirler bileklerinin üzerinde bağlıydı. 13 Geronimo yarı sürüklenerek yürüdü ve sırtını kulübenin duvarına yaslayarak yere yığıldı. Bacaklarını önüne uzatarak eline kum aldı ve ayaklarına attı. Sinek bulutları havaya yükseldi. Kum kana yapıştı ve örttü, sineklerin gelmesini engelledi. Geronimo başmı kaldırmadı. Kumları kaldıran rüzgâr küçük çalılarla adaçaylarmı hışırdattı, pamukağaçlannın çıplak dallarında hafif bir esinti yarattı. Tek bir Apaçi ortaya çıkmadı. Onun neden burada olduğunu biliyorlardı. Hiçbir ordu Geronimo’yu tutsak edemezdi; bunu biliyorlardı. Ne ölüm korkusu ne savaş yorgunluğu onun teslimini sağlayabilirdi. Geronimo savaştan asla yorulmazdı. Teslimiyetleri, Đnanç’ı korumalarını söylemek için askerlerin kendisini Apaçiler’in arasına götürmesini sağlamaya yönelik uydurma teslimlerdi.

Savaş Şa-mam’ydı o. Büyük Şefler bile — Cochise, Juh, Mangas Co-loradas (beyaz gözler başım kesip kafatasını bir anı kutusuna koymadan önce)— savaşın başına geçmesi için çoğunlukla Geronimo’yu seçmişlerdi. Savaş kutsaldı. Büyük büyükbabaların, savaşan büyük büyükbabalar soyunu haürlayamayacakları kadar uzak. Bir zamanlar halklarının vadilerde mısır ektiği ve hasat yaptığı söylenirdi. Đspanyollar gelmişti. Onlar Đspanyolları dost olarak karşılaşmışlar, fakat köle. yapılmışlar, bu yüzden kaçmışlardı. Artık ekim ve hasat yapamıyorlardı. Đspanyollar, vadilerinde mısır olgunlaştığı zaman onları öldürmeyi bekliyordu. Savaş onların özgür kalmalarım sağladı; onları güneyin yoksul kızılderililerinin Đspanyollar için çalıştığı derin madenlerden uzak tuttu. Savaş, onları siyah giysili Kilise papazlarının kırbacından uzak tuttu. Savaş onları, kızılde-rili savaşçılar arasında hastalık yayan ve onları öldüren ve kadınlarını kirleterek ölmelerine neden olan askerlerden uzak tuttu. Onları bütün bunlardan uzak tutan bir tanrıysa, o halde tanrı kutsal olmalıydı. Tanrı, Savaştı.

Ok, yay, mızrak, 14 bıçak —hatta Savaş yolundaki yiyecek bile— kutsal bir adla bilinirdi. Artık Meksikalılar ile Amerikalılar arasında sıkışıp kalan, yollarda ve toplama kamplarmda koşan ve ölen Apaçi kaybolmuştu. Bir belirsizliğe, hatta Savaş’ın artık onları özgür kılmayacağının kamuna gelmişlerdi, inanç ölüyordu. Apaçiler anlaşmalar yaparken, Yasa gereği halk olmadıklarım gördüler. Yurttaş olamazlardı. Kendi mülkleri olamazdı. Ve hayvanlar gibi, toplama kamplarının sevdikleri dağların vadilerinde kurulmasını anlaşmaya koyamazlardı. Çöle yerleştirildiler. Mısır yetiştiremiyor, meskal ya da çam fıstığı toplayamıyor; yukadan un yapamıyorlardı. Tayınlar açlıktan ölme sınırına kadar küçültüldü; Apaçiler hastaydılar, ölüyorlardı. Çöl kampı, imha fırınıydı. General Sherman, “Đmha,” dedi, “tek yanıttır. Bu yıl ne kadar çok öldürürsek, önümüzdeki yıl o kadar az öldürmek zorunda kalırız.” Sherman’ın sadık havarisi Sheridan liderini öfkeyle yankıladı: “En iyi kızılderili, ölü kızılderilidir.” Yalnızca umarsız inançlılar Geronimo’nun peşinden gidiyordu artık.

Apaçiler arasında Gerçeklik’i fiziksel dünyaya üstün tutanlar vardı; öldürülmeyi bekleyen birinin ruhta yaşamı araması gbi. Birçoğu maddi dünyaya sıkı sıkıya yapışmıştı ve fiziksel bedenlerini canlı tutmayı umuyordu. Birçoğu umutsuz bir savaşı sürdürdüğü için Geronimo’dan nefret ediyor ve onu başlarına gelen felaketlerin sorumlusu olmakla suçluyordu. Muhteşem Cochise savaşmıştı, fakat o bile kaçınılmazı görmüş ve teslim olmuştu. Apacheria arasında saygın bir yeri olan Mangas Coloradas karar vermiş ve barış için çalışmışı. Askerler bir ateşkes bayrağının altında onun kafasını kesip, kanı damlayarak ve hayal gibi bir direğe astıkları zaman ders alındı: Asker hükümeti, Apaçi’den, yaşamalarına izin verdiği için minnet bekliyordu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir