Harold Lamb – Muhteşem Süleyman Kanuni

İki yabancı doktor, fikir alış verişlerini tamamlayarak artık Sultan Selim ’in kanserle kemirilmiş vücudunda hayattan eser kalmadığı kararma vardıktan sonra, kesin teşhislerini Veziri azama bildirdiler. Doktorlar içi harlı kömürle dolu mangalı, şilte üzerinde işlemeli yorganın altında uzanmış olan naşın yanından öteye taşımak için Veziriazama yardım ettiler. Sonra kendileri de uyumak amacıyla halıların üzerine uzanıverdiler. Doktorlar dokuz gün boyunca Otağ-ı Hümayunun yatak odasını terk edemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Sultanın ölümünü bu süre boyunca gizlemek gerekiyordu. Veziriazamın karan bu yolda idi. Veziriazam Piri Paşa, yaşlı bir adamdı. Ömrünün bu yaşa kadar uzayacağını kendisi dahi ummamıştı. Selim’e gelince, o senelerden beri hasta idi; ancak muazzam, bükülmez bir irade kuvveti Sultan’a, ıstırabın yıprattığı vücudunu, sekiz hükümranlık yılı boyunca seferden sefere taşımak imkânını vermişti.1 Bu yüzden, içini kemiren bir hiddet ve şiddet Sultan’ı, en yakınlarına karşı dahi amansızlaştırmıştı. İmparatorluğun yöne9 Um v;öre\ ve sorumluluklarını omuzlarına almış olan Piri Paşa ise. Sultan ın en yakınlarının başında gelmekte idi. Piri Paşa, imbikleri, çanakları, ocakları yanından geçici olarak ayrılmak üzere bulunan bir simyager dikkatiyle, etrafını inceden inceye gözden geçirdi. Çadır bezindeki herhangi bir delikten içeriye bakabilecek meraklı gözlere yersiz, uygunsuz görünebilecek bir şey olup olmadığını araştırdı. Sonra biri dışında, bütün yağ kandillerini söndürerek bir köşeden hokka takımı ile bir miktar kâğıt aldı.


Bunları, sanki biraz önce Sultan kullanmış gibi bir halde, şiltenin başucuna koydu. Sultan, geceleri uyuyamadığı zamanlar yazmayı severdi. Piri Paşa, yatağın başucuna koyduğu kâğıtlara, bunların Selim’in el yazısını taşıdığından emin olmak için göz attığı zaman, şu Farisî beyti okudu; Ava giden atlılardan hiç sual edilir mi? Hakikati halde avcılar kimdir? Avlanacak olan kimdir? Asık suratlı olarak tanınan Yavuz, aynı zamanda ince ruhlu bir şairdi… Piri Paşa, Otağ-ı Hümayunun arz odasında nöbet tutan saray ağalarına, Sultan’m uykuya daldığını, kendisinin de dinlenmeye çekileceğini söyledi. Dışarıda, sancak gönderinin altındaki nöbetçilere de kendisinden sonra otağı başka hiç kimsenin terk etmesine izin vermemelerini emretti. Bundan sonra kendi çadırında dinlenmeye çekilmek yerine, dağ serinliğinde hava almak istiyormuş gibi amaçsız dolaşırcasma iki güvenilir adamının kendisini beklemekte oldukları ahıra doğru ilerledi. Bu iki adam, günlerden beri aynı yerden ayrılmamışlar; gelmesi her an mümkün olan efendilerini, onun vereceği emri beklemişlerdi. Paşa, karanlıkta ilerledikçe büyük bir ordugâhın alışılmış kaynaşmasını hissediyor, su taşıyan arabaların gıcırtısını, kesilmeye yürütülen koyunlann sürülüşünü duyuyordu. Yaş oduıılann dumanı, puslu gecede ağır ağır göklere yükseliyor; 10 Musteşem Süleyman Kanuni düzenli aralıklarla yakılmış ateşler ordugâhı sınırlandıran tepeleri çevreliyordu. O gece, diğer herhangi bir geceden farklı hiçbir şey görülmüyordu. Bununla beraber, yaşlı Vezir, ihanet amacı ile değilse bile, sırf merak dürtüsüyle takip edilmekte olduğundan emindi. Paşa, adamlarını ahır nöbetçilerinin gezindikleri geçitte yere diz çökmüş zar oynar halde buldu. Bir türlü geçmek bilmeyen uzun bir dakika boyunca, sanki oyunu seyrediyormuş gibi durdu. Aslında, zar oynayanların kendi adamları olup olmadıklarını araştırmakta idi. İki kişiden genç olanı silahtardı; daha yaşlısı aslında bir beylerbeyiydi, fakat o gece bir bölükbaşı kıyafetine bürünerek kılık değiştirmişti. O anda, Piri Paşa önemli bir karar vermek zorunda olduğu zamanlar duyduğu iç ezikliğini, bir hata yapıp da nice kişilerin ölümüne sebebiyet vermek ihtimalinin yıpratıcı endişesini bir kere daha hissetti.

Bir an için kendi atına atlayıp oralardan uzaklaşmak, Boğaziçi’nin serin suları kıyısında lâle bahçesine çekilerek istirahata kavuşmak isteği duydu. Fakat bunu yapmasına olanak yoktu. Sultan Selim’in öldüğü şüphe götürmez bir katiyetle Öğrenildikten sonra, ilk birkaç günün huzursuzluk içinde geçeceği kesindi. Padişah’m halefinin Eyüp Sultan Türbesinde kılıç kuşanacağı güne kadar, başıboş Anadolu boyları arasında kargaşalıkların baş göstermesi mümkün, Selim’in düşmanlarının ayaklanmaları ise hemen hemen kesindi. Bununla birlikte Selim çok az düşmanını hayatta bırakmıştı. Saltanat mirası da tek oğluna kalıyordu. Bu tek oğul; güneyde, Anadolu sahilinde yaşamakta olan Süleyman’dı. Piri Paşa, her şeyden çok İmparatorluk hâzinelerinin bulunduğu şehirden korkuyordu. Orada kâfirler hâlâ kendi saraylarında yaşıyorlardı. Tesadüfen kulağa çalınıveren tek bir kelime ile veya birkaç kuruşluk rüşvetle, bu koca şehir birdenbire ayaklandırılabilirdi. Osmaulı İmparatorluğu’nun yaşlı Sadrazamı, daha ilk Türk atlılarının şehir kapılarında dizginle- nni kastıkları günlerden heri bu şehri tanırdı. Aradan altmış >edi sene geçmiş olmasına rağmen, Piri Paşa şehre hâlâ güvenemiyor, hâlâ yabancı mülkü gözüyle bakıyordu. Nitekim kendisi. ikametgâhını mavi suların kıyısında, şehir surlarının göriinemeyeceği kadar uzaklarda kurmayı tercih etmişti. Şimdi, iki zar oyuncusunun sessizce kendisini süzmekte olduklannı fark eden Vezir, içindeki endişeyi nihayet yenerek: “Bu çeşit oyunlar için vakit çok geç değil m i?” dedi.

“Vakit” kelimesi üzerinde özellikle durmuştu. Bu, habercileri yola çıkaracak olan parola kelime idi. Bundan sonra yapılacak işleri, üçü daha önceden kararlaştırmışlardı. Bizzat Sultan’ın iradesini temsil eden İmparatorluk Sadrazam ının bu sözleri üzerine kumarcılar büyük bir itaatkârlıkla tahta zarlarım toparlayarak derhal ayağa kalktılar, içlerinden yaşlı olanı saygılı bir ifade ile: “Esselâmüaleyküm, Devletlû Sultanım,” dedi. İki zar oyuncusu, kabahatliymişler gibi çekilirlerken Piri Paşa içlerinden genç olanı durdurdu ve Silahtara üzerinde imzasız yazı bulunan bir kâğıt uzatarak, hafif bir çıkışmayla görevi hakkında uyanda bulunuyormuş gibi. “Hele şu kaberde atlannm hesabını düzelt,” dedi. Veziriazam’m söylediği her kelimenin ordugâhın her tarafında vayılıvereceği kesindi. Atlanna atlamadan, habercilerinin önce takip edilmediklerinden emin olmak için kısa bir süre daha orada durduktan sonra, Piri Paşa kendi çadınna döndü. Çadıra vardığı zaman iki habercinin çoktan atlanna atlayıp güneye doğru dörtnala at koşturmakta olacaklannı biliyordu. Beylerbeyi İstanbul’a giderek, olası herhangi bir ayaklanmayı karşılamak üzere orada kalacak; Silahtar ise hayvan değiştire değiştire, atlan çatlatan bir süratle Boğaz’ı aşıp Anadolu’ya geçecek, Veziriazamın mektubunu Selim’in oğlu Süleyman’a ulaştıracaktı. Piri Paşa, daha bir hafta boyunca etrafa Sultan’m hayatta olduğu hissini vermeye devam edebileceğini ummuştu. Fakat 12 Musteşem Süleyman Kanuni beşinci günün sonunda, sırrının Otağ-ı Hümayundan dışarılara sızmış olduğunu fark etti. Evet, sır sızmıştı ama henüz dışandakilerin elinde ispat olanağı yoktu. Bu arada kazanmış olduğu zamanla on binlerce silahlı askerin o sıradaki ruh halini ve vaziyeti etraflıca düşündükten sonra Piri Paşa, eksik kalan bu ispatı da bizzat kendisi bağışlamaya karar kıldı. Aniden çadırından fırladı.

Yedi ak tuğun asılı olduğu sancak direğinin yanına giderek Yavuz Sultan Selim’in o gece ölmüş olduğunu ilân etti. Hemen o anda, en yakındaki Yeniçeriler derhal palalarıyla iplerini keserek çadırlarını yıktılar, üskûfelerini çıkarıp parçaladılar; bir an içinde matem çığlıkları bütün ordugâhı kapladı. Ordunun devamlı surette değişen ruh halleri hakkında edinmiş olduğu bütün tecrübesine rağmen Piri Paşa, bizzat kendisi ıstırap nöbetleri ile kıvranmış olan bir adamın zulme varan hiddet ve şiddeti altında ezilmiş olan bu Yeniçerilerin, aynı adamın ölümü üzerine çocuklar gibi ağlayarak yas tutmaları karşısında hayret duymaktan kendini alamadı. Piri Paşa için Ordu artık güven altına alınmış demekti. Veziriazam hemen ordugâhtan ayrılmaya karar verdi. Otağ-ı Hümayundaki bütün para sandıklarını, Selim’in şahsî hâzinesini mühürledikten sonra Piri Paşa, Mühr-ü Hümayunu kendisi muhafaza etmek şartıyla kumandayı diğer bir vezire devretti; cenaze alayını güneye doğru ağır ağır ilerletmek konusunda da gerekli talimatı vermeyi ihmal etmeyerek, o gece, habercilerinin arkasından kendisi de, kılık değiştirerek şehre doğru yola çıktı. Hesabına göre Süleyman’ın dokuzuncu gün şehre ulaşmış olması gerekiyordu. Herhangi bir aksilik olıır da Selim’in oğlu zamanında gözükmezse, eh artık o zaman Mühr-ii Hümayunun sahibi herhalde bu felâketin de içinden çıkmanın bir kolayını bulurdu. Yolunu aydınlatacak meşalecilerden mahrum, karanlıklar içinde atını süren Piri Paşa, hiçbir tehlike, hiçbir güçlük karşı – 13 Han’la Lamb sinda iradesi sarsılmamış olan Seliııı’in eksikliğini birdenbire bütün benliğinde hissetti. Babasının ölümünün beşinci günü, Süleyman Anadolu sahilleri boyunca, kuzeye doğru yola çıktı. Müstakbel Padişah aceleye gerek görmeden atını rahat rahat sürüyor; zaman zaman kısaltılmış üzengiler üzerinde ileri doğru eğilerek ince, uzun vücudunu dinlendiriyordu. Süleyman atları çok sever, haralarda geçirdiği zamanlar duyduğu zevkin sonu olmazdı. Dizginleri tutan adaleli eli güneşten yanmıştı. Devamlı surette araştıran gök rengi gözleri, ince dudakları, yüzüne çarpan ılık rüzgârla hassaslaşan ince, uzun, kemerli burnu ve edası, ona eğerin üzerinde büyük bir zarafet veriyordu. Hafif bir bıyık dışında Süleyman’ın yüzü tıraşlıydı ve başına şöyle bir sanvermiş olduğu sarığının iliştirilmemiş uçlan rüzgârda savruluyordu.

Bu haliyle onu genç ve azimli bir dervişe benzetmek mümkündü. Selim’in oğlu o sırada henüz 25’ini doldurmamıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir