Hilmi Ziya Ülken – Şeytanla Konuşmalar

Size kendimi takdim edeyim: Ben, mukaddes kitapların cennetten tardettiği, Allahın en menfur mahlûku, insanları baştan çıkarıp, kötü yollara sevkeden, bu dünyada hastalık, fenalık, delilik, aşağılık namına ne varsa onlara musallat etmeyi kendine başabaş iş edinmiş olan kimseyim. Bu saatte sizi rahatsız ettim diye kusura bakmayın. Çünkü benim için erken veya geç, gece ve gündüz, çalışma ve dinlenme zamanı yoktur. Ömrümde bir dakika gözüme uyku girmedi. Şu kuru kafamın ortasında iki soğuk fener gibi parhyan gözlere bakın! Bunların bütün işi gücü, işte böyle her zaman fal taşı gibi açık durmak ve aydınlıkta, karanlıkta etrafı gözetlemektir.» Tabiin kesesine, heveskâr ve çabuk usanan okuyucumun zevkine, günün ihtiyacına, sansörün müsaadesine uygun yeni bir mevzu bulmak ümidile masamın başında kâğıtlar arasında kaybolmuştum ki, birden pencereden mi, kapıdan mı girdiğini ferketmediğim bu, paçavralar içinde, kupkuru, fakat inadına parlak ve keskin bakışlı adam çıkıverdi. İnsan geceleyin, yapayalnız bir odada çalışırken, ummadığı bir zamanda tanımadığı hattâ sevimli bir yüzle bile karşılaşsa soğukkanlılığını muhafaza edemez. Nerede kaldı ki bu hakikaten çirkin denecek kadar lanet suratlı bir adamdı. Gözlerinde parhyan ışık İnsanî zekâdan ziyade karanlıkları delen bir projektöre benziyordu. Fakat nedense bu adamdan korkmadım. Zaten kendini takdim etmemiş olsaydı onu yine tanıyacaktım. Ne üzerinde kı- 6 Şeytanla Konuşmalar. zil esvabı, ne tepesinde boynuzlan, ne arkasında kuyruğu vardı. Ne gelirken yerden ateşler çıkmış, ne etrafımda korkunç oyunlar oymyarak beni ürkütmeye çalışmıştı. Kapıda atı arabası, arkada – kendi cinsinden – et’bâı yoktu.


Bununla beraber onu gözlerinden tanıdım: O Şeytandı! Kur’anın her sure başında şerrinden korununuz, dediği Şeytan; Faust’a «insanın öteki yansı benim !» diyen Şeytan; İsa çarmıhta iken gözlerine görünen, Musa’nın kavmini Sina yolunda çeviren, Altın buzağıyı mabut yaptıran, Nemrudu göklere çıkaracak kuleyi kurmak için zincirli esirlere kırbaçla taş taşıtan; Âdemi cennetten koğduran; ve Hallacın ruhuna aşk, aziz Augustinus’un kalbine şüphe olarak giren, katohk kilisesinde endüljans biletlerinin ortağı, sultanların gizli şeriki, Le Sage’ın «T opal Şeytanı»; Voltaire’in kalem arkadaşı, dindarların ürktüğü, dinsizlerin inkâr ettiği; Karamasov’un dışında gördüğü, Freud’un içten çıkardığı; kimine şerir, kimine mültefit, kimine hasis, kimine cömert olan; kiminin gözlerini bağlıyan ve kiminin karanlıkta yolunu aydınlatan Şeytan! — Hayır ola? Bu vakitsiz ziyaretin sebebi de nedir? Diyerek kalemi bıraktım. O buradayken artık çalışmıya imkân yoktu. Yine kimbilir nelerden bahsedecekti! bu kış gecesinde paçavralar içinde titrerken onu k-oğamazdım. N e diyecekse bir an önce söyleyip gitmesi için lâfı kısa kasmeye çalışıyordum. — ■ Mukaddemeye lüzum yok. — Hayır, öyle uzun mukaddemeler filân yapacak değilim. Hülâsa karnım aç. Biraz da boğazım kurumuş. Şaraptan başka şey içmediğini bildiğim halde ona ıhlamur pişirdim. Şaraptan başka şey diyorum: Yanılıyorum. O pek âlâ rakı da içer. Bu hususta hiç müşkülpesent değildir. G eç­ Şeytanla Konuşmalar. 7 tiği bütün memleketlerin içkisine alışıktır. Bir dostunun dolabında likör, konyak, votka veya viski bulursa onları biribirine karıştırmaktan, ve bu suretle zihnindeki bütün mevzuları sarhoş edip Diyonizos âyininde rakseden satirler gibi biedep ortaya çıkarmaktan zevk alır.

Cizvitlerin mahzeninde Porto ve M alaka şaraplarile kafasını dumanlar; Benedikten ve Şartröz rahiplerinin fıçıları dibinden ayrılmaz. Bu sırada durmadan dinlenmeden dedikodu yapar. En çok sevdiği, ve en çok bildiği şey budur. Bütün ömrü – yani dünya kurulalı beri – bir yerden aldığını öteye nakletmek, insanları çekiştirmek, biribirine düşürmekle geçmiştir. Bazı halleri – doğrusu – hoşuma gitmiyor değildi: Bilhassa sarhoş olduğu zaman! Hiç bir şaklaban, insanı ondan iyi güldüremez. Kralların maskaraları, canbazhane kapılarında halkı çıngırakla toplıyan palyaçolar, bu sırada onun kadar gülünç değildir. Asıl meziyeti bu işe hiç bir tasannu karıştırmamasıdır. O sanatı sanat için yapar. Kahkahalarla güldüğü zaman, âşık olduğu zaman, havladığı zaman, hüngür hüngür ağladığı zaman, «Bimehâba» birinin silsilesine, ecdadına küfrettiği ve sonra onun hizmetine girdiği zaman, bütün bunları yaptığı ve reddettiği zaman, kendi kendini nakşettiği, her an sözünden caymayı bir iftihar alâmeti gibi ilân ettiği zaman, büyük bir şairi zemmettiği ve sonra ayaklarına kapandığı; kariin sabrını, çocukların gafletini, mütefekkirlerin müsamahasını son haddine kadar suiistimal ettiği, cemiyeti kendine maskara ettiğini zannettiği sırada cemiyete maskara olduğu ve ipliğini pazara çıkarmayı bir meziyet gördüğü, oyuncağını kıran çocuk gibi huysuzlandığı, dam aktaran adam gibi insanları küçük gördüğü için kendini bir mal zannettiği zaman o daima samimidir. 8 Şeytanla Konuşmalar. Fakat çekiştirme faslı geldi mı, dayanamaz. O dünyada insanların icat edebilecekleri nakil vasıtalarının en mükemmeli ve en ucuzudur. Bu çenesi düşük kocakarı ağzında neler taşınmaz! Ayağına kapanılan sultanların zulmünden, eteği öpülen nazırların alçaklığından, huzurunda «kemali edeble» oturulan âlimlerin cehlinden bahsedebilmek için bundan güzel vasıta var mıdır? Dedikodu en tatlı bir kumar gibi Şeytanı mı sarar. Hiç bir oyun onun kadar Şeytanı mı sersem etmez. Bir kere ona daldı mı.

artık kendini tamamen kaybeder: Bazan fassalliğin verdiği sarhoşluk içinde kendi kendini tehlikeye koyduğunu bile unutur. Bununla beraber benim topal ve ihtiyar Şeytanımın asıl kuvvetli tarafı – bütün şöhretine rağmen – zekâsı değil insiyakıdır. İçki ve kumarda olduğu gibi lâf ebeliğinde de o kadar kendini kaybeder ki, etrafa saçtığı zehirler nihayet harap etmiye başlar. K aç kere bir vebalıdan çekinir gibi insanların ondan kaçtığını, ve bucak bucak zehirini dökecek bir yer, içini boşaltacak bir kulak arıyarak gezdiğini gördüm! Z a ­ vallı Şeytanın bu hali yürekler acısıdır. Delilik ve hastalığın verdiği humma nöbeti içinde daima alev saçan gözleri insana zekâ gibi görünür; fakat zavallı Şeytan, bazan yoruldu mu, bacağını sürüyerek köyden köye dolaşırken zehrini dökecek bir yer bulamadı mı hali yamandır. Birden bu parlak gözler donuklaşır; sanki içinde her zaman Vestal rahibelerinin yaktığı İlâhi bir alev yanar gibi duran kafa birden bire boşalır; kap karanlık, tamtakır, kuru kafa, manasız, aptal bakışlarla içi rutubetten romatizma saçan boş bir mahzen halini alır. Onu kaç kere bu halinde köyden köye bacağını sürüyerek giderken gördüm. Ben onu ne tasdik ederim, ne red! Yalnızca bir bakteri faaliyetine bakan hekim gibi ona bakmaktan zevk alırım. İçin­ Şeytanla Konuşmalar. 9 de insanlığımızın reziletleri kaynıyan bir kazanı görmek meraklı değil midir? Mikropların sirayetine karşı bizde bir nevi mukavemet vardır. Onu kaybettiğimiz zaman okkanın altına gideriz. Şeytanı seyretmek ve dinlemek – fakat kabul ve reddetmeden – bizi kendi kendimize karşı hâkim kılmaz mı? Bilmem, ben hep böyle düşünürüm; ve bunun için olacak, bir çoklarının ürktüğü, nefret ettiği veya tuzağına düştüğü Şeytanı uzun uzun dinledim ve zarar görmedim. Evet, Şeytanın asıl kuvveti insiyakıdır, demiştim. Zaten böyle olmasa, o sarhoş kafası, kör gözü, topal bacağile içinde bu kadar düşmanı olan insan nevine karşı kendini nasıl korurdu? Kuvvetliyi medheder, şöhreti alkışlar, bayağı bulduğu yükselince arkasından koşar, eteğine yapışır, arkasında yumurta küfesi yoktur: Onun için cebine kahraman, ve âdiye asıl demek kadar kolay bir şey olamaz. Bu kadar anî değişmeyi idare eden ne karmakarışık kafası, ne ömründe hiç nasip olmıyan iradesidir.

Bunu yapan yalnız köpekler gibi pek uzaktan koku alan, ve yalnız tehlikenin kokusunu alan insiyakıdır* Tehlike, «silâh başına!» işareti gibi bütün hayatî kuvvetlerini harekete getirir. Kör, topal, kötürüm, sarsak aklı, yıldırım hızi’le giden bir lokomotif arkasına takılmış kırık araba gibi sarsılarak, yuvarlanarak gider; fakat gider. O hele sırtını sağlam bir duvara verdi mi, keyfine payân yoktur! Eski dostlarını bir anda inkâr etmek, artık çekinmediği insanlara kahramanlık göstermek, âcizlere ve miskinlere hücum etmek, zaten beğenilmeyeni beğenmemek, zaten tekme yiyene bir tekme daha vurmak, piyasada ne varsa onu satmak, ve piyasayla beraber malı değiştirmek, fırıldağın ucunu rüzgâra vererek onunla beraber dönmek, günün ihtiyacına en uygun bir fırıldak, tam bir fırıldak olmak işten bile değildir. 10 Şeytanla Konuşmalar. Bu huylarını bildiğim için ona yüz vermek istemem. Kim bilir yine kaç kapının mandanlını çalarak gelmiştir diye onu ıhlamurla savuşturmiya çalışıyordum. Fakat öyle pek gideceklerden görünmüyordu. Bilâkis yerleşiyor, gelişiyor, hattâ oturduğu yerde bağdaş kurup cebinden bir şeyler çıkarıyordu: Bu bir topaçla, hacıyatamzdı. Masamın üzerinde hızla topacı çevirmeğe başladı. Bu sırada kahkahayı atıyor, muvaffakiyetinden pek memnun görünüyordu. Bir taraftan da hacıyatmazı ileri sürdü, — Görüyor musun? dedi, bu hiç bir yerde durmuyor, İstediğin tarafa doğru dönüyor. — V a hızı bitince? — Baştan çevirirsin. Bu sefer istediğin tarafa doğru: sağdan sola, soldan sağa! Kâh ağır kâh çabuk,. T opaç dönüşünden mesul değildir. Bütün âlem gibi o da dönüyor.

Sehabeler, sistemler, yıldızlar, dünya, ay, güneş, bütün âlem. Vaktile mevlevîler de dönerdi. Yalnız onların bir kusuru var: Ayakları yer* den kesilinceye kadar hep bir tarafa dönüyorlar. Bu suretle başları dönüyor, Allaha yükseldik diyorlar. Halbuki benim topaç istediğim tarafa döner, istediğim yerde durur, istediğim zaman geri döner. A yağı yerdedir: yer yüzü böyle istiyor. Ben hacıyatmazı göstererek î — Y a bu ne oluyor? dedim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir