Gina L. Maxwell – Aşkta Havlu Atma Sanatı

62 model Harley Panheşd’inin gidonunu Lou’s Rivervievv’un çakıl yoluna kıran Aiden O’Brien, Louisiana, Alabaster’ın sınırına konuşlanmış ormanlık alandaki derme çatma barı ilk kez gördü. Dışarıdan bakınca daha iyi günleri olmuş, tek katlı, genişçe bir eve benziyordu. Virane ahşap dış kaplama ve çatlak temeli kullanılabilir sayılsa bile burası İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinden kalmış gibiydi. Kapının üstündeki tabeladaki harfler kayıptı; güneşin rengini açmadığı koyu renkli yerler, mekânın adının “Lo ‘s River ew” olduğunu söylüyordu. Motorunu kapının yakınına park edip botunun lastik tabanıyla ayaklığı indirdi. İnlemesini güç bela bastırarak sağ bacağını koltuğun üzerinden geçirdi. Massachusetts, Boston’dan buraya kadar motor sürmek açık yolun ve kırsal manzarasının tadını çıkarmak için harika bir yoldu. Maalesef aynı zamanda, vücudunu bir cehenneme maruz bırakmanın harika bir yolu olduğu da ortaya çıkmıştı. Batı Virginia ile Kentucky arasında bir yerlerde başlayarakkuyruksokumunda bir ateş yanmaya başlamıştı. Missis7 S Gina L. Maxwell sippi’ye vardığında alevler omurgasından yukarıya doğru bir yol izleyerek kürekkemikleri arasına yerleşmişti. Eski Panhead’ini ne kadar çok sevse de aracın bir gezi motoru olarak tasarlanmadığı kesindi. Bacaklarını esnetirken “patika” tabirinin, aslında Fransızca “kızartma” anlamına gelip gelmediğini merak etti. Artık rüzgârın serinletici etkisi de olmadığından Aiden kendini, ısıtıcı lambanın altında kuruyan, dünden kalma bir tavuk gibi hissediyordu. Binanın köşesindeki klimanın vızıltısı, içeride güneşin kavurucu ışınlarından bir sığınma bulabileceğine dair umut veriyordu.


Güneş gözlüklerini tişörtünün yakasına asarak köhne ağır kapıyı açıp içeri girdi. Buranın, çoğu eski bar ya da meyhanelerden pek de farklı görünmediğini düşündü. Ahşap kabinler, geniş salonun kenarlarına dizilmiş, ortası ise alabileceği kadar çok masayla tıklım tıkış doldurulmuştu. Her bir kabinin tepesinde, lamba yerine geçen ancak zamanla ve tütün dumanıyla sararmış plastik kubbeyle kaplı ampullerden başka bir şey yoktu. Arka taraftaki bir başka odada, ani sinirlenmeler için kolay silahlar olarak kullanılabilecek oyun çubuklarını savururken içki içmekten hoşlananlar için bilardo masaları ve eski püskü kanepeler var gibi görünüyordu. Sağlam, meşe bir bar, hafif bir U şeklinde sağ duvarın oradan çıkıyordu. Bir salı günü, henüz öğleden sonra olduğundan mekân barmen ve öndeki masalardan birinde poker oynayan dört moruk hariç bomboştu. Kirli kıyafetleri, çenelerindeki birkaç günlük sakalları ve dördünde toplam en fazla on tane olan dişleriyle Aiden bunların evsiz mi, yoksa Alabaster’ın tipik sakinleri mi olduklarını merak etti. Kolunun tersiyle alnını silerek bara yöneldi. Boğazı, Sahra çölü gibiydi ve Aiden bunu değiştirme niyetindeydi. 8 Aşkta Havlu Atma Sanatı § Sonra da biraz sohbet kurarak kendisine verilen bilginin hâlâ geçerli olup olmadığını -öyle olmasını umut ediyordu- öğrenecekti. Sonra da arkadaşına iyi haberleri verip yola koyulacaktı. Gerçi Boston’a geri dönmeyecekti. Bu iş, Aiden’ı sonunda eski mahallesinden çıkararak ona iyilik etmişti. Artık çıktığına göre de beş yıl önce, hayatını -ve en yakın dostununkini- mahvettiğinde neden oradan uzaklaşmadığını düşünüyordu.

Belki yaz boyunca Harley’inin sırtında ülkeyi gezerdi. En beğendiği yerde kalır, kendine ait bir motor tamirhanesi açar ya da başkasının yerinde çalışırdı. Motorlarla çalıştığı müddetçe fark etmezdi. Hayatının en korkunç gecesini kendine birkaç saat olsun unutturacak denli kafasını dağıtan tek şey buydu. “Ne alırsın?” Barmen, kuruladığı kulplu bardağı arkasındaki rafa koydu, avuçlarını tezgâha yerleştirdi ve beklemeye koyuldu. Aiden cüzdanını açıp içinden bir beşlik çıkardı. Bunu adama uzatıp “Büyük bir su alırım ve biraz da sohbet fena olmaz,” dedi. Barmen bir kaşını kaldırıp bir banknota, bir Aiden’ın yüzüne baktı. Muhtemelen Aiden’ın tam olarak ne istediğini çözmeye çalışıyordu. Beş papel, bilgi almaya çalışan birinin vereceği türden bir para sayılmazdı. Öte yandan bedava bir içecek için de iyi bir bahşişti. Aiden, yüzünü tehditkâr olmayan bir ifadeye nasıl sokacağını hatırlamakla uğraştı. Bu, bir zamanlar olduğu kadar kolay değildi artık. Vücudunu parlak renkli dövmelerle kaplayıp birkaç tane de piercing takınca, görünüşünün aksini söyleyen dostane bir gülüş olmaksızın seninle konuşmadan önce insanlar iki kere düşünüyorlardı. 9 B Gina L.

Maxwell Dolayısıyla Aiden aradığı kişiyi bulmak istiyorsa rol yapmak zorundaydı. Üzerine düşen azıcık çabayı göstermezse kızın havadan kucağına düşeceği falan yoktu. Neyse ki barmen onu kurtarıp ilk hamleyi yaptı. Adam elini uzatıp kendisini Johnny Anders olarak tanıttı. Aiden adamın elini sıkıca kavrayıp birkaç kez salladı. “Irish.” Johnny soru sorarcasına kaşlarını kaldırınca ekledi: “Sadece Irish.” Buradaki ya da herhangi bir yerdeki kimsenin, gerçek ismini bilmesine gerek yoktu. Kendini her tanıttığında geri çağıracaksan geçmişi ardında bırakmanın ne manası vardı? “Tamam o zaman. Sadece Irish olsun.” Johnny, muhtemelen kendisine yüklü bahşişler kazandıran gülümsemesiyle yeni temizlediği kulplu bardağı alıp asitli içecek musluğundan su ve buz doldurdu. “Nerelisin bakalım?” Arkasındaki poker oynayan grup bir anda hakaretlerle tartışmaya başladı. Aiden, omzunun üzerinden baktı. Bir adam, arkadaşının hile yaptığına dair şüphelerini haykırırken öyle sert bir hareket yaptı ki yarı dolu birası sıçrayarak Aiden’ın birkaç adım ilerisinde yere döküldü. Johnny sakin olmaları için adamlara bağırıp yine temizlemesi gereken bir başka pislik hakkında kendi kendine söylendi.

Aiden kurumuş dudaklarına bardağını götürüp başını arkaya yatırarak suyun her bir zerresini kafaya dikti. Derinden bir rahatlamayla nefes verip bardağı geri iterek adamın yeniden doldurmasını istercesine başını salladı. “Boston,” dedi sonunda. Bilgi almak için sohbet açmak gibi bir amacı varsa her seferinde birkaç heceden daha fazla konuşmaya çalışması gerekiyordu. Ancak daha bunu denemesine fırsat kalmadan OFİSLER yazılı bir tabelayla işaretli arka koridordan gelen ayak seslerini işitti. 10 Aşkta Havlu Atma Sanatı § Uzun, kızıl saçlarını atkuyruğu toplamış bir garson odaya girdi ve saçına son dokunuşları yapmak üzere duvarda asılı duran aynalı Miller tabelasını kullandı. Genç kadın… nefes kesiciydi. Karın boşluğuna beklenmedik bir yumruk yemişçesine içinin burkulması, onu hazırlıksız yakalamıştı. Aiden, daha ilk görüşte vücudunu böylesine dize getiren bir kadınla en son ne zaman karşılaştığını hatırlayamıyordu. Görünüşe bakılırsa penisinin hatırlamakla ilgili bir problemi yoktu ve bunu kanıtlamaya can atıyordu. Genç kadın kot pantolonunun kasık kısmındaki gerginliği fark etmesin diye sol botunu, rahat göründüğünü umarak bar boyunca uzayan metal ayaklığa yerleştirdi. Bu kadının klasik bir güzelliği yoktu. Akla resmi kıyafetleri, sımsıkı topuzları ve şampanyaları getirmiyordu. Daha ziyade askılı elbiseler, yaz esintisiyle havalanan saçlar ve canlandırıcı limonun tatlı keskinliği… Kahretsin. Aiden parmaklarıyla alnını ovuşturdu.

Son birkaç saattir motor sürerken sıcak çarpmış olmalıydı. Evet, sıcak çarpması gayet iyi bir sebepti. Buradan devam edecekti. Çünkü diğeri -yani bir kadını limonataya benzetmesi- iktidarından feragat etmesi, erkeklik kartına elveda demesi anlamına gelirdi. Karşı cinse duyduğu son dönemdeki hissizliğine tehdit teşkil eden kadınla aynada göz göze geldi. Soğuk bakışlarıyla onu şöyle bir inceledi. Aiden’ın ilgisine karşılık olduğunu düşündüğü bir parıltı, bir anlığına çakılmış bir kibrit gibi alevlendikten sonra kız ateşi söndürerek bakışlarını başka yöne çevirdi. Alnına, ilgilenmiyorum yazan bir dövme yaptırsaydı bile bundan daha açık bir mesaj vermiş olmazdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir