Henry Miller – Uykusuzluk

İLKİN KIRIK bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir yüz ifadesi, en sonunda da kırık bir kalp. Ancak bir yerde de söylediğim gibi insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılabilir ona. Evet, işte o kırık ayak parmağı her sabah üçe doğru uyandırıyordu beni. “Cinli perili saat” diyorum buna, çünkü en çok bu saatte aklıma düşüyordu o kadının ne yaptığı. Gecenin ve sabah alacasının kadınıydı o. Sabah solucan avlamaya çıkan değil, şarkısı ortalığı karıştırıp ürkü yaratan erkenci kuşun biriydi; 9 yastığınıza hüzün tohumları düşüren erkenci bir kuş. Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun, ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın. Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma, o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam da buydu. Birden karar vermiştim, çektiğim acıyı tuvale dökecektim. O günlerde sıkı bir teşhirci olduğumu ancak şimdi, bu satırları yazarken anlıyorum. ıo Tabii ki suluboyayla delidolu renkler serpiştirerek betimlediğim acının anlamına herkes varamazdı. Hatta kimileri düpedüz şen şakrak çizimler diye bakıyordu onlara.


Ne dersiniz buna? Evet, gerçekten öyleler, ama içler acısı bir şenlik bu. Bütün o delidolu sözcüklerle tümcelere esin kaynağı olan şey çarpık bir mizah duygusu değilse nedir ki? (Bu tür davranışlarım belki de çok önceden bir başkasıyla, ilk sevgilimle başlamıştı. İlk menekşe demetimi onun için almıştım; tam ona uzatırken çiçekler elimden kayıvermiş, o da farkında olmadan [?] üzerlerine basıp ezmişti.) İnsan gençken bu gibi küçük olaylar çok can sıkıcı olabiliyor. Kuşkusuz genç değilim artık – bu da her şeyi daha da can sıkıcı, söylemeye gerek yok belki, daha da gülünç yapıyor. Tek fark, sözlerime kulak verin, işin içine aşk girdiğinde hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir durum o denli gülünç olamaz. Azıyla yetinemediğimiz tek şey aşktır. n Ve yeterince veremediğimiz de odur. “Aşkta yalvarmak ve istemek olmamalıdır…” (Hermann Hesse) (Devamını sonra söylerim. Odamın duvanna yazdığım için bu sözü, unutma tehlikesi de yok.) Evet, kimilerinin bayağı ve basmakalıp bulabileceği bu kısa tümce çok kritik bir anda çıkmıştı karşıma. “Aşkta yalvarmak ve istemek olmamalıdır.” Elleri ve ayakları bağlı birinden merdiven çıkmasını istemek gibi bir şey bu. Böylesi yüce bir gerçeği kabul etmeden önce acıların en zoruna göğüs germen gerekir. Kinik biri, bunun azizler ve melekler için ortaya atıldığını, ölümlü insanlar için sözü bile edilemeyeceğini ileri sürecektir.

Gerçek şu ki, biz sıradan insanlar hep erişilmezi isteriz. Baştan çıkarmanın özgürleştiriciliği yalnızca biz insanlar için geçerli. Ateşlerin arasından geçmesi gereken bizleriz – aziz mertebesine ulaşmak için değil, var olduğumuz sürece iliklerimize dek insan kalmak için. En önemli edebi eserleri hatalarımız ve zayıflıklarımızdan ilham alıp ortaya çıkaran da bizleriz. En kötü halimizde bile umut doluyuz biz. (Amin! Soloyu kes!) Ve böylece 75’lik (fazlası var azı yok) yaşlı adama geliyoruz; ünlü olduğu söylenen ve olmayacak duaya amin demek gibi bir serüvene girişen adama. Çok duygusal biri bu yaşlı adam. Oysa şarkıcı genç kadının ayakları yere basıyor. Öyle olmak zorunda, çünkü işi erkekleri kendine âşık etmek, onlara aptalca şeyler yaptırmak, pahalı giysiler ve takılar aldırmak. Kalbinin sesini dinlemeyi San Francisco’da değil, Shinjuku, Akasaka, Chiyoda-ku gibi yerlerde bırakmış o. Başka bir deyişle hayatını kazanmaya başladığında. Yaşlı adam (c’est â dire moi, Monsieur Herni1) tüm sahneyi kırk yıl kadar önce prova etmişti aslında. Sahnede yankılanan notaları bilmeli 1 (Fr.) Yani ben, Bay Henri. H ve kulaktan çıkartabilmeliydi.

Ama ne de olsa kendisi deneyimlerden ders almayı bir türlü beceremeyen şu âdemoğlu kabilesinin bir üyesidir; zayıflığından pişmanlık duymaz, çünkü ruhu deneyimden ders almaz. Ah “ruh”!!! Kim bilir hakkında kaç mektup yazmışımdır. O kadının konuştuğu dilde ruh için bir sözcük olduğunu sanmıyorum. Kalp sözcüğü var, evet, ama ruh? (Yine de inanmak isterdim var olduğuna.) Böyle söylüyorum ama söyler söylemez de âşık olduğum şeyin onun “ruhu” olduğunu anımsıyorum. O bunu anlamamıştı tabii. Galiba yalnızca erkekler ruhtan söz ediyor. (Ruhtan söz ettiğinde kadın elden gitti demektir.) Şimdi biraz da Şeytan’dan söz edelim, adı batasıca! Çünkü işin içinde onun da rolü var, adım gibi biliyorum bunu, hem de önemli bir rolü var diyebilirim. (Thomas Mann izlenimi bırakıyorsam bağışlayın.)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir