Hakan Albayrak – Ebuzer

Rüyasında Ebû Zerr’i görmüş her zaman olduğu gibi. Ebû Zerr çölde can çekişiyormuş. O esnada oradan bir kervan geçiyormuş. Karısı kervanın önüne atılıp “Ey Allah’ın kulları! Şurada yatan adam Ebû Zerr’dir; ölmek üzeredir. O soylu, o yoksul adama bir kefen sunacak kimse yok mu içinizde?” diye haykırmış. Kervandakiler ürpermişler: “Ne? Ebû Zerr mi? Yitik vicdanımız!” demişler. Hemen koşup Ebû Zerr’e bir kefen sunmuşlar. Ebû Zerr son bir gayretle doğrulup kefenin kamu malı olup olmadığını sormuş. “Değildir” demişler. “O halde kabulümdür” demiş Ebû Zerr. Kelime-i şehadet getirip ruhunu teslim etmiş. Son nefesi yüzyılları aşıp dostum Ebuzer’i bulmuş. Ebuzer titreyerek uyanmış. Kalkmış, giyinmiş, kuşanmış ve yola koyulmuş. Yolda beni görünce durmuş. “Üstad” dedim, “ne var ne yok sorusuna bundan daha muhtevalı bir cevap almamıştım hiç… Bu aralar işsizim. Sana birkaç gün takılabilir miyim?” Bavyera yapımı antik motosikletinin sepet kısmını işaret edip atlamamı söyledi. Vira Bismillah! Eski Türk denizcileri gibi “Ey rüzgâr, ne yandan esersen es; her yer bizimdir” diye gürleyerek yola koyulduk. lk durağımız Anadolu’da fiyakalı bir şirket binasıydı. Kapıdaki görevliler randevumuz olup olmadığını sordular, “istemez” dedi Ebuzer; “Yoksullar adına buradayız. Bir lanet okursak bina başınıza yıkılır. Gücümüzü sınamayın, çekilin yolumuzdan.” Çekildiler. Ebuzer önde ben arkada, patronun odasına daldık. Patron neye uğradığını şaşırdı, ama bozuntuya vermedi: “Ebuzer… Kadîm dostum…. Hayırdır?” “İnşaallah hayır olur” dedi Ebuzer. “Adil bir düzen için yanıp tutuştuğunu söylüyormuşsun her yerde; fakat işçilerin yoksulluk sınırının altında can çekişiyorlar. Onlara daha çok para ver!” Patron sırıttı, “İş dünyasında bir kural var”mış. “10 liraya çalışacak adama 11 lira verilmez”miş… İ “Allah’ın kuralları daha güzel” dedi Ebuzer, “Sana verilen rızıktan infak etmeliydin. Ne yazık ki vahşi kapitalizmin kucağına oturmayı seçtin. O kucağa pek yakıştın doğrusu; hiç eğreti durmuyorsun. Gören, Bu adam Rahmet Peygamberinin ümmetindendir demez!” “Ağır konuşuyorsun” dedi patron. “Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun.” Ebuzer, tanıdığı adamın öldüğünü söyledi. Ona bir ağıt yakmış. Cebinden bir kâğıt çıkarıp okumaya başladı: Ebû Zerr’den izler taşıyan mazbut bir Müslümandı. Evita’nın tabiriyle “gömleksiz”, halkımızın tabiriyle “baldırıçıplak”tı. Cebindeki para üç’beş kuruşu geçmezdi hiç. Onu da ecmain’in karnını doyurmaya harcardı. Bu minval üzre geçen haysiyet dolu günlerden sonra bir gün milletvekilliğine soyundu. Fakat partisi ona vize vermedi. O buna çok içerledi, intikam yemini etti. “Bir gün” dedi, “milletvekilleri benim kapımda el-pençe divan duracaklar.” Hemen bir şirket kurdu. Şirketi hemen holdinge dönüştü. Seçimlerin üstünden bir yıl bile geçmeden milyarlara para demez oldu. ‘Zamanla trilyonlara da para demez oldu. Ama yoksulları gözetmediği için bu trilyonlar beş para etmedi. Ne gam! Gazetelerde holdinginin tam sayfa ilanları çıkıyor işte; yeni fabrikasının açılış törenine katılan saygıdeğer belediye başkanlarına ve saygıdeğer milletvekillerine şükranlarını sunuyor… Evet, başardı. Milletvekillerini ayağına getirdi sonunda. Ağzı kulaklarına varıyor. Yalakalarına gururla bakıyor. Sonra ufka çeviriyor bakışlarını. O da ne? Ufukta hiçbir şey göremiyor. Ürpererek fark ediyor ki ömrü bu yalakalarla geçecek. Adamı karanlıkta bırakıp gittik. Sırada ne var üstad?” “Bir sempozyuma yetişmeliyiz. 700’üncü kuruluş yıldönümünde Osmanlı Devleti.” Nazi filmlerindeki külüstürleri andıran motorlu atımızı İstanbul’a doğru sürdük. çık-saçık filmler gösteren bir sinemanın önünden geçiyorduk ki, Ebuzer frene bastı. “Ey gafiller!” diye ‘seslendi sinemanın önünde toplanmış olan kalabalığa; “Karşıya bakın, ne görüyorsunuz?” “Bir kilise.” “Evet, İtalyan yurttaşlarımızın kilisesi. Onlara saygı duymayabilirsiniz, ama bu mâbedde yaptıkları şeye saygı duymaya mecbursunuz. Bir kilisenin karşısında böyle bir sinemanın ne işi var?” “Bilmiyoruz abi. Biz geldiğimizde burada duruyordu.” “Siz gelmezseniz durmaz.” “Doğru söylüyorsun.” “Dağılın öyleyse!” Bazıları kaldı, bazıları gitti. Biz de gittik. 700 yıllık çınar bizi bekliyordu… A empozyumun yapıldığı salonun kapısında duran görevli davetiye sordu. Ebuzer, cebinden iki davetiye çıkarıp görevliye uzatırken, “Yanılmıyorsam belediyenin düzenlediği bir toplantı ile karşı karşıyayız” dedi. “Yaptığım araştırmaya göre bu şahane davetiyelerin tanesi l milyon liraya mâloldu. işi alan ajansın keyfine diyecek yoktur, eminim. Fakat israfın zoraki finansörü olan yoksul halka yazıktır. Amirine söyle, belediye başkanına söylesin, kamu parasıyla caka satılmaz!” Salona girdik. Ebuzer doğruca kürsüye yürüdü. Hâzirûna üç maddelik bir tebliğ sunmak istediğini söyleyip, başladı konuşmaya… 1. Keşke Hüseyn bin Ali’nin devrim hareketi zaferle sonuçlanmış olsaydı. Olmadı. Hanedanlara kaldık. Devletin bekasına, muhterislerin ihtirasına, sultanların sefasına. Tonlarca masum kanı döküldü bu yolda. Ama iyi padişahlar, güzel günler de gördük. 2. Allah’a ve Hesap Gününe inandığı gözlerinden okunan tertemiz bir dervişti Osmangazi Toprağa yakın duruyordu. Kurduğu devlet de başlarda öyleydi, îyiye, doğruya yönelmişti. Peygamber’in sancağını hakkıyla taşıdı. Haçlılar’ı defaatle mağlubiyete uğrattı. Adaleti yaydı, mazlumları kurtardı, yoksulları doyurdu. İhlas, Allah’ın bereketini çekti. Allah’ın bereketi devleti büyüttü. Fakat hanedanlara mahsus kirlenme gecikmedi. Bizans ve İran saraylarına hayran olundu. Bir dervişin tertemiz nefesi debdebede boğuldu.Tam boğulmadı.Bereket hemen kesilmedi. Haçlılar’a karşı yine zaferler kazanıldı.Fukarayı gözeten vakıflar yayılmaya devam etti. Boşnaklar, Arnavutlar, Ümmet’i Muhammed’e katıldı. Melek tadında besteler yapıldı. Altı asır sürdü bu macera. Ve bir gün kesildi bereket. Bereket kesilince ayrılık mukadder oldu. İlki gibi tertemiz olan son padişah, Vahdeddin, halkı için dua edip sahneden çekildi. 3. Goller Prensi Charles bir konulmasında şöyle demişti: Osmanlı Devleti’ni hıristiyanlığın dünya hakimiyetini engelleyen güç olarak görüyorduk… Ve Lübnanlı bir Hıristiyan, Nabi Avcı’ya şöyle demişti: Bölgeden çekilmeniz S sadece sizin için değil, bizim için de kötü oldu… Ve Makedonyalı bir dostum bana şöyle demişti: Osmanlı’dan önce buralarda medeniyetin izi bile yoktu… Daha ziyade bunlar kalmış hafızalarda: Cihad, adalet ve zerafet. Osmangazi’nin çektiği kuvvetli besmele ile çelişen günahlar değil, o besmele kalmış. Ne güzel. Gerisi boştu zaten. Ebuzer kürsüden indi, ön sırada oturan otantik giysili bir Afrikalı’yı sağ gözünden öptü ve bana dönüp “Gidelim” dedi. “Siyasete atılan bir kardeşimize uğramalıyız.” damcağızın etrafı profesyonel yalakalarla çevriliydi. Önünün açık olduğu hemen anlaşılıyordu. Yalakaların da önü açıktı; çünkü adamımız, kendisine yapılan her yalakalık karşısında zevkten dört köşe oluyordu. Ebuzer’e baktım. Zihninden “Bu iş başlamadan bitti” gibi şeyler geçiyordu galiba. Yine de şansını denedi: “Dinle siyasetçi kardeş! Spike Lee’nin bir filminde yaşlı bir ayyaş önüne gelene Hey doktor, doğru olanı yap diyor. Bu laf çok doğru bir laftır, doğru olanı yapmak lazım. Ve doğru olanı doğru olduğu için yapmak lazım. Mesela danışmanların Bir huzurevi ziyareti imajınız açısından hiç fena olmaz dediği için değil, Hakikat itibarı ile hiç fena olmadığı için ziyaret etmelisin huzurevini. Bu arada imajının açısından dem vuran danışmanların A olmamalı tabii. Her şey sahici olmalı, Peygamber gibi. Öyle olursa gelir gelecek olan. Manen ve maddeten. Yani hem buhur kokusu dolanır kafamızda, hem işçilerin alınteri kıymete biner, hem de Kosova’ya islam bayra ğını dikeriz. Hatta Belgrad’a. Hatta Londra’ya. Yerimizde saymamız da muhtemel tabii. Ve yerimiz yer oldu mu hiç sorun de ğil bu; Ebû Zerr’in Ebû Zerr oldu ğunu kim inkâr edebilir?” Yalakalar neye u ğradıklarını şaşırdılar. Hemen ellerine baktılar, “Ekme ğimiz gidiyor mu?” diye. Siyasetçi kardeş de afallamıştı. Ona umutla baktım. Do ğrusu bu ya, oracıkta bir devrim yapmasını bekledim. Meclise çöken sessizli ği müthiş bir sevinç çığlığı ile yaracak, “Bu! işte bu!” diyecekti. Öyle olmalıydı, ama olmadı. “Dilinize sa ğlık, güzel bir konuşmaydı” dedi Ebuzer’e. “Benim konuşma metinlerimi hazırlayan bir komisyon var. Orada sizi de görmek isteriz. Fakat birlikte çalışabilmemiz için bana hitap şeklinizi de ğiştirmeniz lazım. Hah ha. Siyasetçi kardeş olmaz yani. Öyle de ğil mi arkadaşlar? Hah ha.” Yalakalar da “Hah ha” dediler. Kibirli bir insan gibi görünmekten hoşlanmayan siyasetçi kardeş, sözlerini şöylece toparladı: “Tabii ki siyasetçiyim ve sizinle tabii ki kardeşiz. Yine de… Ne bileyim… Öyle de ğil mi arkadaşlar?” Yalakalar hararetle onayladılar. Ebuzer, nasıl derler, acı acı gülümsedi. “Karşılıksız çeklerle işim olmaz” dedi; “Konuşmalarını kendin hazırlamalıydın. Esaslı sözlerin olmalıydı kendine ait. Yine de teşekkür ederim teklifin için. Elveda siyasetçi kardeş.” Çekip gittik.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir