Tinaz Titiz – Sorun Nasil Cozulmez

Değerli dost Tınaz Titiz, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış makalelerini biraraya getirerek bir kitap meydana getirmiş. Kitabın prova baskısını bana da verdi. Adeta bir macera romanı okur gibi yazıları birbiri ardına okudum. Bütünün zihnimde bıraktığı lezzet, parçalarından daha doyurucu oldu. Tınaz Titiz’in uslubu akıcı, akılcı ve çok sevimli bir dozda alaycı. Şark toplumlarında Batı kültürünün etkisiyle yetişen bütün aydınlar gibi Tınaz Titiz kendinden ve çevresinden şikayetçi. Kitap bu bakımdan bir özeleştiri olarak da değerlenebilir. Özellikle önemli işler başarmak iddası ile bir göreve gelen üst yöneticiler için ise, adeta bir “ormanda iz bulma el kitabı”. Şark kültürünün, değişime karşı verdiği savaşın ilginç serüvenini bu kitapdan izleyebilirsiniz. Benim bu kitaba ilave etmek istediğim temel bir düşüncem var. Sakın, çözmeniz için getirilen problemleri çözmeye kalkmayın. Çünkü problemler, mutlaka ama mutlaka , iki ucu ballı (!) deynek haline getirilerek gerçek sorundan saptırılmış şekilde takdim edilir. Sorunun aslını tesbit edinceye kadar kılınızı kıpırdatmayın, yoksa adamı fena harcarlar. Uzun süre bakanlık yaptığı sırada, olaylara sempati tüccarı bir politikacı gibi değil, dürüst-aydın bir devlet adamı gibi yaklaşan Tınaz Titiz’e tecrübelerini okurları ile paylaştığı için teşekkürler. Ege Cansen Birkaç yıl önceydi.


Vitali Hakko ile konuşuyorduk. “Beyoğlu’nu korumalıyız, güzelleştirmeliyiz” diyordu. Bu konudaki çabalarını, karşılaştığı engelleri uzun uzun anlattı. Birkaç gün sonra, TBMM kulisinde M.Tınaz Titiz’le karşılaştım. Amerika’dan bahsetti. New York’un ünlü caddelerinin bozulmaması için, geçtiğimiz yüzyılda kurulan derneklerin çalışmalarından söz etti. Onların tüzüklerini amblemlerini gösterdi. O cadde de yaşayanların, caddeye nasıl sahip çıktıklarını anlattı. Titiz’den o dokümanları aldım ve gazetedeki köşemde yayınladım. Telefonlar yağmaya başladı. Başta Vitali Hakko. Ve daha pek çok İstanbullu. Hepsi de yazıda bahsettiğim belgeleri istiyorlardı. “Amerikan örneğinden yararlanmak gerektiğini” söylüyorlardı.

Herkes mahallesine, caddesine, sokağına sahip çıksın. Bunun için dernekler kuralım, örgütlenelim” diyorlardı. Gönderdim ve gerçekten birkaç dernek kuruldu. Bu olayı birgün Titiz’e açtım. Bana verdiği dokümanları nereden bulduğunu sordum. Şu cevabı verdi: – Mecliste bütçe müzakereleri sürüyordu. Gece yarısı birara meclis kütüphanesine gittim. kitapları karıştırırken, Amerika’da bir zamanlar böyle dernekler kurulduğunu okudum. Adreslerini buldum, mektup yazdım. İşte M.Tınaz Titiz’in en beğendiğim yanı. Düşünen, okuyan, araştıran bir siyaset ve devlet adamı. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu politikacı tipi. ——– PİAR-SİAR grubu HAYAT TARZLARI adını verdiği önemli bir araştırma yaptı. Bu çalışma sırasında sorulan sorulardan biri şuydu: En son nezaman kitap okuduğunuzu söylermisiniz? “Hiç okumadım” diyenlerin oranı yüzde 48.

4 “Uzun yıllardır okumuyorum, onun için hatırlamıyorum” diyenler ise yüzde 30.7. PİAR-SİAR’dan bir başka soru: En son okuduğunuz kitabın adını söyler misiniz ? “Hatırlamıyorum” cevabını verenler yüzde 31.5. Anlaşılıyor ki okumakla aramız pek hoş değil. Bu okumama alışkanlığı ile çağı yakalayabilmek kolay olmasa gerek. Bazen meclis kütüphanesine uğrarım. Okuma alışkanlığının hangi boyutta olduğunu ölçmek isterim. Ah keşke kütüphane tıklım tıklım dolu olsa … 5-10 milletvekili görürüm. Titiz her zaman o 5-10’nun içindedir. ——– Devlet Bakanı Mehmet Yazar’ın eşi Kübra hanımın kullandığı bir uçakla Bodrum üzerinde uçuyorduk. 2 yıl önce. Aşağıda gördüğüm kötü şehirleşmeyi, çirkin yapılaşmayı, beton yığınlarını belgeledim bol, bol resim çektim. Dönüşte bu resimleri çoğaltıp ilgili bakanlara gönderdim. İçlerinden birinden cevap geldi.

M.Tınaz Titiz’den. Resimleri aldığını, kötü yapılaşmanın önlenmesi için düşünülen tedbirleri uzun uzun anlatıyordu. …………………… 2000’li yıllara giderken okuyan, araştıran, yazan siyaset ve devlet adamlarına ihtiyacımız var. Dileğim M.Tınaz Titiz’in kitabını, diğer siyasilerin kitaplarının izlemesi. Yavuz Donat Önünden geçti ğin apartmanın üst katına bakmak… Demokrasi piramidi tam kurulamamış. Yönetenlerle, yönetilenler arasında, sorunların daha iyi kavranmasını sağlayacak kitle örgütleri yeterince gelişmemiş. O nedenle de sistem kendini yenileyecek iç diyaloğu sağlayamamış. Diyaloğun getireceği esnekliğe ulaşılamamanın sonucu, sert ve keskin virajlar almak zorunda kalmış. Demokrasisi, kesintilere uğramış bir ülkede yaşıyoruz… Eğitimimiz, daha ilk adımlarda hem ailede, hem okulda “Sen bilmezsin”, “Sen küçüksün, sus” üzerine kurulmuş. İnsanları ortak iş başarmaya, birlikte üretmeye, kaynakları geliştirmeye, organizasyona, diyaloğa değil de, “Emir dinlemeye”, “En iyi itaate” yönelen bir eğitim içine sokmuşuz… “Susmak”, “Bilgisizliğini göstermemek”, “Bildiğini anlatmamak” atasözlerinde yer alan bir erdem olmuş. Bir yolda ilerlemek için, hata yapılabileceği, yapılan hataları düzelterek doğrulara varılabileceği düşündürülmemiş. Verileni kabul etmek, daha fazlasını istememek, soru sormamak “iyi insanın vasfı” olarak görülmüş. Bize sunulanı olduğu gibi almak.

Var olan sorunları tevekkülle kabullenip, “Olur böyle şeyler” demek, toplumsal alışkanlık olmuş. Sorunların çözümsüzlüğüne inanmak, ardına arkasına bakmamak, düşünmemek içimize yerleşmiş. Islık bile çalacaksan, herkes gibi çalman, bir başkalık yaratmaman istenmiş. Buna inanılmış… Aziz Nesin, “Bir Şey Yap Met” piyesinde Supi Ustası Met’e başka bir ses aratır. Met o güne kadar 5 delikli olan Supi denilen çubukta yeni ses verecek altıncı deliğin yerini bulmaya çalışır. Toplumumuzda ise, yeni ses aramaksa adeta suç olarak görülmüştür. Binlerce, milyonlarca insan, yıllarca önlerinden geçtikleri evlerin üst katlarına doğru başlarını kaldırıp, “Acaba ne var ?” diye bakmazlar. İncelemek araştırmak adeta ayıp sayılır… İşte, bu durağan toplumda, evlerin üst katlarına “Acaba ne var ?” diye bakan, başka türlü ıslık çalıp, farklı bir ses çıkarmaya çalışan, Supi’ye altıncı deliği açma gayretine giren insanlara hasretiz… Sizi bilmem ama ben böylelerini görünce ellerim şişinceye kadar alkışlamak ve “Ohhh, bee. Bir farklı insannn.” diye haykırmak isterim. Hem bu kişiler her zaman, toplumda hemen öne çıkıveren insanlar da olmazlar. Bazen bir köşe başında, bir küçük tezgahta herkesden uzak farklı birşeyler yaparlar. Sıradan, halktan biri gibi dururlar. Bence Tınaz Titiz böyle birisi… Bir çok konuya bizlerden başka türlü bakıyor. Yer yer yorumlarına katılmasak da, başka türlü olduğuna itiraz edemiyeceğimiz bir bakış açısı var.

Bu farklı bakış, onun bu kitaptaki yazılarının ortak karakteri. Ayrı bir ortak yan daha var. O verileni bir ön veri olarak alıp kabul etmiyor. Verilenle yetinmiyor. Susmayı değil soru sormayı “erdem” olarak alıyor… Bir defa soru sormaya başlayınca da, ister istemez cevap arıyor. Cevap aramak, onu toplumda kalıplaşmış doğrulardan uzaklaştırıyor. Yani doğrulara varıyor. Orada da durmayıp yeni sorular soruyor. Yeni doğrulara varıyor… Lafı uzatmadan noktayı koymak gerekirse, başka türlü ıslık çalmaya, apartmanların üst katlarında, neler var diye bakmaya, Supi’de bu güne kadar açılmamış altıncı deliği açıp, yeni sesler bulmaya çalışıyor. İşte bu kitap, yer yer çok basit olaylar, basit detaylar için, yer yer önemli güncel konular için, aynı titizlikle arayışlar içindeki yazılar bütünüdür. Bir bütünün birbirinden kopuk halindeki parçalarını bir araya getiriyor… Seveceğiniz ve Tınaz Titiz’le birlikte sorular sorarak, kendi adıı nıza, belkide sadece kendi düşünce alanınızda, yeni yazılar yazacağınız umuduyla… Osman S. AROLAT ASANSÖRLER DÜ ŞER…! Zaman zaman haber kaynakları asansör kazalarını duyurur. Genellikle ağır yaralanma ve ölümle sonuçlananlar duyulur. Bir de büyük illerin dışındaki yerlerde büyük tirajlı basına yansımayanlar hesaba katılırsa bu kazaların oldukça sık olduğu görülür. Traji-komik asansör kazaları da vardır.

Kapısı açılmayan, yarı yolda kalan vb…! İlk anda bu gibi olayların, küçük apartmanlarda meydana geldiği, büyük binalarda olmayacağı sanılabilir. Durum öyle değildir. En önemli binalarda dahi olabilmektedir. Zaten konu incelendiğinde görülecektir ki kazalar, binaların küçük ya da önemsiz olduğundan kaynaklanmamaktadır. Kul yapısı olduğu için arıza da yapabileceği kabul olunmuş bu yaratıkların (!) arıza sıklıkları (peşpeşe iki arızası arasındaki ortalama süredir) acaba dünyada geçerli normların ne kadar üzerindedir ? Asansör yapım ve bakım firmalarına bakılırsa asansörlerimiz, endüstride ileri gitmiş ülkelerin ürünlerinden hiç de kalitesiz değildir. Arıza normaldir. İnsan bile hastalanıp öldüğüne göre, makineler arızalanamaz mı ? Önemli bir binanın asansörlerinin bakımından sorumlu bir teknik bölüm yetkilisi: “bu yaratığın ne zaman ne yapacağı belli olmuyor, bakıyorsunuz bazen iyi, bazen kapısını açmıyor !” diyerek veciz bir şekilde, asansör üzerinde kontrolleri olmadığını, aksine asansörün istediği zaman içindekileri hapsedebildiğini ifade etmişti. Konu üzerinde daha fazla birşey söylemeden önce, ülkemizde yalnız asansörlerin değil, benzer karmaşıklıktaki tüm donanımın (otomobiller, çamaşır makineleri, ev aletleri, endüstriyel tesisler vb) ithal malı olanlar da dahil (bir miktar az da olsa), gelişmiş ülkelere nazaran daha sık arıza yaptığını belirleyebiliriz. Bu konuda istatistikler olmasa da herkesçe yapılmış gözlemler herhalde bu yargıyı doğrulayacaktır. Ancak bir yanlış anlamaya yol açmamak için bir noktayı açıklamak gerekir: Her teknik donanım bir çevrede çalışır ve bazı girdiler kullanır. Otomobil, yolu bir çevre, yakıtı bir girdi olarak kullanırken; otomatik çamaşır makinesi, şehir suyu ve elektriği girdi olarak kullanmaktadır. Donanımlar bu çevre ve girdilerden bağımsız olarak düşünülemezler. Yol bozuk ya da yakıt kalitesi kötü ise otomobil yapımcısı, bu şartlara uygun araba üretemez. Şehir suyu içinde katı madde miktarı, kabul edilebilir seviyenin üzerindeyse buna bağlı arızalar yapımcı firma tarafından ancak ekstra donanım (filtre vbg) konularak, yani donanımı pahalılaştırarak önlenebilir. Asansörler için de aynı çevre ve girdi olgusu geçerlidir.

Bir asansör kabini içindeki kat düğmelerine toplu iğne sokularak garip komutlara itaat etmek zorunda bırakılan bir asansörün çalışması ya da arızasından, bir ölçüde de olsa onu kullananlar sorumludur. Bir ölçüdedir çünki bu gibi kötü kullanım şartları, dizayn spesifikasyonları içinde dikkate alınmış olmalıdır. Asansörlere hep aklı başında ergin kişilerin bineceği, gerçekçi bir dizayn şartı değildir. Bu düzeltme ile hatırlatılmak istenilen, donanımın yalnız yapımcısının değil, yapımcı kadar kullanıcının da etkisinin olabildiğini belirtmek içindir. Donanımın çalışma ve arızalanmasına etki yapan bir faktör de, bakımcılardır. Aynen kullanıcıda olduğu gibi, bakımcının da etkisi büyüktür. Nitekim, son derece kaliteli donanımların, ehil olmayan ellerde ne hale geldiklerini hep gözlemiş ya da yaşamışızdır. Bakımcıların sebep oldukları olayları karikatürize edebilecek bir olay, bu satırların yazarının başından geçmiştir. Bir parti hatalı parça ihtiva eden bir mamulün, hatalı parçalarının ücretsiz değiştirilip gerekli ayarların yapımı için lüzumlu ayar cihazları, tüm yurtta bakım örgütüne dağıtılmıştı. Yurdumuzun bir köşesinden gelen bir telgraf herkesi dehşete düşürmüştü: “Gönderdiğiniz parça (!), çok iyi sonuç verdi. Diğer arızalı cihazlara da takabilmek için acele 50 tane daha yollamanızı rica ederim.” Yalnız ayar için 1 adet yollanan ayar cihazını nasıl ve nereye takmışsa, arıza da düzelmiş (!). Bakımcılığın bu durumu, insanımıza gerekli eğitimi verebilecek mekanizmaların yokluğu ile ilgilidir. Aynı insan bir başka ülkede (mesela Almanya) çok başarılı olabildiğine göre, ülkemizdeki şartların uygunsuzluğunun, bu olumsuzlukları yarattığı bilinmelidir. İlk bakışta, donanım üreticilerinin bakımcıları eğitmesi gerekliliği düşünülebilirse de bu, yoldan çevrilen bir taksinin şoförüne önce araba kullanmayı öğretmeye benzetilebilir.

Yapımcı firmaların eğitim görevleri vardır ve belki de tam olarak yerine getirilememektedir. Ama onların bir altyapı olarak kullanmak durumunda olup bulamadıkları girdiler vardır. Meslek kursları, audio-visual eğitim malzemesi vb girdiler bunlardan birkaçıdır. Donanımların çalışmasına etki yapan nihai bir faktör de, o donanımları oluşturan parçalardır. Bir bütün, onu oluşturan parçalar kadar güvenilirdir. Bu basit yargı, güvenilirlik (reliability) denilen bilim dalının bir yasasıdır. Hangi donanım olursa olsun (asansör, otomatik çamaşır makinesi, elektrikli portakal suyu sıkma makinesi vbg), iki grup parçadan oluşur: 1 2 “Sorun nasıl çözülmez ?” Asansörler düşer…! (I) bütünün çalışmasını etkileyenler, (II)bütünün çalışmasını etkilemeyenler. Tüm estetik parçalar ikinci gruba girerler. Mesela donanımın marka etiketinin kopması, o cihazın çalışmasını genellikle etkilemez. Birinci gruptakiler ise bir zincir oluştururlar. Halkalardan herhangi birinin kopması (parçanın arızalanması demektir) donanımın çalışmasını bozar (yani zincir kopmuş olur). Bu bozulma, donanımın can güvenliği ile ilgili kısmındaysa, asansör konusunda bahsedilen kazalar meydana gelebilir. Bir asansörde çok sayıda olay, can güvenliğini etkileyebilir. Bunlardan en tehlikelisi halat kopmasıdır. Çelik halat, belli aralıklarla değiştirilme şartına uymamaktan dolayı kopabileceği gibi, belli limitlerin (en üst ve en alt katlar) aşılmasını engelleyen mekanizmaların çalışmayışı, paraşüt sisteminin çalışmayışı, kabin raylarının arızalanması gibi çok sayıda nedenden dolayı da olabilir.

Bir asansör donanımının çalışmasını ve aynı zamanda can güvenliğini de etkileyen parçaların (zincir baklalarının) sayısı yaklaşık 50 kadardır. Aşağıda, her parçanın güvenilirliğinin değişik değerleri için 50 parçadan oluşan sistemin bütününün güvenilirliği verilmiştir; Bu sonuçları yorumlarsak; birinci durumda yani her parçanın % 90 güvenli olduğunu kabul edersek, bütünün güvenilirliği ancak % 0.5 kadar olabilmektedir. Yani sistem ortalama olarak 1000 çalışmanın ancak 5’inde arızasız olabilecek 995’inde arıza yapabilecektir. En son halde ise yani her bir parçanın güvenilirliği milyonda 999,999 olması halinde -ki milyonda 1 arıza ihtimali demektir-, sistemin bütününün güvenilirliği milyonda 999,950 olmaktadır. Bir başka deyimle milyonda 50 ya da yüzbinde 5 olasılıkla arıza yapabilir demektir. Bu pratik olarak şu demektir: Bir apartmanda hergün ortalama 100 defa asansör kullanılıyorsa yaklaşık 7 ayda 1 defa arızalanması (ve kaza olması) ihtimalidir ve oldukça yüksek bir risktir. Şimdi bu asansöre bir paraşüt tertibatı eklendiğini ve paraşütün güvenilirliğinin 0.99 olduğunu (yani 100 defada ancak 1 defa çalışmayabilir) varsayalım ve paraşütlü asansörün güvenilirliğinin ne olacağını düşünelim. Bu takdirde; birinin meydana gelme ihtimali yüzbinde 5, diğerinin ise 0.01 olan iki ayrı olayın aynı ana tesadüf etme olasılığı bu iki sayının çarpımı kadar yani on milyonda 5 olacaktır. Yine apartman örneği ile düşünülürse, 66 yılda 1 defa kaza olması yani hem halatın kopup hem de paraşütün çalışmaması demektir. Asansör halatlarının belli aralıklarla değiştirilmesi zorunluğu işte bu sebepten doğmakta böylece daima riskin dışında kalınabilmekte ve kabul edilebilir bir güvenilirliğe erişilmiş olmaktadır. Ancak bu gereğin ülkemizde ne ölçüde yerine getirildiği incelenmeye değer bir konudur. Şimdi, son örnekteki kabul edilebilir güvenilirliğin sağlanması için gereken 0.

999999 lik parça güvenilirliğinin nasıl sağlanabileceği, daha doğrusu bunun nekadar mümkün olabileceğine gelelim ! Bu kadar yüksek güvenilirlik mümkündür; ancak, üretim, montaj ve bakımda görevli kişilerin çok özenli seçim ve eğitimi ile çok iyi bir kalite kontrol sistemini gerektirir. Asansör üretim, montaj ve bakımında ortalama vasıf düzeyindeki insanların çalıştığı, hatta zaman zaman (özellikle bakım işlerinde) vasat altı düzeyde elemanlar çalıştırıldığına göre, bu güven derecesi pratikte sağlanabilir değildir. Aslında bir toplumun yaşama biçimi ve değer ölçüleri ile kullandığı donanımın performansı arasında yakın bir ilişki vardır. Hatta bir bakıma yaşama biçimi ve değer ölçüleri, o toplumun ya da belli bir kesiminin başarıyla kullanabileceği donanımın karmaşıklığının (sofistikasyon) düzeyini de belirler. Ayrıca, teknoloji ile yeterince karşılaşmamış kişiler, donanımlara karşı aşırı güven duyabilmektedirler. Bir donanımın güçlü ve zayıf yanları konusunda yeterli bilgi ve/ya tecrübeye sahip olmayan kişiler için, teknik donanımların davranışları rastlantısal sayılabilir. Yazının başında aktarılan “yaratığın ne yapacağı belli olmaz” yaklaşımı işte böyle bir “teknolojiye yabancılık”ın sonucudur. Donanımları, birbirine bağlı baklalardan oluşan bir zincir ve zincirin kopmamasının da her baklanın ayrı ayrı kopmaması şartına sıkı sıkıya bağlı olduğu bilincinin hemen hemen hiç olmadığı bir alan da karayolu trafiğidir. Bir aracın kaza yapmaması için : * Aracın kritik parçalarının (rod, fren, direksiyon mili, lastik vb) arıza yapmaması, 3 4 “Sorun nasıl çözülmez ?” Asansörler düşer…! GÜVEN İ L İ R L İ K bir parçanın 0.90 0.99 0.999 0.9999 0.99999 0.999999 bir sistemin 0.

005 0.605 0.95 0.995 0.9995 0.99995 * Araç sürücüsünün “her an” kurallara uyması (enaz 10 hayati kurala) * Yol şartlarının uygun olması (yoldaki çukurlar, buz, sis vb) * Karşıdan gelen tüm araç ve sürücülerinin (binlerce) aynı şartları taşıması Her madde kendi içinde bölünürse yaklaşık 40 zincir baklası ortaya çıkacaktır. Asansör örneğine benzetilirse: Buna göre en yüksek güvenilirlik halinde bile (her ögenin yüzbinde bir oranında hata yapması), bir kaza olmaması ihtimali onbinde 9996’dır.Yani onbinde 4 oranında bir kaza ihtimali vardır. Bu ise çok yüksek ve kabul edilemez bir ihtimaldir. Nitekim hergünki trafik kazalarının sıklığı, bu hesabın nekadar geçerli olduğunu göstermektedir. Sürücülerin bu zincir örneğini tam algılayamaması, kazaları birer “kötü şans” gibi görmelerine ve kuralları hiçe saymalarına neden olmaktadır. Veriler bunlar olduğuna göre yapılması gereken(ler) nelerdir ? Asansör halatlarının kopmasını beklemek, bu şartlarda kaçınılmaz görünmektedir. Acaba bir kuruluş asansörleri denetlerse kazalar önlenebilir mi ? Yukarıda yapılan basit hesap göstermiştir ki, denetim (halatların belli zamanlarda değiştirildiğini anlamak için), işin küçük bir parçasıdır. Geri kalan kısım ise tamamen üretim ve bakım işleriyle ilgilidir. Görünen odur ki, üretim ve bakım personelini tam olarak eğitmenin dışında bir yolla kazalar önlenemez.

Öncelikle bu iki grup personele, burada gösterilen basit ama etkileyici hesap tam anlatılmalı ve böylece yaptıkları işin bilincine varmaları sağlanmalıdır. Halen bu bilincin var olduğu söylenemez. O halde maalesef asansör kazaları bu bilinç geliştirilene kadar muntazaman olmaya devam edecektir ! Konuya, parçaların yüksek güvenilirliğinin niçin sağlanamadığı şeklinde bakmaya devam edilirse şu görülecektir: Parçaların üretimi, montajı ve bakımında gösterilen özen, güvenilirliği belirlemektedir. Burada dikkat edilmesi gereken ince nokta, herhangi bir parçanın en ilkel halinden (mesela çelik bir parça için, ilk demir-çelik üretiminden) itibaren çok sayıda aşama geçirerek nihai halini alıp yerine oturtulduğudur. Bu uzun sürecin her adımında yeralan; bileşim, testler, şekillendirmede hassasiyet, montajdaki özen, nihai testlerdeki dikkat eksiklikleri birbirinin üstüne eklenip tesadüf gibi görünen “şanssızlıkları (!)” doğurmaktadırlar. Halbuki dikkat edilirse bütün bunlar, yaşam biçimimizin izlerini taşımaktadırlar. Günlük hayatımızın çoğu safhasında farklı ağızlardan, farklı usluplarda duyduğumuz; “boşver”, “idare eder”, “bu şartlarda bu kadar olur”, “daha iyisi can sağlığı”, “okadar incesine bakmıyacaksın”, “bizim şartlarımız, …….den farklıdır, orada öyle olabilir” vbg deyimler, asansör parçalarına nüfuz etmekte, onların güvenilirliğine toplumun bazı yoz değer ölçülerinin damgasını vurmaktadır. İşte bu yüzden asansörlerimiz düşmektedir; bu değer ölçülerimizi değiştiremezsek düşmeye devam da edecektir. Bu durum karşısında yapımı gerekenler ayrı bir makaleye konu olabilir. Ancak yapılmaması gerekenin ne olduğu araştırılırsa görülecektir ki, bir kurumun bu işi üstlenerek çok sıkı genelgeler yayımlaması, hatta denetçiler salması problemi çözemeyecektir. Eğer tek cümle ile yapımı gereken ifade edilmek istenilirse; doğru sistem kurmak ile her düzeyde eğitim yapmak denilebilir. ****** 5 6 her baklanın güvenilirliği 0.90 0.95 0.

99 0.999 0.9999 0.99999 kaza olmama ihtimali 0.0147 0.1280 0.6689 0.96 0.996 0.9996 “Sorun nasıl çözülmez ?” Asansörler düşer…! KAMU YÖNETİMİNDE ETKİN BİR ARAÇ: POLİTİKA DOKÜMANI ….! Toplumumuzda politika kadar, birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılan sözcük azdır. Türk Dil Kurumuna göre: 1. “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı”, 2. “Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşamak, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanmak gibi yollarla işini yürütme” TDK’nun tanımında ilginç olan nokta aynı bir sözcüğün, birbirinden bu kadar uzak iki kavram için de kullanılabilmesidir. Birisi yüce bir sanat, diğeri de insanları aldatma becerisi olan bu iki kavramın aynı kelimeyle ifade edilmesi, birinci anlam ve onun kullanılacağı amaçlar için gerçek bir şanssızlıktır.

İşin ilginç yanı, toplumumuzda bu iki anlamın birleşerek; devlet yönetimi ile uğraşanların, TDK’nun ikinci tanımındaki niteliklere büründürülmesidir. Bu olgunun pratik sonucu, devlet yönetiminin ahlaksızlıkla mümkün olabildiği gibi çarpık ve tehlikeli bir anlayışın yerleşmiş olmasıdır. Politika sözcüğü ancak sakınılması gerekli, pis ve karanlık işler için kullanılan “bulaşmak” fiiliyle birleşerek, “politikaya bulaşmak” gibi bir deyim halini almış ve zamanla hakaret anlamı yumuşayarak politikacılığın sürekliliğini vurgulayan”politikaya bulaşan ondan kurtulamaz!” gibi, devası olmayan bir hastalıkla özdeşleşmiştir. Karikatürlerin çoğunda (yerli), düzenbaz tipleri simgelemek için, frak giymiş bir politikacı çizmek alışılan ve herkesin de kolayca anlayabildiği bir anlatım olmuştur. Bu makalede bu talihsiz olgunun sebepleri irdelenmeyecektir. İşaret edilmek istenen, politikaya bizim ve batılının verdiği anlam farklılığıdır. Bu makalede politika için daima, TDK’nun birinci tarifindeki anlam kullanılacaktır. Makale konusu, politikanın anlamı olmamakla beraber üzerinde durulmasının bir nedeni de, (politika) sözcüğünün birçok kelimelerle yanyana gelmesinden duyulan yanlış tanım ve bilgilere dayalı rahatsızlığa işaret edip, bu rahatsızlığın yersizliğini ve neye mal olduğunu vurgulamaktır. Bu makalenin yazarının katıldığı, bilim-teknoloji konulu bir panelde, oldukça ünlü bir bilim adamı; “politikayı hiç olmazsa bilime bulaştırmayalım ! ” diyerek, politika sözcüğünün ne gibi yanlış anlam çağrıştırdığını göstermişti. Eflatun’a göre politika sanatların en yücesidir. Çünki toplumun refah ve mutluluğunu sağlayabilecek bir araçtır. Politikanın bu anlamına yakışır şekilde kullanılmadığı ifade edilmek isteniyorsa onun yolu başka olmalıdır. Aksi halde iyi kullanılmayan her iyi araç için (mesela bilim için) aynı çirkin benzetme yapılabilir. Bu yazıda politika Eflatun’un kullandığı anlamda kullanılacaktır. Kamu yönetimine konu olan çeşitli sosyal ve ekonomik olguların yönetimi ya da sorunların çözümü, çoğu zaman bazı faktörlerce güçleştirilir.

Bunlar: * Çözümün çok tarafı ilgilendirmesi nedeniyle; kimin, neyi, nasıl yapacağı ve bunların nasıl koordine edileceği konusunda karışıklık bulunması, * Çözümlerin uzun zamana yayılabilmesi ve bu süre içinde görevlilerin değişebilmesi dolayısıyla doğan kesintiler ve benzeri faktörlerdir. İşte politika dokümanları, bu karışıklığa çözüm olabilecek araçlardır. Bir politika dokümanı 3 bölümden ibarettir: I – Amaçlar, hedefler II – lkeler III – Araçlar Bunların kısaca açıklanıp, örneklerle, anlamlarının güçlendirilmesi gerekirse: Amaçlar, Hedefler; politika dokümanının ilgi alanında varılmak istenen noktaları nitel ve/ya nicel şekilde ifade eden bölümdür. Mesela; Turizm Pazarlama Politikasının* hedefleri: a. Mevcut turizm ürünlerimizden azami gelirin sağlanır durumda olunması, b. Potansiyel ürünlerimizin kullanıcı ve/ya yatırımcılara pazarlanması Bilim ve Teknoloji Politikasının* hedefleri: * Araştırma eğilimli toplum (izah) * Bilgi toplumu (izah) * Yeterli nitelik ve nicelikte araştırmacı (izah) * Mükemmel insan dokusu (izah) * Rekabet gücü (izah) * Innovation toplumu (izah) İlkeler; Hükümetin genel sosyo-ekonomik tercihlerinin, politika dokümanının ilgi alanına yansımasını sağlayan hükümlerdir. Bir benzetmeyle; hedefle araçlar arasındaki yolu (çevre, iklim) tanımlar. Örnekler; Devletin ortam yaratıcılık rolü, rekabet ilkesi, küçük ve güçlü bakanlık ilkesi gibi !

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir