Funda Ozlem Seran – Ecel

Siz bu sırayla okuyacaksınız “Ecel”in ilk dokuz bölümünü. Geriye doğru sayacak ve inşallah bir gün tamamını da okursanız “0”da noktalayacaksınız romanı. Bense üç yılda yazdığım o 111 bölümün tümü sizlerle buluşana kadar saymaya devam edeceğim. Aralık 2005’te başladı ilk romanım, ilk göz ağrım “Ecel”in macerası. Başlarda sarsaktık ikimiz de, yeni tanışıyorduk. Ne ben onu tanıyordum, ne de o bana güveniyordu. Hatta ben bile koskoca romanı yazıp bitirebileceğime pek inanamıyordum. Derken alıştık birbirimize; hatta öyle bağlandık ki, yazarken zaman nasıl geçti onu bile anlamadım. Bir de bakmışım 2008 Ekim’indeyiz ve ben Xasiork 2008 Roman Yarışması’na yetiştirmişim “Ecel”i. Üstelik Haziran 2009’daki ödül töreninde de ikincilik alarak bir kez daha şaşırtmış beni. Kendisi yeterken bir de ödül kazandırmış bana. Dile kolay tam 180.000 kelime – ki aslında ilk taslak bundan da fazlaydı ama utanıp kısalttım, sonraya sakladım bazı yerleri. Zaten hep bir seri olarak düşünmüştüm “Ecel”in maceralarını. O kadar korku, komedi ve tuhaflık sığacak gibi değildi tek kitaba.


Şimdi bile düşünüyorum kara kara: Tüm o 180.000 kelime nasıl ulaşacak okurlara, 180.000’den sonrası nasıl yazılacak, devamı nasıl gelecek? Hepsi kafamda aslında ama yine de merak etmeden duramıyorum. Bakalım siz de ilk 15.000 kelimeyi okuduktan sonra gerisini merak edecek misiniz? Umarım edersiniz; çünkü “Ecel” çok istiyor sizlerle buluşmayı. Başımın etini yiyor basılsın, okunsun, devamı yazılsın diye. Ben onu kıramıyorum, dilerim siz de kırmaz ve yalnız bırakmazsınız onu bu yolculuğunda. Daha çok başındayız yolun. Doyumluk değil tadımlık bir bölüm buradaki sadece. Ama belli mi olur, bakarsınız yakında tam haliyle çıkar karşınıza. O zaman birlikte görürüz artık korkunun Ecel’e faydası var mı, yok mu? Sizlere “iyi okumalar” demeden önce, başta Ecel’in ilk bölümlerini yayınlama fikrini ortaya atan Ozancan’la, görmüş olduğunuz o güzel kapağı tasarlayan Gökcan olmak üzere tüm Buzul Dünya ekibine teşekkürlerimi ileteyim. Birlikte çok güzel işlere imza atıyorlar ve dilerim gelecekte daha da iyi projelerde yine birlikte çalışmaya devam ederiz. 6 111. “Bismillâhir-rahmanir-rahîm…” Söyleyebildiğim tek şey buydu. Karşımda üç metrelik ve yeşil kas yığınlarından oluşan bir cin duruyordu; benimse tek yapabildiğim Besmele çekmekti.

Aslında devamını getirebilsem bayağı iyi bir başlangıç olabilirdi. Ama ben Nas suresinin sözlerini unutmuştum. Biliyorum, utanç vericiydi. Cin, yılanı andıran gözleriyle bana bakıyordu. Tıpkı masallarda anlatılanlar gibiydi: Hani bir dudağı yerde bir dudağı gökte cinsinden. Ve boğazından derin bir hırıltı yükseliyordu. Korkunç suratını bana doğru yaklaştırdı: Havayı iğrenç bir koku sarmıştı. Gördüğüm en ilkel cinlerden biriydi ve ilkel olduğu kadar da saldırgandı. Benimse kendimi ona karşı savunacak hiçbir silahım yoktu. Bu Allah’ın belası yere ilk geldiğimde kullandığım tüfeğin mermileri bitmişti, palam öldürdüğüm cinlerden birinin üzerinde kalmıştı, bıçağım dövüş sırasında elimden düşmüştü ve tabancamın nerede olduğunu Allah bilirdi! Şu anda bu canavarın karşısında tamamen çıplak duruyordum; şey, tabii ki çıplak değildim ama silahlarım olmadan kendimi çıplak gibi hissediyordum. Mesleki deformasyon, ne yaparsınız… Cin giderek sinirleniyordu, kafasını kaldırarak kükredi. Bense onu kızdırmamak için elimden geleni yapıyordum; kımıldamıyordum, hatta nefes bile almıyordum. Yine de yeşil dev, yumruk yaptığı elini bana doğru 7 savurdu. Allah’tan sadece yumruğunun rüzgârı çarpmıştı bana ama bu bile korkmama yetmişti, bir şeyler yapmalıydım. Boynumdaki muskayı kazağımın altından çıkarttım ve onu sıkıca tuttum.

Đçimden yavaşça Ayetel Kürsi’yi okumaya başladım. Bazen sırf inanç bile, gerçekten güçlüyse, yeterli bir silahtı. Bazen… O anda gelen darbeyi görmedim bile. Hoş, görsem de savuşturabilir miydim bilmiyorum. Müthiş bir çarpmayla birlikte havada uçtuğumu hatırlıyorum sadece. Ve sonra hızla duvara çarpıp yere düştüm. Đşte tekinsiz harabelerde dövüşmemenizi gerektiren ufak bir nokta: Etrafta bir sürü yıkıntı olduğu için muhtemelen yediğiniz dayağın üstüne bir de oraya buraya çarpmaktan haşat olurdunuz. Yani bir çeşit ‘bir ben korum bir de yer koyar’ vakası. Tabii en başta tekinsiz harabelerde ne işiniz olduğunu da sorabilirdiniz kendinize. Ben sormayı çok önceleri bırakmıştım. Kötü düşmüş olmama rağmen hâlâ yaşıyordum. Başım biraz uğulduyordu ama halime şükrettim. Dua etmenin yararları… Dizlerimin üzerinde doğrulmaya çalıştım ama daha ayağa kalkamadan arkamda bir kükreme duydum. Aynı anda iri eller beni sırtımdan ve saçlarımdan tutarak kaldırdı: Yine havadaydım ve bundan nefret ediyordum. Sadece yükseklik korkusundan değil, bu kadar küçük olmak ve oyuncak gibi oradan oraya savrulmak da sinirlerimi bozmuştu.

Kızmak iyiydi, bana güç kazandırıyordu. Tabii havada uçarken güçlenmek pek de işinize yaramıyordu. Kendimi bu sefer yıkıntının öteki tarafında buldum. Sol tarafıma düşmüştüm, kolum çok acıyordu. Ve hızını alamayan dev cin üzerime doğru geliyordu. Ama iyi tarafından bakın: Düştüğüm yerde bıçağımı bulmuştum. Sevgili çift dökümlü cefakâr bıçağım. Sağ koluma bir şey 8 olmadığına şükrederek bıçağı kavradım. Dev iyice yaklaşmış, üzerime atlamaya hazırlanıyordu. Gel küçük canavarcık, bana gel! O, bana saldıracakken ben çömeldiğim yerden hızla doğruldum. O eğildiği, ben de zıpladığım için kolay olmuştu. O kolları açık halde gelirken, ben de zıplayarak bıçağı ona doğru savurdum. Bıçak gırtlağından çenesine doğru saplandı ve ben onu hızla aşağı çektim. Cin bağırmaya çalıştı ama boğazı parçalanmıştı. Acı içinde tepinerek yumruklarını bana savurdu.

Birini savuşturdum ama ikincisi şiddetle kulağımda patladı. Yine yerdeydim fakat pes etmeyecektim. Başımın içinde şimşekler çakmasına aldırmadan yerde süründüm. Hâlâ tepinmekte olan ve artık hareketlerini kontrol etmekte zorlanan deve yaklaştım. Tabii ya, bunu daha önce nasıl düşünememiştim! Ben kısaydım, o ise kocamandı. Bu kadar basit! Dizlerimin üzerinde emekleyerek cine iyice yaklaştım. Henüz benim farkımda değildi, boynu çok acıyor olmalıydı. Đyi, şimdi daha çok acıyacaktı. Sürünerek onun altına geçtim, birden sırtüstü döndüm ve bıçağımı kasıklarına sapladım. Cin ya da insan; her erkekte işe yarayan bir hamleydi bu. Ben arkasına geçip ayağa kalkarken, cin müthiş bir çığlık atarak yere kapaklandı. Artık o kadar da uzun değildi. Hemen sırtına atlayarak bıçağı tekrar sapladım. Silkelenerek beni üstünden atmaya çalıştı ama bıçağı çok derine batırmıştım. Diğer elimle de cinin sivri kulağına sıkıca tutundum.

Bu onu daha da kızdırdı; etrafa saldırmaya, deli gibi dönüp durmaya başladı. Kolumu boynuna dolayıp bıçağımı yerinden çıkardım ve gene sapladım. Sonra tekrar, tekrar ve tekrar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir