Gürsel Korat – Kayseri’de ve Şehirlerimizde Sokakların Ölümü

Sokak yazıları iki fotoğraf yüzünden başladı. Bunlardan ilkinde sabahın erken saati olduğu belliydi, herkes pırıl pırıl giyindiğine ve ilerideki camiden insanlar çıktığına göre bir bayram namazı kılınmışa benziyordu. Yozgat’ın Çandır ilçesinde, bugün fotoğraftaki minare dişında kalan her şeyin yerinde yeller esiyor. Yıl, bir olasılıkla 1950 başları olmalıdır. İlginç olan, o zamanın “otobüsü” sayabileceğimiz bir kamyon, günümüz modernliğine giriş yapılan bir tarihi işaret eder gibi insanlara bakınıyor. Bu fotoğraftaki sokak artık yoktur. 5 İkinci fotoğraf, sokak arasına gerilen bir siyah tente önünde çekilmiş anı fotoğrafıdır: 1947 Antakya. Babamın fotoğrafı. Bu fotoğrafta artık yaşamayan bu adam, artık sokaklarda çekilmeyen anı fotoğrafları ve bilinmeyen sokaklar vardır. Bu nedenle ben sokaklara düştüm, bilinende bilinmeyeni aramak, anılarımın ve başkalarına ait anıların kaldırımlardaki izlerini bulmak için yürüdüm. Bunun için bir kalemle bir fotoğraf makinesine ihtiyacım vardı. 6 Sözün Ö zü Kapadokya merkezli bir noktadan, Kayseri’den yola çıkarak, sokaklardan, eski yollardan ve örenlerden geçip Kayseri’nin tektonik kardeşi Pom pei’ye kadar uzanan bir coğrafyanın sözleriyle konuşacağım. “Sok ak ” kavramı temel izleğim olsa da, sokaklardan geniş meydanlara, uçsuz bucaksız yollara, denizlere ve dağlara ulaşıldığını bilm iyor değilim . Sokak gezgini olarak yürüdüğüm bütün kentlerde, dağlara ve denizlere baktığım da bile, sokağa ait izlenimler edinm ek için yürüdüğümü belirtmeliyim. Bu kitabın ana sözü sokakların sözüdür.


Kentlere bakıp seçm eci davrandığım doğrudur; neden dağ, ırmak, anıtsal yapılar veya m eydanlar ekseninde değil de sokak ekseninde düşündüm? N a if bir geçm işe özlem duygusu içinde miyim? Hayır, bir ülkenin kendine özsaygısını sokaklarından an layabileceğimize inandığım için böyle bir seçim yaptım . Ç ü n ­ kü sokak artık m odern dünyamızda işlevi sorgulanabilir bir kent birimidir; sokak ve kent neredeyse iki karşıt oluşum oldu; otoyol, cadde ve site, sokaklar için gerekli bir deyim değildi; kentleşm eyle birlikte sokaklar yalnızca gidilen (yahut gelinen) yollar oldular: sokaklar girilmez levhalarının asıldığı yerleşim birimlerine dönüştü. Sokaklarını koruyan bir ülkenin “vatan olabileceğini” düşünüyorum, sokaklarını yok eden bir ülkenin ise bir barınaktan öte anlam ı yoktur. Bu nedenle “varanım ” deyince yüreğim ağır bir sızıyla inliyor. 7 B audelaire’in geçen yüzyılda “dünyanın başk en ti” adını verdiği İstanbul, heyecan verici bir tarihsel dokuyu korumak için Venedik’ten daha az şanslı değildi; R om a ise İstanbul’un rakibi bile olamazdı am a bugünkü haliyle İstanbul bu kentlerin eline su dökemez. Yüreğim gerçekten sızlıyor ve canım sıkılıyor. O ysa ülkemizde İtalya’yı aratm ayacak kadar R om a, Yunanistan’ı ikiye katlayacak kadar Yunan kalıntısı olduğunu söylemek hiç de abartılı bir şey değildir. D ahası var: üzerinde yaşadığımız coğrafyada yalnızca ülkemizde varolan bir tarihsel miras da göze çarpar. H itit, Lidya, Likya, Frigya, Kapadokya, Pontus, Selçuklu ve O sm anlı uygarlıklarının anayurdu burasıdır. H itit dönem inden beri yapılagelen m egaron tipi evlerde oturan A nadolu köylülerinin evine aldırmayıp, H itit G üneş Kursu’na saldırm ak, Yunanca ve Erm enice kökenden gelen sayısız sözcük kullanırken, Yunan ve Erm eni yapılarını yok etmek, Rom a çağında yapılmış kaleleri salt Selçuklular on ardığı için koruyup, R om a’dan beri söylenegelen kimi yerleşim merkezlerinin adlarını değiştirm ek A n ad o lu ’nun çocuklarına yakışmıyor. Bu ülkede M oğollar’dan başkası son altm ış yılın yöneticileri kadar yıkıcı davranm adı. Bu fikir kuraklığının saldırısını ilk keşfettiğim yer Kayseri oldu. Kayseri için bir sokaklar mersiyesi yazmak istedim; an ­ cak ülkemizin -hemen hemen- tüm kentlerinin aynı yazgıyı paylaştığını farkettim. Bu yapıt artık bir sokak ağıtçısının sanayi ve ticaret eliyle yok edilen kültürel dokuya sahip çıkm a savaşına dönüştü. K entler halkın malıdır.

B atıda kent yönetim inin adının “com une” oluşu karşısında ülkemizin “belediye” lerinin olm ası, yani merkezi iktisadın örgütleriyle kentlerin yönetilm esi düşündürücüdür. Belediye kemleştirici bir anlam a da yaslanıyor; oysa komün ortaklaştırıcıdır. 8 Paris K om ünü’nün sokak barikatlarınırdüşünüyorum: İnsanlık 1871 ’de sokaklarını kaybedip endüstriyel iktisada teslim olm uştu, endüstriyalizm i ve ticareti yendiğinde ise sokakları ve Paris Kom ünü’nü anım sam ası kaçınılm az görünüyor. Burada Tanzim at’tan beri aydın kim liğine dam gasını vuran ‘Batıcı’ m antıkla hareket ettiğim sanısına kapılan okuyucuya bir uyarıda bulunmak zorundayım: ülkemi B atı’ya bakarak açıklam a çabasında değilim; tam tersine B atı’yı ülkem ­ den yola çıkarak anlam ak istediğim i bile söylem em olanak lıdır. Bu yüzden eski kentle yeni kenti ayıran Batı ülkelerine baktığım da yüreğim sızlıyor. Elime fotoğraf makinemi alarak Pom pei’nin volkanik m imarisi ile Kayseri mimarisini karşılaştırm a merakımı ‘bir işçinin boğaz tokluğuna çalıştığını unuttuğum ve m im arlığın ince zevklerine daldığım için’ siyasal bir superego ile aşağıladığımı itiraf ederim. Yılmaz G tiney’in Yol film inde D oğu’nun yalınkat sefaleti üstüme üstüme gelirken, benim M ardin sokaklarının korunması ile ilgilenm em bağdaşık görünm üyordu. Ç ünkü Yılmaz G ü n ey’in insanda yakaladığı trajedi b enim elimde kent ölçeğinde bir melodram haline gelebilirdi. Kardeşi dayak yerken defterine kenar süsü yapan çocuğun olaya sözde ilgisiz kalan buruk duyguları içindeydim. Siyasal bir altbenlik kışkırtıyordu beni; “Sokakların Ö lü ­ mü” adlı çalışm amı bir nostalji kitabının insansız, çelişkisiz ve egem en iktisada huzur veren duyarsız bir çalışm a olm asını engellem ek istedim. Bu kitap için şu aforizmaları yazarak yürüyeceğim yolu netleştirm eye çalıştım: * Duyarlılığın tek yolu im ana içeriden bakmak olan sanatsal biçim ler değildir. * Çevreye bakmak, insana dışarıdan bakmak anlam ına gelir. Ki, bu da bir duyarlılık yoludur. 9 * Çevreye bakmak aynı zamanda siyasal bir tutumdur. * Yalnızca insana değil, insansız nesnelere de bakılmalıdır.

* M im arlık bir insan tasarımıdır; insanlar onu neden, nasıl üretir veya yok eder, bunu anlam adan kent anlaşılmaz. * G eçm işle kurulan ilişki egem en iktisadın ve ideolojinin algıları dışına çıktıkça yenilikçi ve devrim ci hale gelir. * Sokağı ve yok olan kültürel varlıkları, sanatın, bilimin, ideolojinin ve siyasetin bakışlarını birbirine karıştırm adan daha iyi anlayabiliriz. İşte bu noktadan sonradır ki Diyarbakır’da ancak bir atın geçebileceği genişlikteki bazı sokakları; D iyarbakır’ın biraz A dana, biraz Kayseri ve biraz da Ş am ’a benzeyen görünüm ünü herhangi bir kaygı duymaksızın düşündüm. A h tam ar rölyefleri ile Kayseri Döner K üm bet’teki hayvan ve bitki figürlerinin benzer ve ayrı yanları olup olm adığını merak ettim. D ivriği’deki taş süslem elerinin ve m edrese taçk apılarının G otik kilise kapılarına esin verip verm ediğini, Floransa’daki San ta C roce Bazilikası’nın çan kulesinin O sm anlı m im arilerine esin kaynağı olup olm adığını sordum. Yoksa bu çan kuleleri -Ç in ’le Venedik arasında uzanan ipekyolundan geçmiş tacirlerin etkisiyle, önce buradan B atı’ya mı götürülmüştü? Sorduğum her soruyu yanıtlayacak bir bilgiye sahip olm adığım için “hiç değilse sorularım güzel” diye avundum . Ç ü n ­ kü kimi sorular bilgi kapsam ında yanıt bulm asalar da sezgi düzeyinde büyük anlam lar içerirler. Karadeniz’de Iason Burnu’nda keşfettiğim kilise öreninin m itolojide olduğu gibi beni bir m aceraya sürükleyeceğini bu yüzden sezmiş olmalıyım. Yoksa m aceraya karar verir de bunu sezdiğimizi mi sanırız? İyi am a tıpkı Fason gibi benim de A ltın Post’un peşinde ne işim vardı, neden Ergenekon’daıı gelenlerin tilki postunu Rom ıılus’ları emziren kurtun sırtından çalm aya gidiyordum? 10 Kayseri’de bir Bünyan H alısı’na oturarak başlattığım D oğulu serüvenim yine Kayseri’de M ança K on tu’nun atına ters bindiğim bir düşle son buldu. Düşümde bilgilerin bana “geçmiş dünyayı” ayan beyan ettiklerini, ejderlerin kocam an sivrisineklere dönüşerek, evlerin bacalarına hortum larını soktuklarını görüp dehşet içinde uyandım. Fotoğraflar, işte tam da bu düşten uyandığım da gördüklerimdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir