Henri Loevenbruck – Kurtlarin Savasi

Toprağın belleği yabancıdır insanlarınkine. Tarih ve dünya üstüne her şeyi bildiğimizi sanırız, ama öyle eski çağlar vardır ki bugün çoktan yitip gitmiş olan binlerce harika henüz capcanlıdır o zaman. Yalnız ağaçlar anımsar, gökyüzü, bir de rüzgâr… Nitekim, unutulmuş bir zamanda bir gece, toprağın bakışları altında iki dünyanın yolları çakıştı… Güzel bir sonbahar akşamıydı. Yaz bir anı olarak kalmıştı, minik vadilerin ağaçlarındaki tek tük yapraklar son yapraklardı, birkaç hayvan kışa hazırlık için yiyecek arıyordu. Rüzgâr GorDraka dağlarının çamları arasında şiddetle esiyordu. Gökyüzü kararmaya başlamıştı bile. Adam güneybatıdan gelmişti, sırtında koca bir çanta, duruşu dimdik, başında başlığı, kararlı adımlarla Gaelia’nın kuzeyine doğru yürüyordu. Henüz varmak istediği yerden, gizemli yarımadanın tepesindeki o yapıdan yani Saî-Mina’dan uzaktaydı. Saî-Mina, drüidlerin sarayı, eğitim almak istediği yer, bütün bilgeliklerin tapınağı. Katubatuos’un oğlu Cathfad. Adı, yazgısının ağırlığını taşıyordu şimdiden. Günün birinde Büyük-Drüid olacaktı ve bilgisini yaymak için dünyayı arşınlayacaktı. Bu sonbahar akşamında onu tam bu noktaya götüren şey rastlantı mıydı? Yoksa Moїra mı? Manzaradaki hiçbir şey bu yerin gizini ortaya sermiyordu ama yine de Cathfad’ın geceyi geçirmek için seçtiği yer burasıydı, Atarmaja’dan yürüme mesafesi olarak birkaç saat uzaklıkta, dağın eteğinde, iki dünyayı ayıran büyük kayanın altında bulunan bu yerdi. Sid’in girişinin tam önü. Bir yaban tavşanı ve çevreden topladığı birkaç meyveyle akşam yemeği yedikten sonra genç adam mola yerinin tepesindeki kayanın tuhaf biçimini fark etti.


Yüzeyi pürüzsüz, yüksek bir dolmendi bu. Sanki Cathfad’ı gözetleyen taştan bir dev gibiydi. Cathfad ağır ağır ayağa kalktı ve koca kaya kütlesine doğru ilerledi. Ay ışığı yüzünden genç adamın gölgesi önüne düşüyor; karanlık, anıtsal kayayı tuhaf bir sessizlikle çevreliyordu. Gelecekte drüid olacak genç adam kollarını taşa dokunmak için uzattı. Kayada olağandışı bir şeyler vardı, sanki kusursuz oranları bir tanrı elinden çıkma olduğunu kanıtlıyordu. Genç Cathfad soluğunu tutarak ellerini hafifçe gri yüzeyin üstüne koydu. Beklediği soğukluğun yerine sıcak, yumuşak bir kaya buldu parmaklarının altında. Neredeyse canlıydı taş. Cathfad şaşkınlıkla ellerini çekip bir adını geriledi. Tam o arıda kayanın yüzeyi renk değiştirir gibi oldu. Genç adam başını kaldırıp aya baktı, böyle garip yansımalara yol açan ay mı acaba, diye düşündü. Ama ay soluk yüzünü göstermeye devam ediyordu, kaya ise kızarıyordu. Genç adam daha da geriledi. Aslında korkmaya başlamıştı, birdenbire taşın kıpır kıpır yansımalarında bir siluet belirdi.

Bir kadının hatlarıydı beliren. Bir kadının kusursuz hatları. Çizgiler yavaş yavaş belirginleşti, sanki görüntü ağır ağır yaklaşıyordu. Bir bedenin, bir yüzün, bir bakışın ortaya çıktığını kestirebiliyordu genç adam. Cathfad afallayıp kalmıştı. Hiç kıpırdamadan dururken masalsı bir sahneye tanık oluyordu. Kadın onu süzüyordu bakışlarıyla. Yoo, gülümsüyordu ona. Kımıldayan kızıl alevler çok geçmeden kadının arkasında kayboldu ve en sonunda kadın, Cathfad’ın tam karşısında, olanca gerçekliğiyle, ete kemiğe büründü. Muhteşem ve yabanıldı. Siyah saçları, kocaman mavi gözleri, güneylilere özgü esmer bir teni vardı. İnceydi, kırılgandı kuşkusuz, tek söz etmedi. Bir balerinin zarafetiyle kollarını açtı, genç adama yaklaştı, Cathfad’ın ellerini tutarak sıcak bir gülümsemeyle baktı. Tek söz edilmedi. Sadece bakışlar ve soluklar.

Genç adamla gizemli kadının bedeni ayın öpüşleri altında birleşti. Gece sessiz bir tanık gibi eşlik etti ikilinin oynaşmasına. Bu kadar yalındı olup bitenler. Sabahleyin Cathfad sıçrayarak kalktı. Güz güneşi uyandırmamıştı onu. Çevresine bakındı. Kadın gitmişti. Kaya ise, gün ışığında, sıradan bir kayaydı artık. Genç adam sessizce, inanmazlık içinde ayağa kalktı. Çevresindeki hiçbir şey anımsadıklarını doğrulayamazdı. Ama düş görmediğini biliyordu o. Bedeni hâlâ titriyordu. Cathfad aşkı hiç tatmamıştı. Ve bir daha da hiç tatmayacaktı. O geceki, ilk ve son defaydı.

Sevdiği kadını bir daha hiç görmedi. Sid’in kapıları kapanmıştı. 1. BÖLÜM Lugnasad Koca Gaelia’da bundan daha beyaz bir kurt yoktu. Masalcılar İmala adını verdiler ona, orman perilerinin dilinde kar renginin adıydı İmala. Adadaki başka bir kurtla karıştırmak olanaksızdı bu dişi kurdu, üstelik onu türdeşlerinden ayıran tek fark bu değildi. İmala değişmişti. Bütün öbür kurtlardakinden daha fazla bir şeyler vardı onda. Hem bu durum yürüyüşünden, gözlerinden, beyaz başını asaletle tutuşundan anlaşılıyordu. İmala dikeylerle karşılaşmıştı. Şimdi ağır ağır kuzeye doğru yürüyor, her adımda yazın, yeşil otların, zambak ve beyaz yoncaların bolluğundan anlaşıldığı kadarıyla serin ve nemli olan toprağın, avın, karacaların, yaban tavşanlarının, kekliklerin tadını çıkarıyordu. Zaman zaman güneşin ışıkları altında yan yatıyor, yaz sıcağının keyfini sürüyor, sonra fazla yaklaşan böcekleri kovalamak için birdenbire kafasını sallıyordu. Eski sürüsünün arazisinden hâlâ çıkmamıştı, oysa buraya geri dönmemesi gerekirdi. Etrafta klanın kurtları tarafından bırakılmış olan ve İmala’nın buraya ait olmadığını gösteren işaretleri yok sayamıyordu. Ama İmala pek kaygılanmıyordu bu durumdan.

Dominant dişi Ahéna’yi, bütün sürünün tanık olduğu uzun bir mücadele sonunda alt etmişti. Üstünlüğünü kanıtlamıştı. Aliéna kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçmış, öbür kurtlar ses çıkarmamıştı. Artık gelip İmala’ya meydan okumayacaklardı. En azından bir süreliğine. İmala sürüde kalıp Ahéna’nın yerine geçebilirdi. Klan için ideal bir dominant dişi olurdu. Henüz gençti ve şimdiden hem güçlü hem kararlıydı. Ama İmala’nın aradığı başka bir şeydi. Aklının kavrayamadığı bir şey. Bu şey açık seçik değildi dişi kurt için ama içgüdüsü kendisini uzaklara, kuzeye çağırıyordu. İmala da hiç pişmanlık duymadan klanını geride bırakıp yola koyulmuştu. Eski dominant Ahéna muhtemelen klanın öbür üyeleri tarafından dışlanıp kovulacaktı. İmala’ya boyun eğerek, gösterişinden çok şey kaybetmişti. Daha genç bir dişi kurt sonunda ona meydan okuyacak ve kuşkusuz onu yenecekti.

Doğanın kanunu böyleydi. Bir dişi kurdun ömrü boyunca bir klana egemen olduğu pek ender rastlanan bir durumdu. Bir zamanlar İmala’nın yavrularını öldürerek annenin kaçmasına yol açan Ahéna, sessiz sedasız çekip gidecekti. Ama İmala bunu göremeyecekti. Yapacak daha iyi bir şeyler vardı onun için. Kuyruğunu sallaya sallaya, kendisine yaklaşan, kendisini okşayan dişi dikeyin peşinden kuzeye doğru ilerledi… Kuşkusuz pek o kadar açıkça anlayamasa da, İmala’nın aradığı, siyah saçlı bu genç kızdı düpedüz. Güneşin altında birkaç gün süren bir yürüyüşün ardından, İmala artık klanın bölgesinden çıktığını anladı. Aslında bu durum bir bakıma pek içini rahatlatmıyordu. Kendini daha az güvende hissediyor, her gürültüde durup çevreyi kolaçan ediyor, yere daha yakın ilerliyor, kulaklarını arkaya yatırıyordu. Artık avlanmak zorundaydı. Açlıktan midesi kazınmaya başlamıştı. Ama tek başınaydı ve iri bir av yalnız bir kurt için hiç de kolay bir av değildi. Av bakımından zengin orman uzak bir anı olarak kalmıştı. Burada daha az tavşan, tavşanların kaçacağı daha fazla alan vardı. Dişi kurt hiçbir ize rastlamadan böyle kuzeye doğru yoluna devam etti; akşam tam çökmeden, adımlarını birdenbire yavaşlattı.

Tanıdık bir koku almıştı. İçgüdüsel olarak düzlükteki yüksek otların arasına yattı. Birkaç adım ötede İmala bundan emindi doğuya uzanan tepelerin ortasında bir koyun sürüsü vardı. Kolay, güçsüz, korkak ve ağır hareket eden birer avdı koyunlar. Tek başına kalmış bir kurt için bile kolay bir yemekti. İmala yalandı. Sessizce ayağa kalktı ve doğuya doğru ufak ve hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Doğrusal bir yol tutturmamıştı, sürüye yandan saldırmak için geniş bir daire çizecekti, hafif esen rüzgara karşı yürüyordu; esinti İmala’nın kokusunu ve adımlarının sesini hiç olmazsa bir süreliğine gizleyecekti. Çok geçmeden sürüyü gördü. Aşağı yukarı on koyun vardı. İmala’ya bir tanesi yeterdi. Önce bir seçim yapmak gerekiyordu. Koyunları gözleyip en zayıf olanını seçmek. İmala’yı en az koşturacak olanı belirlemek. Yorulmaya gerek yoktu.

Ara sıra, bir koyun otlamayı bırakınca İmala fark edilmiş olduğu korkusuyla duruyor, sonra bakışlarını sürüden ayırmadan yeniden sessiz yürüyüşüne koyuluyordu. Koyunlara ulaşmasına birkaç metre kalmıştı ama hâlâ hiçbir koyun onu fark etmemişti. Yine de hayvanlar hareketlenmeye başladı. İçlerinden biri kuşkusuz tehlikeyi hissetmiş ve melemeye başlamıştı, ötekiler de onu işitince melemeye giriştiler. Saldırmanın tam sırasıydı. İmala da hazırdı üstelik. Avını seçmişti. Sürünün İmala’ya yakın tarafında bulunan bir kuzu. Ayağı aksayan ve İmala’nın yakalamakta hiç zorlanmayacağı bir kuzu. İmala tam saldıracakken beklenmedik bir koku aldı. Başka bir hayvanın kokusu. Koyun değildi bu. İmala saldırmaktan vazgeçip daire çizmeye devam etti ve otların arasından kokunun kaynağını görmeye çalıştı. Bu kez koyunlar onu fark etmişti. İlk saniyelerde kıskıvrak yakalanınca kıpırdamamışlardı ama şimdi hayatta kalma içgüdüsü baskın çıktı ve sürü kaçmaya başladı.

Düzensiz bir koşuydu bu kaçış; birkaç sıçramadan, önce bir yöne hemen ardından bir başka yöne doğru atılan birkaç adımdan oluşuyordu. Anormal bir şeyler vardı. Koyunların koşusunu değişikliğe uğratan ve İmala’nın anlayamadığı bilinmeyen bir unsur vardı işin içinde. Yine de dişi kurt adımlarını sıklaştırmaya ve bilinmeyen kokunun gösterdiği tehlikeye karşın sürüye daha da yaklaşmaya karar verdi. Saldırmadan biraz mesafe aldı, sonra birdenbire neler olduğunu kavradı. Koyunlar yalnız değildi. Yanlarında bir köpek vardı. İmala sürünün öbür tarafındaki köpeği yeni fark etmişti. Beyaz postların arasında gri bir leke kısa bir an görünüp yitti. Büyük bir köpek değildi bu ama hareketliydi ve sürüyü korumaya kararlıydı. Zaten çoğunlukla bir kurdu saldırıdan vazgeçirmek için de daha fazlasına gerek yoktu. Ama İmala gitgide acıkıyordu, üstelik dikeylerle temas kurmak ona yepyeni bir güven vermişti; ona, dövüşmesini, köpeğe karşı çıkmasını dayatan bir parça kibirdi bu belki. Dişi kurt sol yandan sürüye yaklaşmayı denedi. Gözüne kestirdiği kuzu fazla uzakta değildi, köpek işin içine karışmadan İmala kuzuya ulaşabilirdi belki. Bir hamlede sürünün ortasına daldı.

Ansızın yön değiştirmişti ve şaşkın hayvanların üstüne koşuyordu olanca gücüyle. Ama köpek saldırıyı önceden tahmin etmişti kuşkusuz, İmala’nın üstüne doğru havlayarak geliyordu. İmala hemen durup daha yavaşça öbür yöne koşmaya başladı. Sürünün çevresinde düşsel bir daire çizmeye devam ediyordu. Ama bu kez köpek koyunları korumakla yetinmedi, saldıracağa benziyordu. Dişlerini göstererek, ön ayaklarını germiş, kurda gözlerini dikmiş hırlıyordu. İmala tereddüt etti. Köpekten biraz daha iriydi ama köpek daha besili, belki de daha güçlüydü. İmala köpeğe karşı durmak için koşmayı bıraktı ama henüz dövüşecek durumda değildi. Bakışları tehditkâr köpekle birkaç metre geride topallayan kuzu arasında gidip geliyordu. Çoban köpeği kurdun bakışlarını fark etmiş olsa gerek, hırıltıları bir kat arttı, hayvan kurda doğru, birkaç kez, tehdit dolu biçimde aniden sıçradı. Arkasındaki koyunlar var güçleriyle meledi. İmala da uzun sivri dişlerini gösterdi. Köpek bir saniye daha beklemeden, vahşi bir homurtuyla kurdun üstüne atladı. İmala da sıçradı, iki hayvan havada, birbirlerinin gırtlağını yakalamak için ağızları kocaman açılmış bir halde çarpıştı.

Tek bir kütle gibi yere düştüler ve amansız bir mücadeleyle sarmaş dolaş olarak birkaç metre yuvarlandılar. Biri ne zaman öbürünün gırtlağını yakalamayı başarsa, boğazından tutulan, arka ayaklarıyla vahşice debelenerek kurtuluyordu rakibinden. Kısa bir süre dövüşü böyle ölümcül bir saldırıyla sonlandırmaya çalıştılar, sonra birdenbire ayağa dikilip yüz yüze durdular, soluk alıp yeni bir saldırı açısı aradılar. Dövüş dengelenmişti. Kurt daha süratliydi ama köpek daha sağlamdı. Basit, uysal bir ev köpeği değildi bu, kuşkusuz dövüşe alıştırılmış saldırgan bir hayvandı. Ama kurdun dişleri daha tehlikeliydi, çenesi daha güçlü, boynu daha sağlamdı. Mücadeleyi kurt kazanabilirdi. Köpek durmadan hırıldayarak rakibinin temposunu gözlemledikten sonra yeniden, ama bu kez yan taraftan saldırdı. İmala rakibinin dişlerinden böğrünü korumak için dönecek vakti ancak bulabildi. Ama tam anlamıyla kaçamadı, köpek kurdun kalçasını ısırmayı başardı. İmala acı dolu bir bağırtı kopararak yana kaçtı. Istırap öfkesini ikiye katladı. Öldürmeyi buyuran içgüdüsünden başka bir şeyi dinlemiyordu artık, rakibinin üstüne saldırdı. Sol ön ayağı köpeğin sağ gözüne kamçı gibi indi.

Pençeleri gözün yüzeyini geçip kan revan içinde kalan göz küresine gömüldü. Köpek acıyla uludu ve düşmanından sıyrılmak için yana yuvarlandı. Ama İmala göz açtırmadı. Rakibinin şaşkınlığından yararlanarak boğazına sarıldı ve var gücüyle ısırdı, vahşi bir hamleyle köpeği yere yıktı. Kurt kudurmuş bir şekilde köpeğin ses tellerini parçalarken hayvanın bağırışları boğuklaştı. Köpeğin kanı, boğazından akan o kıvamlı, yapış yapış sıvı İmala’nın beyaz kürküne sıçrıyordu. Kurt güçsüz düşen köpeğin boynunu kırmak için kafasını sallayıp hayvanı silkeledi. Çok geçmeden köpek kıpırtısız kalakaldı. İmala hayvanın boynunu bıraktığında çoban köpeği çoktan ölmüş, koyunlar kaçmıştı. İmala bir an bile duraksamadan savunmasız kalan sürünün peşinden koşmaya başladı, uzak akrabasının lime lime olmuş ölüsünü düzlükte bırakıp uzaklaştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir