J. R. R. Tolkien – Yuzuklerin Efendisi 1 – Yuzuk Kardesligi

Bu kitap büyük ölçüde hobbitler hakkındadır ve okuyucu kitabın sayfalarından onların özelliklerinin birçoğunu ve tarihlerinin de birazını çıkartabilir. Bu konuda daha fazla bilgi için, Hobbit adı altında yayınlanmış olan Batışımdan Kırmızı Kitabı’ndan alınan seçkilere bakabilirsiniz. Oradaki öykü, dünya çapında ün kazanmış ilk hobbit olan Bilbo tarafından yazılan Kırmızı Kitap’ın ilk bölümlerinden bir araya getirilmiştir ve Doğu’ya gidip döndüğü yolculuğu konu aldığı için Gittim ve Döndüm adını taşımaktadır. Bu macera daha sonra, burada anlatılan o Çağ’ın büyük hadiselerinde bütün hobbitleri bağlayacak olan bir maceradır. Bununla beraber, kimileri o ilk kitaba sahip olmayabilir; birçok kişi de daha ilk başından bu tuhaf halk hakkında daha çok şey öğrenmek isteyebilir, işte bu okurlar için burada, hobbit irfanından önemli sayılabilecek noktalar üzerine birkaç not bir araya getirilmiş ve ilk macera kısaca hatırlatılmıştır. Hobbitler pek kendilerini göstermeseler de kadim bir halktır. Eskiden şimdikine nazaran daha kalabalıklardı; çünkü barışı, huzuru ve iyi sürülmüş toprağı çok severler: Hobbitlerin en çok sevdikleri uğrak yerleri dedi toplu, güzelce ekilip biçilmiş kırlık yerlerdi. Alet kullanmada maharetli olmalarına rağmen demirci körükleri, su değirmenleri veya el dokuma tezgahlarından daha karmaşık makinalardan anlamazlardı; hala anlamazlar ve sevmezler. Eski günlerde dahi, “Büyük Ahaliden” bize böyle derlerdi genellikle uzak dururlardı; şimdi ise korkuyla kendilerini bizden sakınmaya başlamışlardır ve artık hobbitleri bulabilmek çok zordur. Kulakları delik, gözleri keskindir ve yapı olarak kilo almaya müsait olmalarına ve gereksiz yere acele etme eğilimleri olmamasına rağmen yine de hareketlerinde çevik ve marifetlidirler. Her şeyden önce, karşılaşmak istemedikleri iri halktan biri patavatsızca yollarına çıkarsa hızla ve sessizce kaybolma sanatına sahiptirler ve bu sanatı o kadar geliştirmişlerdir ki insanlara büyücülük gibi gelebilir. Fakat aslında hobbitler hiçbir zaman, hiçbir çeşit büyüyle uğraşmamışlardır; bu ele geçmezlikleri de tamamen soya çekim, idman ve toprak ile olan yakın bir dostluğun onlara bahşetmiş olduğu, daha iri ve daha hantal ırklar tarafından taklit dahi edilemeyen profesyonelce bir hünerden kaynaklanmaktadır. Çünkü bunlar cücelerden de ufak tefek, minik bir halktır; yani cücelerden daha kısa boylu sayılmasalar da, pek o kadar sağlam yapılı ve tıknaz değillerdir. Boyları hobbitten hobbite değişir, bizim ölçülerimize göre 60 santim ile 120 santim arasındadır. Günümüzde bir metreye pek nadiren ulaşmaktadırlar; fakat kendi söylediklerine göre artık küçülmeye başlamışlardır, eski günlerde daha uzun boylu imişler.


Kırmızı Kitap’a göre II. İsengrim’in oğlu Bandobras Took (Boğakükreten) bir buçuk metre kadarmış ve ata bile binebiliyormuş. Bütün hobbit kayıtlarında onu sadece eskinin iki ünlü şahsiyeti geçebilmiştir; fakat bu ilginç olay, zaten bu kitapta anlatılacaktır. Bu öykülerle ilgisi olan Shire’lı Hobbitlere gelince, barış ve refah günlerinde onlar mutlu bir halk idi. Başta san ve yeşil olmak üzere canlı renkler giymeyi sever, fakat ayaklarının köselemsi tabanları olduğu ve üzerleri genellikle kahverengi olan saçları gibi sık kıvırcık tüylerle kaplı bulunduğu için çok nadiren ayakkabı kullanırlardı. O yüzden aralarında pek gelişmemiş olan tek zanaat kunduracılıktı; fakat uzun ve maharetli parmaklara sahiptiler ve birçok kullanışlı, zarif eşya yaparlardı. Yüzleri genellikle güzelden ziyade neşeli, ablak, gözleri parlak, yanakları kırmızı, dudakları her an gülmeye, yemeye ve içmeye hazır olurdu. Sık sık ve gönülden gülerler, her zaman için basit şakalardan hoşlanırlar, (ve imkan buldukça) günde altı öğün yemek yerler, içerlerdi. Dost canlısıydılar, partilere ve cömertçe hediyeler alıp vermeye bayılırlardı. Zamanla uzaklaşmış olmalarına rağmen hobbitler ile aramızda bir akrabalık olduğu açıktır: Bize elflerden hatta cücelerden daha yakındırlar. Hobbitler eskiden insanların dillerini konuşurlarmış kendi Usullerince ve genellikle insanların hoşlandıkları şeylerden hoşlanır, hoşlanmadıklarından hoşlanmazlarmış. Fakat aramızdaki akrabalığın tam olarak ne olduğunu bu zamandan sonra bulmak mümkün değildir. Hobbitlerin başlangıcı artık kaybolmuş ve unutulmuş olan Eski Günler’e dayanır. Sadece elfler hala o yitip giden zamanların kayıtlarını saklarlar ve adetlerine göre de neredeyse sadece tamamıyla kendi tarihleriyle ilgilenirler ki bunun içinde insanlar çok az görünür, hobbitlerin ise hiç sözü edilmez. Yine de, diğer halkların onların varlığını fark etmesinden epey yıllar öncedir hobbitlerin Orta Dünya’da sessiz sakin yaşamakta olduğuna şüphe yok.

Ve sonuç olarak dünya sayılamayacak kadar garip yaratıklarla dolu olduğu için bu minik halk pek de önemli görülmemiştir. Fakat Bilbo ve varisi Frodo’nun zamanında aniden, kendi istekleri dışında hem önemli hem de ünlü oluverip Ariflerin ve Uluların aklını karıştırmışlardır. O günler, yani Orta Dünya’nın Üçüncü Çağı artık çoktan geride kaldı, kıtaların şekilleri değişti; ama hobbitlerin yaşamış oldukları bölgeler hiç kuşku yok ki hâlâ bulundukları yerlerdir: Eski Dünya’nın kuzey batısı, Deniz’in doğusu. Bilbo’nun yaşadığı dönemde, hobbitlerin asıl yurtlarına dair bilgiler tamamen unutulup gitmişti. Öğrenme sevgisi (şecerelerine ait bilgiler hariç) aralarında yaygın olmaktan çok uzaktı; ama yine de eski aileler arasında kendi kitaplarını inceleyen, hatta elflerden, cücelerden ve insanlardan eski zamanlar ve uzak diyarlarla ilgili malumat toplayan birkaç kişi çıkmıştır. Kendi kayıtlan Shire’a yerleşmelerinden sonra başlamıştı; en eski efsaneleri de Gezginlik Günleri’nden pek geriye uzanmaz. Yine de bu efsanelerden, garip sözcükleri ve âdetlerinden, diğer birçok değişik halk gibi hobbitlerin de uzak geçmişte batıya doğru geldiği açıktır, ilk öyküleri, Anduin’in yukarı vadilerinde, Koca Yeşilorman’ın saçaklarının altı ile Dumanlı Dağlar arasında oturdukları bir zamandan dem vurur adeta. Daha sonra dağlardan zorlu ve tehlikeli bir geçiş yaparak Eriador’a neden gelmişlerdir, artık bilinmez. Kendi öyküleri, ülkede insanların çoğaldığından, gelip ormanı karartan ve adını dönüştüren bir gölgeden söz eder. Daha dağları aşmadan önce hobbitler üç değişik soya ayrılmış gibidirler: Kılayaklar, Ülkenler ve Samanpostlular. Kılayaklar daha esmer, daha küçük ve kısa, sakalsız ve çizmesiz hobbitlermiş; elleri ve ayakları düzgün, hünerliymiş; yüksek yerleri ve dağ yamaçlarını severlermiş. Ülkenler daha cüsseli, daha ağır yapılıymış; elleri ve ayaklan daha iriymiş; ovaları ve nehir kıyılarını tercih ederlermiş. Samanpostluların tüyleri ve ciltleri daha açık renkliymiş ve diğerlerine nazaran daha uzun ve inceymişler; onlar ağaçları ve ormanlık ülkeleri çok severlermiş. Kadim zamanlarda Kılayaklar’ın cücelerle çok alışverişi varmış ve uzun süre dağların eteklerinde yaşamışlar. Batıya en önce gelenler onlar olmuş; diğerleri hala Yabaneller’de oyalanırken onlar Eriador üzerinden Fırtınabaşı’na kadar uzanmışlar.

Bunlar hobbitlerin en normal, en tipik örnekleri ve en kalabalık olanlarıymış. Bir yere yerleşip atalarının tüneller ve delikler içindeki yaşayış biçimlerini muhafaza etmeye en çok eğilimi olan da bunlarmış. Ülkenler uzun süre Ulu Nehir Anduin’in kıyılarında oyalanmışlar ve insanlardan daha az çekiniyorlarmış. Onlar da Kılayaklar’dan sonra batıya gelmişler ve Gürültülüsu’yu izleyerek güneye inmişler; Orada, Tharbad ile Garpeli sının arasında epey bir zaman yaşayıp, neden sonra yeniden kuzeye göç etmişler. Sayıca en küçük soy olan Samanpostlular kuzey kolunu oluşturuyormuş. Diğer hobbitlere nazaran elflerle daha dostça geçiniyorlarmış ve el işçiliğinden çok dilde ve müzikte maharet gösteriyorlarmış; eskiden beri çiftçilikten çok avcılıktan hoşlanırlarmış. Ayrıkvadi’nin kuzeyindeki dağları geçmişler ve Akpınar Nehri’nden aşağıya inmişler. Kısa bir süre sonra Eriador’da onlardan önce oraya gelmiş olanlarla karışmışlar fakat biraz daha cesur ve maceraperest olduklarından Kılayak ve Ülgen klanları arasında sık sık lider ve reis konumuna gelmişler. Bilbo’nun zamanında dahi, Tooklar ve Erdiyan’nın Efendileri gibi büyük ailelerde Samanpostlu soyunun güçlü kanı kendisini gösteriyordu. Eriador’un batı topraklarında, Dumanlı Dağlar ile Mavi Dağlar arasında hobbitler hem insanları hem de elfleri bulmuşlardı. Gerçekten de Dünedain’den, yani Deniz’i aşıp Batıil’den gelen insanların krallarından arta kalan bir kısım burada yaşıyordu; fakat hızla azalmaktaydılar, onlara ait olan Kuzey Krallığı topraklan gün be gün yabana kanşmaktaydı. Gelenler için bol bol yer vardı ve çok geçmeden hobbitler düzenli topluluklar halinde yerleşmeye başlamıştı, ilk yerleşim merkezlerinin çoğu daha Bilbo’nun zamanında çoktan kaybolmuş ve unutulmuştu; fakat önem kazanan ilklerden biri, zamanla küçülse de varlığını korumayı başarmıştı; burası Shire’ın kırk mil kadar doğusuna düşen Bree ve etrafındaki Tokay Ormanı idi. Kuşkusuz bu ilk günlerde hobbitler yazıyı öğrenmişler ve bu sanatı çok daha önce elflerden öğrenmiş olan Dünedain tarzında yazmaya başlamışlardı. Yine o günlerde daha önce hangi dili kullanıyorlarsa onu unutmuşlar ve ondan sonra hep Westron adı verilen Arnor’dan Gondor’a kadar kralların ülkelerinde ve Belfalas’tan Mavi’ye kadar bütün sahillerde geçerli olan Ortak Lisan’ı kullanmışlardı. Yine de ayların ve günlerin kendi isimleri ve geçmişten kalan büyük bir şahıs isimleri birikimine ilaveten, kendilerine ait birkaç kelimeyi alıkoymuşlardı.

Bu sıralarda hobbitler arasında, yıllar dikkate alınmaya başladıkça efsane, tarih halini almıştır. Çünkü Üçüncü Çağ’ ın bin altı yüz birinci yılında Samanpostlu kardeşler Marko ile Blanko, Bree’den yola çıkmışlardı ve Fornost’taki* yüksek kralın izniyle arkalarında çok sayıda hobbitle kahverengi nehir Baranduin’den geçmişlerdi. Kuzey Krallığı’nın güçlü günlerinde inşa edilmiş olan Taşyay Köprüsü’nü aşıp, karşı kıyıda nehir ile Irak Yaylalar arasındaki toprakların tamamını kendi yerleşim bölgeleri olarak ilan etmişlerdi. Tek yükümlülükleri ise Koca Köprü’yü ve diğer türn köprülerle yolları bakımlı tutmak, kralın habercilerinin yolunu açmak ve kralın egemenliğini kabul etmekti. *Gondor kayıtlarına göre bu, üç yüz yılsonra Arvedui ile son bulan Kuzey soyunun yirminci kişisi II. Argeleb idi. Böyle başlamıştı Shire Hesapları; çünkü (hobbitlerin taktıkları isimle) Brendibadesi’nin geçilmesi Shire’ın ilk yılı kabul edilmiş ve diğer bütün yıllar buna göre hesaplanmıştı.* Batılı Hobbitler yeni topraklarına ilk görüşte vurulup burada kalarak kısa bir süre sonra insanların ve elflerin tarihlerinden silinmişlerdir. Görünüşte hala sözde tebaı oldukları bir kral vardı ama aslında onlar kendi reisleri tarafından idare ediliyor ve dış dünyada olanlarla hiç ilgilenmiyorlardı. Fornost’ta Angmar’ın Büyücü Hükümdarı ile yapılan son savaşa kadar, insanlara ait hiçbir kayıtta geçmese de, kendi iddialanna göre kralı desteklemek için birkaç okçu yollamışlardı. Fakat o savaşta Kuzey Krallığı son bulmuştu; sonra da hobbitler toprağı mülkiyetlerine geçirip, giden kralın hakimiyeti yerine reisleri arasından Reis seçmişlerdi. Orada bin yıl boyunca savaşlardan pek rahatsız olmamışlardı ve Kara Musibet’ten (S. H. 37) sonra Uzun Kış’ta yaşanan büyük felakete ve onu takip eden açlığa kadar müreffeh yaşayıp çoğalmışlardı. O karanlık dönemde binlercesi yok oldu fakat Yokluk Günleri (115860) bu öykünün anlatıldığı zamanlarda çoktan geçip gitmişti ve hobbitler yeniden bolluğa alışmışlardı.

Toprak zengin ve müşfikti ve onlar geldiklerinde uzun zamandan beri terk edilmiş olduğu halde eskiden güzel ekilip biçilmiş olduğu anlaşılıyordu; bir zamanlar kralın orada birçok çiftliği, darı tarlaları, bağları ve ormanları vardı. *Böylece elflerin ve Dünedain’in hesabına göre Üçüncü Çağ’ın günleri, Shire hesaplarına 1600 eklenerek bulunabilir. Irak Yaylalar’dan Brendibadesi Köprüsü’ne kadar kırk fersah, kuzey avlaklarından güneydeki bataklıklara kadar da elli fersah uzanıyordu toprakları. Hobbitler, Reislerinin yetki alanını oluşturan bu derli toplu iş bölgesine Shire adını verdiler. Ve dünyanın bu hoş köşeciğinde derli toplu yaşama işlerine iyice dalıp, dışarıda karanlık şeylerin harekete geçtiği dünya ile ilgilerini gitgide kaybettiler; öyle ki, sonunda barış ve bereketin Orta Dünya’nın değişmez bir kuralı ve aklı selim sahibi her ahalinin hakkı olduğunu zanneder oldular. Muhafızlar hakkında zaten pek az olan bilgilerini ve Shire’daki uzun barışı mümkün kılan tüm o çabalan ya unutmuşlardı ya da hatırlamazdan geliyorlardı. Aslında korunuyorlardı ama bunu hatırlarına getirmeyi bırakmışlardı. Hiçbir zaman, hobbitlerin hiçbir ırkı savacı olmamıştır ve kendi aralarında hiç savaşmamışlardır. Eski zamanlarda, elbette, zorlu bir dünyada hayatta kalabilmek için savaşmak zorunda kalmışlardı; fakat Bilbo’nun zamanında bu kadim bir tarih olmuştu. Bu öykü başlamadan önce son ve aslında Shire sınırlan içinde yaşanmış olan tek savaş da artık hatıralardan silinmişti: Bu, S.H. 1147’de yaşanan, Bandobras Took’un ork istilasını bozguna uğrattığı Yeşiltarlalar Savaşı’dır. iklim bile daha ılımlı olmuş, o bembeyaz kış aylarında Kuzey sınırlannda dolanan kurtlar sadece dedelerin masallarında kalmıştı. Yani, Shire’da hala bir miktar silah stoku olmasına rağmen bunlar daha çok yadigar olarak kullanıyor, ocakların üzerine, duvarlara asılıyor ya da Ulığ Kazın’daki müzede toplanıyordu. Müzeye Belek Evi deniyordu; çünkü hobbitlerin artık kullanımı olmayan fakat atmaya kıyamadıkları şeylere hep belek ismi verilirdi.

Evleri beleklerle dolup taşmaya pek elverişliydi ve elden ele dolaşan hediyelerin çoğu da bu cinstendi. Her şeye rağmen, rahatlık ve barış bile bu halkın şaşılacak ölçüde sağlam yapılı kalmasını engelleyememişti. Aslına bakılacak olursa hobbitlerin gözünü korkutmak veya öldürmek pek kolay olmazdı; güzel şeylerden öylesine bıkmadan usanmadan zevk almalarının nedeni, belki de mecbur kalınca pekala da bunlarsız yapabilecek olmalarıydı; bir de kederden, düşmandan ve iklimden kaynaklanan zahmetlerle onlan iyi tanımayan ve göbeklerinden ve besili yüzlerinden daha derinine bakmayanları hayrette bırakacak ölçüde iyi baş edebilmeleriydi. Kolay kolay tartışmaya girmeyen ve yaşayan şeyleri zevk olsun diye öldürmeyen hobbitler köşeye sıkışınca çok yiğit olurlardı ve zorda kalınca silahlarını beceriyle kullanırlardı. Keskin gözlü olduklarından ve hedefi şaşırmadıklarından çok iyi okçuydular. Sadece ok ve yay da değil. Eğer hobbitin biri bir taş almak için eğilirse, izinsiz arazilerine giren bütün hayvanların gayet iyi bildikleri gibi siper almakta fayda olurdu. Eskiden tüm hobbitler yerdeki deliklerde yaşardı, ya da öyle olduğunu zannediyorlardı ve hala kendilerini en çok o tür yerleşim yerlerinde rahat hissederler; fakat zaman içinde diğer ev biçimlerini de geliştirmeye mecbur olmuşlardır. Aslında Bilbo’nun zamanında Shire’ da, genellikle en zenginler ve en fakirler eski adetlere uyuyorlardı. Fakirler, gerçekten de sadece birer delik olan, ya da ya tek pencereli ya da penceresiz, en ilkel biçimiyle oyuklarda yaşamaya devam ediyordu; öte yandan hali vakti yerinde olanlar eskinin basit çukurlarından çok daha konforlu kovuklar inşa ettiriyordu. Fakat bu geniş ve kollara ayrılan tüneller (ya da onların deyimiyle iyin’ler) için gerekli alanlar her yerde bulunmuyordu; böylece hobbitler nüfusları arttıkça düzlüklerde ve alçak arazilerde yer üzerinde evler yapmaya başlamışlardı. Hatta Hobbitköy ve Tıkışkazası veya Ak Meralar’daki Shire’ın en büyük kazası Ulığ Kazın gibi tepelik bölgelerde ve eski köylerde bile gerek ahşap olsun, gerek tuğla veya taş, bir sürü ev yapılmıştı. Bunlar özellikle değirmenciler, demirciler, urgancılar, araba yapımcıları gibi meslek erbabı tarafından tercih ediliyordu; çünkü hobbitlerin daha deliklerde yaşadıkları zamandan beridir, baraka ve atölyeler yapma alışkanlıkları vardı. Çiftlik evleri ve samanlık inşa etme adetinin ilk önce Brendibadesi boyunda bulunan Batak’ta başladığı söylenir. Bu tarafların hobbitleri, yani Doğudirhem’den olanlar daha iri ve ağır ayaklı olurlar, çamurlu havalarda da cüce çizmeleri giyerlerdi.

Fakat damarlarında daha ziyade Ülken kanı akardı ve gerçekten de bu, çoğunun çenesindeki ince sakallardan da belli olurdu. Hiçbir Kılayak ve Samanpostlu’nun yüzünde sakalın izine bile rastlanmazdı. Aslında Batak, Erdiyar ve daha sonra işgal ettikleri Nehir’in doğu tarafındaki topraklann halkının çoğu daha sonraları güneyden Shire’a gelmişlerdi ve Shire’ın başka hiçbir yerinde rastlanmayan garip isimleri ve tuhaf sözcüklerinin birçoğunu muhafaza etmişlerdi. Diğer birçok meslek gibi yapıcılık mesleğini de Dunedain’den almış olmaları muhtemeldir. Fakat hobbitler bu mesleği doğrudan, gençlik zamanlarında insanların öğretmeni olan elflerden de öğrenmiş olabilir. Çünkü Yüksek Soya sahip elfler, o zamanlar henüz Orta Dünya’yı terk etmemişlerdi ve hala batıda, uzaktaki Gri Limanlar’da ve Shire yakınlarında başka başka yerlerde yaşıyorlardı. Batı sınırlarının gerisindeki Kule Tepeleri’nde hatıralardan silinmiş zamanlardan kalma üç Elf Kulesi hala görülebiliyordu. Mehtapta uzaktan parlarlardı. En yüksek olanı en uzakta, yeşil bir tepeciğin üzerinde tek başına dururdu. Batıdirhem’de yaşayan hobbitler, o kulenin tepesinden Deniz’in görülebileceğini söylerlerdi; fakat herhangi bir hobbitin o kuleye tırmandığı da duyulmuş değildi. Gerçekten de Deniz’i görmüş olan veya Deniz’de yolculuk yapmış olan çok az sayıda hobbit vardı; geri dönüp gördüklerini anlatanların sayısı daha da azdı. Hobbitlerin çoğu nehirlere ve kayıklara bile derin bir kuşkuyla bakardı ve aralarında yüzme bilene pek rastlanmazdı. Shire’da geçirdikleri zaman boyunca elflerden gitgide daha az söz edilir oldu; elflerden korkmaya ve elflerle ilişkisi olanlara tekin gözle bakmamaya başladılar; Deniz ise aralarında korkunç bir sözcük, ölümün bir nişanı gibi kullanılıyordu ve zamanla yüzlerini batıdaki tepelerden çevirdiler. Yapıcılık mesleği ister elflerden ister insanlardan gelmiş olsun, hobbitler bunu kendi usullerince kullanıyorlardı. Kuleler falan yapmaya kalkışmıyorlardı.

Evleri genellikle uzun, alçak ve konforlu olurdu. En eski olanları, ot veya saman damlı veya çimle kaplı damlan ve kavisli duvarları olan, iyin’lerin taklitlerinden başka bir şey değildi. Gerçi bu dönem Shire’ın ilk yıllarına aitti; hobbit yapıcılığı cücelerden alınan veya kendi icat ettikleri aletler sayesinde gelişerek çok zaman önce değişmiştir. Yuvarlak pencerelerin hatta kapıların tercih edilmesi hobbit mimarisinin garipliklerinin en belli başlı kalıntılarından biridir. Shire’lı Hobbitler’in evleri ve delikleri genellikle geniş olur ve büyük aileleri barındırırdı. (Bilbo ve Frodo Baggins gibi bekar olanlara pek ender rastlanırdı; zaten bu ikisinin elflerle olan dostlukları ve birçok diğer gariplikleri de az rastlanan türdendi.) Büyük iyinler’de yaşayan Tooklar’da veya Brendi Konağı’nda yaşayan Brandybucklar’da görüldüğü gibi bazen birkaç kuşak akraba (nispeten) huzur içinde atadan kalma tek ve bol tünelli bir konakta yaşardı. Her halükarda bütün hobbitler aile bağlarına meraklıydı ve akrabalıklarının hesabını büyük bir titizlikle tutarlardı. Sayısız dallan olan uzun ve dikkatle meydana getirilmiş aile ağaçları çizerlerdi. Hobbitlerle ilgilenirken kim kimin akrabasıdır ve akrabalık dereceleri nedir bilmekte yarar vardır. Bu öykülerde anlatılan zamanda yaşamış olan en önemli ailelerin, önemli üyelerini kapsayan bir soy ağacı çizmek bile imkansız olurdu. Batısınırları Kırmızı Kitabı’nın sonundaki şecere ağaçları kendi başlarına küçük birer kitap sayılır ve hobbitler dışında herkes bunları son derece sıkıcı bulur. Titizlikle hazırlanmış olduğu sürece, hobbitler böyle şeylere bayılırlardı: Hakça geliştirilmiş, hiç çelişkisi olmayan, zaten bildikleri şeylerle dolu kitaplara sahip olmak çok hoşlarına giderdi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

Yorum Ekle
  1. Pdf yazım yanlışlarından dolayı okunamaz halde adeta

    1. Durduk yere ne “adeta” diyorsun ulan alagavat?

      1. Hsiktir toppppp